10. Bölüm : Yağmur...
Nevin Hanım sabah saatlerinde gelen telefonun ardından endişeyle ablasının yanına gitmişti. Nergis Hanım'ın doktoru kızının fotoğrafına verdiği duygusal tepkiyi öğrendikten sonra artık onun geçmişe dair hatıralarla yavaş yavaş yüzleşmesi gerektiğini söylemişti. Nevin Hanım da bu süreçte ablasının yanında bulunup ona destek olmak ve hafızasını canlandırmasına yardımcı olmak istiyordu. Sessizliğin hâkim olduğu odada günler öncesinden planladıkları akşam yemeği davetinden ve gelen misafirlerden söz ederek konuyu dikkatlice açmaya çalıştı. Ancak ablasını zorlamak istemediği için konuşurken sık sık cümlelerini yumuşatıyor bazen de bilinçli olarak duraksıyordu.
Ela'nın yemek konusundaki başarısından söz ederken Nevin Hanım ablasının tepkilerini dikkatle izliyordu. Nergis Hanım'ın yüzünde beliren hafif değişiklikler onun gözünden kaçmamıştı. Ne zaman Ela'nın adı geçse ya parmakları hafifçe titriyor ya da bakışlarının yönü değişiyordu. Nevin Hanım bu durumu defalarca fark etmişti ama birdenbire üstüne gitmenin doğru olmadığını da biliyordu. Bu yüzden sadece sessizce onu gözlemlemeye devam ediyordu.
Nevin Hanım ablasıyla konuşurken içeriye elinde kristal bir vazo ile Leman girdi. Vazodaki çiçekleri her zamanki gibi Nevin Hanım getirmişti. Ablasının çiçekleri ne kadar sevdiğini bildiği için bu alışkanlığını hiç aksatmaz her seferinde birbirinden güzel buketlerle gelirdi. Leman'ı görünce oturduğu yerden kalktı ve göz ucuyla ablasını kontrol ederek vazoyu eline aldı. "Bugün aceleyle gelince sana çiçek alamadım ama dün akşam evimize gelen genç bir misafir bize çok zarif bir buket çiçek getirdi. Ben de sana ondan küçük bir demet yaptım" dedikten sonra vazoyu ablasının yanında duran sehpanın üzerine koydu. Tolga'nın getirdiği çiçekten bahsediyordu.

Nergis Hanım'ın ifadesi ansızın değişti. Öncesinde hiçbir anlam taşımayan boş bakışları çiçeği gördüğü anda yerini hüzünlü bir bakışa bırakmıştı. Gözleri dolmuştu ama yaşlar düşmemek için direnir gibiydi. Nevin Hanım ablasının bu halini şaşkınlıkla izlerken yüzündeki hüzünlü ifadenin manasını çözmeye çalışıyordu. Gözlerini ablasıyla vazonun arasında gezdirirken "Bu defa çiçekleri sevmemiş gibisin" dediğinde cevap alamamıştı ama almayı da beklememişti zaten. O anlarda Nergis Hanım da onu duymuyordu. O çiçek eşi Orhan'ın elinde aynı tarz bir çiçekle eve sinirli bir halde geldiği günü hatırlatmıştı ona. Yani yaşanan tüm olumsuzlukların başlangıç noktasına...
........::::::::__YILLAR ÖNCE__::::::::........
Karşı evdeki Vedat'ın o anlarda kendisini izlemekte olduğundan habersiz olan Nergis dalmış bir halde kendi evlerinin penceresinden eşi Orhan'ın gelişini bekliyordu. İçinde hem verdiği kararın doğruluğundan ötürü bir rahatlık hem de bu kararın getireceği olası sıkıntıları haber veren tuhaf bir sıkışmışlık hissi vardı. İşte Orhan da geliyordu. Köşeden elinde bir buket çiçekle dönen Orhan'ı gören Nergis onu beklerken verdiği karardan iyice emin olmuştu.
Artık Vedat'ı hiçbir şekilde hayatında istemiyordu. Daha önce de böyle bir hissiyatı vardı ama bugün bunu daha iyi anlamıştı sanki. Girdiği yolun sonunun olmadığını biliyordu. Bunu geç kalmadan anladığında ise içinde buruk olsa da yine bir bir huzur hissi oluşmuştu. Artık ne olursa olsun Vedat'ın kafasını karıştırmasına da izin vermeyecekti. Orhan'a bu zamana kadar olan hiçbir şeyden bahsetmeyecek hatta Orhan'ın ailesinin kendilerine yaptığı teklifi değerlendirip onların çevresindeki bir eve geçmeyi de kabul ettiğini söyleyecekti. Şu durumda yapılacak en doğru şey bu olacaktı.
Bu sırada Orhan da hızlı adımlarla eve doğru yaklaşmıştı. Eşinin yüzündeki dikkat çekici ifadeyi gören Nergis onun pek de iyi bir ruh halinde olmadığını anlamıştı. Yüzündeki öfke sanki bir şeylerin ters gittiğini gösteriyordu. Ne olmuştu da bu kadar kızmıştı anlayamıyordu. Halbuki Orhan sakin bir adamdı ve öyle öfkesini de kolay kolay dışarı yansıtmazdı. Nergis kapıyı açmaya giderken ciddi bir sorun olduğundan adı gibi emindi. Haklıydı da...

Bu sırada kapı Orhan tarafından yumruklanmaya başlamıştı. Nergis bu sert vuruşun şiddetinden ötürü çekinse de yine de tedirgin bir halde kapıyı açıp eşiyle göz göze gelir gelmez "Orhan.." dedi. Sesi o kadar cılız çıkmıştı ki kendisi bile ne söylediğini duymakta zorluk çekmişti. Aslında "Neyin var?" demek istemişti ama o soruyu sormaya cesaret edemedi. Belki de alacağı cevap korkutmuştu onu. O anlarda Orhan kapıyı itip içeriye girdi ve eşine vermek üzere tek tek koklayıp özenle seçtiği o güzelim çiçekleri bir hışımla masanın üzerine fırlattı. Artık gözünde hiçbir değerleri kalmamış gibiydi.
Oysaki ne güzel duygularla almıştı o çiçekleri. Sevdiği ve kendisini sevdiğine inandığı biricik eşine verecekti onları. Ama duyduklarıyla her şey yerle bir olmuştu. Nergis düşen çiçeklerin buketinden ayrılıp yere saçılmasını içi acıyarak izlerken Orhan da kalbi kırık bir halde işaret parmağını eşine doğru sallayarak "Şimdi soracağım soruya tereddütsüz ve lafı uzatmadan cevap vereceksin!" dedi. Eşine kimseye vermediği değeri veren bir adam olarak şu an bu konuşmaya devam etmekte zorlanıyordu. Nergis ise tutulup kalmış tek kelime edemeden neden böyle bir an yaşadıklarını kendi içinde sorgular olmuştu. Bu sorgulama da maalesef Orhan'ın yıkılmış bir halde "Vedat ile olan münasebetiniz ne zamandır devam ediyor?" diye sormasıyla neticelenmişti. Utanç verici bir andı. Ne söyleyeceğini de bu soruya nasıl cevap vereceğini de bilemedi.
Nergis'in herhangi bir şey söylemeden suskun kaldığını gören Orhan daha da öfkelenerek onu sertçe kolundan tutup gözlerinde derin bir hayal kırıklığıyla baktı ve "Nasıl yaparsın bunu? Seni bu kadar severken kırmaya incitmeye çekinirken bize bunu nasıl yaparsın Nergis?" diye bağırdı. Sözleri keskin bir bıçak gibi Nergis'in kalbinde derin yaralar açtı. Nereden öğrenmişti ki bunu? Yoksa Vedat konuşmayacağını anladığı için Orhan'ın karşısına geçip her şeyi bir bir anlatmış mıydı? Bu ihtimal Nergis'i büsbütün sarsmıştı.
Bir an için kendini kaybetmiş gibi hissetti ama sonra ağlamaklı bir halde "Açıklayabilirim…" dedi. Ancak Orhan'ın kırgınlıkla harmanlanmış sert bakışları ve kalbinin derinliklerine işleyen acı onu susturmuştu. Nasıl açıklanırdı ki böyle bir şey? Kendisini hiç bu kadar kötü ve aciz hissetmişti. O an yer yarılsa da içine girsem diye düşünüyordu. Nergis suçunu kabullenir bir edayla hadisenin onun düşündüğü gibi olmadığını söyledi. Orhan ellerini ensesinde birleştirmiş sakinleşmeye çalışıyordu ama Nergis'in bu sözlerini duyunca aniden ona doğru dönüp "Benim ne düşündüğümün bir önemi yok! Soruma hâlâ cevap vermedin. Vedat ile ne zamandır berabersiniz? Her şeyi en başından itibaren bilmek istiyorum!" dedi. Nergis sessizleşmişti ama yine de inkâr edemeyeceği bir noktada olduğunu biliyordu. O yaydan çıkmış bir kere... Geri dönüş yoktu bu saatten sonra. Saklamak her şeyi daha da kötü bir hale getirmekten başka işe yaramazdı. En azından olanları en doğru şekliyle kendisinden duymalıydı.
"Ailemle birlikte buraya taşındığımızda tanıştık Vedat ile. Birkaç kez karşılaşmıştık ve kısa kısa sohbetlerimiz olmuştu. İlgisini belli etmek istermiş gibi yakın ve nazik davranıyordu. O sıralar evli olduğunu bilmiyordum zaten öğrenince onu her gördüğümde yolumu değiştirir olmuştum"
Nergis sevdiği adamın karşısında küçüldükçe küçüldüğünü hissederek "Biz evlendikten birkaç ay sonra gelip benimle konuşmak istedi. Israr ediyor beni görüşmeye mecbur bırakmaya çalışıyordu. Ben ise bunun uygun olmayacağını düşündüğüm için her seferinde onu reddediyordum" dedikten sonra bir an suskunlaştı. Orhan susmamasını devam etmesini istediğinde anlatmak zorunda olacağı şeylerden dolayı çok gerilen Nergis zorlukla yutkunup "Görüşme isteklerini geri çevirince bana düzenli olarak mektuplar yollamaya başladı. Hiçbirini açmadım. Bir tanesi dışında... O mektubunda bana olan ilgisinin daha bu muhite ilk taşındığımızda başladığını ve eşinden boşanmak üzere olduğunu çünkü beni hâlâ..." dedi. Sözünü burada kesip yeniden susunca Orhan da onun lafını içi acıya acıya "Seni hâlâ sevdiğini yazmış" diyerek tamamladı.
Nergis utanarak başını evet der gibi sallayıp "Onu umursamadım ama o hiç vazgeçmedi" dediğinde Orhan da yüz ifadesini donuklaştırıp "O tek mektubu sana açtıran sebep neydi?" diye sordu. Bu soruyla birlikte göz göze gelmişlerdi. Acı bir bakış vardı ikisinde de. Nergis daha fazla yaralanmasın diye Orhan'a evlenmeden önce Vedat'a karşı hisleri olduğunu söylemek istemiyordu. Tabii aralarının bozuk olduğu dönemde Vedat'ın aklını karıştırmaya başladığını da. Bu yüzden de ağlayarak sorma der gibi bakarken Orhan'ın "Neydi dedim!" diye bağırmasıyla gözlerini ondan kaçırıp bir süre durduktan sonra sadece "Özür dilerim" diyebildi.

Bu özür Orhan'a çok şey anlatmış ve hayal kırıklıklarına bir yenisini daha eklemişti. Canından çok sevdiği karısı eskiden yakın dostu olan ama şimdi düşmanı sayılan adamı mı seviyordu yani? Orhan bunu sindirmeye çalışsa da yapamıyordu ve bu yüzden de ister istemez sesi yükselerek "Madem Vedat'ı seviyordun neden benimle evlendin o zaman? Neden bunca zaman beni sevdiğine inandırdın Nergis!" dedi haklı olarak. Nergis gözleri yaşlı bir halde ona yaklaşıp "Ben seni sevdim Orhan! Hâlâ seviyorum lütfen inan bana..." dedi ama Orhan ona inanacak gibi gözükmüyordu. Bunu da alenen belli etmekten çekinmeyip "Sen artık beni hiçbir şeye inandıramazsın!" dedikten sonra Nergis'i kollarından tutup kendinden uzaklaştırdı.
"Evlenme teklifini kabul ettiğim zaman sana karşı büyük bir sevgi besliyordum diyemem bunu sen de anlamışsındır zaten. Birbirimizi tam olarak tanımıyorduk bile ama yemin ederim soyadını taşıdığım günden itibaren sana olan sevgim her geçen gün daha da arttı"
"Sus! Daha fazla yalan söyleme bana"
"Orhan dur! Ne olur gitme lütfen gitme!"
Orhan tam kapıdan çıkmak üzereyken aniden durdu ve kendinden emin bir tavırla arkasını döndü. Nergis gitmemesinden ötürü umutlansa da Orhan'ın sinirli bakışlarını üzerine doğrulttuğunu görünce gözlerinin yeniden dolmasına engel olamamıştı. Orhan ise canından bile çok sevdiği karısının gözlerine bakarken hissettiği hayal kırıklığını da öfkeyi de hüznü de nefreti de bakışlarına yansıtır haldeydi. Birazdan sarf edeceği acı sözler de Nergis'in tüm umutlarını yerle bir etmeye yetecekti.
"Hemen boşanacağız! Ela da benimle kalacak"
"Hayır hayır! Orhan lütfen..."
"Nefes aldığın sürece Ela'dan uzak duracaksın ve bu konuda da bana sorun çıkarmayacaksın! Şimdi kızımı Nevin'in yanından almaya gidiyorum. Geri döndüğümde de seni burada görmek istemiyorum Nergis! Anladın mı beni? Seni burada bu evde bu çatının altında görmek istemiyorum!"
Duyduklarından sonra başından aşağı kaynar sular boşalan Nergis ciğeri parçalanırcasına ağlayarak "Orhan bunu yapamazsın! Ela çok küçük onu annesinden ayıramazsın yalvarırım bunu yapma!" dedikten sonra Orhan'ın ellerine ayaklarına kapandı. İçi yansa da Nergis'in yalvarışlarına kulak vermeyen Orhan onu bir kez daha kendisinden uzaklaştırıp tek kelime daha etmeden kapıyı çarparak dışarı çıktı.
Nergis onun ardından hıçkıra hıçkıra ağlayarak yere oturmuş daha doğrusu olduğu yere yığılmıştı. Orhan bir yana kızından da ayrılmak onun için ölmek demekti. Şimdi ikisini de kaybetmişti. Hem de hiç değmeyecek bir adam uğruna harcamıştı bu güzel yuvayı. Oturduğu yerde bağıra çağıra Vedat'tan nefret ettiğini haykırıp ağlamaya devam ediyor bir yandan da canının yanmasını umursamadan acısını duvara vurduğu ellerinden çıkarmaya çalışıyordu.
Orhan'ın çıkışından birkaç dakika sonra kapı çalmaya başlamıştı. Zar zor toparlanıp kapıyı açan Nergis karşısında kardeşi Nevin'i görmüş ve çokça da şaşırmıştı. Nevin ise olanlardan habersiz Ela'nın ateşinin çıktığını ve huzursuzlanmaya başlayınca da eve dönmek istediğini söylüyordu. Nergis onları kapının önünde görünce o kadar rahatlamıştı ki sanki Ela'yı bir daha göremeyecekmiş gibi kızına sıkıca sarılıp onu içeriye almıştı. Eğer şimdi gelmemiş olsalardı Orhan kızlarının değil yüzünü göstermek saçının teline bile ulaşmasına müsaade etmezdi.
Ela'ya ateş düşürücü ilacını verip yatırdıktan sonra salona inen Nergis kardeşi Nevin ile olanlar hakkında konuşup ondan aldığı fikirler doğrultusunda da evliliğini kurtarmaya karar vermişti. Çok zor olacaktı biliyordu ama ne Orhan'ı ne de Ela'yı kaybedemezdi. Onlar olmazsa yaşayan ölüden bir farkı kalmazdı çünkü. Nevin de ablasından duyduklarına çok üzülmüştü. İsterse onlarla kalabileceğini söylediğinde buna gerek olmadığını söyleyen Nergis'e de bir sorun olursa kendisini aramasını isteyerek oradan istemeye istemeye ayrıldı.
Orhan ise söylediği gibi Ela'yı almak için Nevin'in evine gitmiş fakat onları evde bulamayınca parka gitmiş olabileceklerini düşünüp kapıda beklemek durumunda kalmıştı. Ancak bu bekleyiş uzun sürmemişti çünkü bir süre orada durduktan sonra gelen giden olmayınca ani bir kararla Vedat'ın yanına gitmişti. Giderken hayatının en zor konuşmasını yapacağından bihaberdi maalesef...
Saat epey geç olmuştu. Huzursuz bir halde Orhan'ın geri dönüşünü bekleyen Nergis kızının hemen yanındaki odaya geçmiş ağlayarak içinden geçenleri kağıda döküyordu. Bu yazılanlar da Tolga'nın o ahşap kutuda bulduğu kağıtta yazılanlardı. O satırlar bu kadar kötü bir ruh haliyle yazılmıştı yani...
O buna inanmasa da bu böyle.
Geç de olsa anladım bunu.
Artık kendimi düşünmeyeceğim.
Hatalar yaptım. Çok büyük hatalar!
Hem onun hem kendimin hem de kızımın hayatını mahvediyorum.
Kendimi düşünerek kızımın geri kalan hayatında benden nefret ederek büyümesine müsaade edemem.
Onu kendimle beraber böyle bir hayatın içine çekemem.
Onları kaybedersem nefes alamam.
Ölürüm... Ölmek istemiyorum.
V.G. Hayatıma girdiğin güne lanet ediyorum!
Keşke seni hiç tanımamış olsaydım!"
Son sözlerini yazdıktan sonra bu hale düşmesine neden olan Vedat'ın ismiyle bir anda hiddetlenip kağıdı buruşturdu. Tam kağıdı çöpe atacaktı ki bu yapmaktan son anda vazgeçip tekrar düzelterek günlüğünün arasına koydu. Günlüğünü ahşap kutuya yerleştirip onu sakladığı özel bölmeye koyarken bir yandan da dinmek bilmeyen gözyaşlarını silmeye çalışıyordu. Bu sırada hava iyice kararmış yağmur da başlamıştı.

Bulunduğu odanın penceresi güçlü esen rüzgarla birlikte açılınca Nergis korkarak olduğu yerden sıçramıştı. İçinde çok kötü bir his vardı. İyi şeyler olmayacağını hissediyordu sanki. İçindeki korkuyla hemen pencereyi kapatıp perdeyi örterek Ela'ya bakmaya gitti. Küçük kızın ateşi düşmüş yatağında mışıl mışıl uyuyordu. Tam bu esnada da evin kapısının açıldığını duydu. Gelen Orhan olmalıydı.
........::::::::__GÜNÜMÜZ__::::::::........
Nergis Hanım'ın gözünden akan yaşları gören Nevin Hanım ablasının titrediğini görünce korkuya kapılıp hemen yardım istemek için Leman'a seslendi. İçindeki korku ablasının her geçen saniye daha da kötüleşeceğini düşünürken git gide büyüyordu. Nergis Hanım'ın gözlerinde yıllar süren bir acının izleri vardı ve bu izler eski bir yara gibi yeniden kanamıştı. Şimdi ise hatırladığı o acı olay kriz geçirmesine neden olmuşa benziyordu. Leman gerekli müdahaleyi yaparken Nevin Hanım bu beklenmeyen durumu haber vermek için Ela'yı aramaya başlamıştı. Belki annesinin iyi olmadığını duyarsa içi yumuşar ve buraya gelmeye ikna olur diye düşünüyordu. Ama içindeki belirsizlik de bunun o kadar da kolay olmayacağını gösteriyordu.
Hiçbir şeyden haberi olmayan Ela sevgi dolu bir ses tonuyla "Teyzelerin en güzeli nasılsın?" diyerek telefonu açtığında önce bir sessizlik karşıladı onu. İlk anda anlayamadı bunun nedenini. "Acaba ses mi gitmiyor?" düşüncesiyle telefonu kendisinden uzaklaştırıp yeniden kulağına yanaştırdı. Yüzündeki tatlı gülüş an be an silinirken tedirgin bir ses tonuyla "Teyze..." dedi. Nevin Hanım "Buradayım" dedikten sonra daha fazla vakit kaybetmeden annesiyle ilgili endişelerini anlatıp yanlarına gelmesini istedi ama Ela'nın yanlarına gitmeye yanaşmıyor oluşu Nevin Hanım'ın içindeki tüm umut kırıntılarını yok ediyordu.
Ela kararlı ve net bir tavırla gelmeyeceğini yineledi. Sesinde ısrar etmemesine yönelik soğuk bir tını vardı. Nevin Hanım buna rağmen biraz da çaresizce "O senin annen Ela ve şu an sana çok ihtiyacı var" dedi. İhtiyaç... Demek ihtiyacı var. Bu kelime Ela'nın içindeki öfke oklarını daha da keskinleştirmişti. Geçmişi düşündü. O küçücük halini... İçinde yaraya dönüşen her anı her söz bir film şeridi gibi geçip gidiyordu zihninden. Yumuşamak istemiyordu. Bunu yaparsa o küçük Ela'ya ihanet etmiş gibi hissederdi kendisini.
Bu yüzden de merhametini bir kenara bırakıp "Benim de zamanında bir anneye bir babaya ve sıcak bir yuvaya ihtiyacım vardı teyze! Ama o tüm bunları benim elimden aldı. Üzgünüm ama artık benden ona fayda gelmez. Anlıyor musun beni?" dedi. Hızını alamayıp devam edecekken Nevin Hanım yeğeninin lafını keserek "Kızgın olduğun için böyle söylüyorsun ama bu onun senin annen olduğu gerçeğini değiştirmez Ela!" deyince Ela çok bozulmuştu ve bir an bile olsun düşünmeden "Benim annem sensin teyze! O bu şansını çoktan kaybetti. Açık söylemem gerekirse eğer onun yüzünü bile görmek istemiyorum. Lütfen beni o kadınla ilgili zorlamayı bırak artık!" dedi. Nevin Hanım'ın yeğenini ikna etme şansı yok gibi görünüyordu.
Karşılıklı olarak telefonu kapattıktan sonra Nevin Hanım'ın yüzü sanki yıllardır beklediği bir yüzleşmeyi kaybetmiş gibi düşüşe geçmişti. Üzgün bir halde ablasına doğru bakarak yanına gitti. Ela'nın annesini affetme şansı kalmadığını düşündükçe içindeki acı daha da derinleşiyordu. Ela annesinin nefretiyle dolmuş yılların kırgınlıkları da içindeki her şeyin rengini değiştirmişti. Nevin Hanım Ela'nın kalbinin bu kadar katılaşmış olduğuna inanamıyordu.
Bu konuşma Ela'ya da hiç iyi gelmemişti. Telefonu kapattıktan sonra tutmaya çalıştığı gözyaşları artık akmaya başlamış durdurmaya çalışsa da başarılı olamamıştı. Annesinden nefret ediyor yaşadıklarının tek sorumlusu olarak onu görüyordu. Ve o geceden aklında kalan en önemli şey babasının ağzından duyduğu son sözlerdi. Ela o geceki yağmur ve gök gürültüsü sesinden korkup uyanmıştı. Odasından çıktığında annesiyle babası alt katta tartışıyorlardı. Ela'nın geldiğini ve onları dinlediğini de fark edememişlerdi. Yangın başlamadan az önce sarf edilen o yaralayıcı sözler şu an bile Ela'nın kulaklarında çınlıyordu.
"Ela'nın benim kızım olmadığını biliyorum Nergis!"

........::::::::__YILLAR ÖNCE__::::::::........
Ela'nın insanı yakıp küle çevirici bu sözü duymasının tek sebebi Vedat Gürsoy'du. Orhan Ela'yı almak için Nevin'in evine gidip onları evde bulamayınca ani bir kararla Vedat'ın evine gitmişti. Çok sinirliydi ve öfkesine hakim olabilecek halde de değildi. Bu yüzden de Vedat kapıyı açar açmaz yüzüne yumruğunu yapıştırıp onu yere sermişti. Vedat dudağından akan kanı silerken neden orada olduğunu ve ne yapmaya çalıştığını soruyor ama Orhan onu yakasından tutup kaldırırken "Sen ne aşağılık bir adammışsın! Ama bana böyle bir hainlik yapacağını tahmin etmeliydim!" diyerek sarsmaya devam ediyordu.
Vedat sert bir şekilde Orhan'ı kendisinden uzaklaştırıp ona daha önce de Nergis'ten vazgeçmeyeceğini söylediğini hatırlatmıştı. Bu sözün ardından bir süre atışan Orhan ile Vedat neredeyse tüm kozlarını paylaşıyorlardı. Orhan sinirden gözü dönmüş bir halde "Senin hayatını cehenneme çevireceğim Vedat! Mahvedeceğim seni!" dediğinde kendisine alaycı bir gülümseme ile bakan Vedat'ın "Ben seni çoktan mahvettim bile! Önce işini aldım elinden sonra da Nerg..." demesiyle de tüm hırsını alırcasına Vedat'a yumruklarını savurmaya başlamıştı.
İkisi itişip kakışırken bir anda birbirlerinden uzaklaşıp nefes nefese kalmışlardı. Duvara yaslanan Orhan başı eğik bir halde zar zor nefes almaya çalışırken bakışlarını ondan iğreniyor gibi Vedat'a döndürüp "Tam birbirinizi bulmuşsunuz! Ben Ela'yı da alıp buradan gidiyorum. Siz de ne haliniz varsa görün!" dedikten sonra tam kapıdan çıkıyordu ki Vedat bir an Ela giderse Nergis'in ne hâle geleceğini düşünmüştü. Ela ne olursa olsun Nergis'ten uzaklaştırılmamalıydı. Bunu önlemek için de hemen bir şeyler düşünmeliydi.
Vedat aklına gelen ani bir düşünce ile "Öğrendiğin onca şeyden sonra Ela'nın senin kızın olduğunu düşünmüyorsun herhalde!" dediğinde Orhan donup kalmış Vedat'ın sözünü "Yani Ela'yı istesen de iznim olmadan buradan götüremezsin" diyerek tamamlaması ile adeta yıkılmıştı. Vedat elbette ki Nergis'in kızından ayrı kalmaması için yalan söylüyordu ancak o an Orhan'ın bunu bilmesine imkan yoktu.
Vedat bu sözleriyle hem Orhan'a hem de annesiyle tartıştığı sırada bu yalanı babasının ağzından duyacak olan Ela'ya yapıp yapabileceği en büyük kötülüğü yapmıştı. Orhan öz kızının kendi kızı olmadığı yalanıyla perişan olurken Ela da öz babasıyla kan bağı olmadığını düşünerek büyümek zorunda kalacak ve bu yalan da geçmişten bugüne uzanıp başka canlar yakmaya devam edecekti. Ne yazık ki bu canlardan biri de Ela'ya günden güne yakınlaşmaya başlayan Vedat Gürsoy'un öz be öz oğlu Tolga'ydı. Bu yalanın kendi oğlunu da perişan edeceğini o dönemler bilemezdi tabii.
........::::::::__GÜNÜMÜZ__::::::::........
Mine ile buluşmak için ofisten çıkan Ela bir kafede oturmuş arkadaşının yanına gelişini bekliyordu. Teyzesiyle yaptıkları konuşmanın ardından kendisini çok kötü hissetmişti ve Mine ile biraz konuşurlarsa kendisine iyi gelir diye düşünüyordu. Ancak bir sorun vardı. Yaklaşık on dakika kadar sonra Mine arayıp işte yaşanan bir sorun yüzünden yanına gelemeyeceğini söylemişti. Bu kötü mü olmuştu yoksa tam isabet mi olmuştu tartışılırdı.
Ela daha sonra da buluşabileceklerini yani kendisini üzmemesini istedikten sonra bunu telafi etmek üzere vedalaşıp telefonu kapattılar. Masadaki tabaklara bakıyordu da içinden tek lokma bile almak gelmiyordu. En nihayetinde kendisine kahve söylemiş sonra da düşünceli ve biraz da canı sıkkın bir halde önündeki kağıda bir şeyler karalamaya başlamıştı. Birazdan gerçekleşecek hoş tesadüf belki yüzünü güldürmeyi başarabilirdi çünkü birkaç dakika sonra kapı açılmış ve aynı kafeye tesadüf eseri Tolga da gelmişti. Ancak henüz birbirlerini fark edememişlerdi.
Tolga ahşap kutuyu içinde günlük olmadan Hazal'a teslim etmiş ve yapacak başka bir işi olmadığından dolayı da bir kahve içmek için kafeye gelmişti. Siparişini verip masalardan birine geçip oturduktan sonra da önündeki gazeteyi alarak okumaya başladı. Bir sayfa iki sayfa derken son sayfaya gelip gazeteyi katlarken nihayet diğer masada oturan Ela'yı fark edebilmişti. Önce içinde bir heyecan olsa da o heyecan saniyeler içinde yerini endişeye bırakmıştı. Ela'nın keyfi yok gibiydi ve nedendir bilinmez tek başına oturuyordu. Tolga ilk anda yanına gitmek istese de sanki biri ona engel oluyor gibiydi. Belli ki öğrendiklerinden sonra hâlâ onun yüzüne nasıl bakacağı konusunda birtakım endişeleri vardı.
Düşünceli bir ifadeyle Ela'ya doğru bakıp dalmışken yanına gelen garsonun sesiyle toparlandı. "Afiyet olsun. Başka bir isteğiniz var mı?" diye soran gence teşekkür edip kahvenin yeterli olduğunu söylerken o kalabalığın içinde onun sesini hemen algılayan Ela da başını kaldırıp etrafa bakınmaya başladı. Tabii bunu yaptığında kısacık bir sürede göz göze gelmeleri de kaçınılmaz oldu.
"Eh işte diyelim. Siz nasılsınız?"
"Çok da farklı değilim diyelim"
Karşılıklı konuşurken Tolga başkalarını rahatsız etmemek için kahvesini eline alıp Ela'nın yanına geldi ve "Oturabilir miyim?" diye sorduktan sonra Ela'nın "Elbette! Lütfen buyurun" demesiyle de boş sandalyeyi çekip karşısına oturdu. Mine'nin gelemeyişi gerçekten de isabet olmuşa benziyordu. Herhalde Ela'ya yapıp yapabileceği en büyük iyiliklerden biri de bu olmuştu.
"Emrivaki yapmış gibi oldum umarım sizi rahatsız etmiyorumdur"
"Aksine çok iyi yaptınız çünkü ben de tek başıma çok sıkılmıştım. Aslında Mine de gelecekti ama işi çıkınca bu koca sofrayla baş başa kaldım"
"Ya siz? Çekimler nasıl gidiyor?"
"Her şey planlandığı şekilde ilerliyor. Ekip bugün izinli olduğu için dinleneyim dedim ama evde de boş boş duramadım. Çıkıp biraz hava alırken de tesadüfen sizinle karşılaşmış olduk"
"Evet öyle oldu gerçekten"
"Peki bir şeyler yediniz mi?"
"Evden çıkmadan önce bir şeyler atıştırmıştım"
"Bir şeyler atıştırmakla olmaz. Lütfen bana eşlik edin çünkü tek başıma yemek yemekten hiç hoşlanmam"
Ela ağzına attığı lokmayı çiğnerken aynı anda da Tolga'nın bisikletine yerleştirdiği çiçekleri düşünmeye başlamıştı. Gerçi unuttuğu da söylenemezdi. Yüzündeki tatlı tebessümle "Çiçekler çok güzeldi. Size onlar için teşekkür etme fırsatım da olamadı. Çok incesiniz" dediğinde Tolga'nın mahcubiyeti yüzündeki ifadeye bire bir yansımıştı. O da haklıydı. Babasının Ela'ya ve ailesine verdiği zararı düşününce bir çiçeğin lafının bile olmayacağını düşünüyordu.
Tolga karmaşık hislerle gözlerini kaçırıp "Beni bu kadar kısa bir zamanda böylesine iyi anlayabildiğiniz için asıl ben teşekkür ederim. Bu tarz konularda insanlar kelimelerini pek de düzgün seçemeyebiliyor çünkü" dediğinde Ela bir an babası için taziye ziyaretine gelen insanları düşünüp "Tahmin ederim" dedi. Yüzü düşmüştü sanki. Tolga bunu fark etse de üstüne gitmek istemiyor sessizce kahvesini yudumluyordu.
Sessizlik olduğunda Ela teyzesinin Tolga için "Hakkında pek de fazla bir şey bilmiyorsunuz yani" dediği anı düşünmüştü. Doğru söylüyordu aslında. Bu tesadüfi karşılaşma onu tanımak için iyi bir fırsattı ama soru sorarken de Tolga'nın yanlış anlamasından biraz çekiniyordu tabii. Fazla meraklı gözükmemeye dikkat edip "İstanbul'un o hareketli yaşamından sonra buraya ayak uydurmak zor olmuş olmalı" diyerek çatalını tabağının kenarına bıraktı. Aslında burada da hareketli bir yaşam vardı ancak Ela'nın bulunduğu çevre için bunu pek söyleyemezdik. O daha kemikleşmiş ve kendi kabuğunda yaşayan bir çevredeydi.
Tolga daldığı için tam boş bulunup çocukluğunu İzmir'de geçirdiğini söyleyecekti ki son anda bunun ağzından çıkmasına engel olup "Ben bulunduğu yere çabuk adapte olabilen biriyimdir. Kendisini tek bir yere ait hissedenlerden değilim sanırım" dedi. Belli ki kendisiyle alakalı bu detayı şimdilik gizli tutmak istiyordu. O da haklıydı tabii. İzmirli olduğunu söylerse kimlerdendir diye merak uyandırırdı.
Tolga'nın sözleri sonrası eliyle yüzünü kapatan Ela diğer elini de havaya kaldırarak "Ah! Ben onlardan biriyim" dediğinde onun bu tatlı hali dolayısıyla gülümseyen Tolga da utanmasına gerek olmadığını "Ne güzel demek ki sizi hâlâ buraya bağlayan bir şeyler var" diyerek belli etti.
Tolga böyle demişti ama Ela bu dediğinden sonra onun kendisini neden bir yere bağlı hissedemediğini düşünmeye başlamıştı. Açıkçası bu Ela'ya pek anlaşılır gelmemişti. Tamam belki eşini kaybetmişti ama ya ailesi? Annesi babası hatta kardeşleri...
"Peki siz? Aileniz İstanbul'da sanırım. Orada olduğunuzda bile mi kendinizi buradaki gibi hissediyorsunuz?"
"Bir yere ait değilmiş gibi"
"Burada kendimi iyi hissediyorum. Ama büyük ihtimalle İstanbul'a dönünce..."
Ela bu duyduğuyla burulmuştu. İçinden "Dönünce mi?" diye geçirirken Tolga da sözünü "...bıraktığım yerden aynen devam edeceğim" diyerek sonlandırdı. Ela'nın yüzü fena düşmüştü ve nasıl göründüğünü umursamadan da bir çırpıda "Döneceksiniz yani? Ben buraya taşındım dediğinizde tamamen taşındığınızı sanmıştım" dedi. Ah be Ela! Bir bilsen işlerin ne derece karışık olduğunu...
Tolga şimdilik kim olduğunun belli olmaması için bazı önemli detayları gizleyip "Şu an oturduğum ev bir arkadaşımın ailesine ait. Açık söylemek gerekirse eğer buraya bir süreliğine hayatımda olan bazı şeylerden uzaklaşmak için geldim. Hatta bu uzaklaşma isteği beni ani bir kararla fotoğrafçılığa geri döndürdü. Bir süre daha buradayım ama işim gereği mutlaka İstanbul'a dönmek zorunda kalacağım" dediğinde Ela gidecek olmasından ötürü ciddi ciddi üzüldüğünü için sessiz kalmıştı.
Tolga ise o anlarda bambaşka şeyler düşünüyordu. Belki daha önce olsaydı Ela'ya onu burada tutan şeyin ailesi mi olduğunu sorardı ama şimdi yapamıyordu. Her şeyi bilirken Ela'yı göz göre göre üzmeye gönlü el vermezdi. Sadece konuya katılım gösterip "Peki siz hiç İstanbul'da bulundunuz mu?" diye sordu. Ela bu soruyla birlikte Buğra ile mimarlık bölümünü kazanınca bir süreliğine İstanbul'a gelip okul bitene kadar da orada yaşadıklarını anlatmaya başlamıştı. Buğra gibi Tolga'da artık onun adını duyunca gerilmeye başlamıştı.
"Evet öyle oldu. Aslında teyzem İstanbul'a gitmemi hiç istememişti. Tuhaf bir şekilde karşı çıkıyor şansımı bir kez daha deneyebileceğimden bahsediyordu. Ama ben de çok istiyordum. Buğra ile konuştuk ve bir şekilde teyzemi ikna etmeye karar verdik. O da gitti ve teyzemle uzun uzun konuşup İstanbul'da olduğumuz sürece bana aynı buradaki gibi göz kulak olacağı konusunda söz verdi. Teyzem baktı çok istiyoruz içine yatmasa da sonunda müsaade etti. Üzerime biraz fazla titrer de... Buğra'nın da ne derece kontrolcü biri olduğunu ve beni gerçekten de göz hapsinde tutacağını biliyor tabii. Neyse uzak bir akrabamız vardı hemen onları aradı ben de bir süreliğine onların yanına gittim. Benim aksime Buğra okul bitene kadar hiç hoşlanmadığı birkaç ev arkadaşı ile beraber yaşamak zorunda kaldı"
"Siz uzun süredir arkadaşsınız sanırım"
"Hem de çok uzun... Çocukluk arkadaşlarıyız biz. Mine Yelda ve Buğra benim bu hayatta hiçbir şeye değişemeyeceğim insanlar. Kardeşim yok ama onlar bana kardeşten öte oldular. Sizin kardeşiniz var mı?"
Bu kısımda Tolga'nın iç sesi olup "kardeş kalbimde yaradır" diyoruz. Tolga bu soru karşısında Kenan'ı düşünmüş ve acı bir tebessümle Ela'ya bakıp kalmıştı. Kardeşi vardı da araları bir türlü düzelmiyor hatta gün geçtikçe daha da beter bir hale geliyorlardı sanki. Halbuki kardeşim bana herkesten yakındır birbirimize de kimseye olmadığımız kadar bağlıyızdır demeyi çok isterdi. Aralarında yaşanan kısa sessizlik Ela'ya bu konuda bir sorun olduğunu alenen hissettirmişti. Her ne yaşanmış ya da yaşanıyorsa belli ki bu Tolga'yı üzülüyordu.
"Babamın şimdiki eşinden bir erkek kardeşim var ama doğruyu söylemek gerekirse pek anlaşıyor sayılmayız. Nedenini anlayamıyorum ama biz bir türlü o özel bağı yakalayamıyoruz"
"Buna üzüldüm. Umarım bir gün aranızdaki her şey sizin istediğiniz gibi şekillenir"
"Umarım. Aa! Bir de Bora var. O da bana kardeşten ötedir"
"Bu arada birkaç güne kadar buraya gelip Elçin'e evlenme teklif edecek"
"Gerçekten mi? Ne güzel bir haber bu"
"Aslına bakarsanız zaten uzun süredir nişanlılar..."
"Biliyorum. Birçok gazete çıkan o talihsiz haberde uzatmalı nişanlı detayının altını çizmişti"
"Gazeteci dili biraz sivri olabiliyor maalesef. Bora'nın teklifi de daha çok bir an önce nikah hazırlıklarına başlamak konusunda yapılmış bir teklif olacak. Aslında evlenmek için neden bu kadar beklediler hâlâ anlam veremiyorum"
"Çok zor bir karar olmalı"
Tolga Ela'nın bu sözünden sonra bir an eşi Yağmur'u ilk gördüğü anı düşünmeye başlamıştı. Aslında bu içinizdeki sese güvenirseniz hiç de zor bir karar değildi. Hatta o da evlilik kararını Yağmur'u görür görmez vermiş ve bunu uygulamakta da hiç vakit kaybetmemişti.
........::::::::__YILLAR ÖNCE__::::::::........
Vedat Bey'in tüm ailenin bir arada olma şartı koştuğu sıkıcı davetlerden biriydi. Tolga sonunda dayanamamış ve bir süreliğine o boğucu ortamdan uzaklaşıp terasa çıkmıştı. Kaşları çatık bir halde karşısındaki manzaraya bakarken tam içinden "Neden buradayım?" diye geçiriyordu ki telefonuyla konuşan genç bir kız yan kapıdan çıkıp terasa geldi. O kız Yağmur'du. Tolga'nın oradaki varlığından da kendisini duyduğundan da bihaber konuştuğu kişiye bulunduğu ortamın sıkıcılığından bahsediyordu. Aynı düşüncede olmaları Tolga'yı gülümsetmişti.
Yağmur tek eliyle tırabzanı tutarak gözleri kapalı bir halde kendisini geriye doğru bırakıp "Şu an ayakkabılarımı elime aldığımı ve karşımda duran muhteşem manzaraya karşı sahildeki taşların üzerinde yalınayak yürüdüğümü düşünüyorum. İşte olmak istediğim yer orası!" dedikten sonra doğrulup o zaman neden orada olduğunu soran arkadaşına cevaben de çok hoş bir tonlamayla "Bilmem... Ama burada olmamın bir nedeni olmalı" dedi. Yağmur kendi söylediğine gülerken bir anda Tolga ile göz göze gelmişlerdi. O neden "İşte buradayım!" demişti sanki. Aralarında ikisinin de inkar edemeyeceğini bir çekim olmuştu. Her ikisinin de burada bulunma nedenleri bu karşılaşmanın yaşanacak olması olmalıydı.
Yağmur birbirlerinin gözlerine bakarken daldıklarını fark eder etmez hemen gözlerini kaçırıp arkadaşına da eve döndüğünde onu tekrar arayacağını söyleyerek telefonunu kapatmıştı. Tuhaf ama kalpleri çarptıran bir andı.
Derin bir sessizlik yaşanırken Tolga'nın hâlâ kendisine bakmakta olduğunu hisseden Yağmur gözlerini baktığı yerden ayırmadan "Genç bir hanıma gözlerinizi dikerek bakmak nezaketsizlik sayılır" dedikten sonra yan gözle ona doğru baktı. Tolga ise ona büyülenmiş gibi bakıyordu. Ağır adımlarla "Sizi birine benzettim hatta belki de tanıyorum desem..." diyerek yanına yaklaşırken Yağmur da alaycı bir bakışla "Sizin de diğerleri gibi olduğunuzu düşünürüm" dedi. Tolga kendisinden emin bir edayla "Ama diğerleri gibi değilim" dediğinde ona gözlerini kısarak bakan Yağmur da "Peki o zaman kime benziyormuşum söyleyin bakalım" diyerek bedenen Tolga'ya doğru döndü.
Tolga bir adım daha yaklaşırken "Siz... Çok değil... Sadece birkaç hafta sonra..." dedikten sonra başını önüne eğip tekrardan hoş bir tebessümle Yağmur'a bakarak "Bir kumsalda elinde güzel bir çiçek buketi üzerinde rüzgardan uçuşan beyaz bir elbise ve saçlarının üzerine kondurulmuş çiçekten bir taçla beraber bana doğru yürüyecek olan o güzel kadınsınız" dedi. Yağmur bunları söyleyiş tarzından etkilenmiş olsa da yine de onu küçümser bir edayla "İtiraf etmem gerekirse hayal gücünüze hayran kaldım" diyerek başını çevirdi.
Ama Tolga ısrarcıydı. Kendinden emin bir şekilde bunun hayal değil gerçek olacağını söylediğinde çok şaşıran Yağmur gözlerini devirerek "Gerçekten çok iddialısınız!" dedikten sonra gitmeye hazırlandı. Ama yapamadı çünkü Tolga ona mahcup bir tavırla "Normalde değilimdir ama nedense şu an iddialı olmam gerektiğini hissediyorum" deyince istemsizce atamadı diğer adımını.
Dürüst olmak gerekirse eğer Yağmur da Tolga'dan ilk görüşte hoşlanmıştı ama bunu belli etmek istemiyordu çünkü onu tanımıyordu. Tolga ise Yağmur'un hayatında önemli bir yer tutacağını daha ilk andan hissetmiş bu yüzden de hayatında hiç olmadığı kadar net cümleler kurarak onun dikkatini çekmeye çalışıyordu.
Yağmur derinlerden kulağına ilişen seslenişle başını yandaki hareketliliğe çevirdiğinde cam kapıdan kendisini arayan kişiyi görüp yüzünü buruşturmuştu çünkü ailesinin tanışması için ısrarcı olduğu Korhan denen bu gençten hiç mi hiç hoşlanmamıştı. Bu sebepten dolayı da içeri gitmek istemiyor bir an önce bu davetten ayrılmak istiyordu. Tolga seslenişleri duymadığı için tavrında bir sıkıntı hissettiği Yağmur'un isteksizce içeriye doğru gittiğini görünce hiç düşünmeden "Şu bahsettiğiniz sahildeki taşların üstünde yalınayak olmasa bile yürümeyi düşünüyorum. Bana eşlik etmek ister misiniz?" diye sordu.
Yağmur onu duyunca olduğu yerde kalmıştı. İçeriye daha doğrusu Korhan'ın yanına gitmek istemiyordu. Tolga'yı tanımıyordu ama içinde güçlü bir his ona doğru dönmesi gerektiğini söylüyordu. Ne yapacağına karar veremiyordu. Dönüp dönmemek konusunda ikilemde kaldığı esnada da yavaş yavaş yağmur çiselemeye başlamıştı. Tam zamanında!
Tebessüm edip avucunu açarak yağan yağmuru hissetmeye çalışırken Tolga da ne yaptığını anlamaya çalışıp şaşkın bir halde ona bakıyordu. Yağmur'un gökyüzüne bakıp içten bir şekilde "Teşekkür ederim" dediğini duyan Tolga bunu biraz garipsemiş hem ona hem de gökyüzüne bakakalmıştı. Niye böyle bir şey yapmıştı anlayamamıştı.
Yağmur ise bakışlarını indirdiği anda Korhan'ın terasa doğru yaklaştığını görmüştü. Bu yüzden de ani bir kararla Tolga'ya dönüp yanına gittikten sonra eliyle onun omuzundan destek alarak "Sizi bilmem ama ben ayakkabılarımı çıkaracağım" diyerek Tolga'nın gülüşü eşliğinde yüksek ökçeli ayakkabısını çıkarıp koşar adımlarla yan merdivenden aşağıya indi. Enteresan bir kızdı doğrusu...
Yağmur ayaklarının kirlenecek olmasını umursamadan eteklerini tutarak taşların üzerinde yalınayak yürürken Tolga da hayranlık dolu gözlerle onu izleyip arkasından yürümeye çalışıyordu.
"Size bakıyorum da öyle partilerde davetlerde kızlara kur yapacak birine pek benzemiyorsunuz"
"Özel olduğunuzu hissetmesem size de yapmazdım"
"İyi bir şey mi söylediniz kötü bir şey mi anlayamadım doğrusu"
"Niyetim iyi yöndeydi. Peki sizin fikrinizi değiştiren neydi?"
"İçeriye girecekken neden bir an durup sonra da benimle gelmeye karar verdiniz?"
"Söylemem çünkü gülersiniz"
"Söz veriyorum gülmeyeceğim"
Yağmur söyleyeceği şeyin çok garip olduğunu biliyordu ama birçok kez test etmiş doğruluk payı olduğuna da kendisini inandırmıştı. Bu yüzden de deli damgası yememeyi umut ederek başını çevirip "Bazı zamanlar yapacağım şeylerden emin değilsem bir işarete ihtiyaç duyarım" dedi. Bunu duyan Tolga "Ben genelde yazı tura atarım" dedikten sonra dalga geçtiğini düşünen Yağmur'un ters bakışları altında bu sözüne bir açıklama getirerek "...ve genelde çıkan sonucun tersini yaparım" dedi. Gülümsemeye başlayan Yağmur "Bu güzeldi işte!" dedikten sonra ellerini açıp avuçlarının ıslanışlarını izleyerek "Benim işaretim genelde yağmur yağması şeklinde olur. Bunun anlamı da bana "Hey! Hâlâ ne duruyorsun? Hislerin doğru ona güven. Git ve ne istiyorsan onu yap. Bu konuda özgürsün!" demek gibi gelir" dedi.
"Şu an yağmur yağıyor... Demek ki doğru yerdesiniz"
"Bilmiyorum. Yanılma payı her zaman olabilir"
"Siz gelmeden önce neden burada olduğumu sorguluyordum ve siz de geldiğinizde arkadaşınıza burada olmanızın bir sebebi olduğundan bahsediyordunuz. Karşı karşıya geldiğimizde benimle aynı şeyleri hissettiğinizden adım gibi eminim"
"Bu da bir işaret diyorsunuz yani"
"Bazıları buna birbirlerinin kaderlerinde bulunan iki insanın doğru anda doğru yerde bulunması der"
Yağmur gerçekten çok etkilenmişti. Bu geceki davete gelirken asla böyle bir şey yaşayacağını tahmin etmemişti oysaki. Yüzündeki hoş tebessümle "Benim artık gitmem gerek" dedikten sonra gözlerini Tolga'nın gözlerine sabitleyip "Görüşmek üzere gelecekten haber veren adam" diyerek gitmeye yeltendi. Yeltendi diyorum çünkü gitmek istese de bunu yapamamıştı.
"Henüz soruma cevap vermediniz"
Tolga'nın seslenişiyle ona doğru bakan Yağmur haklı olarak "Bana bir soru sormadınız ki?" dedi. Tolga bir an durup sonra da Yağmur'u iyice şaşırtarak "Gelecek hafta önemli bir işiniz var mı?" diye sordu. Ne diyeceğini bilemeyen Yağmur kesik kesik konuşarak "Sanırım yok. Yani herhalde yoktur. Neden sordunuz?" dediğinde Tolga çekici bir tavırla yanına gelip "Çünkü sizi yarın arayacağım. Daha sonraki günde... Daha daha sonraki günde. Ve son görüşmemizde sizden alacağım "Evet" cevabıyla gelecek hafta ikimiz için de oldukça yoğun geçecek" dedi. Yağmur şaşkınlığına şaşkınlık ekliyordu. Evleneceklerini ima ediyordu yani...
"Siz delisiniz! Henüz adınızı bile bilmiyorum"
"Tahmin etmeliydim. Tanıştığımıza memnun oldum Yağmur"
"Sanırım ben de tanıştığımıza memnun oldum Tolga"
Tolga dediğini yapmıştı. Ertesi gün Yağmur'u aramış ve buluşmuşlardı. Ve daha sonraki günlerde... Tolga birkaç hafta içinde Yağmur'un aynı tarif ettiği gibi uçuş uçuş gelinliği ve saçlarında çiçekten yapılmış romantik tacıyla kumsalda kendisine doğru yürümesini seyretmişti. Yağmur aşkla baktığı Tolga'nın elini tutup nikah törenlerinin gerçekleşeceği kumsala doğru mutluluk içinde yürümüş hayatlarını birleştirmişlerdi.
(Bu bölümdeki işaretlerle alakalı sahneyi hafızanızda tutun derim ;) )
Bölüm Şarkısı : Anima / Yağmurla Gelen
ne yağmur var ne de gözyaşı var bu akşam
boşlukta asılı kaldı düşünceler ve duygular
ta ki bulana kadar seni yeni sevgili
10.Bölümün Sonu
Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)