18 Ocak 2025 Cumartesi

Beni Aska Inandır / 1.Bölüm (Yazan : NK)

Bir ara şarkılara hikaye yazma merakım vardı. Soner Arıca'nın Adın Bahardı şarkısına yazarken YouTube'da sürekli Kolpa'nın "Beni Aşka İnandır" şarkısına denk geliyordum "Bana da yaaaz!" der gibi :) Dinledim ve gözümde bir anda aşağıda yazdığım konu canlandı ve tamam dedim sıradaki şarkı bu. (Hikaye de eski biraz yeni yazmadım olay günü tarihinden de anlaşılır zaten) Bakalım bitince nasıl olacak 📚

Hikaye içinde geçen olaylar kurumlar kişiler vs her şey hayal ürünüdür gerçeği yansıtmaz diyelim de sıkıntı çıkmasın :)

Görseller sahnelere uyacak şekilde kesip biçip birleştirilip tarafımdan hazırlanmıştır. Bazen bu dizinin adı ne izlemek istiyorum diyorlar hepsini farklı dizilerden alıp birleştirdim bu oyuncuların birlikte oynadığı tek bir dizi yok diyorum mecburen.

BENİ AŞKA İNANDIR

1.Bölüm : 27 Mart 2015 Olay Günü

"Barış ben birkaç saniye içinde evin önünde olurum. Hazırsan çık da vakit kaybetmeyelim"

Sarp geldiğine dair kardeşine mesaj attıktan sonra siteye giriş yapmış ve eve doğru yaklaşarak aracını uygun bir yere park etmişti. Bugün ikisinin de izin günüydü ve uzun zamandan sonra iki kardeş nihayet birlikte geçirebilecekleri bir an yakalamıştı. Bu nadide vakti de futbol tutkunu olan Barış'ın ısrarı sebebiyle derbi maçına giderek değerlendirmek istiyorlardı. En azından şimdilik planları buydu.

Karmakarışık olan torpidonun içinde gözlüğünü ararken Barış evinden çıktı ve enerjik bir ruh haliyle aracın kapısını açıp "Tribünleri uçurmaya hazır mıyız Demirkan!" diyerek koltuğa oturdu. Aslında başkalarına gerek yoktu Barış tek başına da bütün stadyumu uçuracak enerjiye sahipti. İki kardeş selamlaşıp konuşurken "Hey Sarp!" diyen otoriter bir ses duyuldu. Bu sesin sahibi Barış'ın yedi aylık hamile eşi Gizem olmalıydı.

Bu seslenişle birlikte araçtan çıkan Sarp pencereden kendilerine doğru bakan Gizem'i gördü ve "Nasılsın Gizem her şey yolunda mı?" sorusuna da Gizem'den eliyle şöyle böyle iması taşıyan bir işaret aldı. Hamile haliyle sabahtan beri Barış'ın maç heyecanına ortak olmak onu biraz yormuşa benziyordu.

Gizem eşinin oturduğu yerden kendisine öpücük attığını fark edince neden cama çıktığını hatırladı ve işaret parmağını sallaya sallaya "Barış sana emanet tamam mı? Sakın yine saçma sapan nedenlerden dolayı milletle kavgaya tutuşmasın yoksa bu gittiği son maç olur. Gerekirse onu tutuklamaktan da çekinme çünkü yüzünün gözünün dağılmasındansa onu nezaretten toplamayı tercih ederim" diyerek Sarp'ı güldürdü. Böyle dediğine göre Barış'ın sabıkası epey kabarıktı herhalde.

Barış elinin ayasını alnına vurup kendi kendine "İçeride bana tembihlediği yetmiyormuş gibi bir de çocukmuşum gibi beni ağabeyime emanet ediyor" derken aynı anda Sarp da Gizem'e "Maç bitiminde seni arar rapor veririm merak etme. Görüşürüz Gizem!" diyerek koltuğuna dönüp aracı hareket ettirdi.

Sarp'ın sessiz olsa da muzip bir ifadeyle gülümsemesi Barış'ın dikkatinden kaçmıyordu. Kim bilir aklından neler geçiyordu. Başını iki yana hafifçe sallayıp "Şu halimle çok eğleniyorsun değil mi?" dediğinde Sarp ona evet dercesine bir bakış atıp daha önceki vukuatları sebebiyle de Gizem'in endişe etmesinin normal olduğunu söyleyerek radyoyu açtı.

Sarp kanallar arasında gezerken Barış karşı atağa geçmek istemiş olmalı ki imalı bir tonlamayla "Deriiin nasıl Sarp?" diye sordu. Belli ki o da ağabeyini uzun süredir adları beraber anılan güzeller güzeli ekip arkadaşıyla vurmak istiyordu. Sarp kendisine yöneltilen bu sorunun ardından şaşkın bir bakışla kardeşine dönüp "Derin mi? Of Barış! O da nereden çıktı şimdi?" diye sorunca Barış az önce onun kendisine yaptığı gibi muzip bir gülümseme ile Sarp'a doğru döndü. 

"Şu işin adını artık koyun da Derin de seni bana emanet etmeye başlasın artık"

"Mutlu olmamdan çok kısasa kısas yapma niyetindesin yani"

"Eh! Bir nevi öyle"

"Ancak bu konuda aramızda kocaman bir fark var unutuyorsun galiba"

"Neymiş o fark?"

"Sen bir doktorsun ben ise bir polisim"

"Bunu unutmam ne mümkün"

"Güzel! Bu da demek oluyor ki kimsenin beni bir başkasına emanet etmesine ihtiyacım yok. Ama senin var!"

"Öyle mi? Sana vücudundan çıkardığım kurşunları yıllara göre ayırdığımı söylemiş miydim?"

"Abartma istersen"

"Güzel fikir ama yapacağım. Bu daha önce nasıl aklıma gelmedi anlamıyorum"

"Koleksiyonunu genişletmek için elimden geleni yaparım. Sanırım 2015 senen hâlâ boş değil mi? Bakalım bunun için ne yapabiliriz"

"Tamam tamam! Sen işin eğlencesine geçtiğine göre artık burada kesebilirim. Bu arada az önce konuştuklarımızla ilgili sakın annemin yanında herhangi bir imada bulunma yoksa beni çok fena pataklar"

Sarp içten gelen bir gülümsemeyle bu konunun aralarında kalacağını söylerken telefonunun sesi duyuldu. Radyoyu sessizleştirerek telefonuna şöyle bir göz attığında arayanın ortağı Selçuk olduğunu görüp aracını hiç düşünmeden kenara çekti. Bu arama Sarp'ı biraz endişelendirmişti çünkü Selçuk onun kardeşiyle olacağını bile bile arıyorsa büyük ihtimalle bir terslik yaşanmış olmalıydı. Yüzünde oluşan ciddi ifadeyle telefonunu açıp "Ne oldu Selçuk?" diye sorduğunda kalabalık bir ortamdan Selçuk'un telaşla "Sarp nerelerdesin?" demesi duyuldu.

"Barış ile stada doğru gidiyoruz"

"O halde Barış'a randevunuzu böldüğüm için özür dilediğimi söyle çünkü hemen buraya gelmen gerekiyor"

"Sorun ne?"

"Cuma günü olacağı söylenen sevkiyat öne alınmış. Birkaç saat içinde adamları yakalayamazsak hem onlar hem de ellerindeki kaçak mallarla dolu konteynerler buhar olup uçacaklar"

"Bilginin kaynağı sağlam mı?"

"Minik kuş cama kondu Sarp"

"Ona güvenmiyorum"

"Kendisini tanıtmayıp gizli tuttuğu için güvenmiyor olabilir misin?"

"Belki de göz boyama konusunda ehil olduğunu düşündüğüm için güvenmiyorumdur"

"Her neyse! Sonuçta emir büyük yerden geldi. Gizemli muhbirimizin yaptığı ihbarın doğru olup olmadığını kontrol etmek zorundayız yoksa Levent Amir canımıza okur"

"Hemen geliyorum"

"Acele et yoksa beklemekten sıkılmaya başlayan Savaş adlı başına buyruk ekip arkadaşımız birazdan içeriye tek başına girmeye kalkacak"

"Tut yakasından sakın bırakma"

"Elimden geleni yaparım. Sen de çabuk ol!"

Ağabey kardeş olarak izlenmesi planlanan derbi maçının başka bahara kaldığını anlayan Barış'ın yüzü ister istemez asıldı. Ancak o da biliyordu ki görev asla beklemezdi. Telefonunu kapatan Sarp kardeşine mahcup olmuş bir halde bakıp "Çok özür dilerim ama orada olmalıyım" dedikten sonra Barış'ın keyifsizce "Tamam sorun değil başka zaman telafi ederiz" demesiyle de yola şöyle bir bakıp müsait olduğunu görünce de yönünü değiştirerek hızla olay yerine doğru gitti.

........::::::::____::::::::........

Yaklaşık 20-25 dakika kadar sonra aracı olay mahallinden epeyce uzağa park etti. Sarp'ın araçtan çıkışının ardından direksiyon başına geçmek için Barış da onunla beraber hemen dışarıya çıktı. Biraz da huzursuzdu. Kardeşini tek başına yollamak Barış'a kendisini kötü hissettiriyordu. Tamam Sarp iyi bir polisti ve kendisini koruyabildiği gibi etrafında da onu koruyabilecek bir sürü ekip arkadaşı vardı ama Barış'ın da birlikte büyüdüğü ağabeyiydi. İster istemez korku salıyordu içini.

"Seni ileride de bırakabilirdim Sarp onca yolu yürümene gerek yoktu"

Sarp bagajdaki özel çantasından silahını alırken bir yandan da kardeşine cevap verip "Burası senin için daha güvenli. Hadi sen de burada fazla oyalanma anahtar arabanın üzerinde hemen buradan uzaklaş ve rica ediyorum başını belaya sokma bir de seni düşünmek zorunda kalmayayım. Eğer senin yüzünden yine Gizem ile karşı karşıya gelirsem canını fena yakarım" dedi. İkisi de gülümsüyordu. Barış'ın fevriliğinin faturası belli ki hep ağabeyine kesilmiş ki o da baştan önlemini almak istiyordu.

Sarp kardeşinin koluna hoşça kal manasına gelen hafif bir vuruş yapıp olay yerine doğru koşarken Barış'ın arkasından seslenip "Arkanı kolla kardeşim!" dediğini duydu ve hemen ona doğru döndü. İki kardeş birbirlerine bakarak dururken de Sarp bu dediğine karşılık elini tuhaf bir hisle kaldırıp "Sen de kardeşim!" dedikten sonra koşmaya devam etti. Bu bakış Barış'a da sirayet etmişti. Ağabeyinin ardından bakarken nedenini bilemediği bir ağırlık çökmüştü içine. İçinde oluşan bu sıkıntıyla birlikte arabaya bindikten sonra ellerini direksiyona koyup beklemeye başladı. Neyi beklediğini o da bilmiyordu ama bir türlü de oradan gidemiyordu. Sanki birazdan olacakları hissetmiş gibiydi.

Barış gitmek ve kalmak arasındaki o sinir bozucu ince çizgide yürürken o sırada Sarp telefonunu eline alarak geldiğini haber vermek için Selçuk'u aramaya başladı. Ancak ne kadar çaldırsa da telefon bir türlü açılmıyordu. Savaş'ın numarasını girmeye çalışırken aniden silah sesleri yükselmeye başlayınca da çatışma yaşandığını anlayıp belindeki silahı çıkararak sese doğru daha hızlı koşmaya başladı.

Tabii silah sesleri ona olduğu gibi Barış'a da ulaştı. Tam gitmeye karar verip arabayı çalıştırdığı sırada bu seslerini duyunca tekrardan durup dayanamayarak aracından çıktı. Aslında Sarp hemen uzaklaşmasını istemişti ama onu dinlemeyecekti galiba. Doktor olduğu için yardıma ihtiyaçları olabileceğini düşünüp Sarp'ın onu görünce çıldıracağını bile bile koşarak sese doğru gitmeye başladı. Elbette ki operasyonun ortasına dalmaya niyetli değildi ama acil bir durum olursa anında müdahale edebileceği bir yerde olmak istiyordu.

........::::::::____::::::::........

Sarp deponun etrafından dolanarak olay mahaline adım adım yaklaşırken nakliye amaçlı kullanılan bir tırın arkasında Selçuk'un vurulduğu için kolunu tuttuğunu ve Derin'in de onu korumak adına ateş açmaya hazır olduğunu gördü. Derin de Sarp'ın geldiğini hemen fark etmişti ve alaycı bir tavırla da "İşte S3'ün son üyesi de geldi" deyiverdi. Bu aralarında takılma amaçlı söylenen sinir bozucu bir kısaltmaydı. Ekip arkadaşları Sarp Selçuk ve Savaş ile ilgili bir şey konuşurken genellikle lafı uzatmamak için bu kısaltmayı kullanıyordu. Tabii üç arkadaşın bundan çok da hoşlandığı söylenemezdi.

Sarp dikkat çekmemeye çalışarak yanlarına doğru giderken bir yandan da Savaş ve diğerlerinin nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Gelir gelmez de Selçuk'un koluna bakıp iyi olup olmadığını kontrol ederek "Neden beni beklemediniz?" diye sordu. Selçuk canı acır bir halde gözlerini Sarp'a dikerek "Valla onlar başlattı ortak!" deyince Derin de hemen Sarp'a göz süzerek "Ee! Sen gelene kadar biz de karşılarında armut toplamadık tabii" dedi. Belki armut değil ama mermi topladıkları açıktı.

Sarp gözlerini kocaman açıp Selçuk'un yarasını kastederek "Fark ettim" dedikten sonra konuya dönüp "Tırları kontrol edebildiniz mi?" diye sordu. Bu soruya Selçuk'tan hiç de tatmin etmeyen bir "Ettik" cevabı gelmişti. Ne demek ettik? Bu kadar mı yani başka bir detay yok muydu?

"Evet ettiniz ve... Devamını bekliyorum. Hadi!"

"Bundan hiç hoşlanmayacaksın"

"Neden?"

"Çünkü tırlar boş"

"Ne demek boş?"

"Aslında tam olarak boş sayılmaz. İşaretli olanın içinde bunu bulduk"

"O da ne?"

"Bir çizgi roman"

"Şaka mı bu?"

Sarp çizgi romanı eline alır almaz kapağına bakıp kaldı. Durgundu ve dişlerini sıkıyordu. Selçuk yapılan imayı anladığı için arkadaşının halini dikkatle izleyip bir yandan da "Şaka yaptıklarını sanmıyorum. Bence Hayalet'e mesaj yolluyorlar" demeden edemedi. Haklıydı. Bu çizgi romanın içinde hiç de hoş olmayan bir mesaj vardı.

Sarp sayfaların arasında gidip gelirken Selçuk'un söylediği şey yüzünden aniden durdu. Gözlerini arkadaşına doğru çevirerek "Sevimli Hayalet Casper vasıtasıyla mı? Espri anlayışlarına hayran kaldım dersem kendime hakaret etmiş sayılır mıyım acaba?" dediğinde Selçuk da alaycı bir şekilde tebessüm edip "Manidar olmuş değil mi? Baskın yapacağımızı anlayıp önlem almış olmalılar" dedi. Evet biraz öyle olmuştu gerçekten.

Kısa bir an sessiz kalan Sarp son sayfaya baktığında oraya sonradan eklenmiş bir sayfa olduğunu gördü. Bu gerçekten garipti. Dörde katlanıp tek tarafı deftere yapışık halde olan kağıdı açtığında ise Hayalet Casper'in başına gelenlerin elle çizildiği bir sahne daha olduğunu gördü. Asıl manidar olan şey de buydu çünkü romanın sonunda küçük şirin hayaletimiz sırtından vuruluyor ve insan bedenine dönerek grafiti şeklinde "Günün Kaybedeni Sensin Hayalet!" yazan duvarın önünde kanlar içinde yere yığılıyordu. Bu alenen yapılmış ciddi bir tehdide benziyordu.

Sarp çizgi romanı sertçe kapatıp montunun iç cebine koyarken bir yandan da kendi kendisine "Hayaletler öldürülemez çünkü onlar zaten ölüdürler!" deyince Derin onun ağzında bir şeyler gevelediğini duyup "Ne dedin?" diye sordu. Sarp söylediği şeyi tekrar edemeyecek kadar gerilmişti. Hiç hoşlanmamıştı bu durumdan çünkü bir dolap döndüğü ya da döneceği açıktı.

"Sadece sesli düşünüyordum"

"Aklındakini bizimle de paylaşacak mısın peki?"

"Tırlar boş dediniz yani ortada bir suç yok ama yine de panikleyip ateş açarak bir adamımızı vuruyorlar öyle mi?"

"Beni panikledikleri için vurduklarını sanmıyorum"

"Dertleri ne o zaman Selçuk?"

"Bilmiyorum ama bu işte bir tuhaflık var. İster inan ister inanma ama burnuma kötü kokular geliyor Sarp"

"Birazdan tepelerine binip onları konuştururken dertleri neymiş anlarız. Ben Savaş'ın yanına gidiyorum"

"Dur bekle!"

"Ne oldu?"

"Düşünüyorum da..."

"Ne düşünüyorsun?"

"Bak Derin orada gayet açık bir hedefken yani onu indirebilecekleri kesinken hiçbir şekilde ona dokunmayıp direkt bana yöneldiler. Bunun bir anlamı olmalı"

Derin bunu duyunca şaşkın bir ifadeyle ikisine doğru dönüp "Bir dakika bir dakika! Şimdi neden Derin'i vurmadılar da beni vurdular diye trip mi atacaksın Selçuk?" diye sordu. Başını tıra yaslayan Selçuk "Ah..." derken Sarp da bıkkınlık anlamı taşıyan bir tonlamayla arkadaşının sözünü tamamlayıp "Kadınlar!" diyerek tırlara doğru baktı.

İkisini hayretler içerisinde dinleyen Derin ise gözlerini devirerek "Tamam bunu sonra tartışırız!" dedikten sonra konuya hızlı bir geri dönüş yapıp "Benim yerime Selçuk'u vurmaları illaki bir anlam içermeliyse bence bunun tek bir açıklaması olabilir" dedi. Acısı yüzünden kolunu tutan Selçuk o halde bile Derin'e takılmaktan geri kalmayıp "Belki de kızıl saçlı hatunların neslini koruma altına alma konusunda bilinçlendirilmişlerdir" deyiverdi. Densiiiz!

"Haklısın Selçuk! Ben korunması gereken nadide bir canlıyım ama senden zaten çok var değil mi? Yani ha bir eksiksiniz ha bir fazla... Haklısın arkadaşım çok haklı!"

İkisi de ters ters bakışırken Derin'in önceki sözleriyle birlikte düşüncelere dalan Sarp konuyla alakalı parçaları birleştirmeye başladı. Evet Derin'i değil de direkt Selçuk'u hedef almaları kesinlikle bir anlam içeriyordu. Gergin bir halde ellerini saçlarının arasından geçirerek ensesini tutup "Sevkiyat yeri belki ama günü kesinlikle değişmedi. Bugün de buraya en başından beri neden ona bu kadar güveniyoruz dediğim muhbirimizin satışı üzerine özellikle çekildik. Ortada bir sorun yokken çatışma çıkarmaları ve Derin'in yerine seni hedef alıcı davranmaları da bana ikimizden birini indirmelerinin cuma günkü sevkiyat sırasında onlara bir üstünlük sağlayacağını düşündürüyor" dedikten sonra bir an çizgi romanın son sayfasını düşündü ve gerçek hedefin kendisi olduğunu anlayarak "Kahretsin! İçlerinden en az birini yakalayıp konuşturmak zorundayız. Destek istediniz mi?" diye sordu. Selçuk gelmek üzere olduklarını söyledikten sonra da Savaş'ın yanına gitmek için bir atılım yaptı ama bu atılımı da Derin'in kolundan tutup durmasını sağlamasıyla yarım kaldı.

Sarp kendisini neden durdurulduğunu sorarken Derin düşüncelere dalarak birkaç saniyeliğine sustu. Bir şeyleri muhakeme ediyor gibiydi ama ne üzerine düşündüğü belli değildi. Ardından tuhaf bir ifadeyle Sarp'a baktı ve elini göğsüne koydu. Sarp bakışlarını göğsündeki ele doğru indirirken Derin gözlerini kapatıp avucunun içinde atan kalbi hissetmeye çalıştıktan sonra aniden kendisine gelip tedirgin bir halde de "Buraya böyle mi geldin? Hepimizde kurşun geçirmez yelekler varken sende neden olmadığını öğrenebilir miyim?" diye sordu. Bu soruyla birlikte ikisinin de gözleri birbirlerine kenetlendi.

"Maça giderken beni yoldan çevirdiğinizi unuttun mu? Stada üzerimde çelik yelekle gideceğimi düşünmedin herhalde"

"Silahla gidiyorsun ama!"

"Derin!"

"Oraya korunmasız bir halde gidemezsin Sarp! Bak ben buna müsaade edemem. Bırak ben gideyim ne yapılacaksa bizimkiler ile birlikte halledelim"

"Derin şu durumda bana çelik yelek arattırıp durma!"

"Sana bir şey olursa kendimi asla affetmem Sarp"

"Neden?"


Neden Sarp'a bir şey olacağını düşünüp bu denli korkmuştu ki? Sarp şaşırarak Derin'in bunu neden söylediğini anlamaya çalışırken Selçuk araya girip "Neden aramayı bırakın da şu lanet olası ceketi çıkarmama yardım edin!" dedi. Belli ki sevkiyat yeri gibi yeleklerde yer değiştirecekti. Selçuk'a Derin yardım ederken aynı anlarda Sarp da üzerindeki montu çıkarıp kenara bıraktı. Büyük bir hızla yapılan değişim sırasında da garip bir sessizlik olmuştu.

Gergin görünen Derin silahını kontrol eden Sarp'a yaklaşıp "Hey!" diyerek dikkatini üzerine çektikten sonra beklenmedik bir şekilde onu kendisine doğru çekerek öpmüş ve bu yaptığıyla da şaşkınlık uyandırmıştı. Ayrıca Sarp'ın bu öpücüğü karşılama şekline bakılacak olunursa aralarındaki şey her ne ise tek taraflı değil gibi görünüyordu.

İki çift mavi göz birbirlerine kenetlenirken Derin sesi titreyerek "Kendine dikkat et" dedikten sonra geri çekildi. Sarp ona cevap veremeden bakıp öylece kaldı. İkisi arasında herkes tarafından fark edilen bir yakınlaşma vardı ve bunun üzerine imalar yapılmasına rağmen iki tarafta ne kabul etmiş ne de böyle bir şeyin varlığını reddetmişti. Şimdi de onca zamandan sonra Derin'in bunu bu kadar aleni bir şekilde belli etmesi Sarp'ı epeyce şaşırtmıştı. Tabii onları izleyen Selçuk'u da...

Sarp elinin tersiyle yanağına yumuşak bir dokunuş yaptığı Derin'e dikkatli olacağını söyleyip Savaş'ın yanına doğru giderken Derin içinde oluşan sıkıntıyla ardından bakakaldı. İşin kötüsü Sarp gider gitmez bir süredir kenarda bekleyen Barış yanlarına geldi ve Selçuk'un "Senin ne işin var burada?" demesine aldırmadan da kolundaki yaraya bakmaya başladı. O anlarda Selçuk'un bir gözü de doğal olarak Sarp'a kaydı. Kardeşinin burada olduğunu görmesi onun bütün konsantrasyonu etkileyebilirdi ve bu da pek istenen bir şey değildi.

Selçuk kolundaki yarayı kontrol edip yardım gelene kadar da bir çaresine bakmaya çalışan Barış'ı ağabeyini aratmayacak ölçüde fırçalayıp geri göndermeye çalışırken o sırada Sarp da diğerlerinin yanına gidip ikişer kişi olmak üzere üç kola ayrılarak depolardan birinin etrafını kontrol amaçlı sarmaya başladı. Destek gelmeden bir şey yapmaya niyetli değillerdi elbet sadece beklerken içeride kaç kişi olduğunu öğrenmek istiyorlardı.

Hâl böyle olunca Barış'ın da tüm dikkati onlara doğru kaydı. Karşısındaki görüntüden dolayı endişeliydi çünkü daha önce ağabeyini hiç görev başındayken görmemişti. Sarp yaralandığı takdirde yapılan operasyonun ardından hastaneye geliyordu ama o zaman da zaten her şey çoktan olup bitmiş oluyordu. Ancak bu sefer ki farklıydı. Ne olup biteceği konusunda henüz hiçbir şey belli değildi.

Çamur içinde olan camlardan içeriye bakan Sarp kapının önündeki adamları görüp bakışlarını diğer tarafı kontrol eden Savaş'a doğru yöneltti. O da kendisine baktığında birbirlerine tespit edilen kişi sayısını belli edip sessiz olmayı sürdürerek arka tarafa geçmeyi işaret etti. Birbirlerini onayladıktan sonra da sessizce arka kapıya doğru yürüdüler. Ancak ne olduysa da o anla beraber olmuştu çünkü aniden arka taraftan silah sesleri yükselmeye başladı.

Selçuk sesle birlikte yardıma gitmek için apar topar kalkmaya çalışırken Barış'ın kendisini sıkı sıkı tutup "Kanaman durmuyor Selçuk bu halde gidemezsin!" demesiyle engellenmişti ve o öfkeyle de Derin'e "Bakma öyle hadi git!" diye bağırdı. Derin kendisini korumaya alarak tırların arkasından geçti ve hedefini alıp dikkat dağıtacak şekilde peşi sıra pencerelere ateş etmeye başladı. Tabii camların büyük bir şangırdamayla aşağıya indiğini duyan Savaş bunu avantaja çevirmeye kararlıydı. Hızlı hareket edip kırılan camdan içeriye sis bombası attıktan sonra büyük bir keyifle saymaya başlayıp ön kapıyı kırarak ekip arkadaşıyla birlikte hızla içeriye girdi. Bir anda kaos olmuştu ama Sarpların arkadan Savaşların da önden yaptığı baskın sonucu adamlar nihayet etkisiz hale getirilmişti.

........::::::::____::::::::........

Kelepçeler takılıp yakalanan adamlar gelen ekibin arabasına doğru götürülürken Sarp da o hengame içinde adamlardan birini yakasından tuttuğu gibi arka kapıdan dışarıya alıp deponun duvarına yapıştırdı. Kolunu adamın nefesini kısıtlayacak şekilde boynuna dayayıp cebinden çıkardığı çizgi romanın elle çizilmiş kısmını da adeta gözüne sokarak "Bana hemen şimdi bu işin arkasında kimin olduğunu söyleyeceksin yoksa vücudunda kırılmadık kemik bırakmam!" dedi hiç şakam yok dercesine.

Adam söylemeye niyetli değildi ve bunu da resme bakıp sırıta sırıta "Bunu çizen her kimse resmi bayağı kuvvetliymiş" diyerek belli etti. Tabii verdiği alaycı cevap Sarp'ı çok sinirlendirmiş bunun neticesinde de adam yüzüne sert bir yumruk yemekten kurtulamamıştı. Sarp faydası olmayacağını bile bile adamı zor kullanarak konuşturmaya çalışırken Barış da olduğu yere sığamıyordu. O da haliyle ağabeyini göremeyince telaşa kapılmıştı. İyi olduğunu söylemişlerdi ama neden hâlâ ortalarda gözükmüyordu bunu bir türlü anlayamıyordu.

Yakalanan adamlar tek tek ekip araçlarına bindiriliyor Selçuk'un koluna da sağlık görevlileri tarafından ilk müdahalesi yapılıyordu. O sırada tek başına kalan Barış ise olanları izlerken merakına yenilip Sarp'ı bulmak için deponun yanına doğru gitmeye başladı. Sonuçta olaya el konulmuştu ve herhangi bir tehlike de kalmamıştı. Ama yine de birilerinin dikkatini çekmese iyi olurdu.

Barış çevreyi kontrol ederek yürürken ileride Sarp'ı bekleyen Derin'i görünce sırtını tıra yaslayıp beklemeye başladı. Şimdi görürse kesinlikle geçmesine izin vermez ve Sarp'ın iyi olduğunu söyleyerek onu geri çevirirdi. Ama Barış zaman geçmesine rağmen hâlâ ortaya çıkmayan ağabeyinin iyi olup olmadığını kendi gözleriyle görmek istiyordu. Bunu da o an hiç kimse anlayamazdı.

Barış Derin'e görünmeden eğilerek tırların arkasından geçmek isterken bir anda Sarp'ın yakaladığı adamı ite kaka getirdiğini gördü. İtiraf etmeliydi ki onu sağ salim bir şekilde görünce içi çok rahatlamıştı. Kardeşi gayet iyi görünüyordu. Belki içindeki sıkıntı bir anda ortadan kaybolmamıştı ama yine de her şey yolunda gözüküyordu. Tabii sadece öyle gözüküyordu çünkü birkaç dakika içerisinde öyle şeyler olacaktı ki kimse bu hadisenin nasıl bu kadar seri bir şekilde cereyan ettiğini anlayamayacaktı.

Sarp sırtı kardeşine dönük bir halde Derin'den kelepçesini isterken Barış elini beline atan Derin'in ileriye doğru olan garip bakışını görerek başını çevirdi. Nereye baktığını anlamaya çalışıyordu. Dikkatle bakınırken ön duvarında grafiti şeklinde "Günün Kaybedeni Sensin Hayalet!" yazan binanın çatısında pusuya yatmış bir adam olduğunu gördü. Bir oraya bir de adamın nişan aldığı Sarp'a doğru bakıp hiçbir şey düşünemeden olduğu yerden çıktı ve hızla koşarak "Yere yatın!" diye bağırdıktan sonra adamın tetiğe basmasıyla beraber Sarp'ı ileri doğru itip onunla birlikte yere düştü.

Kimse ne olduğunu anlayamadı. Derin onları korumak adına silah sesine doğru ateş ederek ilerlerken ansızın kendisini yerde bulan Sarp ise arkasını döndü ve döner dönmez de ileride ayağa kalkarak çatıdan inmeye çalışan adamı gördü. Yüzü taktığı maskeden ötürü seçilmiyordu ama adamı görebildiği kadarıyla hafızasına kazımaya çalışıyordu. Ayrıca duvardaki yazıyı o da fark etmişti. Ancak olayın en dramatik yanı da kendisini kimin kurtardığını anlamak için az önce durduğu yere baktığında kardeşini yerde bulması oldu. Sarp'a gelmesi planlanan kurşun şu an Barış'ın sırtındaydı ve onu yavaş yavaş ölüme yaklaştırıyordu.

Sarp kardeşini o halde görünce gözlerine inanmakta epey bir zorluk yaşadı. Barış'ın burada olmaması gerekiyordu. Onun şu an stada varmış ve yerine yerleşmiş olması gerekiyordu. Sarp içine düşen ateşin acısıyla "Hayır hayır hayııır! Bu olamaz. Olmaz! Barış kalk... Barıııış!" diye bağırıp ayaklanarak yanına gittiğinde Barış'ı kendisine doğru çevirerek kollarına aldı. Sesler yüzünden herkesin bakışları da onlara doğru döndü. Selçuk sarılı olan kolunu tutarak yaralıya bakmaya giden görevliyle beraber yanlarına gelirken Savaş ile Derin de kaçan adamın peşine takıldı. Ama şu an hiçbir şeyin bir anlamı yoktu.

Yaşadığı büyük şokun üstüne yaşanan durumu idrak etmeye çalışan Sarp gözleri dolarak "Barış iyi olacaksın sakın korkma ben yanındayım tamam mı? Sakın korkma kardeşim" derken Barış ağabeyinin yakasını sıkıca tutup onu kendisine doğru çektikten sonra zorlukla yutkunarak "Derin gördü. O... O adamı gördü" dedi. Bunu söylerken aralarında tuhaf bir bakışma yaşandı. Barış ağabeyini Derin ile alakalı uyarmak istiyordu ancak Sarp o an bu uyarıyı doğru anlar mıydı anlamaz mıydı belli değildi.

Bu bakışın ardından Sarp başını olumlu anlamda sallayıp "Merak etme Derin seni vuran adamı gördü ve Savaş ile birlikte peşinden gitti. Sen sakın kendini yorma. Şimdi yarana bakıyorlar birazdan da hastaneye gideceğiz ve her şey düzelecek" derken aynı anda yarasına da bakılan Barış da canı yanıyormuş gibi yüzünü buruşturup "Sarp... Derin'e... Ona güven..." derken daha fazla dayanamayarak ne yazık ki Sarp'ın kollarında son nefesini verdi. Kardeşinin yakasını tutan eli ağır çekimdeymiş gibi yere düşerken onunla beraber Sarp'ın da hayat ışığı söndü.

O anla beraber o kadar da tuhaf bir durum olmuştu ki anlatılması gerçekten çok zordu. Sağlık görevlisi Barış'ın nabzına bakıp durumu anlayarak geri çekilirken Sarp henüz ne olduğunu algılayamamış gibi kardeşine boş gözlerle bakıp kaldı. Neden hareket etmiyordu? Neden seslenmesine bir yanıt vermiyordu? Sarp şu an sanki bir kabusun içindeydi. Aslında tüm bunlar olmamış ve gözlerini korku içinde açtığında kendisini kan ter içinde yatağında bulacak gibiydi. Böyle de olmalıydı. Başka türlüsü olamazdı. Ellerine kanı bulaşan ve kollarında cansız bir şekilde duran kişi kardeşi olamazdı.

Sarp gerçeklik algısını yitirmiş gibi tuhaf bir sakinlikle "Barış... Barış hadi kalk maça gidecektik unuttun mu? Maça gidecektik. Hadi kalk kardeşim! Barış yalvarırım kalk Gizem'e söz verdim seni ona geri götürmem gerek! Barış kalk!" derken omuzunu tutan Selçuk'un elini hisseder hissetmez başını kaldırdı. Bu iki dost o an ki göz göze gelişlerini hayatları boyunca unutamayacaktı.
 

Ancak henüz her şey bitmemişti. Bu sırada yere düşünce bayılan ve yavaş yavaş bu konuşmalarla kendisine gelen adam da yattığı yerde yavaşça dönüp bu manzaraya şahit oldu. Gözlerini üçünün arasında gezdirirken bir yandan da mutlu bir ifadeyle pişkin pişkin sırıtıyordu. Tabii Sarp'ın onun bu manasız gülüşünü fark etmesi gecikmedi. Barış'ı yavaşça bırakıp sinirden gözü dönmüş bir halde ayağa kalktıktan sonra etrafındakilerin "Hey hey dur! Selçuk durdur onu!" demesine aldırmadan adamı yakasından tutup yerden zorla kaldırarak silahını çenesinin altına dayadı.

Selçuk arkadaşının kendisinde olmadığını anladığı için sakin olmaya çalışarak "Sarp önemseme onu! Şimdi silahını indir adamı teslim alıp götürelim. Kaçacak bir yeri yok zaten" derken Sarp büyük bir öfkeyle "Karışmayın!" diye bağırdıktan sonra adama da "Söyle! Bana hemen şimdi kardeşimi kimin vurduğunu söyle yoksa iki saniye içinde beynini dağıtacağım!" dedi. Adamın yüzündeki ifadeden bu konuda ağzını açmaya hiç de niyetli olmadığı belli oluyordu. Aldıkları emir de böyleydi zaten. Öleceklerini bilseler bile tek kelime edemezlerdi.

"Kardeşini buraya getirmek yerine parka bırakmalıydın. Vuran bir başkası olabilir ama buna neden olan da sendin bunu hayatın boyunca unutma. Hadi beni de öldür çünkü ne ben ağzımı açıp tek kelime ederim ne de beni o tıktığınız delikte yaşatırlar. Şimdi sana bir sorum var. Hazır mısın? Hazır olduğunu varsayıyorum. Şimdi her iki türlü de ölü sayılırken neden sana yardım edeyim ki?"

Sarp'ın yüzünde korkulacak derecede sakin bir ifade vardı. Kim bilir aklından neler geçip gidiyordu. Dik bakışlarla bakarken kardeşinin kollarındaki son hali gözünün önüne gelince bir anda kızarak adamın çenesini ittirip silahı ateşlemeye kalktı ancak Selçuk'un "Sarp!" diye bağırmasıyla da kendine gelmesi gecikmedi. O kadar kötü hissediyordu ki şu an etrafında olup bitenleri algılayacak durumda değildi.

Toparlanmaya çalışırken anlık bir şekilde gözünü kapatıp dikkati dağılınca da adam seri bir hareketle bileğine sert bir vuruş yaparak başını kenara aldı ve bu sayede kendisini silahtan kurtarır kurtarmaz Sarp'ın karın boşluğuna dirsek atarak kaçmaya başladı. Aslında kanatları olmadığı sürece buradan çıkamayacağı açıktı ama durum bu hale geldiğinde yapmaları söylenen emri de uygulamak zorundaydı.

O anlarda Derin ile Savaş da maalesef ki Barış'ı vuran adamı ellerinden kaçırdıkları için olay yerine geri döndü. Tabii bu manzarayla karşılaşınca da silahlarını bu kadar polisin olduğu bir ortamda aptal gibi kaçmaya çalışan adama doğru yönelttiler. Adam durması için ihtar üstüne ihtar alırken Sarp da seri bir şekilde yere düşen silahını alarak tırın bulunduğu yere doğru ateş etmeye başladı. Çok sinirliydi ve kendisine geri çekilmesini söyleyen kimseyi duymuyor sadece adama doğru öfkeyle yürüyordu.

Tırların arkasına gizlenen adam ise Sarp'ın dışarıya çıkmasını istemesiyle birlikte olduğu yerde kaldı. Adam için yolun sonu burasıydı. Yani emirlere uyup B planını uygulayarak aynı Selçuk gibi Sarp'ı da saf dışı bırakmak için son kozlarını oynama vakti gelmişti.

Sırtını tıra dayayarak gözlerini kapatıp derin bir nefes aldıktan sonra beklenmedik bir şekilde açıklığa doğru koşmaya başladı. Sarp onu takip ede ede ardından giderken de adam Sarp'ın son uyarısıyla birlikte ona sırıtarak baktı ve silahını ateşlemek üzere olduğu anı gözleyip aniden durarak "Teslim oluyorum!" deyip ellerini kaldırdı. Ancak çok geçti çünkü adam teslim olmak için öyle kurnazca bir an yakalamıştı ki son duyulan şey Sarp'ın silahından çıkan kurşun eşliğinde Selçuk'un Derin'in ve Savaş'ın bağırışları oldu.

"Sarp dur! Dur sakın yapma!"


1.Bölümün Sonu

Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;) 

Bir Tutam Aşk / 1.Bölüm (Yazan : NK)

  

1.Bölüm  Seni hiç sevmedim yolcu! Umarım bir daha karşılaşmayız

........::::::::__YILLAR ÖNCE__::::::::........

Leyla Hanım küçük kızını yatağına yatırmış şimdi de onun uyumasına yardımcı olacak bir masal seçmek için hikaye kitabını aralamıştı. Sayfalar arasında gidip gelirken de kız çocuklarının en çok sevdiği masalda karar kılıp sırtını yatağın başına dayayarak masalı okumaya başladı. 

Ancak bir sorun vardı çünkü tam "Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde pireler berber develer tellal iken çok uzak diyarlarda Sindirella adında güzeller güzeli bir kız yaşarmış" demişti ki küçük kızı yattığı yerden doğrulup "Ne! Bana yine mi Sindirella okuyacaksın? Ama ben o masaldan çok sıkıldım anne!" diyerek boncuk gözlerini annesine dikmişti.

Leyla Hanım yorgun ifadesiyle minik kızına bakıp "Bu aralar sana masal beğendiremiyorum Naz ne olacak bizim bu halimiz kızım?" dedikten sonra saçlarını okşadı. Naz memnuniyetsiz bir tavırla annesine dönüp "Prensesli masallardan bana fenalıklar geldi anne! Hani sen bazen bunalınca bak geri geri kaykılacağım şimdi yeter diyorsun ya valla bir gün ben de Pamuk Prensesmiş Uyuyan Güzelmiş Sindrellaymış derken geri geri kaykılıvereceğim göreceksin" deyince Leyla Hanım da ne diyeceğini şaşırmıştı.

"Ben seversin diye düşünüyordum. Bütün kız çocukları böyle masalları çok sever büyüyünce de prenses olma hayalleri kurar kızım"

"Ben sevmem ki... Büyüdüğümde de hiç böyle saf prensesler gibi olmayacağım. Cadı olacağım ben cadı!"

"Ol kızım! Sen cadı ol bin süpürgene anneni de öyle koştur peşinden"

"Sen kızdın mı?"

"Neye?"

"Cadı olacağım dedim diye. Ama aptal olacağıma cadı olayım anne bu kızlar prensleri olmadan bir iş yapamıyorlar. Baksana Uyuyan Güzel'e uyanmak için bile gelsin de bir prens onu öpsün diye bekliyor yoksa öyle kalacak yatağında pili bitmiş robot gibi. Böyle hayat mı geçer?"

Leyla Hanım yorgunluğu yüzündeki bitap ifadeye yansımış bir halde elleriyle yüzünü ovuşturup "Tamam o halde başka bir şey okuyalım" demek zorunda kalmış ancak Naz'ın tatlı tatlı bakıp kendisine gülmesiyle de yine kim bilir neler söyleyecek diye konuşmasını beklemeye başlamıştı. Naz yattığı yerden oturur pozisyona gelip o güzel gözlerini de annesine şirin şirin diktikten sonra "Benim yakında doğum günüm var değil mi anne?" diye sorduğunda Leyla Hanım da kızına kuşkulu gözlerle bakarak "Evet cumartesi günü doğum günün. Ne oldu?" diye sordu. Korktuğu da başına gelmiş ve Naz coşkulu bir halde "Bu sefer ki doğum günüme babam da gelecek değil mi?" demişti. Hoppala!

Annesi şaşırmış bir halde "Nereden çıktı bu soru şimdi? Hem bu konuyu daha önce de konuşmuştuk değil mi hayatım?" deyince küçük kız da yüzünü düşürüp "Ama anne..." diyerek itiraz etmeye yeltendi ancak Leyla Hanım kızının lafını hemen bölerek "Anlaşıldı küçük hanım bu gece sana masal falan yok! Hadi mışıl mışıl uyu bakalım" dedi. Vardır vardır. Böyle dümdüz nasıl uyusun el kadar kız?

Küçük kız homurdanarak annesine sarıldı ve tüm tatlılığıyla dudaklarını büzüp "Hiç değilse bana güzel bir ninni söyle yoksa uyuyamam" dedi. Leyla Hanım kızının tatlılığı karşısında gülümseyerek "Anneannenin bana küçükken söylediği ninniyi söyleyeyim ama hemen kapat gözlerini tamam mı?" dedi. Küçük kız itiraz etmeden hemen gözlerini kapatmıştı.

Leyla Hanım ninniye başlayıp "Dandini dandini dastana danalar girmiş bostana..." derken küçük kız yüzünü ekşitip "Anne dana neden bostana girmiş?" diye sorarak lafını böldü. Sen sorasın diye Naz! Annesi gözlerini kocaman açıp "Şişşşş! Kapa bakalım gözlerini konuşmak yok. Kov bostancı danayı yemesin lahanayı huuu huuu huuu hu..." diye diye kızının gülüşleri eşliğinde ninniye devam etti.

Ancak küçük kız susacak gibi görünmüyordu. Bu sefer de gözlerini açmadan "Bence danalar lahana yemez çünkü lahanalar çok acayip kokarlar ve herkesi kaçırırlar. Of! Anne yeni hikâyeler ve ninniler öğrenmeliyiz çünkü bunlar uykumu getirmiyor. Sanırım hepsi bozulmuşlar" dedi. Bozulmuşlar mı? Ay bir yaşına daha girdi kadın! 

Leyla Hanım küçük kızına şaşkın gözlerle bakıp bir şey diyemeyince de "Seni çok bilmiş küçük cadı!" diyerek onu gıdıklamaya başladı. Küçük kız uyumaya niyeti olmasa bile bir süre sonra yorulup nihayet zor bela uykuya yenik düşmüştü.


........::::::::__GÜNÜMÜZ / İTALYA__::::::::........

Aylin kapının önünde eğilmiş spor ayakkabılarını giyerken Naz'ın bir süredir ortalarda gözükmediğini fark etmişti. Ayakkabısının bağcığıyla cebelleşirken de önce "Nazcığım?" diye seslenmiş ama geri dönüş alamayınca kaşlarını çatarak doğrulup bu sefer de ses tonunu kademe kademe yükselterek "Naz... Naaaz... Naaaaaaaaz!" diye bağırmıştı.

 Sonunda banyo kapısından başını çıkaran Naz ellerini ne oluyor dercesine iki yana doğru açıp "Ne diye bağırıp duruyorsun Aylin? Tweety'li bornozumu almayı unutmuşum onu arıyorum" demiş Aylin de onu görünce rahatlamıştı.

"Saat kaç oldu görmüyor musun? Kıytırık bir bornoz uğruna uçağını kaçıracaksın!"

"Yalnız bir detayı hatırlatmak isterim ki o kıytırık dediğin bornozu bana sen almıştın Aylinciğim"

"Aa! Unuttum valla... Ama sen de pek sevdin herhalde yanından ayıramıyorsun"

"Çünkü senin hediyendi. Sevmeseydim de kaybetmek istemezdim"

"Yaa! Yapma gider ayak... Gel bir sarılayım"

"Keşke benimle birlikte gelebilseydin Aylin. Of! Senden ayrılmak şimdiden çok zor geldi"

"Bir hafta ya da en geç on gün sonra mutlaka geleceğim merak etme ama önce buradaki işlerimi yoluna koymalıyım. Okulla bağlantım bu hafta içi kesiliyor ama önceden anlaştığımız gibi Lena'ya bir ev arkadaşı bulmadan gelemem. Sen gidiyorsun bir de üstüne ben pat diye gidersem kıza çok ayıp olur"

"Biliyorum"

"Hadi çok oyalandık artık çıkalım. Hem uçağı bir kaçırırsan Leyla teyzeye hesap veremeyiz"

"Tamam hemen geliyorum"

"Kızım bırak şimdi eşya peşinde koşmayı ben unuttuklarını gelirken getiririm"

"Geldim ya dur iki dakika!"

"Naaaaaaz!"

"Bağırma Aylin!"


........::::::::__İSTANBUL__::::::::........

Kızlar havaalanına doğru yol alırken anne evinde de tatlı bir telaş yaşanıyordu. Leyla Hanım ile evin emektarı İkbal Hanım son hızla hazırlıklara başlamıştı. Bugün evin neşesi geliyordu ve annesi de haliyle her şeyin kızının gönlüne göre olmasını istiyordu.

"Hanımım hamur mu açıyorsun sen?"

"Evet ne oldu?"

"Yorma sen kendini bırak ben yapayım"

"Olmaz İkbal! Bunca zaman sonra kızım okulunu bitirmiş evine temelli geri dönüyor ona ellerimle en sevdiği yemekleri yapmak istiyorum. Hem madem yardım etmek istiyorsun sen bana kıymalı börek için soğan doğra hadi canım benim"

Hanımlar elbirliğiyle böreği hazırlarken içeriye giren Merve'nin "Teyze Naz abla seni telefona istiyor" demesiyle telaşa kapılmıştı. Leyla Hanım ellerini birbirine vurup "Aa! İkbal ellerim unlu şu bezi verir misin lütfen" diyor İkbal Hanım da çoktan eline aldığı bezi "Al hanımım al!" diyerek Leyla Hanım'a uzatıyordu. Sonunda telefon da Leyla Hanım'ın eline geçmiş bu da gözlerinin içi gülerek kızına seslenmesini sağlamıştı.

"Kızım nasılsın? Ah canım... Çıktın mı yola? Ay ne saçmalıyorum ben yolda olsan nasıl arayacaksın değil mi? Ne yaptın her şeyini aldın mı? Bir şeyini unutmadın değil mi? Aylin nasıl? O da üzüldü tabii ah yavrum! O da gelseydi keşke..."

"Aaaanne! Sakin ol hemen anlatıyorum. Uçak rötarlı kalkacakmış onu söylemek için aradım. Merak etme onun dışında her şey yolunda"

"Tamam bir tanem! Annesinin gülü iyi ki aradın da sesini duydum. Murat ağabeyin Özge ve Merve seni karşılamaya gelecek. Ben de gelecektim ama ağabeyini bilirsin işte! Gelme gidip geleceğiz sen evde biricik kızına hazırlık yap dedi. Bir de ağabeyinin Levent diye bir arkadaşı vardı hatırladın mı?"

"O kim ya? Hem ağabeyimin bir sürü arkadaşı var anne hangi birini hatırlayayım?"

"Sen küçüktün hatırlamazsın tabii. Liseden beri çok yakınlar ben ailesiyle de görüşürdüm. Pek efendi bir çocuk o da kardeşinin yanındaymış ama İstanbul'a dönüyormuş ağabeyin onu da alacağız çok kalabalık olursak arabaya sığamayız dedi"

"He tamam ya! Tipini hatırlamadım ama liseden deyince hatırladım. Birbirlerinin kuyruğu gibiydiler. Aman neyse boş ver şimdi ağabeyimin arkadaş çevresini falan! Artık hep seninleyim üzme kendini tamam mı? Ben şimdi kapatıyorum. Aylin'in de selamı var sizi kocaman öpüyoruz. Bak ben geliyorum diye de İkboş teyzemle kendinizi çok yormayın bozuşuruz"

"Tamam güzel kızım sana iyi yolculuklar Aylinciğimi de öpüyorum selamlar"

Leyla Hanım telefonunu kapattıktan sonra derin bir nefes aldı. İçinde öyle huzur dolu bir mutluluk vardı bunu kelimelere nasıl dökebilirdi bilmiyordu. Söyleyemediği her söz gözlerinden yüzülen sevinç gözyaşına dönüşüyordu. İkbal Hanım bu hallerini görünce hemen yanına oturup "Ama oldu mu şimdi? Ağlama hanımım gül artık gül" deyiverdi. Birbirlerinin ellerini tutarken Leyla Hanım önce derin bir "Ah İkbal ah!" dedi sonra da "Demesi dile kolay ama merak etme sevinç göz yaşları bunlar. Bırakalım da bir kere de mutluluktan aksın" dedi tutma beni der gibi.

"Sevinçten ise aksın madem"

"O Altan'a da hakkımı helal etmiyorum!"

"Hoppala! O da nereden çıktı şimdi?"

"Onun yüzünden gitti ya kızım"

"Doğru bak onu unutmuştum. Ben de helal etmiyorum. Gerçi benim üstünde hakkım olmadı ama olsun sen etmiyorsan ben de etmiyorum anca beraber kanca beraber "

"Biricik kızım onun yaptıkları yüzünden kaçar gibi gitti de evinden barkından uzaklarda hasret için okudu yavrum"

"Aman hanımın anmayalım o meymenetsizin adını da durduk yerde kulakları çınlamasın yoksa ben ona bir kamyon laf etmesini bilirdim"

Leyla Hanım'ın "Benim kızım biraz ana sözü dileseydi her şey bambaşka olabilirdi. Dedim ben ona daha çok gençsin bu adamdan da sana koca moca olmaz diye ama işte... Tek tesellim nişandan dönmeleri oldu. Evlendikten sonra anlasaydı ne mal olduğunu başından da zor atardı. Gerçi o atamasa ağabeyi..." derken bir anda aklına oğlu gelmişti. Gelir gelmez de kaşlarını çatarak "İkbal bu oğlan nerede? Bak haylaza kayboldu ortadan görüyor musun? Kaç yaşına geldi hâlâ öğretemedim kiminlesin neredesin bir haber et be yavrum! Ama yoook öğrenemedi bir türlü! Ya kardeşinin geleceğini unuttuysa?" deyince onun bu tatlı telaşını gülümseyerek izleyen İkbal Hanım da içini rahatlatmak için "Hanımım sen Murat'ı bilmez misin? Şimdi gelir buradayım işte ne telaşlandınız der. Sen sıkma o güzel canını Murat son dakikacıdır illa gelir" dedi. Haklıydı. Kızı da oğlu da pek rahatlardı bu konularda. Hiç annelerine çekmemişler. Leyla Hanım gülerek dediğini onaylayınca oturdukları yerden kalkıp işlerinin başına geri döndüler.


........::::::::__İTALYA__::::::::........

Naz ile Aylin uçağın kalkış zamanına kadar oyalanmak için yemek yemeğe gitmiş sohbet muhabbet derken de zamanı gayet güzel değerlendirmişlerdi. Naz bir süre sonra yediklerine bakıp gülerek "Aylin biraz daha atıştırırsam hem annemin yemeklerini yiyemeyeceğim hem de uçağı gerçekten kaçıracağım. Hadi kalkalım artık birazdan içeriye alırlar herhalde" dedi. Aynı anda ayaklanıp kol kola yürüdükten sonra Naz artık işlemlerini yapması gerektiğini fark etmişti. Yani kızlar için yavaş yavaş vedalaşma anı gelmişti.

"Bana bak Naz bensiz çok gezinme orada burada valla kıskanırım. Ne yapacaksan bekle beni birlikte yapalım"

"Nasıl ya? On gün evde süs bitkisi gibi oturup senin gelmeni mi bekleyeceğim?"

"O beni alakadar etmez hayatım bekle diyorsam bekleyeceksin"

"Hey Allah'ım! İyi tamam ben İkbal teyzeme söylerim sen gelene kadar beni de begonyalarının yanına diker. Tövbe estağfurullah!"

"Niye dalga geçiyorsun ya! İyi tamam ne halt edersen et. Kabahat bende ki seni dostum sanıp bir ricada bulunuyorum"

"Sen benim kardeşimsin be ne dostu! Hadi gel koskocaman bir sarılayım sana"

"Canım benim kendine çok iyi bak. Ben de yanına gelmek için elimden geleni yapacağım zaten"

"Ben ailemle olacağım asıl sen kendine iyi bak. Telefonlaşırız tamam mı?"

"Tabii ki! İner inmez ara merak ederim"

Kızlar birbirlerine uzun uzun sarılarak en kısa zamanda tekrardan bir araya gelmek üzere ayrılmıştı. Birbirlerine el sallarken Aylin neredeyse ağlayacaktı çünkü vedalardan hiç hoşlanmıyordu. Hem Naz'ın da dediği gibi dosttan öte kardeş gibi olmuşlardı. İkisi İtalya'ya gittikleri ilk gün tanışmışlar ve ayrı bölümlerde okumalarına rağmen birbirlerine çokça destek olmuşlardı. Leyla Hanım'ı da çok rahatlatmıştı bu durum. Ailelerinden uzaktayken en azından birbirlerine yardımcı olur kendilerini her şeye karşı korurlardı. Neyse ki yine ayrılmayacaklar ve Aylin de onun ardından gelip İstanbul'a yerleşecekti.

Aylin arkadaşını yolcu ettikten sonra gözleri dolu dolu bir halde çıkışa doğru yürürken uçağa yetişmek üzere koşturan genç bir adamla çok sert bir şekilde çarpışmıştı. Her şey o kadar ani olmuştu ki neye uğradığını şaşırmıştı. Hatta tam kızıp "Dikkat etsene arkadaşım!" diyecekken çocuğu görünce laflarını bir güzel yutmak zorunda kalmıştı. Aylin'in kalbi yerinden çıkacak gibi olurken genç adam sadece yere dökülen eşyaları toplamakla ilgileniyordu. Halbuki bu kızla daha çok karşılaşacaklardı ve bu yüzden de oldukça zor durumda kaldığı anlar olacaktı. Tabii o an bunu bilmesi imkansızdı. 

Genç adam doğrulduktan sonra Aylin'e düşen eşyalarını verip kibarca özür dilemiş ve uçağa yetişmesi gerektiğini söyleyerek hızla yanından ayrılmıştı. Keşke uçağa yetişmesi gerekmeseydi. Aylin dili tutulmuş bir halde arkasından bakmaya devam ediyor bir yandan da elindekileri sıkı sıkı tutuyordu. Çemkirmeye niyetlenirken yıldırım aşkına mı tutulmuştu ne?

Kendisine "Ooo! Çocuğa bak ya rüzgâr gibi geçti gitti" diyerek geldikten sonra gözü genç adamın gittiği yolda olarak eşyalarını düzeltmeye başladı. Tam da bu anda kaderin ağlarına takılmıştı. Genç adamın defteri kendi eşyalarının arasına karışmıştı. Bunu fark eder etmez arkasından koşup seslense de maalesef sesini duyuramamıştı. Genç adam da düşürdüğü eşyasının farkına varamadan son dakikada uçağa binmeyi başararak derin bir oh çekmişti.

Naz ise çoktan yerine oturmuş heyecan içinde kalkış anını bekliyordu. Şu ana kadar iyi idare etmişti ancak tek başına kalınca kalbi sabırsızlıkla atmaya başlamıştı. Şu an resmen evinin kokusu burnunun ucundaydı. Hele annesi kim bilir nasıl sarılacak nasıl bağrına basacaktı. İkbal teyzesiyle ve ağabeyiyle uğraşmayı bile çok özlemişti. Keşke bir yerden bir yere ışınlanma olayı olsaydı da gözünü kapatıp açtığı gibi evinde olabilseydi.

Elini kolunu nereye koyacağını şaşırınca vaktin çabuk geçmesi adına merakla okuduğu kitabını çantasından çıkararak okumaya başladı. Dikkatini başka bir şeye vermek ona iyi gelecekti. Bu sırada Aylin'e çarparak uçağa zar zor yetişen yolcu da koltuk numaralarını kontrol ede ede Naz'a doğru yaklaşıyordu. Kader ağlarını epey geniş atmışa benziyordu. Genç kızın okuduğu kitaba kendisini kaptırdığını fark edince istemeden de olsa araya girip "Affedersin bölüyorum ama sanırım burası benim yerim. Çantanı alabilir misin?" dedi. Naz boş bulmuş olacak ki sesi duyar duymaz irkilmişti.

"Ne çantası?"

"Koltuğumdaki..."

Naz şaşkın şaşkın bakarken bir anda aydınlanıp "Aa! Kusura bakma unutmuşum fark etmedim" diyerek hızla çantasını koltuğun üzerinden almıştı. Keşke alırken biraz dikkatli olabilseydi çünkü genç adam "Sorun değil" dedikten sonra oturmuş ama kırık sesiyle birlikte oturduğu gibi de bir anda sıçrayıp "Kahretsin bir şey battı!" deyivermişti. Ooops!

Onunla birlikte Naz da korkarak bağırıp "Ay ne battı?" deyince genç adam "Bu da neyin nesi böyle?" dese de Naz'ın şaşkın bakışları altında koltuğun üzerindeki kırılmış olan küçük çerçeveyi eline aldı. Fotoğrafa bakarken yüzünde hoş bir tebessüm belirmişti. Fotoğraftakilerin kim olduğunu biliyordu çünkü...

Bu sırada Naz kırılan çerçeveyi görünce kusura bakmayın diyeceğine aksi şekilde davranıp bir anda atarlanarak "İnanmıyorum ya! İnsan oturduğu yere bakmaz mı be adam? Ver şunu!" demiş ve kırılan çerçeveyi de elinden sert bir şekilde almıştı. Genç adam şaşkın bir halde "Affedersin ama benim sana kızmam gerekirken sen niye bana fırça çekiyorsun? Resmen camın üstüne oturdum senin yüzünden!" dedikten sonra koltuktaki camları temizleyip tekrardan yerine oturdu.

Naz ise çatık kaşlarla "Oh olsun! O çerçeve bana annemin hediyesiydi ve sen onu un ufak ettin. Hem senin de ne tatlı canın varmış alt tarafı bir tutam cam kırığı!" diyerek ters ters bakıp kırılan çerçevesini çantasına koydu. İkisi de birbirine mesafeli bakışlar atarken uçakta nihayet havalanmaya başlamıştı. Hayırlısıyla da inerdi inşallah.

........::::::::____::::::::........

Naz yol arkadaşıyla uğraşırken annesinin hazırlıkları da tüm hızıyla devam ediyordu. Leyla Hanım söylene söylene tam kızının odasını son kez kontrol etmek için yukarı çıkıyordu ki kapı zilinin sesi duyuldu. Gelen tüm bu söylenmelerin muhatabı olan Murat Efendi'ydi.

Leyla Hanım gelenin oğlu olduğunu görür görmez siteme başlayıp "Aşk olsun ama Murat! Neredesin sen bakayım? Kardeşin geliyor iki gündür ortada yoksun be oğlum!" dedi. Murat bir yandan içeriye girip bir yandan da "Anne bir kere de "Oğluum yavruuum hoş geldin" diyerek aç şu kapıyı valla dişleri de geçtim kafamı kıracağım. Geldim işte niye panik yapıyorsun?" deyince İkbal Hanım da gülümseyerek "Hanımım ben sana demedim mi bak yine özrü kabahatinden büyük" deyiverdi.

"Sana da aşk olsun İkbal teyze gelir gelmez sağdan soldan şamar oğlanına çevirdiniz beni! Ben üstümü değiştirip çıkıyorum. Bir arkadaşıma da uğramam lazım Naz'ı almaya oradan gideceğim"

"Oğlum dur! Özge ile Merve de seninle gelecek onları almadan gitme sakın"

"Ya ne diye taktınız o bücürleri peşime şimdi? Gideceğim yerde sıkılırlar otursunlar evde beklesinler"

"Olmaz oğlum kızlar heveslendi kırma sakın. Hem beni de almıyorsun zaten Naz demez mi kimse gelmedi beni karşılamaya diye? Gücenir kız!"

"Ben gidiyorum ya ağabeyi hiç kimse mi?

"Ama oğlum..."

"Aman tamam ya hiç uzatmayalım zaten bir şekilde dediğinizi yaptıracaksınız sizinle tartışmak hataydı. Gelsinler ama beş dakika sonra çıkacağım hazır olsunlar hayatta beklemem"

Leyla Hanım'ın derin bir of çekerek "İkbal söyle kızlara kızdırmasınlar şunu hazırlansınlar hemen" demesiyle İkbal Hanım da "Hemen hanımım! Ben şimdi kızları toparlar koridora asker gibi dizerim" dedi. Çalan telefonun sesini duyan Leyla Hanım "İkbal ben bakarım sen kızları getir" diyerek telefonun ahizesini eline aldı.

Kafası bambaşka yerlerdeyken bir yandan da "Efendim? Alo! Kimsiniz ses verin" dedi. Karşı taraftan ses gelmeyince yanlış numara herhalde diye düşünüp tam kapatacakken telefonun diğer ucundaki ses "Leyla benim Salim... Buradayım döndüm. Seninle konuşmak istiyorum. Çok önemli" dedi. Yıllar sonra kulaklarına çalınan bu ses başından aşağıya kaynar sular dökülmesine neden olmuştu. Gözlerinin dolmak üzere olduğunu hisseder hissetmez içinden "Sakın!" dedi. "Çocuklarının babası dahi olsa sakın bu hain için göz yaşı dökeyim deme" hisleriyle toparlanıp "Burada Leyla diye biri yok yanlış aradınız herhalde" dedikten sonra bir hışımla telefonu kapattı.

Bu sırada Murat ve kızlar da hazırlanmış birbirlerine söylenerek kapıdan çıkıyorlardı. Leyla Hanım'ın durgunluğunu fark eden İkbal Hanım da bir şey olduğunu anlamıştı. Bu esnada telefon yeniden çalmaya başladı. Leyla Hanım o sesi bir kez daha duymak istemiyordu ve bu yüzden de ahizeyi hafifçe kaldırıp sert bir şekilde telefonu kapattı. İkbal Hanım şaşırmıştı ve bu şaşkınlığını belli edercesine yanına yaklaşıp "Hanımım iyi misin sen?" deme gereği duydu. Leyla Hanım yanlış numara deyip iyi olduğunu söylese de İkbal Hanım "Aman! Bak rengin de atmış tansiyonun mu düştü yoksa ayran çalkalayayım mı ben sana?" diyerek Leyla Hanım'ı ısrarla bir koltuğa oturtarak mutfağa gitti. Artık tansiyonu mu çıktı siniri mi tavan yaptı belli değildi ama birbirlerini tetikledikleri bir gerçekti.

........::::::::____::::::::........

Naz sessizce kitabını okumaya devam ederken yanında oturan genç adam da sıkılmış bir halde çaktırmadan ona bakıyordu. Yahu ne sessiz kızdı o öyle insan iki çift laf eder. Onca yol böyle sus pus geçer mi hiç?

Genç adam sohbet ortamı yaratabilmek için kendi suskunluğunu bozup "Güzel kitap" dedi. Muhabbete bir yerden başlamak gerekiyordu tabii. Naz ise bir an durmuş sonra da yan gözle ona doğru bakıp "Evet güzeldir" diyerek yeniden kitabını okumaya devam etmişti. Naz kendi halindeydi ama sıkıntıdan sohbeti ilerletmeye çalışan genç adam o an unutulmayacak bir patavatsızlığa imza atıp "Konusu güzel ama sonunda kızın ölmesi saçma olmuş" deyince Naz'ın gözleri adeta yuvalarından fırlamıştı.

Adam kitabı hararetli bir şekilde anlatmaya devam ederken kendisine şaşkın gözlerle bakan Naz'a da "Kızı diyorum! Romandaki kız sonunda intihar ediyor ya... O kitabı geçen sene okudum meğerse kızın bazı ruhsal problemleri varmış da o yaşadıkları hayal ürünüymüş de sonunda da..." deyince Naz artık dayanamayıp sinirli bir şekilde "Sen ne saçmalıyorsun ya! İnsana okuduğu kitabın sonu söylenir mi? Nazik yerine batan camın intikamını mı alıyorsun sen!" diye çıkıştı.

Gözlerini açarak Naz'a bakan genç adam gördüğü sert tavır karşısında şaşkına dönüp "Ne alakası var ya? Sadece sohbet etmeye çalışıyorum. Hem alt tarafı bir kitap!" deyiverdi. Al Murat'ı vur bu adama! Bu erkeklerin gerçekten de özürleri kabahatlerinden çok daha büyük oluyordu.

Duyduğu şey üzerine küplere binen Naz "O alt tarafı kitap dediğin şeyi gece gündüz merakla okuyorum ben! Böyle bir şeyi pat diye söylediğine inanamıyorum ya sen kabus olmalısın!" deyince genç adam da kendisini açıklamaya çalışarak "Okurken kendini biraz fazla kaptırmış gibiydin ben de sohbet edersek gerçek dünyaya geri dönersin sandım" dedi ama Naz'ın kızgın ve dik bakışlarını görünce hafifçe tebessüm edip "Hey! Tamam affedersin" dedi. Sussa iyi ederdi sanki.

Derin bir iç çeken Naz'ın epey bir sinirlendiğini fark eden genç adam bu durumdan hoşnut bir şekilde biraz daha üstüne giderek "Tamam biraz karıştırmış olabilirim. İntihar edince ölmüyordu. Kızı kurtarıyorlar ama sanırım daha sonra ölüyor ya da başka bir kitapla karıştırdım bilemiyorum" deyince Naz'ı büsbütün çileden çıkarmıştı. Bu adamı paraşütsüz olarak İstanbul semalarında aşağıya salsa ve bunun için de geçerli nedenler sunsa yine de yasal bir sorunla karşı karşıya kalır mıydı acaba?

Ona daha fazla dayanamayan Naz "Aaah! Bu kadar yeter ama!" diyerek kitabını çantasına koyduktan sonra çattığı kaşlarıyla bakarak "Şimdi rahatladın mı?" diye sordu. Genç adamın kısık ama bir o kadar da pişkin bir ses tonuyla "Kesinlikle evet" demesiyle çılgına dönen Naz "Ne dedin sen?" diye karşılık verdi. Genç adam ileri gittiğini anlamıştı ve bu yüzden de "Bir şey demedim" diyerek durumu toparladıktan sonra sessizce kıza bir daha bakmadan yanında oturmaya devam etti.

........::::::::____::::::::........

Naz açısından gergin geçen bu yolculuk uçağın İstanbul'a iniş yapmasıyla nihayet son bulmuştu. En çok da şu boşboğaz adamdan kurtulduğuna seviniyordu. Bir süre sonra yolcular inmek için yavaş yavaş ayaklanmaya başlamıştı. Naz da yoğunluk azalınca yerinden kalktı ama genç adamın hiç istifini bozmadan yavaş hareket etmesi karşısında yine sinirlenmeye başlamıştı. Şu adamla sınandığına göre geçmişte büyük bir ah almış olmalıydı.

"Hey kitap düşmanı bey! Bugün yarın yerinden kalkmayı düşünüyor musun? Herkes çıkıyor da gölge etmezsen onlar gibi ben de çıkacağım"

"Kitap düşmanı... Ne demek bu şimdi? Ayrıca benim adım..."

"Aman aman istemiyorum senin adını falan! Lütfen kalkar mısın inmek istiyorum. Seninle aynı havayı yeterince soludum daha fazla dayanamayacağım"

Genç adam ayağa kalkıp kıza yol açarken Naz bir an duraksayıp arkasını döndü ve gözlerini kısarak ona sert bir bakış attıktan sonra "Seni hiç sevmedim yolcu! Umarım bir daha karşılaşmayız" dedi. Adam gözlerini devirerek "Hah! Benim de senin yol arkadaşlığına bayıldığım söylenemez" dedi ve Naz'ın bozulmasıyla başını çevirip "Çattık ya! İlerle de bu ızdırabı bir an önce bitirelim küçük hanım" dedikten sonra yavaş yavaş uçaktan ayrıldılar.

O esnalarda Leyla Hanım da uçağın inip inmediğini sormak için Murat'ı arıyordu. Bu yüzden de Murat'ın trafikten kurtulup havaalanına giriş yaptığı sırada telefonu çalmaya başlamıştı. "Tam da sırası!" diye mırıldanması da gecikmemişti tabii. Telefonunu eline alıp evden arandığını anlayınca da bir solukta "Anne trafik vardı havaalanına yeni geldik. Muhtemelen uçak indi ben seni Naz'ı alır almaz geri ararım" diyerek annesinin cevabını beklemeden kapattı. Şu an annesinin "Edepsize bak dedi diyeceğini yüzüme kapattı görüyor musun İkbal?" dediğini duyar gibiydi. Neyse sonra alırdı o güzel gönlünü.

Naz çoktan valizlerini alıp çıkmıştı ama karşılamaya gelen yoktu. Ee! Hani ağabeyi onu almaya gelecekti? Naz kesin yine bir kız görmüş telefon numarasını almakla meşguldür diye düşünmeden edemiyordu. Ne olursa olsun yine de biraz beklemeye karar verdi. Şu bavulları biricik ağabeyine taşıtmak varken ne diye zorlansın ki zaten değil mi?

Naz oflaya puflaya beklerken telefonuyla konuşarak yanından geçen genç adamla anlık bir bakışma yaşamış sonra da başını çevirerek kendi kendisine "Densiz ne olacak! Yine iyi günüme denk geldi yoksa ben ona o kitabın sayfalarını tek tek yutturmasını bilirdim" diye söylenmeye başlamıştı. Ancak işin kötü yanı bu genç adamın uzaktan gördüğü arkadaşına "Murat buradayım!" diye seslenmesiydi. Naz onu duyar duymaz yanlış işittiğini umarak başını diğer yana çevirmiş ve ağabeyi ile bu adamın sarılıp kucaklaştığını görmüştü. Yok artık daha neler!

Naz ikisine bakarken gözlerine inanamıyordu. Bu ağabeyi ile sarmaş dolaş olan adam uçakta yan yana geldiği adam değil miydi? Murat ile ikisinin bu vaziyetine şaşkın şaşkın bakarak "Bana bunu yapmayın ya! Ağabeyimin arkadaşı o mu şimdi? Bu bir şaka olmalı. Bu çok kötü bir şaka olmalı!" derken Özge ve Merve de "Naz ablaa!" diyerek koşup Naz'ın boynuna sarıldılar.

Çok geçmeden hepsi aynı noktada bir araya geldiler. Murat kardeşine "Kız cadı şu şapşik bakışını bile özlemişim. Gel buraya!" diyerek özlemle sarıldıktan sonra arkadaşını tanıştırmak için geri çekilip "Birbirinizi hatırladınız mı diyeceğim ama zor çünkü biz bebelerle pek muhatap olmazdık. Levent bak bu yeri geldikçe sana da bahsettiğim çatlak kardeşim Naz. Bak fıstık bu adam da benim lise yıllarından en yakın arkadaşım Levent Soykan" dedi. Çok lazımmış gibi bir de tanıştırılıyorlardı iyi mi!

Naz memnuniyetsiz bir halde Levent'i baştan aşağıya süzüp "Biz tanıştık tanışacağımız kadar sevgili ağabeyciğim! Levent Bey ile uçakta yan yana yolculuk etmek gibi bir şansızlık yaşadım maalesef" derken Levent boş durmamış ve anında lafa karışıp "O şansızlık bana ait Nazlı Hanım. Bilmem hatırlıyor musunuz ama bu yolculuk bende derin "izler" bıraktı. Tabii sizin sayenizde" deyivermişti.

"Birincisi benim adım Nazlı değil Naz! İkincisi kendini acındırmayı bırak çünkü o üstüne oturduğun minicik bir cam parçasıydı. Battığından bile şüpheliyim ya hadi neyse!"

Önünde yaşanan bu konuşmalara herhangi bir anlam veremeyen Murat bu manasız atışmayı durdurarak "Hey hey! Bir durun ya bu ne hiddet? Anlaşıldı siz fazla boş oturmuşsunuz canınız sıkılmış herhalde. Hadi yürüyün annem sabırsızlıkla sizi bekliyor" deyince Naz hemen ağabeyinin önüne geçip "Bizi mi bekliyor? O da mı bizimle gelecek? Ne alaka ya!" diye sordu. Gelecekti tabii!

Murat kardeşinin bavullarını alıp "Evet gelecek küçük hanım! Kendi düzenini kurana kadar Levent bir süre bizimle birlikte kalacak. Yeter ama uzatmayın! Kız kardeşimle en yakın arkadaşımın böyle tartışıp durmasından hiç hoşlanmadım haberiniz olsun. Hadi alın eşyalarınızı da gidelim bir an önce" diyerek herkesi toparladı. Bu duruma alışsa iyi ederdi çünkü Naz'ın bu uçak yolculuğunu unutacağı pek yoktu.

Murat bir incelik yapmıştı ama Levent kendisini biraz fazlalık gibi hissetmişti. Bu sebeptendir ki Murat'a yanaşıp onların kalabalık bir aile olduğunu kendisini de otele bırakmasının daha iyi olacağını söyledi. İyi de Murat en yakın arkadaşını otel köşelerinde bırakmayı asla kabul edecek gibi gözükmüyordu. Bunu da "Hayatta olmaz! Sen beni misafir etmek istediğinde ben nasıl kırmadım geldim şimdi de itiraz yok ben seni ağırlayacağım" diyerek belli edip boş boş bakınan kardeşine de "Naz durma öyle ara annemi sesini duysun meraklandı kadıncağız" dedi. Naz "Ararım tamam önce çıkalım şuradan" derken bile tip tip Levent'e bakıyordu. Ne işi vardı bunun evlerinde yahu! Memlekette kalacak yer mi yoktu da başlarına kalmıştı?

........::::::::____::::::::........

Hep beraber arabaya binip eve doğru yol alırken kızlar kendi aralarında sohbet ediyor Murat'ta Levent'e daha önceden ona bahsettiği iş ile ilgili güzel haberler veriyordu. Ancak Levent'in duyduğu habere sevinerek "Süper oldu bu sağ ol! Salim amcaya da yüz yüze teşekkür etmek isterim. Yarın müsait bir zamanında görüşebilirim değil mi?" diye sorması bir kulağı onlarda olan Naz'ı da şaşkına çevirmişti.

"Siz babamdan mı bahsediyorsunuz? O burada mı? Ağabey neden bana da söylemedin? Ayrı kalamayacaklarına emindim zaten demek annem onu affetti. Sonunda babamı görebileceğim!"

"Naz bence fazla heveslenme çünkü annemin henüz babamın burada olduğundan haberi yok ve bence duyarsa büyük arıza çıkaracak. Kadın babamın ismini bile duymaya tahammül edemiyor"

"Ben babama inanıyorum onun hiçbir suçu yok. Bizim yardımımızla annem de ona karşı yumuşayacaktır"

"Naz bir kere de karışma insanların işine! Bu onların arasındaki bir mevzu bırak çözmek istiyorlarsa da birlikte çözsünler"

"Haa ha haaa! Sen öyle san bakalım. Çok haince planlarım var. Aslında daha yok ama olacak sadece biraz düşünmeliyim"

"Boş ver şimdi bunları! Sen ne yapacaksın bakalım karar verdin mi?"

"Şimdilik tek planım bir tanecik canım anneme sarılıp birbirinden güzel yemeklerinden çatlayana kadar yemek ağabeyciğim"

Levent Naz'ın bu dediğini duyunca istemsizce bir kahkaha patlatarak "Annesinin ismi gibi nazlı ve şımarık kızı... Tam da tahmin ettiğim gibi. Bildim mi Murat?" dedi. He bildin git o nazik yerine kına yak şimdi! Ama bu Levent denen kitap düşmanı rumuzlu gıcık fena kaşınıyor haberi yok!

"Tam üstüne bastın kardeşim! Levent bu küçük cadı var ya bu küçük cadı küçükken..."

"Ya siz birlik olup niye bana taktınız öyle! Hem ben ne nazlıyım ne de şımarığım tamam mı? Uğraşmayın benimle çok fena olur"

Ağabeyinin Levent'e kaş göz edip "Tabii tabii" demesi Naz dışında herkesi bir anda kahkahaya boğmuştu. Belli ki hepsi birbiriyle uğraşmayı pek bir özlemişti ama olan da Naz'a olmuştu. Neyse ilk günden de ağabey ile papaz olmaya gerek yoktu. Yoksa dili maşallah fırıncı küreğinden farksızdı.

Sonunda şakalaşa şakalaşa evlerinin bulunduğu siteye de giriş yaptılar. Ancak Murat ile Levent valizleri alıp kendi aralarında konuşurken ileride onlara doğru bakan birini fark etmişlerdi. Salim Bey'di o. Murat o karaltının kim olduğunu anladığı için sinirlenip "Hayda!" diyerek babasının yanına doğru giderken kızlar da zile basmış kapının açılmasını bekliyorlardı.

Kızının gelmesini sabırsızlıkla bekleyen Leyla Hanım zili duyunca hızla yerinden kalkarak İkbal Hanım'dan önce kapıyı açmıştı. Tabii açar açmaz da "Kızııııım! Ah bir tanem hoş geldin evine annesinin kuzusu!" diyerek ağlamaya başlayınca Leyla Hanım'ı Naz'ın "Anneeem! Ben de seni çok özledim ama ağlama ya!" demesi kendini getirmişti.

"Hadi durmayın öyle kapının önünde girin içeriye"

"Aman Allah'ım! Evin kokusu bile beni sarhoş etmeye yetti. Siz neler yaptınız böyle anne?"

"Ah seni seni! İkboş teyzene sarılmak yok mu? Gel bakayım buraya boncuk gözlüm"

"Aşk olsun İkbal teyze gel kıskanma sana da kocaman sarılayım. Hatta en kocaman sana sarılayım"

İçeride sevinçli bir hava eserken dışarıda da Murat için soğuk rüzgârlar esmekteydi. Babasına evin yakınlarına asla gelmemesini söylemiş olsa da belli ki Salim Bey'in içindeki özlem oğluna verdiği sözü tutmasına engel olmuştu.

"Baba neden evin önüne geldin ki ben sana ortamı uygun hale getirince gelirsin dememiş miydim? Şimdi sırası değil ki!"

"Naz'ı görmeyeli çok oldu Murat. Ben sadece uzaktan da olsa kızımı görmek istedim"

"Ya tamam da şimdi annem de seni görecek durup dururken gerginlik çıkacak. Kadının daha döndüğünden bile haberi yok"

Bunu söylemesinin üzerine babasıyla göz göze kalınca Murat'ın annesinin çoktan öğrendiğini tahmin etmesi hiç de uzun sürmemişti. Hayır ya! Yapmamış olsun bunu...

"Söyledin değil mi? Sana inanmıyorum baba bu çok bıçak sırtı bir konu biliyorsun! Ya sen içerideyken Naz ile eve gelseydik ne olacaktı? Zaten seni görmek için can atıyor o babam burada bizimle kalsın derken annem anca cesedimi çiğnersiniz der biz de hep beraber seyreyle gümbürtüyü derdik"

"İçeri girmedim telefon ettim. Annen de burada Leyla diye biri yok deyip telefonu yüzüme kapattı. Benimle konuşmadı bile"

"Allah aşkına ne demesini bekliyordun baba? Zamanında kadına hayatının şokunu yaşatarak hayatımızdan çıkıp gitmişsin şimdi de hoş geldin Salim geç buyur baş köşeye otur demesini mi bekliyorsun?"

"Ben cezamı sizden ayrı geçirdiğim yıllarla ödedim Murat. Hâlâ daha ödüyorum"

"Annemin uğradığı ihanetin bedeli yirmi yıldan daha fazla baba..."

Bu sırada onları uzaktan izleyen Levent meraklanarak yanlarına doğru gitmeye başlamıştı. Bir sorun olup olmadığından emin olmak istiyordu ama yaklaştığında o kişinin Murat'ın babası olduğunu anlayınca gülümsemeye başladı. Salim Bey de Levent'i görünce aynı içtenlikle gülümsemiş yan yana gelir gelmez de el sıkışarak merhabalaşmışlardı.

"Salim amca siz miydiniz? Ben de Murat kiminle konuşuyor diyordum meğerse sizmişsiniz. Nasılsınız?"

"İyiyim oğlum. Sonunda geldin demek"

"Geldim Salim amca geldim. Murat ile konuştuk ben de yarın uygun olursanız teşekkür etmek için yanınıza gelmek istiyordum"

"Teşekküre hiç gerek yok Levent sen de benim oğlum sayılırsın"

"Sağ olun çok teşekkür ederim"

"Baba hadi bu kadar muhabbet yeter! Sen git biz de içeri girelim annem meraklanıp birazdan dışarıya çıkar seni burada görmesin. Ben seni sonra ararım. Hadi Levent biz gidelim"

"Görüştüğümüze sevindim Salim amca"

"Ben de sevindim oğlum"

Murat babasının yanından gergin bir halde ayrılırken Levent'e de "Babamı gördüğümüz aramızda kalsın olur mu? Annemin şu anda burada olduğunu öğrenmesi hiç hoş olmaz" diyerek bir hatırlatma da bulundu. Levent durumları az biraz biliyordu. Bu yüzden de gayet anlayışlı bir şekilde "Tabii ki unuttum bile merak etme" demesiyle valizleri alıp içeriye girdiler.

Sonunda herkes anne evindeki sofrada buluşup keyifli zamanlar geçirmeye başlamıştı. Gülüp eğleniyor onca zaman uzakta kalmanın özlemiyle birbirlerine sarılıp mutlu anlar yaşıyorlardı. Tabii onları hasret ve pişmanlık dolu gözlerle izleyen kişiden haberleri olmadan.

1.Bölümün Sonu

Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;) 

Öne Çıkan Yayın

Geçmisin Gölgesinde / 10.Bölüm (Yazan : NK)

10. Bölüm : Yağmur... Nevin Hanım sabah saatlerinde gelen telefonun ardından endişeyle ablasının yanına gitmişti. Nergis Hanım'ın doktor...