Evet kelimeler biter bazen ne diyeceğini bilemezsin.
Ve susarsın...
O suskunluk da her şeyi anlatır aslında...
12.Bölüm : Kaan Atahan :)
Uzun ve rahatsız edici bir sessizliğin ardından ağzımda bir şeyler gevelemeye çalışırken Ahmet Bey farkında olmadan imdadıma yetişerek "Meral... Adınız Meral mi?" diye sordu. Bir umutla ona doğru bakıp adımın bu olduğunu söylediğimde ise utanarak özür dileyip bahsettiği hastanın adının Eda Çetin olduğunu ve belli ki hafızasının bu konuda kendisini yanılttığını söyledi.
Bununla birlikte benim kadar Selim Bey'de o kadar rahatladı ki görmen lazımdı. Ağabeyinin hakkımda söylediği şey ile resmen bembeyaz olmuştu ama bir yanlışlık olduğunu anlayınca da hiç olmadığı kadar rahatladı. Beni hiç sorma çünkü sizi hatırladım dediği andan beri dizlerimin bağı çözük durumda. Buraya gelirken böyle bir şey ile karşılaşabileceğimi hiç düşünmemiştim doğrusu.
Bu tanıyıp tanımama konusu "şimdilik" rafa kalkarken Selim Bey hafifçe kıstığı gözleriyle ikimize bakıp "Siz daha önce şirkette mi karşılaştınız?" diye sordu. Ahmet Bey şaşırarak "Şirkette mi?" derken söze ben girdim ve Selim Bey'in yeni asistanı olduğumu söyledikten sonra da Selim Bey'e dönüp "Ahmet Bey bugün ışıklardan geçerken benim hayatımı kurtardı. Beni tam zamanında yakalamasaydı neler olurdu düşünmek bile istemiyorum. Şu an hayattaysam ve yanınızda sağ salim durabiliyorsam bu onun sayesindedir" dedim. Gerçekten de öyleydi. O olmasa şu an ya hastanelik olmuştum ya da dilimin varmayacağı bir yerde olurdum.
Selim Bey kuşkulu bir bakışla ağabeyine bakarken Ahmet Bey'in sempatik bir tavırla "Bana Ahmet de lütfen" demesiyle ne yapacağımı bilemedim. Gözlerim iki kardeşin arasında gidip geldi. Ağabeyinin bana karşı olan bu samimi tavrı Selim Bey'in hiç hoşuna gitmemiş gibi. Belki de araları bozuk olduğu için ağabeyinin her sözü ona batıyordur. Selim Bey sinirlenmiş gibi bakarak dudaklarını ıslatıp "Neyse artık içeriye girelim zaten biz fazla kalamayacağız" dedi. Hmm... Daha kapının önündeyken gitme lafı ettiyse sanırım bu kadar durduğumuz bile bir mucize olmalı.
"Amca nerede kaldın?"
Sese doğru döndüğümde salondan çıkan küçük bir erkek çocuğu önce bir duraksadı sonra da gözleri ışıldayarak koşup kaşla göz arasında Selim Bey'in kucağına atladı. Ahmet Bey'in oğlu herhalde. Çok da tatlı bir çocuk. Sanki biraz da Selim Bey'in küçüklük hali gibi. Saçları teni gülüşleri birebir aynı. Selim Bey ile birbirlerine düşkün olacaklar ki sarılışları ve birbirlerine bakışları bile çok ama çok sevgi dolu gözüküyor. O küçücük elleriyle boynunu bir sarışı var görmen lazım.
Ama yanıldım galiba Ahmet Bey'in oğlu değilmiş. Nereden mi anladım? Onlar sarılırken Ahmet Bey ufaklığın saçlarını karıştırıp "Buradayım amcacığım! Söyle bakalım yine ne oldu?" diye sordu. Bir dakika bir dakika! Ahmet Bey amcasıysa... Selim Bey kaç kardeş ki? Başka bir erkek kardeş daha mı vardı yani? Belki de masasında gördüğüm Kaan Atahan imzalı kalem gerçekten de üçü bir kardeşe aitti. Umarım onunla da bir tanışıklığımız yoktur. Aksi halde kalbimin buna dayanıp dayanmayacağı konusunda büyük çekincelerim var.
Küçük çocuk "Dedem neden hâlâ gelmediğini soruyor" dediğinde Ahmet Bey yeğenine göz kırparak "O halde Haluk Bey'i kızdırmadan yanına gitsem iyi olacak" dedikten sonra bize doğru döndü ve "Kapıda kalmayın lütfen içeriye buyurun" dedikten sonra salona geçti. Ben tebessüm etmeye çalışarak şaşkın şaşkın bakınırken Selim Bey de ufaklığı aşağıya indirip "Dedeni yormadın değil mi?" diye sordu. Ne oluyor Allah aşkına? Benim bir miktar kafam karıştı sanki.
"Hayır hiç yormadım ama istersen kendisine de sorabilirsin"
"Sormama gerek yok çünkü bana doğruyu söylediğini biliyorum"
"Peki uslu durduğuma göre hafta sonu da dedemle kalabilir miyim?"
"Kaç gündür burada kalıyorsun zaten kanmadın mı hâlâ?"
"Ama dedem beni Rüzgar'ın yavrusunu görmem için çiftliğe götürmek istiyor"
"Anlaşıldı küçük beyin evine gelmeye pek niyeti yok"
"Lütfen baba..."
"Bunu sonra konuşalım olur mu?"
"Tamam"
Sen de bu duyduğun şeylerden sonra aynı benim gibi stop ettin mi? Küçük çocuk Selim Bey'e alenen baba dedi öyle değil mi? Yani benim bu türlü türlü şeyler duymuş kulağım bu konuda beni yanıltmıyor. Bir oğlu mu vardı yani? Eğer bir oğlu varsa bir karısı da olmalı. Ama alyans takmıyor. Ya takmayı sevmiyor ya da boşanmış bir baba...
Of! Aman Allah'ım bunu gerçekten hiç beklemiyordum. Şu an ona karşı hissettiğim şeylerden dolayı o kadar çok utandım ki anlatamam. Selim Bey'e doğru bakarken resmen kalbime bir ok saplanmış gibi hissediyorum. O sürekli yerli yersiz dikkat etmemi hatırlatan tehlike çanlarım şu an bana "Sen bunu hak ettin Meral! Ben sana söylemiştim ama sen beni dinlemedin" diyor sanki.
Ben yerin dibinde küçük bir tura çıkarken Selim Bey de oğluna imalı bir bakış attı. Ufaklıkta mesajı alır almaz hemen bana doğru dönerek elini uzattı ve gayet kibar bir üslupla "Özür dilerim hanımefendi size kendimi tanıtmadım. Ben Kaan Atahan" dedi. Ooouv! Kaan Atahan bu küçük sevimli çocuk muydu yani? Onun Selim Bey'in oğlu olabileceği aklımın ucundan dahi geçmemişti. Aslında şöyle bir bakıyorum da Selim Bey'in oğlu olduğu o kadar belli oluyor ki. O da aynı babası gibi çok zarif bir çocuk.
Elimi uzatıp tebessüm ederek "Seninle tanıştığıma çok memnun oldum Kaan" dedikten sonra Selim Bey'e yandan bir bakış atıp "Ben de Meral Tekin. Selim Bey'in yeni asistanıyım" dedim. Çok güzel bir gülümseme ile memnun olduğunu söyleyip bana dikkatli dikkatli bakmayı sürdürerek babasının yanına geçti. Bu şokun etkilerini üzerimden nasıl sileceğimi çok merak ediyorum. Sanırım bunu birinin bana tekrar tekrar söylemesi lazım.
"Hadi içeriye geçelim"
"Geçelim Selim Bey"
Üçümüz beraber salona doğru yürürken Kaan yanımızdan ayrılıp Ahmet Bey'in yanına doğru koştu. Babaları Haluk Bey de baş köşedeki tekli koltuğunda oturuyordu. Ooo! O da çatık kaşları olan bir adam. Biraz korkutucu biri galiba. Bizim kapıdan girdiğimizi görür görmez de ayağa kalktı. Selim Bey nihayet gülümsedi ve yanına doğru gidip babasına sıkı sıkı sarıldı. Tabii babası da ona sarıldı. O sırada oğlunun kulağına da bir şey söyledi. Ne dedi bilmiyorum ama büyük ihtimalle bu gece yanlarında olduğu için mutlu olduğunu söylemiştir.
"Meral..."
Sesle beraber dönünce Derya Hanım ile yüz yüze geldik. Hay aksi! Ben onu tamamen unutmuştum. O da benim burada olmamın şokunu yaşıyor gibiydi. Gözlerindeki mana yüzünden tam yine bana doğru püskürecek diye gardımı almış beklerken onun bakışları da Selim Bey'e doğru kaydı. Bu aralarındaki bakışma da her ne söylemeye hazırlanıyorsa ondan vazgeçmesine neden oldu gibi görünüyor.
Birbirlerine soğuk bir tavırla baktıktan sonra bana doğru dönünce çekinerek "Merhaba Derya Hanım" dedim. Yüzüme sertçe bakıp her zamanki mesafesini koruyarak ağız ucuyla "Merhaba" dedikten sonra şükürler olsun ki bir gerginlik yaratmadan yanımdan geçip Ahmet Bey'in ve Kaan'ın yanına oturdu. Aynı anlarda Selim Bey de babasıyla tanıştırmak için bana yanına gelmemi işaret etti. Derin bir nefes al Meral çünkü birazdan o aldığın nefes sana çok lazım olacak.
Duruşumu düzeltip onlara doğru yürürken Derya Hanım'ın Kaan'ın saçlarını düzelterek "Terlemişsin Kaan ben sana koşma demiştim" dediğini duyunca gözlerim ister istemez bir onlara bir de Selim Bey'e gitti. Benim düşündüğümü sen de düşünüyor musun? Sanırım Derya Hanım'ın bana olan kızgınlığının nedenini şimdi daha iyi anladım. Kaan'ın annesi Derya Hanım olabilir mi?
Aslında olabilir mi demem bile içinde hâlâ bir umut barındırıyor gibi çünkü gördüğüm şey bariz bir şekilde öyle olduğunu belli ediyor. İtiraf etmem gerekirse ikisini birlikte düşünmek bana hiç iyi hissettirmedi. Evli statüsünde yani. Selim Bey ile babasının yanına yaklaştığımda Haluk Bey iki eliyle nazikçe elimi tutarak "Selim yeni asistanı olduğundan bahsetti. Anladığım kadarıyla işinde iyi olmanın yanı sıra ikna kabiliyetinde oldukça güçlüymüş" dedi. İkna kabiliyeti derken... Neden böyle dedi anlayamadım doğrusu.
Aslında ilk gördüğümde Haluk Bey'den bayağı çekinmiştim. Gerçi hâlâ sert bakışları olan asabi bir adam gibi görünüyor. Hani şu masaya yumruğunu vurdu mu herkesi hizaya sokacak görünümde olan insanlardan. Şey... Biraz Selim Bey gibi yani. Sanırım o da bu özelliğini babasından almış. İkisinin de güçlü ve tedirgin edici bakışları var ama aynı zamanda karşısındakine de yansıyan sıcacık bir gülümsemeleri var.
Ancak Ahmet Bey onlar gibi değil. Onun ifadesi her halükârda daha pozitif. O çatık kaşlardan pek de nasibini almamış gibi güler yüzlü biri. Ee! Ne derler bilirsin... Beş parmağın beşi de bir olmaz. Belki o da bu konuda anneleri Zülal Hanım'a benziyordur.
Haluk Bey'in güzel sözleri sebebiyle de biraz utandım. Yanaklarım kızararak "Sözlerim ne kadar etkili oldu bilmiyorum ama Selim Bey'in buraya gelişi benden ziyade aslında daha çok kendisi de gelmek istediği içindi sanırım" dediğimde Selim Bey bir şey söylemek istercesine dudaklarını kıpırdattı ama sonra vazgeçerek "Oturalım mı artık?" dedi. Şu söylemekten vazgeçtiği şeyleri iyiden iyiye merak etmeye başladım. Umarım bir dahaki sefere aklına gelen şeyler dilinden de dökülür.
Haluk Bey oğlunu onaylayıp bana da ikili koltuğu işaret ederek "Rahat ol lütfen" dedi. Ben oturduktan sonra Haluk Bey yerine Selim Bey'de Kaan'ın yanına geçip oturdu. Yanında da Derya Hanım vardı. Onun hemen yanında da Ahmet Bey oturuyordu. Onlara bakarken bir garip oldum. İşe bak bilmeden etmeden bir de laf etmiştim. Şu an bu özel gecede aile bireyi olmayan tek kişi benmişim gibi gözüküyor.
Kaan kolunun altına girdiği Selim Bey'e heyecanla çiftliklerindeki yeni doğum yapmış olan attan ve yavrusundan bahsederken Ahmet Bey de onların yanından kalkıp çekmecede bir şey arıyormuş izlenimi verdikten sonra yerine geri dönmeyip benim yanıma oturdu. Aslında beni tanıdığını söylediği andan beri o kadar tedirginim ki anlatamam. Bana yine o konuyu açacak diye ödüm kopuyor.
Selim Bey de Kaan'ın dedesiyle kalma konusunda söylediği şey ile onay almak için babasına dönerken bir an bizi fark edip ifadesini değiştirdi. Ağabeyinden hoşlanmıyor ve ben de Ahmet Bey'in yanında durarak onu kızdırıyorum sanki. Ama yanından kalkarsam da çok ayıp olur.
Ben onun tepkisini ölçerken Ahmet Bey dikkatimi kendisine çekmek için olsa gerek hafifçe öksürdü. Bunu yapmasıyla anlık bir refleksle ona döndüm. Bir şey söylemeye hazırlanıyor gibi bir hali vardı. Doğru tahmin etmişim çünkü diğerleri duymasın diye oldukça kısık bir ses tonu kullanarak "Hastane kayıtlarına Meral olarak değil de Eda olarak giriş yapılmasını istediğinize göre durumunuzun duyulmasını pek istemiyorsunuz. Selim'in yanında üstelemedim ama o gün hastanede karşılaştığım kızın siz olduğunuzdan adım kadar eminim" dedi.
Tedirginliğimi yansıtmadığını umduğum bakışlarımı üzerine dikerek "Yanılıyorsunuz çünkü o kız ben değilim. Bahsettiğiniz hastanede olmam da mümkün değil çünkü uzun süredir hastaneye gitmemi gerektirecek bir sağlık sorunu yaşamadım" dedikten sonra önüme döndüğümde "Bu sizin iddianız ama ben bu konuyu uygun bir ortamda sizinle daha detaylı konuşmak istiyorum" dedi. Peşimi bırakmayacağı belli oldu. İkna olana kadar beni sıkıştırmayı sürdürecek.
Kendimden gayet emin bir tavırla "Benim bu konuyla ilgili konuşacağım bir şey yok Ahmet Bey vaktinizi boşu boşuna almak istemem" derken gözüm Selim Bey'e gitti. O da benim gibi gerilmiş. Bize bakmamaya çalışsa da belli ki bunu yapmasına da engel olamıyor. Ah! İşte yine kravatını çekiştirmeye başladı. Bu da bugünkü tecrübeme dayanarak söylüyorum ki kesinlikle kızdığına işaret.
"Sizin için özel bir vakit ayıracağımdan emin olabilirsiniz. Daha önce de söylediğim gibi hayat kurtarmak benim işim"
"Çok ısrarcısınız"
"Anladığım kadarıyla siz de ciddiyetin farkında değilsiniz"
"Size söyledim! O kız ben değilim"
"O halde beni ikna edin"
"Nasıl?"
"İğneden korkar mısınız?"
Bu son söylediği şey sonrası birbirimize dönüp dik bir şekilde bakmaya başladık. Sanki gözlerimiz kılıçları çekmiş rakibinin bir açığını bulup saldırmayı bekliyor gibiydi. O sırada salona giren bir çalışan Ahmet Bey'e doğru yaklaşıp yemeğin birazdan hazır olacağını söyleyince fırsat bu fırsat diyerek lavabonun yerini sorup müsaade isteyerek yanından kalktım. Bildiğin kaçtım yani.
Salon kapısından çıkarken de istemsizce omzumun ucundan Selim Bey'e doğru baktım. Babası ile konuşurken bir yandan da gözü bendeydi. Uzun koridordan geçip banyoya girdikten sonra derin bir nefes aldım. Benim açımdan biraz zor bir gece oldu ve olmaya da devam edecek gibi görünüyor. Bugünden sonra Ahmet Bey ile karşı karşıya gelmemeye dikkat etmeliyim. Resmen hiç ummadığım biri hiç ummadığım bir anda beni köşeye sıkıştırdı. Ama ben bu yüzden buradan gitmeyi hiç istemiyorum. Yapamam. Buna bir çare bulmalı ve Ahmet Bey'in bu ısrarcı tavrını bırakmasını sağlamalıyım. Ama nasıl?
Ellerimi yıkayıp sıcak bastığı için boynumu da ıslattıktan sonra tam çıkacakken bazı sesler duydum. Selim Bey'in ve Ahmet Bey'in sesi gibi ama başka bir ses daha var. Onlardan daha yaşlı birinin sesi. Haluk Bey olamaz çünkü onun sesini büyük ihtimalle tanırdım. Sesler kesilince dışarıya çıkıp yavaşça kapıyı kapattım. Etrafa bakıyorum da şu an ortalarda gözükmüyorlar.
Salona doğru giderken gözüm duvarın dibindeki konsola ilişti. Ağır adımlarla yaklaşıp eğilerek üzerindeki fotoğraflara baktım. Gözlerim içinde aile fotoğraflarının olduğu çerçeveleri gezerken bu sayede Zülal Atahan ile tanışma fırsatı da elde ettim. Fotoğraflarından anladığım kadarıyla gerçekten çok güzel ve asil bir kadınmış. Hayat dolu gözleri var. Ailesini çok sevdiği o kadar belli ki o narin haliyle hepsini sarıp sarmalamaya çalışmış. Hayatı boyunca da bu tavrı sürdürdüğüne eminim.
Kaan'ın o şirin suratlı fotoğrafı bir yana Selim Bey ve Ahmet Bey'in de beraber çekildikleri bir fotoğrafları vardı. Sanırım o zamanlar aralarında bir dargınlık yoktu çünkü bu karede oldukça samimi görünüyorlardı. Yaşadıkları o kırılma noktasına kadar birbirlerini çok önemsiyorlarmış herhalde. Umarım bir gün bu fotoğrafın bir benzerini çektirecek kadar yakınlaşırlar. Sonuçta onlar kardeş... Aralarında isteseler de koparamayacakları kadar büyük bir bağ var.
Zülal Hanım ile Haluk Bey'i de es geçmek olmazdı. Birlikte çekildikleri fotoğrafa bakarken aralarındaki sevgiyi çok net hissettim. Özellikle Zülal Hanım'ın gözlerinde birbirinden güzel yaşanmışlıklar var gibiydi. Hani bana sadece sen lazımsın geri kalan hiçbir şeyin bir önemli yok denir ya... İşte o hissi aldım onlardan. Keşke bu kadar erken bir ayrılık yaşamamış olsalardı. Eminim bu büyük kayıp Haluk Bey'i derinden sarsmıştır. Böyle bir acıyla nasıl yaşanır bilmiyorum ama kendim dahil hiç kimsenin yaşamasını istemem.
Atahanların büyüsüne kapılıp dalgın bir halde fotoğrafları incelerken "Geri dönmeyince seni merak ettim. Her şey yolunda mı?" diyen Selim Bey'in sesini duydum. Aslında ailesini çok sevdim burada olmaktan dolayı da mutluyum ama bir yandan da Ahmet Bey sebebiyle biraz tedirgin oldum. Tabii bunu ona söyleyemezdim.
Herhangi bir sorun olmadığını söyleyerek doğrulunca onun da gözü boynuma kaydı. Niye öyle baktığını anlayana kadar da iç cebindeki mendili çıkarıp onu iki parmağının arasında tutarak bana doğru tuttu. Niye bana mendil uzattığını anlayamadığım için eline boş boş bakmayı sürdürdüm tabii. O da bir açıklama yapması gerektiğini düşünmüş olacak ki bana "Boynunu nemli bırakmışsın. Klimaya yakın oturuyordun dikkat etmezsen boynun tutulabilir" dedi. Hmm.... Şu an boynumdan usul usul süzülen damlacığı hissedince haklı olduğuna kanaat getirmem de pek uzun sürmedi. Çabuk kurur sanmıştım ama belli ki öyle olmamış.
Tutulup kaldığım için "İzninle" deyip elindeki mendille boynumda başıboş gezen o su damlacığının nemli bıraktığı noktaya yumuşak bir dokunuş yaptı. Ee! Doğal olarak bu teması hisseder hissetmez kendime gelip geri çekildim ama bu sefer de konsola çarpınca çerçevelerden bazılarına dengelerini kaybettirip oldukları yere düşürdüm. Bu kadar panik olmak zorunda mıyım acaba?
Çıkan sesle birlikte sebep olduğum enkaza bakıp "Ne kadar sakarım! Affedersiniz hemen düzeltiyorum" diyerek telaşla çerçeveleri kaldırırken Selim Bey de bırak dercesine elimi tuttu. Yüzüne bakmaya cesaret edemediğim için sadece ellerimize doğru bakıp kaldım. Kalbime bu enteresan ritmi nasıl attırıyor hâlâ anlayamıyorum. Nefesimi tutup elimi hızla çektikten sonra içeriye gitmek istedim ama bu sefer de önüme geçip gitmemi engelledi. Bunu neden yapıyor ki? Neden beni bu kadar zorluyor? Hem de karısı ve çocuğu içeride otururken! Aman Allah'ım neler diyorum ben?
Hemen bu düşüncelerden sıyrılıp başımı kaldırarak "Bir şey mi oldu Selim Bey?" diye sordum. Evet bir şey olmuş hatta sormaya ne hacet durumu yaşanıyor sanki. Bana uzun uzun bakıp hafif sert bir tonlamayla "Ne konuştunuz?" diye sorunca afallayıp "Kiminle?" diye sordum ama bu sefer de bakışlarını başka yöne çevirip sonra da bana dönerek "Ahmet ile... Yanına oturduğunda sana ne söyledi?" diye sordu. Tavrı beni şaşırtmadı dersem yalan söylemiş olurum. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim.
Ona Ahmet Bey'in benim hâlâ o bahsettiği kız olduğum konusunda ısrarcı olduğunu söyleyemem ki. Yüzüne "Sormayın" der gibi bakıyorum ama sanki anlamıyormuşçasına bir cevap beklediğini belli eder gibi gözlerini gözlerime dikiyor.
Küçük bir yalan söyleyeceğim için bakışlarımı kaçırıp "Önemli bir şey konuşmuyorduk sadece ne kadar zamandır asistanlığınızı yaptığımı sordu. Ben de yeni olduğunu söyledim. Bu kadar..." dedim. Ama hâlâ bakıyor. İnanmadı sanırım. İnanmaz tabii çünkü ben bile dediğime inanmayınca doğal olarak onu da inandıramadım.
Donuk bir ifadeyle "Artık salona geri dönebilir miyim?" diye sorunca ilk anda başını olumlu anlamda sallasa da tam giderken fikir değiştirerek kolumdan tutup beni durdurdu. Beni hafifçe kendisine doğru çekince ona döndüm. Omuz omuza durup birbirimize dik bir şekilde bakarken her ne söyleyecekse aniden vazgeçip "İçeriye girince izin isteyip kalkalım" dedi. Bu mu yani? Bunu söylemek için mi durdurdu beni?
Gözlerimi yarım tur çevirip "Nasıl isterseniz" dedikten sonra "Bunun için mi kolumu tuttunuz?" der gibi eline bakarak kinayeli bir ses tonuyla da "Selim Bey kolumu bırakın isterseniz Derya Hanım görürse yanlış anlayabilir" deyiverdim. Aah! Yine trip attım. Ben kendi kendime "Ne dedim ben?" diye düşünüp şaşkınlaşırken Selim Bey de bunu neden dediğimi anlayamamış gibi yüzüme bakıp "Derya mı? İyi de Derya neden yanlış anlasın ki?" diye sordu. Sormaz olsaydı keşke çünkü tutamıyorum ben bu çenemi!
"Bilmem ama insanlar eşlerini en olmayacak kişilerden bile kıskanabilirler. Bu konuda herhangi bir yanlış anlamaya mahal vermek istemem. Ayrıca kolumu acıtıyorsunuz"
Aah! Yine yaptım. Bu akşam bana ne oluyor anlamıyorum. Acilen susmam lazım yoksa korkarım ki birazdan ona aslında kolumun değil kalbimin acıdığını söyleyip kocaman bir çam devirmekten çekinmeyeceğim.
Az önce söylediğim şeyi duyunca Selim Bey'in yüzü gerçekten çok acayip bir hâl aldı. Hatta şu Elif'in "O senin kocan mı Meral?" dediği an yüzünde oluşan ifadeden çok daha acayip bir hâl aldı. Söylediklerime kafasının içinde bir mana vermeye çalışıp bunu da maalesef ki başaramıyormuş gibi gözüküyor.
Acıdığını söylediğim kolumu yavaşça bırakarak "Eş mi?" diye sordu. O anda da Kaan'ın sesi geldi. Konuşma o kadar tuhaf bir yerde noktalandı ki ikimiz de huzursuz olduk. Ama yapacak bir şey yoktu çünkü Kaan'ın yanında konuşmamıza devam edemezdik.
"Özür dilerim konuşmanızı mı böldüm?"
"Önemli değil. Ne oldu Kaan?"
"Yemek hazırmış dedem sizin gelmenizi bekliyor"
Selim Bey bana yandan bir bakış atıp sonra da oğluna dönerek "Tamam geliyoruz. Hadi sen önden gidip babamlar birazdan geliyor de Kaan" dedi. Kaan bana çok şirin bir ifadeyle gülümseyip giderken Selim Bey de kaşlarını çatarak "Derya'nın eşim olduğunu da nereden çıkardın?" diye sordu. Bunu sorduğuna göre... Ooo! Bilmeden etmeden haklarında yanlış bir çıkarımda bulundum galiba.
Dudağımı eyvah dermiş gibi kemirdikten sonra "Ben oğlunuzla çok ilgili alakalı olduğunu görünce şey sandım... Yani Kaan'ın annesini Derya Hanım sandım" dedim. Ama yok ben çok fena bir pot kırdım galiba. Neden çenemi tutamayıp kendimi bu hallere düşürüyorum anlamıyorum. Selim Bey bunu duyunca ensesini ovalayarak kapıya doğru baktıktan sonra "Aslında bu durum biraz karışık" dedi.
"Karışık mı?"
"Kaan'ın annesi Derya değil. Söyleyeceğim şey tuhaf gelecek biliyorum ama doğruyu söylemem gerekirse eğer Kaan'ın annesini tanımıyorum"
Stooop! Bunu neden dediğimi artık beni tanıdığın için az çok anlamış olmalısın. Ne demek oluyor bu şimdi? İnsan oğlunun annesini tanımaz mı hiç? O kadar şaşırdım ki karşısında cümle kuramıyorum. Söylediği şeyi kafamda oturtmaya çalışıyorum ama yok olmuyor. Düşüncelerim sürekli "Stop!" sözüyle kesintiye uğruyor. Ne yani bir sabah kalktı ve kapısının önüne "Bu çocuk senin" diyerek bir çocuk mu bırakıldığını fark etti? Yok artık! Selim Bey böyle bir adam değil ki.
Şu an gerçekten şok oldum. Ancak tam içimden bu yaşadığım şoktan daha büyük bir şok yaşayamayacağımı geçirirken büyük konuşmuş olacağım ki Selim Bey beni daha da büyük bir cenderenin içine sokarak "Aslında sadece annesini de değil... Babasını da tanımıyorum" dedi. Ona şu an kaç numaralı şaşkın bakışımla bakıyorum inan ki tahmin bile edemiyorum. Belki yeni bir versiyon bile çıkarmış olabilirim.
İçeriden beklendiğimiz için bu konuşmayı şu an burada kesmek zorunda kaldık. Selim Bey oldukça sakin bir ifadeyle "Duyduklarını pek de anlamlandıramadığını tahmin edebiliyorum ama bu konuşmaya yolda devam edelim olur mu? Herkes yemeğe oturmak için bizi bekliyor. Onlara iyi akşamlar dileyip çıkalım" dedi. Hiçbir şey diyemeden başımı sallayıp onunla beraber içeriye gittim. Şu kapıdan çıktıktan sonra neler öğreneceğimi gerçekten çok merak ediyorum.
12.Bölümün Sonu
Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder