17 Mart 2025 Pazartesi

Son Mektup / 16.Bölüm - Sezon Finali (Yazan :NK )

"Bir yere mektup göndermek, 

hiç kıpırdamadan oraya yüreğinizi göndermekten başka bir şey değildir."

Phyllis Theroux

 16.Bölüm : Bu sana yazdığım ikinci mektup

Fevri bir harekette bulunarak işleri sarpa mı sardım yoksa tam aksine hale yola mı koydum sanırım bunu ileride daha net anlayacağım. Şimdi tek bildiğim şey bu attığım adım sonrası sonunda bu belirsizlikten kurtulacağımdır. Bu iş bittiğinde ya hayatıma bembeyaz bir sayfa açıp o sayfayı da binbir türlü güzellikle doldurmak için elimden geleni yapacağım ya da son nefesimi verirken hikayemin erken finaline içi bomboş bir "Son" yazacağım.

Bir süre ağlayıp açıldıktan sonra sonunda Ahmet Bey'in desteğiyle sakinleşmeyi başardım. Akıttığım o yaşlarla beraber sanki içimdeki tüm zehrimi de dışarıya akıtmışım gibi hissettim. Bunları biriyle özellikle de bu konuda profesyonelleşmiş biriyle konuşabilmek bana o kadar iyi geldi ki anlatamam.

Kendime gelir gelmez Ahmet Bey ile karşılıklı oturarak bu konuda neler yapabileceğimizi ve nasıl bir yol izleyeceğimizi etraflıca konuştuk. Bu sayede gerçekten çok cesur bir adam olduğunu da anlamış oldum çünkü kafamın içinde patlamaya hazır bir halde duran o saatli bombayı oradan almaya cesaret eden tek kişi o oldu.

Irmak Hanım ile konuştuğumuzda bana ameliyatımın çok riskli olduğunu söylemişti. Şansım yaver gidip o masadan kalksam bile hayatıma eskisi gibi devam edip edemeyeceğim belli değildi. Açıkçası böyle büyük bir sorumluluğu almaya da pek gönüllü gözükmüyordu. Ancak Ahmet Bey çıkmadık candan ümit kesilmez diye düşünen kişilerden sanırım. Beni kaderimle bir başıma bırakmak yerine o kadere ortak olup elimden sıkıca tutarak ayağa kaldırmayı tercih etti.

Dün akşam biz evlerinden ayrıldıktan sonra Irmak Hanım ile bir telefon görüşme yapmış ve ondan bir iyilik isteyip benimle ilgili hangi tanı yöntemlerini kullandıysa onların sonuçlarını kendisine göndermesini istemiş. Sabahın erken saatlerinde eline ulaşınca da iyice inceleyip bana yardımcı olabileceğine kanaat getirdikten sonra yanıma gelerek yeniden ısrarına devam etmiş. Anlayacağın hayata sıkı sıkı tutunan bir hasta ve inatçı mı inatçı bir doktorla sahneye adım atıyoruz.

Ahmet Bey her olumsuz şeye rağmen o kadar da pozitifti ki anlatamam. Bu yüzden içim bir hayli rahatladı. İnan bana onun bu kadar iyi biri olacağını hiç düşünmemiştim. O da benim gibi zor durumlarla karşılaştığında işi fazla dramatize etmeden moral yükseltici bir yönden konuşmayı seviyor gibi. Ben de çoğunlukla öyleyim diyebilirim. Sanırım seni hastalığımla tanıştırırken beynimin en imara açık olmayan bölgesine izinsizce yerleşip bir de utanmadan oraya kaçak kat çıkmaya çalışan hain tümörümden "saatli bir bomba" olarak bahsetmiş olmam da böyle biri olduğumu kanıtlıyordur.

 Bak yine aynı şeyi yaptım. Hani mesleki deformasyon derler ya benimki de bunun hastalar için söylenen versiyonu galiba. Duymaktan rahatsız olacağım şeyleri düz bir şekilde söyleyince kulağıma daha korkutucu geliyor. Bu yüzden ben de işin içine yorum katarak onları daha sempatik hale getiren bir yöntem buldum.

Tedavi başarısı için doktoruna inanacaksın sözü de gerçekten doğru galiba. Ahmet Bey sayesinde kendimi emin ellerdeymişim gibi hissettim. Güvenimle beraber umudum da yeniden yeşerdi sanki. Bu iyi bir şey değil mi? Hem artık yalnız da değilim. Bir elimden Ahmet Bey tutuyor diğer elimden de sen. Selim Bey'i unutmadım tabii ki. Bilmese de onun manevi desteği kalbimde o kadar büyük bir yer kaplıyor ki bunu hiçbir kelime ile tarif edemem.

Şu an tek handikabım kendimi emanet ettiğim doktorumun Selim Bey'in ağabeyi olması ve maalesef ki bunu da ondan saklayacak olmamızdı. Umarım bu gizli saklılık üçümüzü kötü durumlara sokmaz. Ahmet Bey ile olan yakınlığımı açıklayamadığım için Selim Bey'in bana ve ona kızmasını hiç istemem doğrusu. Hatırlarsan evlerine ilk geldiğimde Ahmet Bey'in samimi yaklaşımı yüzünden Selim Bey'in ifadesi epeyce bozulmuştu. Bugün yaşadığımız küpe krizini hiç söylemiyorum bile.

İlk başta Ahmet Bey'in yardım teklifini de sırf bu yüzden kabul etmemiştim. Aile olmaları yetmiyormuş gibi üstüne üstlük bir de birbirlerinden hiç haz etmiyorlardı. Haliyle açıklanamayan bir durum sebebiyle ikisinin ortasında kalmayı istememiştim çünkü bu aralarındaki gerginliği daha da tırmandırabilirdi. Halbuki Ahmet Bey'in bana yardım etmek isteyişi de peşimi bırakmayışı da o beklediğim ve tüm kalbimle olmasını dilediğim mucizeye adım adım ulaşma fırsatımdı.

Aslında bu bahsettiğim mucizeyi yakalayabilmek için aniden harekete geçmemi sağlayan şey o küçücük çocuğun masum duygularıyla yaptığı manalı resim oldu. Belki bana gülebilirsin ama çıkmadan az önce Selim Bey kolumu tutup neyim olduğunu sorarken tuhaf bir şey oldu. Onun benim için endişelenen gözlerine baktığımda Kaan'ın çizdiği resmin bir hayal olarak kalmasını istemediğimi fark ettim. Onun karenin gerçek olmasını istiyorum.

Anlayacağın üzere hem Kaan'ın hayatında Meral ablası olarak bir yer edinmişken hem de Selim Bey ile aramda adını bir türlü koyamadığım ama çok güçlü bir şekilde hissettiğim bir şeyler olmuşken bana o adeta altın bir tepside sunulan fırsatı kaçırma lüksüm olmadığını anladım.

●●·٠●●٠·˙

Saate baktığımda aldığım bir saatlik izni bir miktar geçtiğimi fark ettim. Oysaki çıkmadan önce Selim Bey'e de gecikmeyeceğimi söylemiştim. İnşallah bu yüzden aramızda soğuk rüzgarlar esmez. Gitmem gerektiğini söyleyerek oturduğum yerden kalkarken Ahmet Bey de bana bazı tetkikler için en kısa zamanda yeniden hastaneye gelmem gerektiğini söyledi. Ee! Bugün itibarıyla artık çetin bir savaşa başladık o yüzden de kazanmak için komutan ne derse desin emirlerine harfi harfine uymam gerekecek. Hayat ne tuhaf değil mi? Buraya ilk geldiğimde kendimi tutamayıp zırıl zırıl ağlamıştım ama şimdi gülen bir yüzle Ahmet Bey'in elini sıkıp desteği için ona teşekkür ediyorum.

"Teşekkür ederim Ahmet Bey inanın o bahsettiğiniz karanlık yolun sonundaki ışığı sayenizde daha parlak bir şekilde görmeye başladım"

"Meral daha önce de söylediğim gibi gerçekçi olmam gerekirse sana yüzde yüz başarı sağlayacağımızın garantisini veremem"

"Biliyorum"

"Ama bana şu konuda kesinlikle güvenebilirsin ki seninle birlikte bu yolda elimizden gelenin en ama en iyisini yapacağız"

"Size inanıyorum Ahmet Bey"

"Harika! O zaman hadi seni kapıya kadar geçireyim"

"Gitmeden önce size bir şey sorabilir miyim?"

"Tabii ki aklına takılan her şeyi sorabilirsin"

"Sormam gereken şey biraz daha kişisel bir konu"

"Tamam dinliyorum"

Çekingen bakışlarımla kısa bir an Ahmet Bey'e bakıp sonra merakıma ciddi anlamda yenilerek "Bugün şirkete geldiğinizde benim kafamı karıştıracak bir şey söylediniz" dediğimde ne söylediğini düşünür gibi bakıp "Kafanın karışmasını sağlayacak ne söyledim hatırlamıyorum ama eminim ki açıklamasını yapabileceğim bir şeydir" dedi. Kesinlikle yapardı da ben nasıl soracağım onu bilemiyorum ki.

Yanaklarımın kızarmamasını umarak gözlerimi kaçırıp "Size Selim Bey için özel biri olduğumu hissettiren şey neydi?" diye sordum. Ben bunu söyleyince onun bakışları da doğal olarak ima içeren bir hâl aldı. Buna şaşırdım mı? Tabii ki hayır. Ahmet Bey'in manalı bakışlarına utangaç bir tavırla karşılık verince de rahatla der gibi gülümseyerek "Şu an Selim'in de senin için özel biri olduğunu hissetmem gibi mi?" dedi. Of! Bunu hiç sormamalıydım. İşin garibi kendimi kurtarmak için hayır yanlış düşünüyorsunuz bile diyemiyorum.

Sessiz kalıp dudağımı kemirirken o da sempatik bir ifadeyle koluma dokunup "Ben Selim'in ilk defa bir kadınla bu denli yakından ilgilendiğini gördüm Meral. Sana bakarken ışıldayan gözlerinin seninle tanıştığımızı söyleyerek elini öptüğümde nasıl agresifleştiğini fark etmedin mi? Ben fark ettim. Kardeşim biraz sert ve mesafeli biridir. Bunu az çok anlamışsındır zaten. Etrafında ilgisini çekmeye çalışan birçok kadın var ama o hiçbirini o özel yere koyamıyor. Koyamıyor çünkü kardeşim yanında bir süs bebeği gezdirmek yerine kendisini anlayan her yönüyle tamamlayan ve o taşlaşan kalbini yumuşatabilen kişiyi arıyor. Bana sorarsan o özel kişiyi çoktan bulmuş bile" dedi. O kadar güzel şeyler söyledi ki bir an gerçek olabileceklerine inanmakta güçlük çektim.

Buruk bir gülüş eşliğinde "Az önce neler konuştuğumuzu düşünüyorum da kardeşiniz o özel kişi konusunda çok da şanslı sayılmaz öyle değil mi? Sonuçta hayatımla bir çeşit kumar oynuyorum. Attığım zarla ya kasanın tamamını toplayacağım ya da neyim var neyim yoksa masada bırakıp ışıkları kapatarak oradan sonsuza dek uzaklaşacağım" dedim. Kısacık bir an ifadesizce baktıktan sonra yüzünü ekşitip komik bir tavırla da "Tamam birinci kuralımız şu ki bu tarz sonu olumsuza bağlanan cümleler kurmaktan kaçınıyoruz. Moral bozucu konuşmalar şu an itibarıyla tarafımdan yasaklanmıştır" dedi. O sırada ikimiz de gülümseyerek odadan çıktık.

"Peki buna dikkat edeceğim"

"Yapman gereken bir diğer şeyi merak ediyor musun?"

"Etmem gerekiyor sanırım"

"Burada heyecanlı bir şekilde "Ediyorum!" demen gerekiyordu Meral"

"Tamam tamam ediyorum"

"İnisiyatif kullanmanı gerektirecek bir durum olduğunda bırak o bahsettiğin zarı senin yerine Selim atsın"

"Neden?"

"Eli uğurludur diyelim"

Bunu ne manada söylediğini düşünürken dalıp gitmişim. Sıradaki hastanın ayaklanması ile kendime gelip Ahmet Bey'e her şey için teşekkür ettikten sonra oradan ayrıldım. Hastaneden çıktığımda temiz havayı içime çekip yüzümdeki tebessümle bir taksi çevirdim. Büyük bir ölçüde rahatladığım için şu an içimde garip bir huzur oluştu. Hâlâ korktuğumu inkar edemem ama işlerin yoluna gireceğine de tüm kalbimle inanıyorum.

●●·٠●●٠·˙

Şirkete geldiğimde kırk beş dakika kadar gecikmiştim. O telaşla bir saat derken gidiş gelişi hesaba katmamışım tabii. Asansörün düğmesine basıp gelmesini beklerken bir yandan da yukarıya çıktığımda Selim Bey'e ne diyeceğimi düşünüyordum. Sanırım ailesel bir durum diyerek beni bu konuda sıkıştırmasını engelleyebilirim.

Sesle beraber bakışlarımı asansöre çevirip içeriye girdiğimde bir farklılık olduğunu gördüm. Asansöre şirket tanıtımlarının döndüğü dokunmatik bir ekran koymuşlar. Ben şirketten çıkarken o iki adam bununla uğraşıyormuş demek ki. Hmm... Enteresan bir şey gibi görünüyor. On üçüncü kata bastıktan sonra karşımdaki ekrana yaklaşıp merakla incelemeye başladım. Ana menüsünden binadaki şirketlerle alakalı bilgilere tanıtımlara görsellere farklı müzik seçeneklerine ve daha birçok yere rahatlıkla ulaşılabiliyordu. Sanırım bu yeniliği sevdim ama daha doğru düzgün bakamadan asansör "Triiiiiink!" diyerek duruverdi. O kadar katı hangi arada çıktım anlamadım doğrusu. Belki de amaç buydu ne dersin?

Asansörden çıkıp odama doğru yürürken Rana Hanım bana selam verip "Giderken iyi görünmüyordun Meral bir sorun yok değil mi?" diye sordu. Düşünüyorum da içimdeki kasırga o anlarda direkt yüzüme yansımış olmalı. Yüzümdeki mutlu ifadeyle bir sorun olmadığını söylerken bir an gözüm Selim Bey'e takıldı. Odasındaki cam dolaptan bir şeyler çıkarıyor onun yerine de başka bir şey koyuyordu. İyi de bunu neden kendisi yapıyor ki?

"Şimdi gelirken fark ettim de asansöre şirket tanıtımlarının yer aldığı bir ekran koymuşlar"

"Aa evet! Selim Bey asansörlere böyle bir şey yaptırmak istediğini söylemiş ve diğer şirket sahipleri de bu fikirden çok hoşlanmış. Sen gelmeden önce takıp gittiler"

"Neden böyle bir şey istemiş?"

"Bilmiyorum"

Asansör korkumla alakalı yaşadıklarımdan sonra bunu beni düşünerek yapmış olabilir mi? Tam da onun üzerine denk geldi çünkü. Olduğum yerden Selim Bey'in ne yaptığını tam olarak seçemeyince meraklanıp Rana Hanım'a iyi çalışmalar dileyerek odama gittim ve çantamı masama koyup cam kapıyı tıklatarak Selim Bey'in odasına geçiş yaptım.

Gördüklerim beni şaşırttı çünkü senelerdir dolabın içinde durduğunu bildiğim kırık antika vazo daimi yerinden kaldırılmış ve deri koltuğun üzerine bırakılmıştı. Selim Bey de dalgın bir halde o vazonun yerine koyduğu fotoğrafa bakıyordu. Mektubumu dikkate almış ve onu içten içe üzen nesneyi oradan kaldırıp onun yerine annesi ile beraber çekilmiş çok güzel bir fotoğraflarını koymuş. Bu değişim kendisi için asansörlerdeki değişim de benim içindi sanırım. Siz gerçekten de çok zarif bir adamsınız Selim Bey!

Gözlerim bir fotoğrafa bir de Selim Bey'e kayarken o da yan gözle bana doğru bakarak "Sorununu halledebildin mi?" diye sordu. Ses tonu ve yüzündeki ifade hiç olmadığı kadar sakindi. Bu da biraz korkmama neden olmadı desem yalan söylemişim olurum herhalde. Geç kaldığım ve onu da bu yüzden kızdırdığımı düşündüğüm için biraz çekingen bir tavırla yanına doğru yaklaştım. Dikkatini çekmeden gergince yutkunmaya çalışırken o da kıpırdamadan olduğu yerde duruyordu.

 Sonunda söze geciktiğim için özür dileyip bir daha da böyle bir şey olmayacağını söyleyerek başlarken Selim Bey bedenen bana doğru döndü ve o delici bakışlarıyla sözümü keserek "İşinin başına geç gelmiş olmanla ilgilenmiyorum Meral. Sadece seni buradan apar topar çıkaran sorunun ortadan kalkıp kalkmadığını merak ediyorum" dedi. Hiçbir şey diyemeden ona bakarak olduğum yerde kaldım. Benim için gerçekten endişelenmiş gözüküyor. Hatta o halimden dolayı korkmuş gibi bir hali var.

Durgun bakışlarını takip edip başımı sallayarak "Hayır ama sanırım sorunu nasıl çözeceğimizi bulduk... Yani buldum!" dedim. Sanki bir şey söylemek istiyor ama uygun kelimeleri de bir türlü bir araya toparlayıp dile getiremiyor gibi görünüyor. Hissediyorum birazdan ters bir şeyler olacak. Bu bakışlar pek hayra alamet değiller çünkü.

"Derya'nın yanından ayrılıp odama doğru gelirken gözüm sana takıldı. Elindeki kağıda dikkatle bakıyordun. Odana gelip iyi olup olmadığını sorduğumda ise o kağıdı aniden çantana atıp çıkmak için benden izin istedin. O anlarda kendinde değil gibiydin"

"Evet bunu yaptım ama şu an ne demeye çalıştığını anlayamadım"

"Sorunun onunla mı alakalıydı?"

"Bunu bana neden soruyorsunuz?"

"Kağıdın kenarında kahverengi bir leke vardı. Bunun çikolata lekesi olabileceğini düşündüm"

Kaan'ın resmini kastediyor. Hatta kastetmekten de öte gibi... Bence o olduğunu biliyor. Gözümün önüne masama doğru duran güvenlik kamerası geldi. Bunu yapmış olabilir mi? Benden sonra kayıt odasına bir ziyarette bulunmuş ve elimde tuttuğum kağıdın ne olduğuna bakmış olabilir mi? İhtimal dahilinde yani olabilir de olmayabilir de. Ona şimdi "Evet o kağıt Kaan'ın bana verdiği çikolataya sarılı olan kağıttı" desem bu sefer de muhtemelen içinde ne olduğunu görmek istediğini söyleyecektir. Ama ben o resmi ona göstermek istemiyorum ki. En azından şimdi olmaz.

Sessiz kalınca sanki "Ben cevabımı aldım" der gibi bakıp derin bir nefes alarak "Ne zaman cevap vermek istemesen bunu bana neden soruyorsunuz diyorsun. Peki sen neden benden ve sorularımdan kaçıyorsun Meral?" diye sordu. Bu çıkışla birlikte afalladığımı gizleyemem. İlk anda ne diyeceğimi de pek bilemedim doğrusu.

Bakışlarımı farkında olmadan başka bir yöne çevirerek "Ben sizden de sorularınızdan da kaçmıyorum ki Selim Bey" dediğimde bana doğru net bir adım attı ama attığı adıma karşılık benim aksi şekilde bir adım geri çekilmem ile birlikte ifadesini değiştirdi. Ah! Bu hareketimle resmen söylediğim şey ile çeliştim. Böyle yapacağımı biliyordu ve bunu özellikle yaptı. Yanıma yaklaşıp gözlerini bir an olsun kırpmadan "Kaçıyorsun! Sorularımdan da benden de kaçıyorsun" dediğinde tutulup kaldım.

Tam önümde duruyor ve ona bakarken bu söylediği şeyi yalanlamaya cesaret edemiyorum. Sorularından ve ondan kaçmak isteyişimin nedeni birbirlerinden çok farklıydı. Belki ilkinin nedenini ailemi de öne sürerek daha rahat açıklayabilirim ama işin onunla alakalı olan kısmında benden hiçbir cevap alamaz.

Olabildiğince dik durmaya çalışarak "Tamam kabul ediyorum! Kaçıyorum çünkü bana yönelttiğiniz sorulara vermem gereken cevaplar onları düşünürken bile canımı acıtmaya yetiyor" dediğimde önce anlamaya çalışır gibi boşluğa baktı sonra da bakışlarını yeniden bana doğru çevirerek "Peki benden kaçmanın nedeni ne?" diye sordu. Stooop!

Diğer sorusunun üzerinde pek de durmadığına göre demek asıl merak ettiği şey buydu. Dudaklarımı bir şeyler söylemeye çalışır gibi kıpırdatırken benden bir yanıt gelmeyeceğini anladı sanırım çünkü sözüne devam edip bu sefer de "Dün akşam ellerimiz birbirine kenetlenmiş bir halde otururken sana bizimle alakalı bir şey söylemiştim ama sen daldığın için duymadığını iddia etmiştin. Duyduğunu adım gibi biliyorum Meral! Duydun ama nedenini anlayamadığım bir şekilde anlamazlıktan geldin" dedi. Bunu demesiyle birlikte piyano başındayken söylediği sözler bir kez daha kulağımda çınlamaya başladı.

Sessizliğim devam ediyordu ve o da bundan hoşlanmıyordu. Bu yüzden de üstelemeye devam edip "Neden yaptın bunu?" diye sordu. Kahretsin! Bu konuşmanın devamı hiç istemediğim bir şekilde noktalanacak gibi görünüyor. Gözlerine bakamadım ama sorusunu pek de hoşuna gitmeyecek bir şekilde cevapladım.

"Bir şey yaptığım yok. Söylediğim gibi dalmıştım ve sizi gerçekten duymadım"

"Duymadın mı yoksa duymak mı istemedin?"

"Selim Bey!"

"Sana bir soru sordum Meral!"

"Kendimi iyi hissetmiyorum odama gidebilir miyim?"

"Hayır gidemezsin ama kendini iyi hissetmiyorsan koltuğa oturabilirsin"

"Lütfen bırakın gideyim"

"Soruma cevap verene kadar hiçbir yere gidemezsin"

"O halde burada durarak vaktinizi boşa harcamanıza neden olmak zorundayım"

Bu ne şimdi? Taviz vermeden karşılıklı olarak restleşecek miyiz yani? İşin kötüsü onu sinirlendiriyorum galiba çünkü benden beklediği cevabı alamamak onu kızdırıyor ve bunu da bakışlarına bir ayna gibi anında yansıtıyor. 

"Meral ben son kez soruyorum ve sen de bana son kez cevap veriyorsun. Piyanonun başındayken sana söylediklerimi duydun mu duymadın mı?" 

İçimden "Duydum!" diye bağırırken zar zor nefes alıp gözlerine bakarak bir şeyler söylemeye çalıştım ama bir türlü sesim çıkmıyor ki. Hay aksi! Hissediyorum beni gerçeği söylemeye mecbur bırakacak ama bunu yapmasına izin veremem. İyileşip karşısına sapasağlam çıkana dek aramızdaki mesafenin korunması gerekiyor. 

Başımı iki yana sallayarak "Size duymadığımı söyledim. Israrınız faydasız" dedikten sonra kendimi yandan sıyırarak odama doğru gitmek istedim ama kolumu "Sana çıkabileceğini söylemedim!" diyerek sertçe tutunca olduğum yerde kaldım. İlk defa bana bu denli sert davranıyor. Ancak bu yaptığı beni durdurmaya yetmedi çünkü sorularıyla beni köşeye sıkıştırınca korkuya kapıldım ve ona doğru dönerek bir çırpıda "İstediğim zaman çıkıp giderim çünkü artık patronum değilsiniz. İstifa ediyorum!" dedim. Selim Bey istifama şaşırırken bu boşluktan faydalanıp kolumu kurtararak odamdan eşyalarımı almaya gittim.

Az önce ciddi ciddi istifa mı ettim ben? Aman Allah'ım bunu nasıl yaptım bilmiyorum ama bir yandan da iyi oldu galiba. Burada kalırsam üstüme gelmeye devam edecek ve ben de ona olan hislerim yüzünden şimdi olmasa bile bir gün kendimi gerçekten akışa kapılmış her şeyi de ortaya dökerken  bulacağım.

Ben alelacele eşyalarımı toparlarken aynı anlarda Selim Bey de odasında dört dönüyordu. Yanıma gelmeden önce odadan çıkmak zorundayım. Kapımın önüne gelip dolabımdan ceketimi aldıktan sonra çantamı ve birkaç parça eşyamı da alıp odamdan çıktım. Kalbim çarpa çarpa hızlı bir şekilde yürürken Rana Hanım beni görüp "Ne oldu Meral?" diye sordu ama durmak istemediğim için "Sizi sonra arayıp anlatırım ama şimdi gitmem gerek" dedikten sonra asansörün önüne geldim. Düğmeye basıp beklerken bir an omzumun ucundan arkama doğru bakmak istedim ama yapamayıp tekrardan önüme döndüm.

Kendimi o kadar kötü hissediyorum ki anlatamam. Şu kapıdan çıktıktan sonra bir daha Selim Bey'i göremeyeceğim gerçeğiyle yüzleşince gözlerimin dolmasına engel olamadım. Az önce yaşadıklarımıza gerçekten inanamıyorum. Hele ben! Onca söyleyecek şey varken istifa ediyorum demek zorunda mıydım?

Asansör gelip kapısı açılınca hemen içeriye geçtim ve düğmeye basmamla birlikte karşıdan bana doğru gelmekte olan Selim Bey ile göz göze geldim. Fikrimi değiştirmek için geliyor olmalı ama yetişemeden kapım kapandı ve asansörüm aşağıya doğru hareket etmeye başladı. Gözlerim dolu dolu olurken asansördeki ekranda doğal olarak içinde Selim Bey'in de olduğu tanıtımlar gösterilmeye başladı. Zamanlama takdire şayan anlayacağın.

Yanağıma süzülen yaşları ona bakarak silerken asansörün durmasıyla kendime gelip şirketten çıkmak için hızla kapıya doğru yöneldim. Binadan çıkar çıkmaz da arkamdan "Meral!" diye seslenildiğini duydum ama onun Selim Bey olduğunu bilmeme rağmen dönmeyip kapının önünde yolcu indiren taksiye bindim. Tabii ne kadar dirensem de yine de dayanamayıp arka camdan ona doğru bakmak için arkamı döndüm. Selim Bey yetişemediği için giden taksinin ardından bakarak kapının önünde öylece kalmış.

Bunları yaşadığımıza inanamıyorum. Hele ki istifa edip bir daha onu görmemeyi nasıl göze alabildim hiç anlayamıyorum. Neden böyle oluyor? Neden her şeyin düzeleceğini düşünüp mutlu olduğum bir anda yine mutsuzluğa mahkûm oluyorum?

Eve geldiğim gibi çantamı ve elimdeki eşyaları bir köşeye bırakıp odama girdim. Yatağıma kıvrılarak gözlerimi kapattıktan sonra da hiçbir şey düşünmemeyi umarak bir süre öyle kaldım ama bu bir yerden sonra mümkün olmadı çünkü gözlerimin önüne kenetlenen ellerimiz ve kulaklarıma da çaldığım piyanonun sesi gelmeye başladı. O esnada bana söylediği sözleri elbette duydum ama o bahsettiği kişi olabilmem için önümde uzun ve meşakkatli bir yol var. Üzgünüm ama şu an ki durumum gereği işlerin ters gidebileceğini de hesaba katmak zorundayım.

Tamam Ahmet Bey'e güveniyorum. Doktoruma da kendime de inancım tam ama tüm bunlara güvenip Selim Bey'in ve onun vesilesiyle de Kaan'ın hayatına böylesine riskli bir haldeyken dahil olamam. Şimdi gerçekçi düşünelim. Belki tüm bu korkularım yersiz ve daha uzun yıllar hayatıma istediğim gibi devam etme şansım olacak ama ne biliyoruz belki de birkaç ay sonra işler beklediğimiz gibi ilerlemeyecek ve ben veda bile edemeden o ameliyat masasında kalıp arkamda gözü yaşlı iki insan daha bırakmış olacağım ki bunlardan biri küçücük bir çocuk olacak. Yani hâl böyleyken kimse bana onları sonsuza kadar mutlu edeceğimin garantisini veremez.


●●BU SANA YAZDIĞIM İKİNCİ MEKTUP·٠●●٠·˙

Bu defa mektubuma nasıl başlayacağımı bilemedim. Sana bu satırları yazarken o kadar karmaşık duygular içerisindeyim ki anlatamam. Çok istediğim belki de hayalden öteye gidemeyeceğini sandığım bir mucizeye o kadar yaklaşmıştım ki sanki elimi uzatsam onu yakalayacakmış gibiydim. Ama anı kaçırdım. Kaçırmak zorunda kaldım. Elimi uzatmayı çok istedim ama bir şey bana engel oldu. "Sakın!" dedi. Sakın bunu yapma hiç sırası değil. Bunu yapman demek bu zamana kadar direndiğin zorluğunu çektiğin her şeyin boşa gitmesi yani heba olması demek.

Hayatımın kontrolünü kaybetmişim gibi hissediyorum ve inan bana bu çok can sıkıcı bir durum. Sen de hiç benim gibi hissettin mi? Yani bir yandan bir şeyleri toparladığını düşünüp içten içe sevinirken diğer yandan da aslında en az onun kadar önem verdiğin şeyleri yıkıp geçtiğini ve bunlarında tüm enerjini çekip seni güçsüz bıraktığını hissettin mi? Aslında ben bunları uzun süredir hissediyorum ama bugün yaşadıklarım bir kat daha ağır geldi sanki. İyilikleri için olduğunu düşünerek o kadar çok insanın kalbini kırdım ki geri döndüğümde yaptıklarımı tamir edebilmem için bana bir fırsat tanıyacaklar mı onu bile bilmiyorum.

Hiç kimsenin bilmediği bir sırrın oldu mu?

Soruyorum çünkü benim oldu ve belli ki bu konuda yanıma bir yandaş arıyorum. Ben hayatımda ilk defa sevdiklerimden bir şey gizliyorum. Ama öyle böyle değil gerçekten önemli bir şey. Bunun verdiği ağırlığı tahmin bile edemezsin. Ama şu an düşünüyorum da acaba sevdiklerimle bu sırrımı paylaşmış olsaydım mı daha çok acı çekerlerdi yoksa gizlemek zorunda kalırken onlara yaşattıklarım mı daha fazla yaralanmalarını sağlardı emin değilim. Anlayacağın doğrularım ve yanlışlarım birbirine girmiş vaziyette. Bir onların kördüğüm olmadıkları kalmıştı o da oldu sonunda.

Peki şu "Göz açıp kapayana kadar" denilen sözü bilir misin? Eminim biliyorsundur. Şimdi tek dileğim bu sözün gerçeği yansıtması çünkü hiç istemediğim halde başrolüne atandığım kabusumdan gözümü açıp kapayana kadar kurtulmak ve bir an önce de uyanıp hayatıma kaldığım yerden devam istiyorum.

İçini kararttım değil mi? Kim bilir ne sıkıntılarla boğuşuyorsundur. Başında binbir türlü dert ve yapılacak da bir sürü işin vardır. Onca işinin arasında bir de çok gerekliymiş gibi ben çıktım başına. Ama merak etme şimdi hatırladım yol arkadaşım bana sonu olumsuza bağlanan cümleler kurmayı yasaklamıştı. Bu yüzden kapanışı üzerinde kara bulutlar gezen kelimeleri bir araya getirerek yapmayacağım.

Her şey sona erdiğinde yani kimseden bir şey gizlemek zorunda kalmayacağım günler geldiğinde tüm bu yaşadığım kafa karışıklıklarına zorluklara acılara her ama her şeye değecek çünkü ne kadar uğraşmam gerekirse gereksin sevdiklerime sıkı sıkıya sarılıp beni affetmelerini sağlamak için elimden gelenin en iyisini yapacağım çünkü o zaman yıktıklarımı tamir edebilmem için bolca vaktim olacak.

Şimdi tek odaklanmam gereken şey o vakti kazanmak için vereceğim savaştan galip çıkmak. Sonucun ne olduğunu bilmek istersin değil mi? Bence beni bu kadar dinledikten sonra kesinlikle istersin. Merak etme ilk ulaşacağım kişi sen olacaksın ve bu defa bunu uzun uzun cümleler kurarak yapmayacağım. Gelen mektubu açtığında o bembeyaz sayfanın ortasında yazan tek bir kelime sana bu savaşın kazanan tarafını alenen belli edecek.


●●HAFTA SONU·٠●●٠·˙

Tahmin edebileceğin üzere gece bir türlü uyku tutmadı. Evin içinde huzursuzca dönüp durdum. En son saat 03:00 sıralarında az önce okuduğun mektubu bitirmeye çalışırken uykuya dalabilmişim. Sabah kalktığımda enerjim o kadar sönüktü ki anlatamam. Ee! Olacak o kadar sonuçta moralim dün Atahan fay hattında yaşanan şiddetli sarsıntıdan kurtulmayı başaramayıp göçüğün altında kaldı ve maalesef ki arama kurtarma çalışmaları da halen sürmekte.

Tabii iki gündür geceyi sabah edip erkenden işe gidiyor olmamın da bu enerji noksanlığında payı yok değil. Şimdi tek fark artık gidecek bir işimin olmamasıydı. Bunu yaptığıma gerçekten inanamıyorum. Hafta başı olduğunda koştura koştura şirkete gidip odamdan Selim Bey'in ciddi bakışlarıyla elindeki dosyaları incelediğini ya da ara sıra attığı o belli belirsiz gülüşleri artık göremeyeceğim.

Son görüşmemizde bana karşı gösterdiği sert ve baskıcı tavra ne kadar kırılsam da sanırım bana hissettirdiği olumlu şeyler daha baskın bir hale gelip onu affetmemi sağlayabiliyor. Aslında o da haklıydı. Kafasını gerçekten çok karıştırıyor olmalıyım. Tam mümkünleşirken imkansızlaşıp elini uzattığı bir anda "Ben yokum" diyerek sahneden iniveriyorum. Böyle bir şey bana da yapılsa onun gibi bundan hoşlanmam ve bu tavrı sorgularım herhalde.

Bunları düşündükçe kendimi daha da kötü hisseder oldum. Yine de kendimi hemen salmayıp biraz hava almak için dışarıya çıktım. Önce yazdığım mektubun yine isimsiz bir şekilde "ilgili şahsa" ulaşmasını sağladım sonra da sahilde tempolu bir yürüyüş yaparak hem düşündüm hem de temiz havayı içime çektim. Tek sorunum artık eskisi kadar uzun yürüyüşler yapamam oldu çünkü öncesine oranla daha çabuk yorulup erkenden bir banka oturmak zorunda kalıyorum. Bu da canımı sıkmıyor değil ama yapabileceğim de bir şey yok.

●●·٠●●٠·˙

Eve döndükten sonra duşa girip üstümü değiştirdim. Neriman Hanım'ı hatırlıyor musun? Hani çok güzel ev yemekleri yapan ve müşterilerini evindeki misafiriymiş gibi ağırlayan sıcakkanlı hanım. Birazdan onun yanına gidip kahvaltımı şu meşhur otlu gözlemeleri ve yöresel peynirleri eşliğinde yapmayı düşünüyorum. Ev üstüme üstüme gelirken bu dört duvar arasında tek başıma kalmak istemiyorum galiba. Biraz moralman yükselmem gerekiyor.

Saçlarımı son kez düzeltip çantamı ve çizim defterimi yanıma aldıktan sonra odamdan çıktım. Tam koridordan geçip salona doğru giderken de kapı zilim evin içinde yankılanmaya başladı. İçimden kesin Elif gelmiştir diye düşünerek gülümsedim çünkü giyinirken aramızdaki duvara yumruklar atıp odasından şirin şirin "Günaydın Meraal! Sana da tost getireyim mi?" diye seslendi. O hayat dolu küçük kızı o kadar çok seviyorum ki anlatamam. Bu hareketi bile sabah sabah moralimi düzeltmemi sağlayacak etkenlerden biri oldu.

Antreye yaklaşıp zilin bir kez daha çalmasına karşılık "Geldim Elifciğim açıyorum" dedikten sonra kapıyı açtım. Tabii açmamla birlikte Selim Bey'in hoş bir tonlamayla "Günaydın" diyerek elindeki rengarenk çiçekleri bana doğru tutması da bir oldu. Henüz uyanmamış olabilir miyim? Bu hiç de beklenmedik bir görüntü çünkü.

Onu spor kıyafetler içinde ve elinde çiçekle kapımın önünde bulunca ne kadar çok şaşırdığımı da bunu da ne kadar uğraşsam da gizleyemediğimi de büyük ihtimalle tahmin etmişsindir. Bu konumu gereği ondan beklenebilecek bir hareket değildi ama yine de burada olduğu için ve onu bir kez daha görebildiğim için çok mutlu oldum. Her ne kadar son görüşmemizdeki tavrımı korumaya çalışsam da hem bana yönelttiği hoş bakışlarına hem de bu birbirinden güzel mis kokulu çiçeklerine dayanamadım ve gülümseyerek "Günaydın" dedim.

O da gülümseyince bakışlarımla elindeki çiçekleri işaret ederek "Bunlar ne?" diye sormadan edemedim. Önce çiçeklere baktı sonra da dudaklarını büzüp bana doğru bakarak muzip bir ses tonuyla "Çiçek" dedi. Hmm... Enteresan! Demek ki elindeki çiçekmiş. Biz de seninle kafa kafaya vermiş "Bunlar ne ola ki?" diyorduk değil mi arkadaşım?

Birbirimize yüzümüzde oluşan tebessümle bakarken onu biraz daha zorlayıp "Tamam da ne çiçeği?" diye sordum. Hep o mu beni sıkıştıracak bu sefer de ben onu biraz zorlayayım öyle değil mi? Kısa bir an nedenini belli edecek şekilde yüzüme mahcup bir ifadeyle bakıp sonra da ona uygun bir tonlamayla "Özür dilerim çiçeği" dedi. Buraya kadar benden özür dilemek için mi gelmiş yani?

Geliş sebebini böyle nahif bir biçimde belli edince ağzımı açıp tek kelime edemedim. Sadece gözlerimi elindeki çiçeklere sabitleyip tepkisizce durarak düşüncelere daldım. Yaşananlar gözümün önünden geçerken Selim Bey'in "Sanırım dünkü kaba tavrımı sana unutturmak için bir buket çiçekten daha fazlasına ihtiyacım varmış. Bu kadar kolay olmayacağını bilmeliydim ama ben yine de senden özür dilemek istiyorum Meral. Konu ne olursa olsun sana o şekilde davranmamalıydım. Bir an kontrolümü kaybettim. Olmamalıydı" demesiyle düşünmeyi bırakıp bakışlarımı ona doğru çevirdim. Oldukça samimi gözüküyordu. 

Elindeki buketten hem çok sevdiğim hem de af dileme anlamına geldiğini bildiğim bir tane beyaz lale çıkardım ve yapraklarına bakarak "Daha fazlasına gerek yok. Eğer gerçekten hissederek özür diliyorsanız sizi affetmem için sadece bu bile yeterli gelebilir" dedim.

"O halde gerçekten hissederek özür dilediğim için şanslı sayılırım. Peki beni affedebilecek misin?"

"Affetmeye çok yakınım diyelim"

"Bir daha böyle bir şey yaşamayacağımıza emin olabilirsin. Hatta hemen şimdi burada sana bunun garantisini verebilirim"

"Dün size istifa ettiğimi söylemiştim unuttunuz galiba. Bu da zaten artık istesek bile yaşayamayacağımız manasına geliyor"

"İstifanı kabul edemem Meral. Geri dönmeni istiyorum"

Ah! Bana böyle bakarken ona nasıl olumsuz bir şey söyleyebilirim ki? Hayır diyemedim ama yine de biraz düşünmek istediğimi söyledim. Her ne kadar bana böyle bir şeyin bir daha yaşanmayacağını söylese de iyice düşünmeden tamam demek istemedim. Pazartesine kadar onunla çalışmaya devam edip etmeyeceğime karar vermem lazım. Hem artık Ahmet Bey de var. Onunla olan görüşmelerim de tedavi sürecim sebebiyle sıklaşmak zorunda kalacak ve ben bunun Selim Bey için sorun olup olmayacağını henüz bilmiyorum.

Düşüncemi değiştiremeyeceğini anlayınca fazla üstelemeden kabul etti. İyi ki de öyle yaptı çünkü ben de vereceğim karardan emin olmadan bu konu hakkında olumlu ya da olumsuz bir şey söylemek istemiyorum. Bu arada ne şapşalım buket hâlâ elinde duruyor! Elimi uzatıp "Çiçekler için teşekkür ederim. Çok güzeller" dedikten sonra buketi elinden aldım. Bu sözlerim içten bir teşekkürün ötesinde bu anın güzelliğine dair bir takdir ifadesiydi aslında.

Çiçeklerimi koklayıp güzelliklerine hayranlıkla bakarken Selim Bey'i de unutmadım ve "İçeriye gelmek ister misiniz? Ben de çiçekleri bir vazoya koyup yanınıza gelirim" dedim. Dedim ama gelmeyecek galiba. Tam da tahmin ettiğim gibi "Hiç girmeyeyim sanırım çıkıyordun sana engel olmak istemem" dedi. Bunları söylerken aynı anda da üzerime ve elimdeki çantaya bakıyordu.

Ah Meral ah! Ne güzel girmeyeyim hoşça kal moduna girmiş sen ne diye elindeki mis kokulu çiçeklerin büyüsüne kapılıp "Kahvaltı ettiniz mi Selim Bey?" diye soruyorsun ki? Bırak gitsin işte! O an ile birlikte kulaklarımda "Ondan uzak duracaksın uzaaak!" diyen bir ses yankılandı. Biliyorum bunu yapmamalıydım ama bu son...

"Bu bir davet mi?"

"Yeni keşfettiğim çok güzel bir yer var. Kahvaltı için oraya gidiyordum eğer siz de benimle gelirseniz çok mutlu olurum"

"Bu kadar hoş bir davete icabet etmemek nezaketsizlik sayılır öyle değil mi?"

"Kesinlikle öyle"

"Gidelim o halde"

"Ben çiçekleri bir vazoya koyup hemen geliyorum"

"Sabırsızlıkla bekliyorum"

Sabırsızlıkla... Onda bir değişiklik yok mu sence? Bence var. Bu sabah patron Selim kimliğinden sıyrılmış gibi sanki. Teklifimi kabul edince çiçekleri hemen bir vazoya koyup geri dönerek dolabımdan spor ayakkabılarımı aldım. Bağcıklarımı rahat bağlayabilmek için çantamı ve defterimi kolumun altına almaya çalışırken Selim Bey elini uzatıp "Sana yardım edeyim" deyince ona doğru bakıp göz göze olmamıza kapılmamaya dikkat ederek "Olur" dedim ve elimdekileri ona verdim. Beni izlerken bir yandan da eşyalarımı sıkı sıkı tutuyordu.

Eğilip ayakkabılarımın bağcıklarını bağlarken bu değişken hallerimiz sebebiyle gülümsememe de engel olamadım. Çok değil daha dün yaşadığımız gergin hadisenin üstüne istifasını verip şirketten kaçar gibi giden ben değil miydim? Ya da bana sertçe çıkışıp köşeye sıkıştıran ve sorularına cevap ararken canımı yakan o değil miydi? O şirketten nasıl çıktığımı hatırlıyor olmalısın. Bir de şu an ki halimize bir bak! Selim Bey yanıma çiçekle geliyor ve şimdi de benim davetim üzerine beraber kahvaltı etmeye gidiyoruz. Korkarım ki böyle devam edersek birkaç saat içinde birbirimizi öldürme eğilimimiz bile olabilir. Şaka bir yana gerçekten Selim Bey ile çok dengesiz bir ilişkimiz var. Bir anımız bir anımıza tutmuyor sanki.

Tüm bu düşünceler arasında anahtarımı alıp evimin kapısını kapattım. Apartmanımızda asansör olmadığı için merdivenden yürüyerek inmek durumunda kaldık tabii. Ancak bil bakalım aşağıda kim vardı? Tabii ki Elif! Aman Allah'ım umarım bugün çok fazla konuşma isteği yoktur diyeceğim ama hiç de öyle görünmüyor.

Elif duvara yaslanmıştı ve bizi görünce taktığı güneş gözlüğünü muzurca aşağıya doğru indirip ikimizi birden süzerek cilveli cilveli "Günaydın Selim ile Meral" dedi. Ona merhaba dedikten sonra acaba kaçıncı saniyede yerin dibine iniş yapacağım diye düşünürken Selim Bey de gözlüğünü çıkarıp gayet samimi bir tavırla "Günaydın Elif. Bu kadar erken bir saatte burada tek başına ne yapıyorsun?" diye sordu. Allah muhabbetlerini arttırsın ne diyeyim.

"Odamdaki pencereden dışarıya bakıyordum ve seni arabandan çıkarken gördüm. Elinde de renk renk çok güzel çiçekler vardı. Belki de bana getirmişsindir diye aşağıya inip bir bakmak istedim"

Eyvah! Onu da mı görmüş? Bu aşamada benim ağzımı açmamam gerekiyor galiba. Malum panikleyince ağzımdan çıkanı kulağım işitene kadar bir çuval inciri berbat edebilme eğilimi gösteren biriyim. Dudaklarımı birbirine bastırarak içimden "Lütfen hızlı bir şekilde toparlayın da gidelim Selim Bey" diye söylenirken Selim Bey sağ olsun hiç saklamadan ufaklığa göz kırparak "O çiçekleri Meral'e getirmiştim ama söz bir daha ki sefere geldiğimde sana da getireceğim" dedi. Ah! Ufaklıkta haliyle bana yandan bir bakış atıp şirin şirin "Sen neden Meral'e çiçek getirdin ki?" diye sordu. Ay bayılacağım galiba.

Selim Bey yüzünü ekşitip kısık bir ses tonuyla "Dün hiç istemeden Meral'in kalbini kırdım bu yüzden de özür dilemek için ona bu sabah çiçek getirdim. Bir kalbin tamiri ancak onu kıran kişi tarafından yapılabilir çünkü" dediğinde küçük kız gülümseyerek ona bakıp kaldı. Sanırım böyle bir incelik yapması onun da hoşuna gitti.

"Şimdi de Meral'i gezmeye mi götürüyorsun?"

"Aslında özrümü kabul ettiğini göstermek için Meral beni kahvaltıya davet etti. Ben de memnuniyetle kabul ettim"

"Demek o yüzden sabah duvarına vurup tost getireyim mi dediğimde istemedi"

Sence de bu kankavari sohbet biraz fazla uzamadı mı? Ben ne diyeceğimi şaşırınca Selim Bey yine devreye girip "Onu bilemiyorum ama bizim şimdi gitmemiz gerekiyor. Seni gördüğüm için çok mutlu oldum Elif kendine iyi bak tamam mı?" dedi. Elif tamam deyip eliyle eğilmesini istedikten sonra Selim Bey'in yanağına kocaman bir öpücük kondurdu sonra da bana doğru gelip aynı şekilde eğilmem için işaret yaptı.

Tebessüm ederek eğildiğimde benim de yanağıma kocaman bir öpücük kondurdu ama benimki biraz katmerli oldu çünkü bir de kulağıma doğru sokulup "Seni üzdüğü için çiçek getiren bir prensi kaçırmamalısın çünkü bu onun süper adam olduğuna işaret eder. Ya da onun gibi bir şeydi" dedi. Ne diyeyim bilmiyorum ki. Bu küçücük kız bu kadar şeyi nasıl bilebiliyor anlamıyorum. Zamane çocukları demek bu oluyor herhalde. Elif'i yanağından öpüp "Hadi sen de eve çık artık anneler merak etmesin" dedim. O da hoşça kalın diye diye apartmana girdi. Selim Bey ile birlikte küçük kızın ardından gülen gözlerle bakıp kaldık.

"Gidelim mi Meral?"

"Gidelim Selim Bey"

●●·٠●●٠·˙

Arabasının yanına geldiğimizde bu sefer geçen gecenin aksine mutlu bir ifadeyle kapımı açtı ben de aynı mutlu ifadeyle teşekkür edip daimi yerime oturdum. Kapımı kapatıp enerjik bir tavırla kendi tarafına geçerken gözüm de ceketiyle tişörtünün arasındaki gömleğe takıldı. Sanırım şu oduncu gömleklerine zaafı olan kızlardanım. İtiraf edecek olursam eğer daha önce bu gömleğin bu kadar yakıştığı başka birini hiç görmedim. Kardeşim Yağız'dan özür diliyorum çünkü ablası hissiyatı sebebiyle bu konuda biraz yanlı davranıyor olabilir. Ama ona da yakışıyor diyeyim sıkıntı çıkmasın.

Kulaklarını çınlattığım Selim Bey kapısını açıp koltuğuna geçtikten sonra bana doğru bakarak haliyle "Kemerini takmamışsın" dedi. Ona henüz takamadım çünkü gömleğinin üzerinde ne kadar hoş göründüğü konusunda düşüncelere dalıyordum demeli miyim? Tabii ki hayır! Bu ikimizin arasında bir sır olarak kalsın olur mu arkadaşım?

"Hemen takıyorum" diyerek kemeri çekerken o da kendi kemerini bana bakarak takıp "Artık yol tarifini alabilirim. Ne taraftan gidiyoruz" dedi. Selim Bey halinden sıyrılıp sadece Selim oluşunu izlerken yüzümdeki tebessüme engel olamadım ama yine de bunu saklamaya çalışıp "Siz düz devam edin ben size nereden dönmeniz gerektiğini söylerim" demeyi başardım. "Pekala!" dedikten sonra arabayı çalıştırıp sonra da "Müzik dinlemeyi sever misin?" diye sordu. Cevabım "Çok severim" olunca da hemen torpido gözünden çıkardığı CD'yi takıp müziği başlattı. Anlık olsa da gözleri her fırsatta üzerimdeydi ve ne yalan söyleyeyim aynı durum bende de yaşanıyordu. Resmen aptal aşıklara döndük.

Neriman Hanım'ın mekanına geldiğimizde yine çok sıcak bir şekilde karşılanıp içeriye buyur edildik. Masamıza geçtikten sonra da çantamı çizim defterimin üstüne bırakarak otantik bir kahvaltı istediğimizi söyledim. O sırada Selim Bey de oturduğu yerden etrafı inceliyordu. Burayı nereden bulduğumu anlayamasa da o da beğenmiş gözüküyor. Bunu nasıl anladığımı tahmin edersin herhalde. 

Aklıma gelen bir düşünce sebebiyle Selim Bey'den izin isteyip hemen döneceğimi söyledim ve Neriman Hanım'ın yanına gittim. Kısacık bir sohbetin ardından da hesabı kapatıp masaya geri döndüm. Bunu şimdiden yapmasaydım sonradan Selim Bey'in elimi cebime attırmayacağına adım kadar emindim. Ama olmaz çünkü onu davet eden benim o yüzden de bu konuda benim dediğim olacak.

Neriman Hanım kısacık sürede bize çok güzel bir sofra kurdu. Masamızda köy yumurtasından yapılan omletten tut da çeşit çeşit peynirinden ev yapımı reçellerine kadar birçok güzel lezzet vardı. Ancak Selim Bey'in ilgisini ilk ve belki de tek çeken şey Ege otlarıyla yapılan gözleme oldu. Daha önce hiç tatmamış ve sabah kahvaltısında da bu kadar otlu bir şeyin neden tercih edildiğini anlayamamış. Onun hamur işlerine yatkın biri olmadığını zaten anlamıştım. Aslında ben de pek düşkün değilimdir ama böyle özel gördüğüm şeyleri tatmaktan da hiç geri kalmam. 

Ben gayet masumane bir tercihte bulunarak peynir tabağına uzanırken Selim Bey de kendi tabağını adeta balistik incelemeden geçirip ciddi bir ses tonuyla da "Bu gözlemenin lezzeti işi çok tehlikeli boyutlara taşıyabilir. Günün geri kalanını yürüyüş yaparak geçirmek zorunda kalabiliriz farkında mısın? Ve bu beni buraya getirdiğin için tamamen senin suçun olur" dedi.

Söylediği şeye gülerek elimdeki tabağı masaya geri bırakırken o da bana doğru bakıp tebessüm ederek "Bunu bilmeme rağmen hâlâ devam etmem de ayrı bir tartışma konusu tabii" dedi. Tuhaf... Ona bakıyorum da bugün gerçekten de önceki günlere göre çok farklı gözüküyor. Şu an resmen eski patronumda değil de yakın bir arkadaşımla oturmuş sohbet ediyor gibiyim.

Tabağına uzanıp "O halde durun size bitirmeniz için yardımcı olayım" dedikten sonra "Hayatımı kurtarırsın" demesiyle çatalını ve bıçağını isteyip gözlemeden bir parça keserek kendi tabağına aldım. İkimiz de kahvaltıya dalıp önümüze bakarak çatalları devir teslim yaparken Selim Bey çizim defterime şöyle bir göz atıp "O defter niçin?" diye sordu.

"O mu? Şey... Çizim defterim"

"Her zaman yanında mı taşırsın?"

"Bugün tek olacağımı sanıyordum o yüzden yanıma almıştım. Kahvaltımı yaparken bir yandan da bir şeyler karalarım diye düşündüm"

"Şu ısrarla "karalama" demeye devam ettiğin tasarımlarına bakabilir miyim?"

Bakabilir mi acaba? Kısa bir an defterin içinde görmemesi gereken bir şey var mı diye düşünüp sonra da "Tabii ki" diyerek çantamın altından defteri alıp Selim Bey'e uzattım. Arkasına yaslanarak sayfaları yavaş yavaş açarken "Bu konuda çok yeteneklisin Meral eşi bulunmaz fikirlerin var" dedikten sonra sayfalardan birini bana doğru döndürüp "Bu kolye düşündüğüm şey mi? Yani bu taşlarla bezenmiş kısmın altında kalan cam bir şişeyi mi temsil ediyor? Eğer öyleyse kesinlikle kendisine talip olduğumu bilmeni isterim. Bence bu kolyeyi taktığı sürece etrafa güzel bir koku yayacağını bilmek kadınların epeyce dikkatini çeker. Hem parfüm tene değmediği için senin gibi hassas ve alerjik bünyeli narin kadınlarında ilk tercihi olacaktır. Evet bu fikri sevdim. Bunu yapalım" dedi.

Söylediği şeyler sebebiyle utangaç bir tebessümde bulunurken kolyeye şöyle bir baktım da onu tasarlarken Selim Bey'in söylediği şeyler hiç aklıma gelmemişti. Parfüm olayları bilinçaltıma o kadar yerleşti ki bu da her tasarımımda bir köşesinden kendisini belli ediyor olmalı.

"Doğruyu söylemem gerekirse hiç o niyetle çizmemiştim ama şimdi siz söyleyince gerçekten güzel bir fikirmiş gibi geldi. Belki üstünde birkaç teknik oynama yaparsam daha uygun bir hale gelebilir. Hatta şişesini tekrardan dolum yapılabilecek şekilde de ayarlayabiliriz"

"O halde bu konuda anlaştık çünkü İki Hayal Tek Bir Şişede tasarımı çıkışını yaptıktan sonra yeni fikirlere ihtiyacımız olacak. Hatta belki de..."

"Belki de?"

"Belki de tasarım ekibimizin başına senin gibi yaratıcılıkta sınır tanımayan birisinin geçmesi daha iyi olur"

"Ben mi? Ama ben sadece mücevher tasarımı yapabiliyorum"

"İstediğin takdirde her şeyi yapabilirsin Meral. Bence bunu düşünmelisin"

"Teşekkür ederim Selim Bey ama Derya Hanım'ın tasarım konusundaki başarısına yaklaşabileceğimi sanmıyorum"

Ah! İşte yine istemsizce laf çarpmaya başladım. Bu bir lanet galiba çünkü ara ara gelip gidiyor ve ağzımdan hiç de söylemeyi beklemediğim cümleler fırlayıveriyor.

 Selim Bey çayını yudumladıktan sonra çenesini ovalayarak "Derya ile hâlâ sorun yaşıyor musunuz?" diye sorunca "Yarama parmak bastınız" dercesine bitik bir halde sırtımı sandalyeme yasladım. Derya Hanım ile olan karşılaşmalarımızı ve bana karşı olan tavırlarını düşünürken gayet dürüst bir şekilde de "Derya Hanım ile aramızda ne gibi bir sorun olduğunu bilmiyorum ama son zamanlarda sanki onu varlığımla rahatsız ediyormuşum gibi hissediyorum" dedim. Evet tam olarak hissettiğim şey buydu.

Bu sözüme karşılık Selim Bey'in "Belki de kadınsal bir hırstır" demesiyle şaşkınlığımı gizleyemeyip "Nasıl?" diye sordum. İşte şimdi işler farklı bir noktaya ulaşmaya başlayacak çünkü o da dürüst davranmayı seçip bana bir anda "Derya sana aşık olduğumu düşünüyor" deyiverdi. Stooooooooop!

Aman Allah'ım! Vücudumda beklenmedik bir sorun cereyan etti. Resmen aşağıdan yukarıya doğru bir alev topu yaklaşıyor sanki. Utanmayı da geçtim şu an ne diyeceğimi öyle bir şaşırdım ki ağzımı açsam içeriden ne çıkacağını bile kontrol edecek halde değilim. Kaşımı gözümü hiç sorma çünkü büyük ihtimalle yer değişimi sırasında birbirlerine çapıp şu an yere kapaklanmış halde kafalarında uçuşan yıldızlarını saymakla meşgullerdir. Bu sırada Selim Bey de hiç sesini çıkarmadan beni izliyor ve bu da daha çok gerilmeme neden oluyor. 

Gözlerimi kısıp bakışlarımı sol tarafa doğru sabitleyerek dediği şeyi doğru duyup duymadığımı anlamaya çalışırken bir yandan da kendi açımdan konuyu toparlamaya çalışıp "Ama Derya Hanım aynı zamanda böyle bir şeyin mümkün olamayacağını da biliyor olmalı öyle değil mi?" diye sordum. Nefesimi tutmuş ona doğru tedirgin bir halde bakarken bana ne dese beğenirsin?

Gözlerini gözlerime dikip hafifçe kaşlarını çatarak belli belirsiz bir tebessüm eşliğinde "Mümkün olamayacağını derken..." dedi ve afallamama neden oldu. Aman Allah'ım bu konuşma nereye gidiyor böyle? Meral şu an kilitlenmenin sırası değil kendine gel.

Kaçan sesimi geri döndürebilmek için minik minik öksürüp "Yani siz ve ben... Söylerken bile kulağa imkansız geliyor da" dedikten sonra bana hiç de öyle düşünmüyormuş gibi bakmasıyla iyice telaşlanıp "Peki siz Derya Hanım'a ne dediniz?" diye sordum. Gerçekten çok hoşum hem inanılmayacak kadar imkansız olduğunu düşünüyorum hem de hâlâ Selim Bey'in verdiği cevabın peşine düşünüyorum. Şaka gibiyim şaka!

Bu anlarda Selim Bey'in de eli saçlarına gitti ve onları geri atarken kısa bir an düşünüp yine o meşhur gülüşü eşliğinde "Mümkünatı olan bir cevap verdiğimi düşünüyorum" dedi. Nasıl yani? Neymiş o mümkünatı olan cevap peki? Oturduğum yerden huzursuzca doğruldum ve "Bundan ne anlamam gerekiyor?" diye sorarak açıklamasını istedim. Bunu yapmak yerine sessiz kaldı. Sanırım bana bakarken aynı zamanda Derya Hanım ile olan konuşmalarını ve ona verdiği cevabı düşünüyordu.

•●●11.Bölümdeki Derya&Selim Konuşmasında Duyulmayan Kısım·٠•●●•٠·˙

"Dur bir dakika! Şimdi anlıyorum"

"Neyi anlıyorsun?"

"Onu bu kadar koruma sebebini!"

"Görüyorum ki bu konuşma amacından sapmak üzere bence burada keselim Derya"

"Nereye gidiyorsun?"

"İçeriye giriyorum. Farkında değilsin ama ayıp oluyor"

"Kime? Asistanına mı!"

"Evet"

"Selim!"

"Sen gelmek zorunda değilsin. Bundan sonrasını biz hallederiz"

"Selim konuşmamızı bitirmedik!"

"Üslubunu düzeltmediğin sürece bu konuda hiçbir zaman konuşmamızı bitiremeyeceğiz Derya"

"Aşık oldun değil mi? Bu sıradan kıza aşık oldun!"

"Hayır aşık olmadım. Bu çok daha güçlü çok daha özel bir şey. Hatta belki de yakın bir zamanda bu şirketin kapısından Meral Atahan olarak girmesini sağlayabilecek güçte bir şey bu. Bu yüzden Meral hakkında yorum yaparken kelimelerini düzgün seç Derya yoksa beni her anlamda karşına alırsın bunu sakın aklından çıkarma" 

●●·٠●●٠·˙

Merhaba arkadaşım!

Gördüğün gibi işler sarpa sarıyor. 

Bugünden sonra iyi ya da kötü neler yaşayacağım hakkında en ufak bir fikrim bile yok. 

Senden istediğim tek şey lütfen benim için dua et de Selim Bey bu düşüncesini benimle paylaştığında hayatla ilgili tüm endişelerimden arınıp ona hiç düşünmeden kocaman evet diyebileyim. 

Umarım benim de masalımda birazdan dinleyeceğin şarkıdaki gibi mutlu bir son vardır.

Bölüm sonu şarkısı : Toygar Işıklı - Bırak Sende Kaybolayım 

Not: Parfüm şişeli kolye fikri de hikayede geçen ve geçecek olan diğer tasarımlar gibi bana aittir. İzinsiz kullanıma kapalıdır ;) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Geçmisin Gölgesinde / 10.Bölüm (Yazan : NK)

10. Bölüm : Yağmur... Nevin Hanım sabah saatlerinde gelen telefonun ardından endişeyle ablasının yanına gitmişti. Nergis Hanım'ın doktor...