7.Bölüm : Omuzlardaki yükler...
Kızlar öğle saatlerinde konuşup anlaşmış işten çıkar çıkmaz da Nevin Hanım'ın yanına gelerek hazırlıklara yardım etmeye başlamışlardı. Bu akşam her şeyin kusursuz olmasını istedikleri kadar ortamın da sıcacık olmasını arzuluyorlardı. Hani hissedilen huzurun sohbetlere yansıdığı tadılan lezzetlerin de damaklarda bir bayram havası estirdiği ortamlardan...
Bunu başaracağa da benziyorlardı çünkü hazırlıkları hiç fena gitmiyordu. Ela ikramlıklardaki ufak tefek eksikleri giderirken bir yandan da sık sık bahçeye çıkıp zarif detaylarla süslü masadaki kristal kadehleri ve servisleri kontrol ediyordu. Nevin Hanım'ın özel günlerde kullandığı birbirinden şık dokunuşlarla süslü porselen tabakları ise göz dolduruyor ve masaya "Buranın yıldızı benim" dedirtiyordu.
Masanın tam ortasında yer alan geniş ve yayvan vazo bir tabloyu andıracak kadar özenliydi. Canlı mor tonlarıyla sözcüklere sığmayacak bir zarafet taşıyan çiçekler turuncunun iç ısıtan enerjisiyle dengelenmişti. Aralarına serpiştirilmiş minik bembeyaz papatyalar ise bu renk şölenine sessiz ama anlamlı bir saflık ve zarafet katıyordu. Çiçeklere baktıkça Ela'nın yüzünde içten bir tebessüm beliriyor içini de huzur dolu çok hoş duygular kaplıyordu.
Ancak Ela'yı en çok zorlayan şey havadaki tatlı esintinin rahat vermediği peçeteler olmuştu. Genç kızın peçeteleri düzeltirken iç çekerek "Biraz rahat mı dursanız acaba? Misafirlerimiz gelecek lütfen bana yardımcı olun" deyişi de Mine'nin "Ela'nın sinirlenirken bile kibar olması bir tek beni mi güldürüyor Nevin abla?" demesine yol açıyordu. Merak etmesin bu durum herkesi güldürüyordu. Aynı şimdi de olduğu gibi...
Bahçede durumlar böyleyken mutfakta ise bambaşka bir hareketlilik vardı. Mine adeta mutfağın ikinci şefi gibi çalışıyordu. Pratikliği ve özeniyle Nevin Hanım'ın yükünü hafifletmiş onunla birlikte yemeklerin son dokunuşlarını yapmaya başlamıştı. Kalın tabanlı tavada nar gibi kızarmış enginar köfteleri fırından yeni çıkan köz patlıcanlı bohçalar ve üzerine zeytin kokulu sızma yağ gezdirilen birbirinden leziz mezeler çoktan sunuma hazırlanmıştı bile. Mine hazırlanan her yemeği servis tabaklarına zarifçe yerleştiriyor süslemelerde bile gösterdiği titizlikle göz dolduruyordu.
Sadece yemeklerle de ilgilenmiyordu elbet. Ara sıra mutfak penceresinden bahçeye doğru seslenerek Ela'ya şakayla karışık takılıyor Ela da onu karşılıksız bırakmayıp aynı şekilde takılma yollu cevaplar vererek karşılıklı gülüşüyorlardı. Nevin Hanım ise o anlarda mutfak tezgâhının kenarında ellerini önlüğüne silerken göz ucuyla onları izliyordu. Yüzünde içinden taşan duyguların yumuşak bir yansıması olan tatlı bir tebessüm vardı. İkisi de cıvıl cıvıl genç kızlardı ve o kadar iyi anlaşıyorlardı ki bu Nevin Hanım'ı çok mutlu ediyordu.
Ela tek çocuk olarak büyümüş ve aile anlamında da ister istemez çok eksik kalmıştı. Teyzesi olarak her ne kadar bu eksikliklerin onu etkilememesi için uğraşsa da en büyük desteği dostlarından görüyordu. Mine olsun Yelda olsun Buğra olsun Ela ile kardeş kadar yakınlardı birbirlerine. Sadece onlar değil aileleri de harika insanlardı. Nevin Hanım belki yeğeniyle bir başına kalmıştı ama bu sevgi dolu insanlar sayesinde kocaman bir aile olmayı da başarmışlardı. Bu akşam da Yelda ve Emre'nin kutlama yemeği vesilesiyle bu aile sıcaklığını yeniden hissedeceklerdi.
........::::::::____::::::::........
Ela ile Mine kafa kafaya vermiş zeytinyağlı sarmalarla dolmaları patlatmadan düzgün bir şekilde tabağa yerleştiriyordu. Bugün bu yemekte bulunan herkesin gözdesi olacak olan bu tabakta kuru patlıcan dolmasından ebegümeci sarmasına kabak çiçeği dolmasından lahana sarmasına kadar birçok çeşit bulunuyordu. Herkesin beğenisi göz önüne alınıp çeşitler ona göre çoğaltılmıştı yani.
Mine aşırdığı sarmalardan birini kendi ağzına diğerini de Ela'nın ağzına atarken Nevin Hanım yanlarına gelmiş ve "Benim işim bitti kızlar! Anlaştığımız gibi tatlılar ve mutfak toparlaması size ait. Ben misafirlerimiz gelene kadar odama dinlenmeye gidiyorum" demişti. Ela bu sözleri duyar duymaz elindeki işten sıyrılıp hemen doğruldu. Teyzesinin önlüğünü yanağına tatlı mı tatlı bir öpücük kondurarak çıkardıktan sonra da "Ellerine kollarına sağlık Nevin Sultan!" dedi. Herkesin ellerine sağlıktı aslında.
"Sizin de ellerinize sağlık güzel kızlarım benim. Hadi bakalım devir teslim de tamamlandığına göre size kolay gelsin"
"Sağ ol teyze"
"Teşekkürler Nevin abla sana çıraklık etmek onurdu"
Mine'nin muzurca göz kırpışına "Deli kız!" diye karşılık veren Nevin Hanım gülümseyerek yanına gitti ve saçına bir öpücük kondurdu. Mine ise göğsüne sokulduğu Nevin Hanım'ın kollarında adeta kaybolmuştu. Minicikti zaten. Nevin Hanım yanağını okşadığı Mine'ye "Sen bugün rüştünü iyice ispat ettin tatlım inan çıraklıktan çıkıp şefliğe terfi edişini mutlulukla izledim" deyip onun gönlünü hoş ettikten sonra kızları yalnız bırakıp mutfaktan çıktı. Nevin Hanım basamakları ağır ağır çıkarken attığı adımların sesleri de gittikçe azaldı. Mutfakta yeniden tencere sesleri ve kesme tahtasında doğranan malzemelerin ritmi hâkim olmuştu.
Ela haşladığı patatesleri süzgeçli büyük bir kaba boşalttığında sıcak suyun buharı aniden yüzüne doğru hücum etti. Refleksle başını geri çekti ve gözlerini kırpıştırdı. Yine dalgınlık etmişti. Mutfaktayken şu buharın ansızın yüzüne çarpması her defasında onu hazırlıksız yakalardı. Alışamamıştı bir türlü. Yüzünü buruşturdu ve elinin tersiyle saçlarının alnına yapışan birkaç telini geriye itti. Ardından dikkatlice süzgeci sallayarak patateslerin suyunu iyice süzdü.
Süzgecin içindeki patatesleri başka bir kaba boşalttığında mutfağa yoğun ama bir yandan da çok hoş bir koku yayılmıştı. O sırada Mine hazırladığı kremayı mikserle çırpıyor arada sırada yanındaki kaşıklardan birini alıp bu karışıma daldırarak tadına bakıyordu. Tabii konuşmadan sohbet etmeden bu işler de bitmek bilmezdi.
"Sen patatesleri kerevizle mi haşladın Ela?"
"Kursta öğrettikleri gibi haşlarken içine bir tane de küçük kereviz koydum. Ne oldu?"
"Ne olacak hayatım? Mis gibi koktu!"
Duyduğu şey Ela'yı mutlu etmişti. Mine böyle diyorsa demek ki doğru yoldaydı. İkisi de o anki işlerine geri dönünce aralarında sessizlik yaşanmıştı. Dışarıdan bakıldığında sıradan bir sessizlik gibi görünse de aslında her ikisinin de aklında dolanan bambaşka şeyler vardı.
Mine ne düşünüyordu bilinmez ama Ela'nın zihninde beliren görüntü biraz huzursuz hissetmesine neden olmuştu. Dün gece bir rüya görmüştü. Anlam veremediği ama içten içe irdelemesi gerektiğini hissettiği bir rüya... O rüyada gördüğü detayları ansızın hatırlayınca boğazında bir düğüm olduğunu hissetti. İçindeki sıkıntıyla elindeki malzemelerle uğraşmayı bıraktı ve ellerini tezgâha dayadı. Mine'ye söylesem mi söylemesem mi ikileminde kalmışa benziyordu çünkü vereceğini cevabı arkadaşını tanıdığı için biliyor gibiydi. Mine baktı kasvetli şeyler anlatıyor kesin "Aman rüya işte salla gitsin!" diyecekti.
Buna rağmen Mine'ye doğru döndü ve tedirgin bir ses tonuyla dün akşam çok garip bir rüya gördüğünden bahsetti. Onu duyunca Mine işini gücünü bırakıp hemen arkadaşına yöneldi. Her ne gördüyse bu onu etkilemişe benziyordu çünkü Ela öyle gördüğü her rüyaları anlatan biri değildi. Mine halini tavrını gözlemleyerek ne gördüğü sorduğunda Ela tam ona rüyasını anlatmaya başlıyordu ki kapı zilinin çalmasıyla mecburen susup "Kim geldi acaba?" diyerek ellerini sile sile mutfaktan çıktı. Mine yüzünü asmıştı ve aklına gelen kişi sebebiyle de arkadaşının ardından seslenip "Ay ne olur gelen Buğra olmasın!" diyordu.
"Aşk olsun Mine! Niye öyle diyorsun?"
"Bilmiyorsun sanki! Şimdi gelir yaptığımız her şeye burnunu sokar. Sarmaları ortasından alıp bütünlüğünü bozar... "Bu fazla tuzlu bu çok yağlı" der. Ha bir de şu cânım mezelere "Aman ne uğraştınız ya yok muydu anam babam usulü bir yemek? Bunlarla mı karın doyacak?" der kiii... demezse içinde kalır zaten o etoburun! Of ya bütün hevesimizi kursağımızda bırakır şimdi o uyuz!"
Ela arkadaşının söylediklerine gülerek "Yapmaz diyemedim biliyor musun? Böyle durumlarda hiç koruyamıyorum arkadaşımı" derken kapıyı açmış ve Yelda ile göz göze gelince ikisi de aynı anda çığlık atarak birbirine sarılmıştı. Bu acayip sesler de mutfakta olan Mine'yi hepten meraklandırmıştı. Ne oluyordu be!
Elindekileri apar topar tezgaha bırakıp "Ne oluyor arkadaşım adam mı boğazlıyorsunuz?" diyerek mutfaktan çıktığında o da Yelda'yı bu kadar erken görünce çok şaşırmıştı. Bir çığlıklı kucaklaşma da onlar yaşarken Nevin Hanım'ın sesleri duyarak gelmesiyle toparlanıp gülüşerek içeriye girdiler. Kadın dinlenemedi sayelerinde.
Yelda'yı içeri alıp mutfakta soru yağmuruna tutan kızlar bir yandan onu dinleyip bir yandan da hazırlıklarına devam ediyorlardı. Ela haşladığı patateslere hazırladığı özel baharatlı karışımını ekledikten sonra tırtıklı sıkma torbasıyla fırın tepsisine sıkmaya başlamış yanına gelen Yelda da konuşmasını kesip ne yaptığına bakarak "Nereden öğrendiniz kızım bunları? Şahane fikirmiş he!" demişti.
Çikolata çanaklarına kahveli ve hindistan cevizli kremalar sıkan Mine hemen lafa girip "Senin düğün hazırlıkları bahanesiyle sürekli kaçtığın yemek kursunda öğrendik hanımefendi!" diyerek Yelda'ya şakayla karışık burun kıvırdı.
Kızlar bazı zamanlar kendi aralarında anlaşıp keyifli olacağı gerekçesiyle kurslara yazılıyorlardı. Tek bir şartları oluyordu o da bu kurslara aynı anda başlayıp aynı anda da bitirmek zorunda olmalarıydı. Bu defa Yelda yan çizmiş ve yemek kursuna düzenli olarak sadece Mine ile Ela gitmişti. Neyse ki Yelda'nın evlilik gibi geçerli bir nedeni vardı da kızlar onun üzerine "Bizi niye yalnız bıraktın bakalım" tadında gitmiyorlardı.
Ela'nın yanına geçen Yelda kavanozdan kuru yemiş alıp "Artık benim yerime de o kursa Emre devam edecek galiba. Ben anladım ki yapmaktan ziyade yeme de daha başarılıyım" dedikten sonra üçü de gülerken Ela'ya dönüp "Akşam kimler geliyor Ela? Dökül bakalım davetli listesini..." diye sordu. Oo! Kimler gelmiyor ki?
"Davetlerin vazgeçilmez konukları olarak Hulki amcam ve Nezoş'um kesin gelecek. Ferda teyze ile Buğra da gelecek ama Tamer amca gelemiyor çünkü arkadaşlarına önceden verilmiş sözü varmış. Erken dağılırlarsa belki kahve servisine yetişir ama yine de zor gibi"
"Ferda teyze bu hazırlıkları görünce sakın yine başlamasın "Ah aah! Allah bana da Ela gibi bir gelin nasip etsin" demeye... Nevin ablaya habire laf atıp duruyor zaten"
"Yelda!"
"Ne kızıyorsun kızım? Seni o meymenetsiz oğluna almadan rahat yok ona. Allah gecinden versin ama iki gözü de açık gidecek senin yüzünden. Ay yazık ya! Kadından da pek tatlı lokum gibi kaynana olur ama oğlu öküz yapacak bir şey yok. Zaten ya anası lokum oluyor ya da oğlu... İkisini bir arada bulmak için şansın dibine vurmak lazım herhalde"
"Yelda saçmalama Buğra ile kardeş gibiyiz biz öyle bir şey olması mümkün değil! Lütfen bu konunun şakasını bile yapmayın. Zaten Buğra da bu tarz konuşmalardan hoşlanmıyor"
"Aa! Diyene bak ya! Kızım siz değil miydiniz zamanında "Kırk yaşında hâlâ bekarsak birbirimizle evleniriz" diyen? Ay dilime taş!"
"O zamanlar on yedi yaşındaydık Yelda ciddi olduğumuzu düşünmediniz herhalde. Bildiğin şakalaşıyorduk işte..."
"Umarım değilsinizdir çünkü seni o Buğra'nın yanında karısı sıfatıyla görürsem fenalık geçiririm"
"Merak etme böyle bir şey asla olmaz"
Bu diyaloglar olurken suskun kalan Mine de mutfağın diğer ucunda sessizce çalışmaya devam ediyordu. Ela'nın söylediklerini dinlerken kızgın olsa da Buğra için üzülmüştü. Özellikle de Ela'nın "kardeş gibiyiz" sözleri içini sızlatıyordu. Buğra'nın ki tam manasıyla karşılıksız bir aşktı ve bunu bildiği halde Ela'dan vazgeçemiyor bile bile kendisine acı çektiriyordu. Mine onu çok iyi anlıyordu çünkü onun da durumu Buğra'dan pek farklı değildi doğrusu. Karşılıksız aşkın ne demek olduğunu en az onun kadar iyi bilirdi yani.
Mine canı sıkkın bir halde kremalarını doldurduğu tartları süslerken Ela da aklına gelen diğer konuklar sebebiyle bir hayli heyecanlanıp Yelda'ya "Bu arada Elçin ile Tolga Bey de bu akşam bize katılacak. Gelirken sizin düğün fotoğraflarınızı da getirecekler" dedi. İşte bu harika bir haberdi!
Yelda kendine doğru çektiği sandalyeye oturup kollarını masanın üzerinde kavuşturdu. "En sevdiğim fotoğrafçım! İyi yapmışsınız aferin" derken gözlerinde yaramaz bir parıltı vardı. Ardından sanki ciddi bir strateji toplantısındalarmış gibi gözlerini kısıp sözlerine devam etti. "Demek takımın beyni uzaklarda olsa bile hâlâ onun aurası altındasınız... Takdir ettim" dediğinde bir an aklına düşen isim kafasını bulandırdı çünkü Elçin diye birini tanımıyordu.
Kızlara doğru tuhaf tuhaf bakıp içinden "Fotoğrafçım ve Elçin adlı bir kadın... Tehlike çanlarının sesini bir tek ben mi duyuyorum?" der demez dile gelip "Bu arada Elçin kim? Fotoğrafçımın kız arkadaşı falan mı Allah korusun!" dedi Ela'nın ya da Mine'nin "Hayır!" demesini umarak. Başından beri Tolga ile Ela'yı çok yakıştırıyordu da ondandı bu telaş. Göz göre göre favori çift adayının harcanmasını istemezdi doğrusu.
"Hayır değil"
"Allah'ıma şükürler olsun! Kim peki?"
"Tolga Bey'in en yakın arkadaşının nişanlısı. Aynı zamanda da çekimlerinde yer alan modellerden biri"
"Ne tuhaf... Kıza bilenecekken bir anda bağrıma basasım geldi"
"Niye?"
"Tehlike arz etmiyor çünkü"
Ela ne demek istediğini anlayamamıştı. Niye tehlikeli olsun ki? Bu Yelda da bir hoştu. Ela tam tebessüm edecekken vereceği bir diğer bilgi sebebiyle keyifsizleşti ve "Ama Buğra onlardan... Daha doğrusu Tolga Bey'den pek hoşlanmıyor. Hatta hiç hoşlanmıyor bu yüzden ona geleceğini bile söyleyemedim" dedi. Söylemiş olsa Buğra kesin o adam oradayken kendisinin o eve ayak basmayacağını söyler sonra da Ela ile Tolga'yı aynı çatı altında düşünüp düşünüp evde saçını başını yolardı.
Yelda bu duyduğuyla tek kaşını kaldırıp "Düğünümde yaptığı münasebetsizlik sebebiyle ben de Buğra'dan hoşlanmıyorum ne var bunda? Ayrıca gün intikam günüdür! Madem bizim düğün sabotajcısı ondan hoşlanmıyor o zaman fotoğrafçımın direkt Buğra'nın karşısına oturmasını sağlıyoruz. Planı bozanı yakarım!" dedi. Buğra'yı yemek boyunca diken üstünde oturtmaya kararlıydı yani.
Ela düşünceli bir halde çilekleri doğrarken Mine de sessizlik yüzünden ona Yelda gelmeden önce rüyasını anlatacağını ama unuttuklarını hatırlattı. Ela bu duyduğuyla çilek doğramayı bırakıp hemen kızlara dönmüştü. Mine ve Yelda anlatması için sessiz kaldığında Ela bir an rüyasını düşünüp "Önce rengârenk bir lunapark gördüm. Ardından bilmediğim bir evde eski bir piyanonun tuşlarına basıyordum. Sonra da..." dedikten sonra hafif heyecanlı bir edayla derin bir nefes alarak durdu. Bunu fark eden Yelda önce Mine'ye sonra da Ela'ya bakarak "Ve ne?" dedi. Ezelden beri lafı merak ettirecek şekilde kesmelerine sinir oluyordu zaten.
Ela arkadaşına bakıp rüyasında gördüğü kişiyi daha doğrusu Tolga'yı düşündü ve kızlara kim olduğunu söylemeden "Bisikletimin yanında biri vardı ama yüzünü seçemediğim için kim olduğunu anlayamadım. Hatta onunla aynı şemsiyenin altında oldukça... Yakın duruyorduk. Çok garipti. Yağmur yağıyordu ama biz bunu umursamıyor gibiydik. Üzerimdeki askılı kıyafete rağmen merdivenli bir kapı önünde onunla dans etmeye başladım. Saçlarım aynı eski nostaljik filmlerdeki aktrisler gibiydi. O da çok şıktı" dedi. Rüyaya bak sen!
Mine ile Yelda göz göze gelip birbirlerine imalı bir şekilde sırıtınca Ela da utanıp hemen lafını toparlayarak yüzünü düşürdü ve "Sonrası kötüydü. Karanlık bir koridorda koşarak birinden kaçıyordum. Tam sona gelmiştim ki birinin arkamdan ateş ettiğini gördüm. İçimde büyük bir korku hissederek uyandım" dedi. Hoppala! Rüya niye böyle sevimsizce bitiyordu ki?
Sessizlik olmuştu ama sonra Mine gayet sakin bir tavırla "Elacığım sanırım üstün açık kalmış" diyerek Ela'nın yaptığı pürenin tabakta kalan kısmını sıyırmaya başladı. Tam da Ela'nın tahmin ettiği tepkiyi vermişti. Ela düşünceli bir şekilde işine devam ederken Yelda da telefonuyla rüyasının anlamlarına bakıp kızlara da tek tek ne bulduysa söylemeye başladı.
"Eliniz işinizde kulağınız da bende olsun. Rüyasında lunaparka gittiğini gören kişi kendisi için zor da olsa bazı kimseler ile yol ayırımına girerek vedalaşmak zorunda kalacak. Fakat ne kadar isabetli bir karar aldığını ancak sonradan fark edecektir diyor"
"Ne demek bu şimdi?"
"Nereden bileyim Ela? Umarım o kişiler biz değilizdir. Gerisi teferruat zaten"
"Ee! Başka ne buldun?"
"Rüyada yağmur yağarken elinde şemsiye görmek rüyayı gören kişinin çok zor bir duruma düşmesiyle ona büyük destek sağlayacak iyi bir arkadaşı olduğuna yorumlanır. Hoop! Bu arkadaş ya ben ya da Mine... Ne oluyor ya?"
"Dans etmek ne peki? Hoş bir şey olsa gerek"
"Rüyada yapılan dans musibettir"
"Musibet mi?"
"Rüya sahibi kiminle dans ederse o kimse ile musibetleri ortak olur. Dans hatalı düşünceler duygular yüzünden gelecek sıkıntı olarak yorumlanır. Rüyasında dans ettiğini gören kimse güç durumda kalır"
"Yelda tamam istemiyorum bütün enerjimi yok ettin. Lütfen artık devam etme"
"Dur ya şunları da söyleyeyim. Rüyada koşarak kaçtığını görmek aklını kullanarak bütün sorunların üstesinden gelmek ve hepsine çözüm bulmak olarak yorumlanır"
"Neyse en azından iyi bir şey söyledin"
"Piyano görmek de yakında güzel bir olay gerçekleşecek ve beğendiğiniz kişinin kalbini kazanacaksınız demekmiş. Vay! Kimmiş o beğendiğin kişi Ela? Valla öğrenmeden bırakmam. Ben burada yokken bir şeyler mi kaçırdım yoksa?"
"Kimse değil uğraşma benimle! Sen devam et rüya güzelleşmeye başladı"
"Son olarak rüyada görülen silah düşmana galip gelip zafer kazanmaya kuvvete ve kötüyü def etmeye işarettir. Kurşun görmek ise iş yaşamında bazı başarısızlıklara ve mağlubiyetlere uğrayacağınızın çevrenizde bulunan insanlara dikkat etmezseniz de ihanete uğrayacağınızın belirtisidir diyor bu şom ağızlı yorumcu!"
Ela bu yorumlar sebebiyle morali bozulmuş halde bulaşık makinesini doldururken istemsizce kaşlarını çatmıştı. Yanına yaklaşan Mine ise arkadaşının üzüldüğünü anlayıp elini onun omzuna atarak "Hâlâ üstünün açık kalmış olabileceği konusunda ısrarcıyım. Bence kafana takacağın şeyler değil Ela... Rüya sonuçta" dedi. Mine böyle diyordu ama gerçekleşme ihtimali de yüksek olan bir rüyaydı bu. Ela zoraki bir gülümseme ile Mine'ye bakıp haklı olabileceğini söyledikten sonra ortalığı toparlamaya devam etti. Biraz kafasını dağıtsa iyi olacaktı.
........::::::::____::::::::........
Tüm hazırlıklar bittikten sonra üstlerini değiştirip aşağıya inen kızlar Ferda Hanım ile Buğra'yı salonda görünce selam vererek hemen yanlarına gittiler. Ela önce "Yine çok şıksın Ferda teyzem inci kolyene bayıldım. Sana da çok yakışmış" dediği Ferda Hanım'ın elini öpüp sarılmış sonra da sırasını Mine'ye devrederek Buğra'nın yanına geçip "Hoş geldin" diyerek yanağına kısa bir öpücük kondurmuştu. O anlarda Mine de aralarındaki sorun belli olmasın diye Buğra'ya usulen selam verip koltuklardan birine geçti.
İki yakın arkadaşın arasındaki soruna rağmen hoş bir sohbet başlamıştı. Tabii o sırada Buğra uğraşmadan duramadığı Yelda'nın kendisine karşı olan ters bakışlarına gayet laubali bir şekilde karşılık verip onu daha da kızdırmaya çalışıyor ve bundan da büyük bir keyif alıyordu. Bir gün Yelda'nın elinde kalacaktı ya bakalım o gün hangi gün olacaktı.
Buğra su almak için mutfağa giderken çalan kapı zilini duyunca yön değiştirmiş ve içeriye doğru bakıp "Ben açarım!" diye seslenmişti. Oops! Birazdan kendisini kötü bir sürpriz bekliyordu. Kapıya yaklaşıp açtığında önce Hulki Bey ile Nezaket Hanım'ı görüp neşelense de hemen arkalarında duran Elçin ve Tolga yüzünü asmasına neden olmuştu. Onlar da gelirken yolda Hulki Beylere rastlamış birlikte sohbet ede ede gelmişlerdi. Buğra içinden "Nereden çıktı bunlar!" diye geçirirken bir şey demesine fırsat kalmadan yanlarına gelen Nevin Hanım ile Ela misafirlerini gayet hoş bir şekilde karşılayıp içeriye davet ettiler.
Henüz kapı kapanmamıştı ki Yelda'nın eşi Emre de geciktiği için özür dileyerek hemen arkalarından yetişti. Hoş geldiniz beş gittiniz durumları vuku bulurken Buğra da köpürmüş bir halde suyunu almaya gidiyordu. Gerçekten fıttıracaktı! Bu adam neden sürekli Ela'nın etrafında dolanıyordu anlamıyordu ama artık bu durumdan ciddi ciddi rahatsız olmaya başlamıştı. Daha dün bir bugün iki... Evlerine gelmek de ne demekti canım!
O anlarda Nevin Hanım da kendisine elindeki zarif çiçeği uzatan Tolga'ya dikkatle bakıp simasının neden kendisine tanıdık geldiğini düşünüyordu. Bu genç adamın küçüklüğünü bildiği içindi belki de. Aslında şu an onu tanımaması davetin selameti açısından iyi olmuştu. Çiçeği eline alıp son derece güler bir yüzle "Teşekkür ederim ne kadar incesiniz. İçeriye buyurun lütfen" dediğinde hep birlikte salona geçtiler.
Ela ile Mine geri de kalmış biri çiçekleri vazoya koyarken diğeri de misafirlerin getirdiği şık paketleri mutfağa götürmüştü. Geri döndüklerinde ise boş buldukları yerlere geçip oturdular. Nevin Hanım'ın önderliğinde hoş bir sohbet ortamı oluşurken Ela'nın bakışları da ister istemez Tolga ile çakışıyor ve bu olur olmaz da rüyasını hatırlayıp hemen gözlerini üzerinden çekiyordu. Onların bu hali Yelda'nın gözünden kaçmamıştı. Aralarında bir şey olduğunu düşündüğü için ikisini kuşkuyla süzerken de bu mini dedektifçilik Tolga'nın yanında getirdiği düğün fotoğraflarını Yelda'ya uzatmasıyla aniden son bulmuştu.
"Umarım arzu ettiğiniz gibi olmuştur"
"Olmuştur tabii. Senin elinden kötü fotoğraflar çıkması mümkün mü hiç?"
Yelda sözünü Buğra'ya kinayeli bir şekilde bakıp "Vizyonun var bir kere!" diyerek sonlandırınca ses tonundan ve mimiklerinden ötürü Mine sırıtmış Ela arkadaşına gülmesin diye dirsek atmış Buğra ise kendisine çarpılan lafla sinir olmuştu. Yelda'yı tanıyan herkes bilirdi ki orada resmen Buğra'ya "O vizyonlu sen de vizyonsuzsun!" demek istemişti. Allah Buğra'ya bu gece sabır versin kim bilir daha ne sözler işitecekti Yelda'dan.
Yelda paketi heyecanla açıp düğün fotoğraflarına tek tek bakıyor resimlere hayran kaldığı da gözlerinden alenen okunuyordu. Ne yalan söylesin beğeneceğini biliyordu ama bu kadar da iyi olacaklarını tahmin etmemişti. Adam resmen beynini okumuşçasına istediği her detayı kare kare fotoğraflamıştı. Bu beğenisini de Tolga'ya minnettar bir şekilde bakıp "Sadece bizi değil gördüğün her ince ayrıntıyı da çekmişsin. Bunlar gerçekten mükemmel! Sana ne kadar teşekkür etsem az" diyerek belli edince Tolga da eğer memnun edebildiyse çok mutlu olacağını söyledi. Memnun etmez mi hiç? Yelda gibi kusursuzluk arayan biri için Tolga'dan iyisi bulunamazdı herhalde.
Resimler elden ele gezinirken fotoğraflarda bir tuhaflık fark eden Yelda yanında oturan Mine'ye eğilerek sessizce "Resimlerdeki ince detayı sen de fark ettin mi?" diye sordu. Mine fark etmemiş gibi dikkatli bir şekilde bakarken daha fazla dayanamayan Yelda da heyecanla "Hepsinin bir köşesinde Ela var. Bundan bir anlam çıkarmalı mıyız? Ay! Bence çıkarmalıyız" dedi. Öyleydi gerçekten. Ela resimlerin bir çoğunda illaki kıyısından köşesinden gözüküyordu. Hem de öyle denk gelme gibi de değil. Resmen gülüşünün ya da bakışının güzelliği ölümsüzleştirilmek istenmiş gibiydi.
Bu sırada Nevin Hanım herkesi sohbetlerine sofrada devam etmek için bahçeye davet etmişti. Ayaklanan Yelda gitmeden önce muzurluk edip Ela'ya imalı bir gülümseme göndermiş ve Emre'nin koluna girerek öyle çıkmıştı dışarıya. Sadece o olsa yine iyiydi çünkü aynı imalı gülüş Mine'den de gelmişti. Neden böyle yaptıkları Ela tarafından anlaşılamamıştı ama görünen o ki Tolga'nın çektiği fotoğraflardaki Ela detayı kızların radarına fena halde yakalanmıştı. Hâl böyleyken de Ela ile uğraşmadan duramazlardı elbet.
Herkes masadaki yerlerini alırken tam da Yelda'nın istediği gibi Buğra mecburen Tolga'nın tam karşısındaki sandalyeye denk gelmişti. Durumun memnuniyetsizliği yüzüne vurmuşçasına bir ifade takınarak peçetesini açıp kucağına koyarken Yelda da ona doğru sinsi sinsi gülüyordu. Oh olsun o uyuza!
Düğün muhabbetleri sürüp yemeklerin güzelliği için ev sahiplerine iltifatlarda bulunulurken Buğra'nın gözü Ela'nın yaptığı patatesi tadan Tolga'ya takılmıştı. Onun lokmasını bir süre ağzında gevelediğini ve yuttuktan sonra da su içtiğini görünce biraz da Tolga'yı bozmak için "Yemekler gerçekten harika olmuş ama..." dedikten sonra Ela'ya göz kırpıp "Sanırım Ela'nın patates püresinde bir sıkıntı var çünkü Tolga Bey yutmakta oldukça zorlandı. Halbuki her zaman tam kıvamında yapar. Damaklar arası lezzet uyuşmazlığı herhalde" dedi. Buğra'nın bu yersiz sözlerinden sonra Ela ne yapacağını şaşırmış oldukça da utanmıştı. Neden böyle saçma sapan bir şey söylemişti ki sanki?
Tolga da ne Buğra'dan ne de bir başkasından bu tarz bir şey duymayı beklemiyordu ama kendisinden çok Ela'nın zor durumda kaldığını hissedince hemen toparlanıp çatalını tabağının yanına bıraktı. Bir şeyler söylemeli ve az önceki halinin açıklamasını yapmalıydı. Bu yüzden de Buğra'ya "Aksine... Bence patates püresi kusursuz olmuş" dedikten sonra bakışlarını Ela'ya çevirerek "Sanırım içinde bir miktar da zencefil var" dedi. Ela tahmininin doğruluğuna şaşırmıştı ve bunu da hemen belli ederek tatlı bir tebessümle "Bunu bize kursta öğretmişlerdi. Çoğu kişi bunu pek bilmez. Beni yine şaşırttınız" demişti. Bu "Yine şaşırttınız" kısmı Buğra'nın hoşuna gitmemişti. Başka ne zaman şaşırtmıştı ki?
Buğra'nın buram buram kıskançlık kokan bakışları ikisinin arasında gidip geliyordu. Tolga da bu bakışları fark ediyordu ve ne yalan söylesin Buğra'nın bu tavırları canını sıkmaya başlamıştı. Yine de nezaketen açıklamasına devam edip "Bu tadı oldukça iyi biliyorum. Eşim..." dedi ancak kendisinin de beklemediği bir şekilde duraksama yaşadı. "Eşim" kelimesi bir yumru gibi oturmuştu boğazına.
Ela tüm dikkatini Tolga'ya vermişti ve bu anlarda onun gözlerinin anlık bir şekilde daldığını fark etti. Sanki şu an bu masada değil de bambaşka bir zaman dilimine geçiş yapmış gibiydi. Masadakiler bu geçişi saniyelik bir şey olduğu için fark edemese de Tolga Ela'nın onda hissettiği şeyi birebir yaşamıştı. Neyse ki çok hızlı bir şekilde toparlanıp sözüne devam ederek "Eşim bana üst sınıf bir patates püresi yemek istiyorsan içine biraz da zencefil rendelemelisin derdi. Damağımda yer etmiş bir lezzettir bu" dedi. Dedi demesine de istemeden de olsa masada küçük çaplı bir şok etkisi yaratmıştı. Buğra bu duyduğunu anlamlandırmaya çalışmış Yelda ise gözlerini kocaman açarak Mine'ye kısık bir ses tonuyla "Eşim mi dedi o? Allah kahretmesin! Fotoğrafçım evli miymiş? Ben onu Ela'ya düşünüyordum ya!" deyip hayal kırıklığıyla yeniden önüne dönmüştü. Eşim demişti ya!
Ela da onlardan çok farklı değildi. Sadece tek fark eş detayından ziyade Tolga'nın bunu tonlarken ki hâl ve tavrıydı. Söyledikleri olumsuz şeyler olmasa da Ela'nın içini hüzün kaplamıştı. Hatta hüzün de değildi bu. Acıydı. Sanki Tolga'nın kalbine yerleşmiş olan o tarifi imkansız acıyı derinlerde hissetmişti. Neden böyle olmuştu acaba?
Meraklı yanı yükselmeye başlasa da Tolga'ya asla bu konuda bir şey soramayacağını da biliyordu. Samimiyet dereceleri bu denli özel sorular sormak için uygun değildi çünkü. Tam bu sırada Ferda Hanım da imdada yetişmiş gibi "Eşiniz hanımefendi burada değil sanırım. İzmir'e iş için mi geldiniz?" diye sordu. Ha yaşa be Ferda Hanım! Sen de olmasan kızlar resmen soramadıkları şeyler sebebiyle oturdukları yerde çat diye çatlayacaktı.
Ela bu soru sonrası dikkat çekmemek için suyunu içerken Elçin'in yavaşça Tolga'nın kolunu tuttuğunu fark etmişti. Sanki destek olma amacıyla yapmış gibiydi bunu. Tabii Ela Tolga'nın yaşadığı kaybı bilmediği için Elçin'in neden böyle bir şey yaptığına da bir anlam verememişti.
Ferda Hanım'ın sorusunun ardından Tolga durgun gözlerle bakarken hızlıca toparlanıp gayet normal bir şey söylermiş gibi de eşini birkaç yıl önce kaybettiğini söyledi. Masada sessizlik olmuştu. Tolga kendisine dönen bakışlara aldırmadan bir yudum su içip Elçin ile göz göze geldiğinde de bir sorun olmadığını belli etmek için ona zoraki bir şekilde tebessüm etti. Hüznünü örtmeye çalışan acı bir tebessümdü bu...
Buğra duydukları ile birlikte Ela'nın Tolga'ya karşı olan derin bakışlarını görünce rahatsız olmuş ve ayağa kalkarak "Ben biraz buz getireyim" dedikten sonra da içeri gitmişti. Halbuki Tolga'nın evli olduğunu sandığı anlarda ne kadar da rahatlamıştı.
Tolga herkesin sessizliği karşısında suskunluğu bozup "Kusura bakmayın bu güzel ortamı bu şekilde bozmak istemezdim. Devam edelim lütfen... Nerede kalmıştık? Bu arada zeytinyağlılar da harika olmuş ellerinize sağlık" dedikten sonra Buğra'nın birinin telefonunun çaldığını söylemesi ile de ailesinden bir arama beklediğini söyleyerek izin isteyip içeriye gitti. Ela duydukları gördükleri ve hissettikleri yüzünden üzülmüştü. Buruk bir bakış eşliğinde Mine ile göz göze gelirken Nevin Hanım da Ela'dan ekmekleri tazelemesini ve makarna hazırsa onu da soslayıp yanında getirmesini istedi.
"Benim sevdiğim makarnadan da mı yaptın Nevin abla?"
"Evet Emreciğim sen benim ev yapımı makarnamla domatesli fesleğenli sosumu pek bir sevmiştin diye hatırlıyorum"
"Sevmek ne kelime... Bayılmıştım!"
"Afiyet olsun o halde. Kızlarımla birlikte herkesin sevdiği yemeklerden birer tane yapmaya çalıştık"
Ela içeriye girerken buzları alan Buğra da dışarı çıkıyordu. Anlık bir duraksama yaşadığında Ela önünde adeta geçilmez bir duvar gibi durması sebebiyle "Müsaade etsen de bir geçsem arkadaşım" demek zorunda kaldı. Buğra'nın istemeden açmak zorunda kaldığı yoldan geçip içeriye giderken Buğra da bakışlarıyla Ela'yı takip ediyordu. Tolga da içeride olduğu için baş başa kalacaklar korkusu yaşadığı açıktı. Belki de gidip konuşmalarına engel olmalıydı. Ancak tam Ela'nın ardından gideceği sırada "Buzları getirdin mi Buğracığım?" diyen Nevin Hanım'ın sesi duyuldu. Elinde buzlar varken de "Hayır getirmedim" diyemiyordu ki. Buğra ne yazık ki Ela'nın ardından gitmek isterken masaya geri dönmek zorunda kalmıştı.
"Getirdim Nevin abla"
Ela mutfağa girip makarna sosunu ısınması için ocağa koyduktan sonra ekmek tahtasını ve bıçağı da alarak mutfaktaki ada ünitesinin bulunduğu tezgaha bıraktı. Sosun başına geçip karıştırırken bir yandan da Tolga'nın söylediği şeyleri düşünüyordu. Karısını kaybettiğini söylerken ki yüz ifadesi gözünün önünden bir türlü gitmiyordu. Sanki konuşurken bir yandan da o kaybetme anını gözlerinin önüne getiriyor gibiydi. Ela düğün bitiminde Tolga ile yaptıkları konuşmayı hatırlayınca dalıp gitmişti. Omuzlarındaki yükten kastı bu konuyla alakalı olabilir miydi diye düşünmeden edememişti. O da mı bir kaybın derin yükünü üzerinde taşıyordu yoksa?
Dalgın bir halde dururken bir an bu düşünceleri kovarcasına başını silkeleyip ocağın birini kapatarak haşlanan makarnayı ocaktan aldı. O sırada telefon görüşmesi biten Tolga da mutfağın önünden geçerken Ela'nın makarna ile cebelleştiğini fark edip kapının önünde durmuştu. Bir süre onu izleyip sonra da içeriye "Yardıma ihtiyacınız var mı?" diyerek girip aynı anda da Ela'nın karmaşık düşüncelerinden sıyrılmasına yardımcı olmuştu.
"Teşekkür ederim ama ben hallederim. Makarnayı soslayıp ekmeği doğrayacağım o kadar"
"O halde siz makarnayı halledin ben de ekmekleri keseyim. Böylece masaya daha çabuk döner kimseyi de bekletmeyiz"
"Emin misiniz?"
"Oradan bakınca ekmek doğramayı bilmeyen biri gibi mi görünüyorum?"
"Hayır tabii ki. Ben sadece zahmet olmasın diye düşündüm"
"Olmaz"
"Pekala"
Ela bir yandan sosu karıştırırken bir yandan da Tolga'nın ekmeği kesmeden önce ellerini yıkayıp havlu peçete ile kurulanmasını şaşkınlık dolu gözlerle izliyordu. Hareketlerini istemsizce incelerken içinden de onun ne kadar ince düşünceli biri olduğunu geçirmeden edememişti. Şimdi onun yerinde Buğra olsa kesin ekmeği kalın kalın birkaç parçaya böler paldır küldür de tabağa alarak içeriye götürürdü. Tabii bunu yaparken de çenesi durmaz neden evde o kadar kız varken bu işi kendisinin yaptığı konusunda söylenir dururdu. Kızların ona odun demesi boşuna değildi yani.
Tolga ekmekleri aynı kalınlıkta ve ince ince dilimlerken bir an tebessüm edip "Yanlış mı yapıyorum?" diye sordu. Ela çok utanmıştı çünkü belli ki Tolga kendisine baktığını anlamıştı. Çekingen bir tavırla "O yüzden bakmadım" dediğinde Tolga da bakışlarını ekmekten çekip ona yönlendirerek "Buna sevindim. Açıkçası geldiğimizden beri bakışlarınızı sürekli kaçırınca bana kızgın olduğunuzu düşünmeye başlamıştım" dedi. Kızgın mı? Ama neden kızgın olsun ki?
Tolga büyük ihtimalle Bora'nın yaptığı teklifin ve ısrarın mahcubiyetini hâlâ üzerinde taşıyordu. Bu yüzden de Ela'nın bu ısrarlardan hoşlanmayıp kendisine artık mesafeli davrandığını düşünmüştü. Buğra'nın konu üzerine yanına gelip göz dağı verişini de unutmamak lazımdı. Ela kendisine ve Buğra'ya karşı mesafeli durunca haliyle bu konuşmadan haberdar mı oldu endişesi yaratıyordu.
Ela ne demek istediğini anlamadığı için kızgın olmasını gerektiren bir şey olmadığını söyleyerek sosun altını kapatıp malzemelerini ada ünitesine taşımıştı. Şimdi sos ve makarnanın buluşma vaktiydi. Ela sosu karıştırıp makarnaya bir kepçe döktükten sonra kaşığı kenara bıraktı. Sanki bir şeyler söylemek istiyor ve içsel olarak bunun hazırlığını yapıyor gibiydi.
Ela yanında duran ve kestiği ekmekleri muntazam bir şekilde sepete yerleştiren Tolga'ya baktı. Ellerinin hareketi sakindi ama içinde kopan fırtınayı gözlerinden okuyabiliyordu. Masadaki konuşmanın etkisinden o kadar çabuk çıkamayacağını tahmin etmek zor değildi. Cesaretini toplayabilmek adına derin bir nefes aldı.
Kalbinin hızlı atışlarını bastırmaya çalışarak küçük bir adımla Tolga'ya yaklaştıktan sonra parmak uçlarını hafifçe onun koluna dokundurdu. "Eşiniz için üzgünüm" dediğinde sesi neredeyse bir fısıltı kadar yumuşaktı. İçinde hüzün taşıyan ama aynı zamanda sarıp sarmalayan bir tavrı vardı. Bu yüzden de karşısındakini inciten değil iyileştiren bir cümle olmuştu bu.
Tolga işittiği sözle sarsılmış ve bunu belli etmemek için de büyük bir çaba sarf etmişti. Ama tuhaf olan şu ki Ela onun sessizliğinin bile ne anlama geldiğini çok doğru bir şekilde yorumlayabiliyordu. Onu anlayabildiği için de bir şey demeden önce Tolga'ya biraz vakit tanıdı.
Tolga ise kısacık bir an hareketsiz kaldı. Kendisini toparladığında bakışlarını önce kolundaki ele çevirdi sonra da Ela'nın gözleriyle buluşturdu. Sanki o an her şey durdu. Gürültüler sustu saat durdu dışarıdan gelen konuşmalar kesildi... Şu an kadersel bir an yaşıyor gibilerdi. Belli ki bu konuşma bir gün olmalıydı ve bu da Tolga için en doğru olan kişiyle en doğru cümlelerin bir araya gelişiyle olmalıydı.
Ela kalbindeki düzensiz atış sebebiyle derin bir nefes alıp gözlerini Tolga'nın gözlerinden çekmeden "Sevdiğiniz birini kaybetmenin ne demek olduğunu bilirim. İnsanlara olanları unutmuş gibi yapıp iyi ve güçlü olduğunuzu göstermeye çalışmanın ne kadar yorucu bir şey olduğu da bilirim. Masada herkes bu konu hakkında bir şeyler söylemenizi beklerken soğukkanlılıkla eşinizi kaybettiğinizi söyleyip ardından da "Geçti gitti. Şimdi iyiyim. Her şey yolunda" tebessümünüzü neden attığınızı da bilirim. Hatta kimseye ihtiyaç duymadığınızı söylerken aslında ne kadar yapayalnız hissettiğinizi... Bazen sırf bu yüzden onun yanına gitme arzusu duyduğunuzu da bildiğimi söylememe gerek yok sanırım" demişti.
Ela'nın sözlerinden sonra sessizlik olmuş ve bu süre içinde gözleri hiç ayrılmadan birbirine kenetlenmişti. Bu rahatsız edici bir sessizlik de değildi. Aksine iyileştirici etkisi bulunan bir duraksamaydı. Tolga gerçekten çok etkilenmişti ve söyleyecek bir söz de bulamıyordu. Bir anda Ela'ya karşı olan bakışı bambaşka bir hâl almıştı. Nasıl olur da yeni tanıdığı biri hislerine bu kadar iyi tercüman olabilirdi anlayamıyordu. Ela resmen içini okuyor gibiydi.
Tolga'nın suskunluğu devam ederken Ela kendi acısını hatırladı. Kaybını eksilişini içinde taşıdığı ve kimselere göstermediği o karanlık parçayı. Gözleri nemlenmeye meyil ederken ailesinin kaybını düşünüp aynı tebessümü sık sık kendisinin de attığını söyledi ve hemen ardından da biz sizinle aynıyız dercesine "Görünen o ki omuzlarımızdaki yüklerin birbirinden pek de bir farkı yok gibi" dedi. Sarf ettiği sözler ve acıyla yoğrulmuş ama hislerini perdelemeyi öğrenmiş bu güçlü bakışlar Tolga'nın içine nakış gibi işlemişti sanki.
Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)