Görseller sahnelere uyacak şekilde kesip biçip birleştirilip tarafımdan hazırlanmıştır. Bazen bu dizinin adı ne izlemek istiyorum diyorlar hepsini farklı dizilerden alıp birleştirdim bu oyuncuların birlikte oynadığı tek bir dizi yok diyorum mecburen.
GÜZEL KAÇAK
1.Bölüm İşte şimdi başın belada Şebnem
Zuhal Hanım salonlarındaki koltuğuna kurulmuş saatlerdir cemiyet hayatlarının ele alındığı dergilere göz gezdiriyordu. Ancak kendisini kaptırmış bir halde okumayı sürdürürken bir süre sonra kulağına dikkatini çeken bazı konuşmalar gelmeye başlamıştı.
"Bu defa bir sorun yok öyle değil mi?"
"Her şey yolunda merak etmeyin. Tüm düzenlemeleri Zuhal Hanım'ın isteğine göre yaptık. Elbisenin bu halinin kusursuz olduğunu düşünüyorum. Hümeyra Hanım da yaşanan aksaklıktan ötürü size özürlerini iletmemi istedi"
"Öyle diyorsanız... Alayım o zaman. İyi günler"
"Size de"
Zuhal Hanım bu konuşmaya kulak kabarttıktan sonra elindeki dergiyi diğerlerinin üzerine bırakıp oturduğu yerden kalktı ve salondan çıkıp evin çalışanlarından olan Adviye Hanım'a yaklaşarak "Fısır fısır ne konuşuyordunuz?" diye sordu. Aslında bir şey olduğu yoktu. Sadece modaevinden gelinmiş ve sipariş edilen elbise kusurlarından arındırılmış bir halde adrese teslim edilmişti.
Adviye Hanım durumu açıklamak için "Şebnem Hanım'ın bu akşam giyeceği elbiseyi getirdiler efendim" dedikten sonra kendisine söylenildiği gibi olmasını umarak tedirgin bir tavırla da sözünü "Bu defa elbisenin kusursuz olduğunu söylüyorlar. Hümeyra Hanım size özürlerini iletmiş" diyerek tamamladı. Zuhal Hanım elbise kılıfına şöyle bir bakıp "Bana ver" diyerek Adviye Hanım'ın elinden aldıktan sonra "Özürlerini kendisi iletemediğine göre ya çok önemli işleri olmalı ya da karşıma çıkacak yüzü kendisinde bulamamış olmalı. Neyse ki tek bir hata yaptı diye modacısını değiştirecek biri değilim" dedi ve kızının odasına gitmek için merdivenlere yöneldi.
Zuhal Hanım önünde durduğu odanın kapısını tıklatıp "Şebnem müsait misin?" diye seslendiğinde içeride bir kargaşa yaşanmıştı. Yayılmış bir halde sere serpe oturan Şebnem annesinin geldiğini işitince kendisine hemen bir çekidüzen verip öte beriyi de annesi "Bu ne dağınıklık?" demesin diye hızlıca yatağın altına tıkıştırdı. O sırada annesinin ikinci seslenişi de gecikmemişti.
"Şebnem!"
Hay aksi! Şebnem son parçayı da "Gelebilirsin anne!" diyerek yastığın altına sokuşturup içeriye giren Zuhal Hanım'ın "Akşam için giyeceğin elbiseyi getirdim hayatım" demesiyle de aniden doğrularak "Teşekkür ederim" dedi. Annesinin tuhaf bakışlarından dolayı her şey yolunda gülüşü atmayı da karışan saçlarını düzeltmeyi de ihmal etmiyordu elbet. Zuhal Hanım'ın yüzünde herhangi bir ifade yoktu ama buna rağmen kızını baştan aşağıya incelerken ortamın gerilmesini kolaylıkla sağlıyordu. Yaydığı negatif enerjinin etkisi olmalı.
"Hâlâ saçını ve makyajını yapmamışsın"
"Yaptım"
"Rock konserine değil cemiyete nişanınızı ilan etmeye gidiyoruz"
"Paskalya yumurtasına dönmemi mi istiyorsun?"
"Sadece günün anlam ve ehemmiyetine uyacak zarafette ince bir zevkin olduğuna inanmak istiyorum. Hadi acele et vakit azalıyor"
"Anne biraz konuşabilir miyiz?"
"Hangi konuda?"
"Bu evlilik biraz aceleye geliyor gibi hissediyorum ve..."
"Şebnem bu konuda babanın tavrını biliyorsun. Ayrıca son dakika sürprizlerinden de hiç hoşlanmaz. Yani kendini bir an önce bu evliliğe alıştırsan iyi edersin"
"Alıştıramam çünkü Okan beni deli ediyor!"
"Konuşmana dikkat et! Hem daha önce hiç de böyle söylemiyordun. Hani Okan çok yakışıklıydı? Hani girdiğiniz her ortamda karizmasıyla tüm dikkatleri sizin üzerinize topluyordu? Bundan etkilenmişe benziyordun. Şimdi ne değişti kızım?"
"Dış görünüşüne aldanmışım"
"Demek dış görünüşüne aldandın ve şimdi de vazgeçmek istiyorsun"
"Evet anne lütfen babamla konuşup onu ikna et. Okan ile evlenemem ona bir dakika bile tahammül edemiyorum"
"Babanla konuşup bu evliliğin olamayacağını söyleyerek onu ikna etmemi mi istiyorsun?"
"Evet"
"Kızımın düğünü için bıçak altına yatarak burnumu kaldırtıp yüzümü gerdirdim. Baban Okan'ın babasıyla prensipte anlaştı ve düğünden hemen sonra şirketleri birleştirmeye karar verdiler. Bu da bizi ne kadar zor bir durumdan kurtarıyor biliyorsun. Ama şimdi tam her şey olması gerektiği gibi ilerlerken bizim küçük şımarık kızımız ailesinin tüm bu çabalarını görmezlikten gelerek vazgeçmek istiyor öyle mi? Unut bunu Şebnem çünkü o nikâh öyle ya da böyle olacak. Sakın bu gece babanı kızdıracak bir harekette bulunmaya da kalkma"
"Ama anne!"
"Yüzüğünle de oynamayı kes doğru düzgün tak şunu!"
"Tamam taktım"
Zuhal Hanım kızının dalga geçer gibi alyansını işaret parmağına takmasına sinirlenmemeye çalışsa da buna engel olamıyordu. Şebnem ise kendisine dönen sert bakışlara karşılık bu nahoş havayı yumuşatmak için annesine şirince bakıp "Şu an kızdın mı yoksa sakin misin? Yüzünde mimik olmadığı için anlayamıyorum da" deyiverdi. Bu dediği doğal olarak Zuhal Hanım'ı daha da çok kızdırmıştı. Bunun neticesinde de gözlerini kızına dikip "Küstah!" dedikten sonra hazırlanması için acele etmesini söyleyip kapıyı çarparak odadan çıktı. Kızmış demek ki.
Şebnem annesinin ardından keyifsizce yatağının ucuna oturdu. İçindeki sıkıntı öyle böyle değildi. Hele bir de bütün geceyi Okan kazuletinin kolunda zoraki zoraki gülümseyip arz-ı endam etmek mecburiyetinde kalarak geçireceğini bilmek canını daha da fazla sıkıyordu. Yatağın üzerindeki elbise kılıfına şöyle bir bakıp onu kendisine doğru çektikten sonra fermuarını açtı ve giymesi istenilen elbiseye baktı. Elbiseyi görür görmez yüzü ekşimişti.
Askısındaki elbiseyi çıkarıp memnuniyetsiz bir tavırla "Iyyy... Yeşil renkten nefret ederim. Ee! Okan'dan da nefret ederim. Sanırım tüm bunları nefret edeceğim bir hayata ayak basmak üzere olduğumun bir işareti olarak kabul edebilirim" dedikten sonra elbiseyi yeniden yatağın üzerine bıraktı. Hemen ardından da yatağına uzanıp ayaklarını sallaya sallaya düşünmeye başladı. Bu evlilikten ve dolayısıyla da Okan'dan kurtulmalıydı. Ama nasıl?
"Buldum! Madem ben onu bırakamıyorum o zaman o beni bırakır. Gerçi ben de bırakılacak kız değilim ama yapacağız artık bir şeyler..."
●●·٠●●٠·˙
Fikret Bey eve gelip hazırlandıktan sonra eşi ve kızıyla birlikte limuzinlerine geçerek evden ayrılmıştı. Anne ve babası konuşurken Şebnem de dalgın bir halde camdan boş boş bakarak akıp giden yolu izliyordu. Kısa bir süre sonra da oldukça görkemli olan bir malikânenin önünde durdular.
Hanımların arabadan inmesine yardım edildiği an Okan karizmatik bir tavırla yanlarına gelip "Hoş geldiniz" diyerek Fikret Bey'in elini sıkıp Zuhal Hanım'ın da elini öperek "Her zamanki gibi yine çok güzel görünüyorsunuz Zuhal Hanım" dedi. Zuhal Hanım gülümseyip Okan'a çok zarif olduğunu söylerken Şebnem de muzur bir ifadeyle bu "Kibarlıktan öleceğim" adlı gösteriyi izleyip bir yandan da etrafa bakınıyordu.
Zuhal Hanım koluna girdiği Fikret Bey ile birlikte içeriye geçerken Okan da Şebnem'in elini tutup parmak uçlarını öperek "Yeşil sana çok yakışmış elbisenin içinde ışıldıyorsun" dedi. Bunları söylerken de o kadar samimiyetsizdi ki büyük ihtimalle Rezzan Hanım yani annesi ona Şebnem ve ailesi geldiğinde şunları söyleyeceksin diye bu iltifatları zorla ezberletmişti. Şebnem de usulen ona iltifat etmek için baştan aşağıya bakıyordu ama takım elbise giymiş olsa da kazulet kazuletti işte! Ne demiş büyüklerimiz eşeğe altın semer de vursan eşek yine eşektir. Boşuna denmemiş bu laflar öyle değil mi?
Tek kaşını kaldırıp elini de yavaşça Okan'ın elinden kurtaran Şebnem aynı anda da dilini tutamayıp "Öyle mi? Ben ise yeşili pek sevmem bana cenazeleri hatırlatır" dedi ve kendi kendisine de sessizce "Halimi düşünecek olursak aslında duruma çok uygun bir renk seçimi olmuş" diye söylenerek yürümeye başladı.
"Şebnem!"
Şebnem gözlerini devire devire yürürken Okan'ın kendisine sert bir şekilde seslenişiyle aniden durmuştu. Şu an kibarlığın su koy verdiği anlardayız gibi görünüyordu. Sesin geldiği yöne doğru dönen Şebnem kendisine yaklaşmaya başlayan Okan'ın kolunu uzatarak "Nereye gittiğini zannediyorsun sen? İçeriye beraber girmeliyiz" demesiyle ona bakıp kalmıştı. Şebnem bir ona bir de koluna bakıp mecburen elini Okan'ın koluna dolayarak içeriye girdi. O an başka şansı yoktu çünkü.
Okan'ın anne ve babasıyla selamlaşıp salona geçerken Şebnem'i kolundan sertçe tutup durduran Okan kaşlarını çatarak ağzına doğru bakıp "Lütfen bana ağzındakinin sakız olmadığını söyle!" dedi. Oops! Kızmışa benziyordu. Hmm... Şebnem bunu söyleyemezdi çünkü ağzında çok hoş çilek aromalı bir sakız vardı. Hem de en kocamanından! Şebnem bunu tabii ki de bilerek yapıyordu. Aksi düşünülemezdi çünkü nerede nasıl davranacağını çok iyi bilen bir genç kızdı. Tabii kafası atmadığı sürece...
Şebnem usulen utanmış gibi bir ifade takınıp Okan'ın gözünün içine baka baka ağzında iki tur çevirdiği sakızı eline almış ve ona tebessüm ederek içeriye girmişti. Okan onun neden böyle davrandığını anlayamamıştı ama bu basit tavrından da hiç hoşlanmamıştı. Aman ondan kim hoşlansın acaba!
●●·٠●●٠·˙
Zaman akıp gidiyordu. Neredeyse iki genç ailelerinin yanına çağrılmak üzereydi. Şebnem de bu sırada yakın arkadaşı olan Melis ile üst kata çıkmış durumu kritik ederek aşağıda olanları izliyordu. Birazdan resmen bir tiyatro oyunu sahnelenecekti ve bu ucuz oyunda başrol olmaktan ötürü de fena halde rahatsızdı. Şebnem satış anlaşması gibi görünen bu evlilik saçmalığından kurtulmak için arkadaşından fikir almak isterken bir anda aşağıda beklenmedik bir hareketlenme olmuştu.
Şebnem sesle birlikte aşağıya doğru bakıp ne olduğunu anlamaya çalışırken davetli olan bir hanıma yardım eden Okan'ın sert bakışlarıyla karşı karşıya gelmiş ve ne yapacağını bilememişti. Okan gerçekten çok kızmışa benziyordu çünkü Şebnem'e bakarken gözlerinden alevler fışkırıyordu. Nedeni ise bu davetli hanımın oturduğu yerden ve elbisesinden Şebnem'in ağzından çıkardığı o koca sakızın çıkmış olmasıydı.
"Eyvah... Yandım ben Melis!"
Melis'e hemen döneceğini söyleyip lavaboya doğru giden Şebnem bir süre orada oyalandıktan sonra etrafın yatıştığını düşünüp tedirgince dışarıya çıktı. Çıktı ama tam karşısında da Okan duruyordu. Üşenmemiş çıkana kadar kapının önüne kazık çakıp beklemiş iyi mi! Şebnem biraz ürkmüş gibiydi ama yine de onu kendisinden soğutma planına devam edip alaycı bir gülümsemeyle de "İnsan oturduğu yere dikkat etmeli öyle değil mi?" deyiverdi. Ama Okan gülmüyordu. Aksine şu an sinirine çok zor hakim oluyordu.
"Ne yapmaya çalışıyorsun sen?"
"Bir şey yapmıyorum"
"O sakızı neden oraya koydun Şebnem?"
"Bir nedeni yok"
"Demek yok!"
"Koyacak başka bir yer bulamadım herhalde"
"Salondaki tekli koltuğun üzerine bıraktığına göre gerçekten de uygun bir yer bulmak konusunda zorlanmışa benziyorsun!"
Okan'ın tahammül sınırları epey zorlanıyordu. Bunu Şebnem'de fark etmişti ve biraz daha ileriye gitmekte de bir sakınca görmemişti. Ancak tam işi şakaya vurup "Ama çok komik değil miydi?" diyerek gitmek isterken aniden kolunda bir acı hissetmişti. Ne oluyordu Allah aşkına!
Okan sert bir şekilde Şebnem'i kolundan tutup kendisine doğru çekmiş ve tehditkar bir ifadeyle de gözlerine bakarak "Her ne yapmaya çalışıyorsan işe yaramadığını ve bundan sonra da yaramayacağını bilmeni isterim. Şimdi gerçek bir hanımefendi gibi koluma girip bu gece ikimiz adına da çok mutlu olduğunu herkese göstermeni istiyorum. Sakın beni ikinci bir uyarı yapmak zorunda bırakma yoksa bu kadar sakin olmam Şebnem!" demişti. Şebnem ne düşüneceğini bilemiyordu. Belli ki bu şekilde de ondan kurtulamayacaktı.
"İçeriye girdiğimde bu söylediklerinin yanı sıra amuda kalkıp halka çevirerek perende de atayım mı? Eğlenceli olur"
"Biz seninle epey eğleneceğiz zaten belli oldu. Sen sadece zamanını bekle!"
"Şimdi de beni alenen tehdit mi ediyorsun? Sen kim oluyorsun da..."
"Nişanlın oluyorum! Yakında da evleniyoruz Şebnem bana sorarsan vaktin varken o uzun dilini kısaltmaya bak yoksa çok sıkıntılı bir evliliğimiz olur"
"Aa! Sen güzel bir evliliğimiz olacağını mı sanıyordun? Gerçi ben seninle evlenmeyeceğim o ayrı"
"Bu konuda söz hakkın olmadığını hâlâ anlayamadın mı?"
"Sanki senin var da!"
Aralarında geçen bu tartışma Melis'in içeriden beklendiklerini ve Şebnem'e de ablası Selin'in geldiğini söylemesiyle yarıda kesilmişti. Selin eşi Robert ile evlendikten sonra yurt dışına yerleşmiş ve kardeşinin bu özel gününü kaçırmak istemediğinden dolayı da bir süreliğine İstanbul'a gelmişti. Keşke Şebnem'in çok sevdiği ablasını görmek için daha güzel bir nedeni olmuş olsaydı ama maalesef ortada böyle bir neden yoktu.
Okan düşünceli bir halde duran Şebnem'e ters ters baktıktan sonra Melis'e de "Geliyoruz!" deyip istese de istemese de kızın elini zorla tutup salona doğru yürütmeye başladı. Salon adamı görünümlü mağara adamı ne olacak!
"Bırak elimi canımı acıtıyorsun!"
"Hareketlerine dikkat et o zaman!"
"Etmezsem ne olur?"
Okan sözlü bir cevap vermek yerine kızın elini canını daha da çok yakacak şekilde sıkıp yürütmeye devam etti. Şebnem beti benzi atmış bir halde davetlilerin arasından geçerken ablasına kurtar beni der gibi bakıyor Okan'da sessizce "Gülümse biraz! Herkes bir sorun olduğunu zannedecek" diyordu. Yahu gelin adayı evlenmeye gönüllü değildi bundan âlâ sorun mu olurdu?
Zoraki bir şekilde gülümseyip Okan ile ailesinin yanına geçen Şebnem ortamda konuşulanları duymuyordu bile. Yanında buzdolabından hallice gibi duran bu donuk adama bakıp tokuşan şampanya kadehleri ve alkış sesleri eşliğinde de nihai bir karar vermişti. Bu evlilik asla olmayacaktı. Hayatını bu şekilde mahvedemez ve bu adamla da bir ömür boyu dip dibe yaşayamazdı. Ölürdü daha iyi!
Etrafına baktığında yanında olmasından mutlu olduğu kimsenin olmadığını fark etti. Tabii Melis ve ablası dışında. Onlar da her zaman yanında olamıyordu. Ablası evine geri dönecek Melis ise okulu yüzünden mecburen uzaklaşacaktı. Geri kalanlara bakıyordu da manzara hiç de iç açıcı değildi.
Aileler nikâhın iki hafta içinde olacağını açıklarken gözleri adeta yuvalarından fırlayan Şebnem de elini sımsıkı tutan Okan'a dehşetle bakıp hızlı hızlı düşünmeye başladı. Gözü de sürekli kapıya doğru gidiyordu. Hemen şimdi buradan kaçıp gitmek istiyordu. Evet tam olarak yapmak istediği şey buydu.
Bu düşünceler arasında gözü babasının kolunda salım salım salınan annesine takıldı. O kadar keyfi yaptırdığı ameliyattan sonra gülümserken zorlanıyor olmalıydı. Kahretsin! Okan ile evlenirse kesin Şebnem'de yıllar sonra böyle bir kadına dönüşecekti. Düşüncesi bile çok korkunçtu.
●●·٠●●٠·˙
Kabus gibi geçen gece nihayet sona ermişti. Herkes vedalaşıp ayrılmış Şebnem de yine kendisini arabanın camından dışarıyı izlerken bulmuştu. Ama bu sefer boş boş bakmıyordu. Aklında bir sürü tilki dolanıyordu. Sonunda ne yapacağına da karar vermişti. İşin aslı bu kararını da hemen bu gece yürürlüğe geçirmişti. Bekleyecek lüksü yoktu çünkü.
Eve girdikten sonra yorgun olduğunu söyleyip odasına çıkarak daha üstünü bile değiştirmeden hemen kendisine küçük olduğunu sandığı büyükçe bir bavul hazırladı. Arkadaşı Melis'i arayıp kendisini belirttiği saatte evin arka çıkışından almasını istedikten sonra da üstündeki yeşil elbiseden kurtularak hemen rahat bir şeyler giydi. Gergindi ama sonunda bu işten kurtulacaktı. Yani inşallah...
Sabaha karşı evden sessizce çıkıp zar zor taşıdığı bavuluyla Melis'in arabasına binerek kimseye haber vermeden gizlice oradan ayrıldı. Annesi gittiğini öğrenince büyük ihtimalle sinir krizi geçirecek babası da çok kızacaktı. Okan deseniz o zaten umurunda bile değildi. Hatta ondan kurtulmanın şerefine bir şampanya da Şebnem patlatabilirdi.
"Nereye gideceksin Şebnem?"
"Bilmemen daha iyi Melis beni bulamayınca ilk seni sıkıştıracaklardır"
"Bu saatte nereye gidebilirsin ki? Hem ben seni merak ederim"
"Sen beni dediğim yere bırak gerisini de düşünme çünkü gayet emin ellerde olacağım"
"Sana yeni bir sim kart aldım. Hemen telefonundakini onunla değiştir. Benim numaram kayıtlı sen de gerekli gördüklerini ekle ve diğerini de kullanma"
"Tamam canım çok sağ ol"
"Şebnem kredi kartlarını da çok ama çok zor durumda kalmadıkça sakın kullanma tamam mı? Bankadan çektiklerini dikkatli harca yoksa seni elleriyle koymuş gibi bulurlar"
"Of! En kötüsü de o ama merak etme halledeceğim"
"Beni sık sık ara lütfen"
"Tamam söz ararım"
●●ERTESİ SABAH·٠●●٠·˙
Melis'in gidişinin ardından bir banka oturan Şebnem yanına geleceğini haber vermek için küçük bir kasabada yaşayan teyzesini aramaya başladı. Teyzesinin yanında olacağını kimsenin tahmin edeceğini sanmıyordu çünkü yıllar önce birbirlerinden kopmuşlardı. Aile Ayla'nın adını dahi anmıyordu çünkü gençliğinden beri yaşadığı alkol problemi herkese illallah ettirmişti. Hatta en son Zuhal Hanım ve Fikret Bey'in düğün töreninde alkolü fazlaca kaçırıp oldukça utanç verici bir konuşmaya imza attıktan sonra noktayı da pastanın üstüne kusarak koymuştu. Hafızalarda çok hoş anılar bırakmamıştı yani.
"Olaaa?"
"Ola mı? Alo olmasın o!"
"Konuş!"
"Benim teyze Şebnem! Acilen yardımın gerek"
"Teyzeyi akraba anlamında mı söyledin yoksa yaşımın geçkin olduğunu ima etmek için bir densizlik mi yaptın sesini henüz birine benzetemediğim boğuk sedalı kız?"
"Teyze sen yine mi içmeye başladın? Ama ben bıraktığını duymuştum"
"Geceleri bir kadeh! Büyütmeyin bu kadar"
"Saat sabahın yedisi!"
"Yedi mi? Bana sarhoş muamelesi yapana bakın! Gece değilse o halde bu tepemdeki yıldızlar da ne?"
"Yıldız derken... Eda orada mı?"
"Eda... Eda... Eda?"
"Kızın olan Eda!"
"Aa! Hatırladım şu sarı saçlı despot kız. Bekle bir sesleneyim. Sedaaaaa!"
"Ne Seda'sı ya! Eda teyze Eda!"
"Tamam canım Eda olsun kızma! Elma dersem çık armut dersem çıkma Edaaaa! Ay gözlerim kararıyor bayılacağım galiba"
"Ne! Teyze adresi ver öyle bayıl! Teyze... Teyzee!"
Teyzesi cevap vermemiş ama telefona bir gümbürtü sesi gelmişti. O an Şebnem'in yüzündeki ifade de görülmeye değerdi. Telefonu kulağından çekmeden "Nasıl ya! Ay inanmıyorum düştü alkolik kadın!" dedikten sonra telefonun kapanmasıyla da tek başına kaldığını anlayıp korku içinde "İşte şimdi başın belada Şebnem!" dedi. Şebnem'in başı belada mıydı bilinmez ama çok yakın bir zamanda başkasının başına tatlı bir bela olacağı kesindi.
Hazırlan Kerem!
Şebnem Çetiner hayatına bomba gibi düşmeye geliyor.
1.Bölümün Sonu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder