28 Şubat 2025 Cuma

Son Mektup / 12.Bölüm (Yazan :NK )

 Evet kelimeler biter bazen ne diyeceğini bilemezsin. 

Ve susarsın...

O suskunluk da her şeyi anlatır aslında...

12.Bölüm : Kaan Atahan :)

Uzun ve rahatsız edici bir sessizliğin ardından ağzımda bir şeyler gevelemeye çalışırken Ahmet Bey farkında olmadan imdadıma yetişerek "Meral... Adınız Meral mi?" diye sordu. Bir umutla ona doğru bakıp adımın bu olduğunu söylediğimde ise utanarak özür dileyip bahsettiği hastanın adının Eda Çetin olduğunu ve belli ki hafızasının bu konuda kendisini yanılttığını söyledi.

Bununla birlikte benim kadar Selim Bey'de o kadar rahatladı ki görmen lazımdı. Ağabeyinin hakkımda söylediği şey ile resmen bembeyaz olmuştu ama bir yanlışlık olduğunu anlayınca da hiç olmadığı kadar rahatladı. Beni hiç sorma çünkü sizi hatırladım dediği andan beri dizlerimin bağı çözük durumda. Buraya gelirken böyle bir şey ile karşılaşabileceğimi hiç düşünmemiştim doğrusu.

Bu tanıyıp tanımama konusu "şimdilik" rafa kalkarken Selim Bey hafifçe kıstığı gözleriyle ikimize bakıp "Siz daha önce şirkette mi karşılaştınız?" diye sordu. Ahmet Bey şaşırarak "Şirkette mi?" derken söze ben girdim ve Selim Bey'in yeni asistanı olduğumu söyledikten sonra da Selim Bey'e dönüp "Ahmet Bey bugün ışıklardan geçerken benim hayatımı kurtardı. Beni tam zamanında yakalamasaydı neler olurdu düşünmek bile istemiyorum. Şu an hayattaysam ve yanınızda sağ salim durabiliyorsam bu onun sayesindedir" dedim. Gerçekten de öyleydi. O olmasa şu an ya hastanelik olmuştum ya da dilimin varmayacağı bir yerde olurdum.

Selim Bey kuşkulu bir bakışla ağabeyine bakarken Ahmet Bey'in sempatik bir tavırla "Bana Ahmet de lütfen" demesiyle ne yapacağımı bilemedim. Gözlerim iki kardeşin arasında gidip geldi. Ağabeyinin bana karşı olan bu samimi tavrı Selim Bey'in hiç hoşuna gitmemiş gibi. Belki de araları bozuk olduğu için ağabeyinin her sözü ona batıyordur. Selim Bey sinirlenmiş gibi bakarak dudaklarını ıslatıp "Neyse artık içeriye girelim zaten biz fazla kalamayacağız" dedi. Hmm... Daha kapının önündeyken gitme lafı ettiyse sanırım bu kadar durduğumuz bile bir mucize olmalı.

"Amca nerede kaldın?"

Sese doğru döndüğümde salondan çıkan küçük bir erkek çocuğu önce bir duraksadı sonra da gözleri ışıldayarak koşup kaşla göz arasında Selim Bey'in kucağına atladı. Ahmet Bey'in oğlu herhalde. Çok da tatlı bir çocuk. Sanki biraz da Selim Bey'in küçüklük hali gibi. Saçları teni gülüşleri birebir aynı. Selim Bey ile birbirlerine düşkün olacaklar ki sarılışları ve birbirlerine bakışları bile çok ama çok sevgi dolu gözüküyor. O küçücük elleriyle boynunu bir sarışı var görmen lazım.

Ama yanıldım galiba Ahmet Bey'in oğlu değilmiş. Nereden mi anladım? Onlar sarılırken Ahmet Bey ufaklığın saçlarını karıştırıp "Buradayım amcacığım! Söyle bakalım yine ne oldu?" diye sordu. Bir dakika bir dakika! Ahmet Bey amcasıysa... Selim Bey kaç kardeş ki? Başka bir erkek kardeş daha mı vardı yani? Belki de masasında gördüğüm Kaan Atahan imzalı kalem gerçekten de üçü bir kardeşe aitti. Umarım onunla da bir tanışıklığımız yoktur. Aksi halde kalbimin buna dayanıp dayanmayacağı konusunda büyük çekincelerim var.

Küçük çocuk "Dedem neden hâlâ gelmediğini soruyor" dediğinde Ahmet Bey yeğenine göz kırparak "O halde Haluk Bey'i kızdırmadan yanına gitsem iyi olacak" dedikten sonra bize doğru döndü ve "Kapıda kalmayın lütfen içeriye buyurun" dedikten sonra salona geçti. Ben tebessüm etmeye çalışarak şaşkın şaşkın bakınırken Selim Bey de ufaklığı aşağıya indirip "Dedeni yormadın değil mi?" diye sordu. Ne oluyor Allah aşkına? Benim bir miktar kafam karıştı sanki.

"Hayır hiç yormadım ama istersen kendisine de sorabilirsin"

"Sormama gerek yok çünkü bana doğruyu söylediğini biliyorum"

"Peki uslu durduğuma göre hafta sonu da dedemle kalabilir miyim?"

"Kaç gündür burada kalıyorsun zaten kanmadın mı hâlâ?"

"Ama dedem beni Rüzgar'ın yavrusunu görmem için çiftliğe götürmek istiyor"

"Anlaşıldı küçük beyin evine gelmeye pek niyeti yok"

"Lütfen baba..."

"Bunu sonra konuşalım olur mu?"

"Tamam"

Sen de bu duyduğun şeylerden sonra aynı benim gibi stop ettin mi? Küçük çocuk Selim Bey'e alenen baba dedi öyle değil mi? Yani benim bu türlü türlü şeyler duymuş kulağım bu konuda beni yanıltmıyor. Bir oğlu mu vardı yani? Eğer bir oğlu varsa bir karısı da olmalı. Ama alyans takmıyor. Ya takmayı sevmiyor ya da boşanmış bir baba...

Of! Aman Allah'ım bunu gerçekten hiç beklemiyordum. Şu an ona karşı hissettiğim şeylerden dolayı o kadar çok utandım ki anlatamam. Selim Bey'e doğru bakarken resmen kalbime bir ok saplanmış gibi hissediyorum. O sürekli yerli yersiz dikkat etmemi hatırlatan tehlike çanlarım şu an bana "Sen bunu hak ettin Meral! Ben sana söylemiştim ama sen beni dinlemedin" diyor sanki.

Ben yerin dibinde küçük bir tura çıkarken Selim Bey de oğluna imalı bir bakış attı. Ufaklıkta mesajı alır almaz hemen bana doğru dönerek elini uzattı ve gayet kibar bir üslupla "Özür dilerim hanımefendi size kendimi tanıtmadım. Ben Kaan Atahan" dedi. Ooouv! Kaan Atahan bu küçük sevimli çocuk muydu yani? Onun Selim Bey'in oğlu olabileceği aklımın ucundan dahi geçmemişti. Aslında şöyle bir bakıyorum da Selim Bey'in oğlu olduğu o kadar belli oluyor ki. O da aynı babası gibi çok zarif bir çocuk.

Elimi uzatıp tebessüm ederek "Seninle tanıştığıma çok memnun oldum Kaan" dedikten sonra Selim Bey'e yandan bir bakış atıp "Ben de Meral Tekin. Selim Bey'in yeni asistanıyım" dedim. Çok güzel bir gülümseme ile memnun olduğunu söyleyip bana dikkatli dikkatli bakmayı sürdürerek babasının yanına geçti. Bu şokun etkilerini üzerimden nasıl sileceğimi çok merak ediyorum. Sanırım bunu birinin bana tekrar tekrar söylemesi lazım.

"Hadi içeriye geçelim"

"Geçelim Selim Bey"

Üçümüz beraber salona doğru yürürken Kaan yanımızdan ayrılıp Ahmet Bey'in yanına doğru koştu. Babaları Haluk Bey de baş köşedeki tekli koltuğunda oturuyordu. Ooo! O da çatık kaşları olan bir adam. Biraz korkutucu biri galiba. Bizim kapıdan girdiğimizi görür görmez de ayağa kalktı. Selim Bey nihayet gülümsedi ve yanına doğru gidip babasına sıkı sıkı sarıldı. Tabii babası da ona sarıldı. O sırada oğlunun kulağına da bir şey söyledi. Ne dedi bilmiyorum ama büyük ihtimalle bu gece yanlarında olduğu için mutlu olduğunu söylemiştir.

"Meral..."

Sesle beraber dönünce Derya Hanım ile yüz yüze geldik. Hay aksi! Ben onu tamamen unutmuştum. O da benim burada olmamın şokunu yaşıyor gibiydi. Gözlerindeki mana yüzünden tam yine bana doğru püskürecek diye gardımı almış beklerken onun bakışları da Selim Bey'e doğru kaydı. Bu aralarındaki bakışma da her ne söylemeye hazırlanıyorsa ondan vazgeçmesine neden oldu gibi görünüyor.

Birbirlerine soğuk bir tavırla baktıktan sonra bana doğru dönünce çekinerek "Merhaba Derya Hanım" dedim. Yüzüme sertçe bakıp her zamanki mesafesini koruyarak ağız ucuyla "Merhaba" dedikten sonra şükürler olsun ki bir gerginlik yaratmadan yanımdan geçip Ahmet Bey'in ve Kaan'ın yanına oturdu. Aynı anlarda Selim Bey de babasıyla tanıştırmak için bana yanına gelmemi işaret etti. Derin bir nefes al Meral çünkü birazdan o aldığın nefes sana çok lazım olacak.

Duruşumu düzeltip onlara doğru yürürken Derya Hanım'ın Kaan'ın saçlarını düzelterek "Terlemişsin Kaan ben sana koşma demiştim" dediğini duyunca gözlerim ister istemez bir onlara bir de Selim Bey'e gitti. Benim düşündüğümü sen de düşünüyor musun? Sanırım Derya Hanım'ın bana olan kızgınlığının nedenini şimdi daha iyi anladım. Kaan'ın annesi Derya Hanım olabilir mi?

Aslında olabilir mi demem bile içinde hâlâ bir umut barındırıyor gibi çünkü gördüğüm şey bariz bir şekilde öyle olduğunu belli ediyor. İtiraf etmem gerekirse ikisini birlikte düşünmek bana hiç iyi hissettirmedi. Evli statüsünde yani. Selim Bey ile babasının yanına yaklaştığımda Haluk Bey iki eliyle nazikçe elimi tutarak "Selim yeni asistanı olduğundan bahsetti. Anladığım kadarıyla işinde iyi olmanın yanı sıra ikna kabiliyetinde oldukça güçlüymüş" dedi. İkna kabiliyeti derken... Neden böyle dedi anlayamadım doğrusu.


Ne demek istediğini anlayamayışımı gözlerimden okuyunca gülümseyip "Selim'i buraya gelmeye sen ikna etmişsin. Oğlumu tanırım o da aynı benim gibi verdiği kararların değiştirilmeye çalışılmasından pek hoşlanmaz. Ama bu sefer duvarlarını yıkmış görünüyor. Buraya geldiğine göre belli ki ona doğru cümleler kurmuşsun. İyi ki de kurmuşsun. Bunun benim için ne anlama geldiğini tahmin bile edemezsin. Evimize hoş geldin Meral" dedi.

Aslında ilk gördüğümde Haluk Bey'den bayağı çekinmiştim. Gerçi hâlâ sert bakışları olan asabi bir adam gibi görünüyor. Hani şu masaya yumruğunu vurdu mu herkesi hizaya sokacak görünümde olan insanlardan. Şey... Biraz Selim Bey gibi yani. Sanırım o da bu özelliğini babasından almış. İkisinin de güçlü ve tedirgin edici bakışları var ama aynı zamanda karşısındakine de yansıyan sıcacık bir gülümsemeleri var.

Ancak Ahmet Bey onlar gibi değil. Onun ifadesi her halükârda daha pozitif. O çatık kaşlardan pek de nasibini almamış gibi güler yüzlü biri. Ee! Ne derler bilirsin... Beş parmağın beşi de bir olmaz. Belki o da bu konuda anneleri Zülal Hanım'a benziyordur.

Haluk Bey'in güzel sözleri sebebiyle de biraz utandım. Yanaklarım kızararak "Sözlerim ne kadar etkili oldu bilmiyorum ama Selim Bey'in buraya gelişi benden ziyade aslında daha çok kendisi de gelmek istediği içindi sanırım" dediğimde Selim Bey bir şey söylemek istercesine dudaklarını kıpırdattı ama sonra vazgeçerek "Oturalım mı artık?" dedi. Şu söylemekten vazgeçtiği şeyleri iyiden iyiye merak etmeye başladım. Umarım bir dahaki sefere aklına gelen şeyler dilinden de dökülür.

Haluk Bey oğlunu onaylayıp bana da ikili koltuğu işaret ederek "Rahat ol lütfen" dedi. Ben oturduktan sonra Haluk Bey yerine Selim Bey'de Kaan'ın yanına geçip oturdu. Yanında da Derya Hanım vardı. Onun hemen yanında da Ahmet Bey oturuyordu. Onlara bakarken bir garip oldum. İşe bak bilmeden etmeden bir de laf etmiştim. Şu an bu özel gecede aile bireyi olmayan tek kişi benmişim gibi gözüküyor.

Kaan kolunun altına girdiği Selim Bey'e heyecanla çiftliklerindeki yeni doğum yapmış olan attan ve yavrusundan bahsederken Ahmet Bey de onların yanından kalkıp çekmecede bir şey arıyormuş izlenimi verdikten sonra yerine geri dönmeyip benim yanıma oturdu. Aslında beni tanıdığını söylediği andan beri o kadar tedirginim ki anlatamam. Bana yine o konuyu açacak diye ödüm kopuyor.

Selim Bey de Kaan'ın dedesiyle kalma konusunda söylediği şey ile onay almak için babasına dönerken bir an bizi fark edip ifadesini değiştirdi. Ağabeyinden hoşlanmıyor ve ben de Ahmet Bey'in yanında durarak onu kızdırıyorum sanki. Ama yanından kalkarsam da çok ayıp olur.

Ben onun tepkisini ölçerken Ahmet Bey dikkatimi kendisine çekmek için olsa gerek hafifçe öksürdü. Bunu yapmasıyla anlık bir refleksle ona döndüm. Bir şey söylemeye hazırlanıyor gibi bir hali vardı. Doğru tahmin etmişim çünkü diğerleri duymasın diye oldukça kısık bir ses tonu kullanarak "Hastane kayıtlarına Meral olarak değil de Eda olarak giriş yapılmasını istediğinize göre durumunuzun duyulmasını pek istemiyorsunuz. Selim'in yanında üstelemedim ama o gün hastanede karşılaştığım kızın siz olduğunuzdan adım kadar eminim" dedi.

Tedirginliğimi yansıtmadığını umduğum bakışlarımı üzerine dikerek "Yanılıyorsunuz çünkü o kız ben değilim. Bahsettiğiniz hastanede olmam da mümkün değil çünkü uzun süredir hastaneye gitmemi gerektirecek bir sağlık sorunu yaşamadım" dedikten sonra önüme döndüğümde "Bu sizin iddianız ama ben bu konuyu uygun bir ortamda sizinle daha detaylı konuşmak istiyorum" dedi. Peşimi bırakmayacağı belli oldu. İkna olana kadar beni sıkıştırmayı sürdürecek.

Kendimden gayet emin bir tavırla "Benim bu konuyla ilgili konuşacağım bir şey yok Ahmet Bey vaktinizi boşu boşuna almak istemem" derken gözüm Selim Bey'e gitti. O da benim gibi gerilmiş. Bize bakmamaya çalışsa da belli ki bunu yapmasına da engel olamıyor. Ah! İşte yine kravatını çekiştirmeye başladı. Bu da bugünkü tecrübeme dayanarak söylüyorum ki kesinlikle kızdığına işaret.

"Sizin için özel bir vakit ayıracağımdan emin olabilirsiniz. Daha önce de söylediğim gibi hayat kurtarmak benim işim"

"Çok ısrarcısınız"

"Anladığım kadarıyla siz de ciddiyetin farkında değilsiniz"

"Size söyledim! O kız ben değilim"

"O halde beni ikna edin"

"Nasıl?"

"İğneden korkar mısınız?"

Bu son söylediği şey sonrası birbirimize dönüp dik bir şekilde bakmaya başladık. Sanki gözlerimiz kılıçları çekmiş rakibinin bir açığını bulup saldırmayı bekliyor gibiydi. O sırada salona giren bir çalışan Ahmet Bey'e doğru yaklaşıp yemeğin birazdan hazır olacağını söyleyince fırsat bu fırsat diyerek lavabonun yerini sorup müsaade isteyerek yanından kalktım. Bildiğin kaçtım yani.

Salon kapısından çıkarken de istemsizce omzumun ucundan Selim Bey'e doğru baktım. Babası ile konuşurken bir yandan da gözü bendeydi. Uzun koridordan geçip banyoya girdikten sonra derin bir nefes aldım. Benim açımdan biraz zor bir gece oldu ve olmaya da devam edecek gibi görünüyor. Bugünden sonra Ahmet Bey ile karşı karşıya gelmemeye dikkat etmeliyim. Resmen hiç ummadığım biri hiç ummadığım bir anda beni köşeye sıkıştırdı. Ama ben bu yüzden buradan gitmeyi hiç istemiyorum. Yapamam. Buna bir çare bulmalı ve Ahmet Bey'in bu ısrarcı tavrını bırakmasını sağlamalıyım. Ama nasıl?

Ellerimi yıkayıp sıcak bastığı için boynumu da ıslattıktan sonra tam çıkacakken bazı sesler duydum. Selim Bey'in ve Ahmet Bey'in sesi gibi ama başka bir ses daha var. Onlardan daha yaşlı birinin sesi. Haluk Bey olamaz çünkü onun sesini büyük ihtimalle tanırdım. Sesler kesilince dışarıya çıkıp yavaşça kapıyı kapattım. Etrafa bakıyorum da şu an ortalarda gözükmüyorlar.

Salona doğru giderken gözüm duvarın dibindeki konsola ilişti. Ağır adımlarla yaklaşıp eğilerek üzerindeki fotoğraflara baktım. Gözlerim içinde aile fotoğraflarının olduğu çerçeveleri gezerken bu sayede Zülal Atahan ile tanışma fırsatı da elde ettim. Fotoğraflarından anladığım kadarıyla gerçekten çok güzel ve asil bir kadınmış. Hayat dolu gözleri var. Ailesini çok sevdiği o kadar belli ki o narin haliyle hepsini sarıp sarmalamaya çalışmış. Hayatı boyunca da bu tavrı sürdürdüğüne eminim.

Kaan'ın o şirin suratlı fotoğrafı bir yana Selim Bey ve Ahmet Bey'in de beraber çekildikleri bir fotoğrafları vardı. Sanırım o zamanlar aralarında bir dargınlık yoktu çünkü bu karede oldukça samimi görünüyorlardı. Yaşadıkları o kırılma noktasına kadar birbirlerini çok önemsiyorlarmış herhalde. Umarım bir gün bu fotoğrafın bir benzerini çektirecek kadar yakınlaşırlar. Sonuçta onlar kardeş... Aralarında isteseler de koparamayacakları kadar büyük bir bağ var.

Zülal Hanım ile Haluk Bey'i de es geçmek olmazdı. Birlikte çekildikleri fotoğrafa bakarken aralarındaki sevgiyi çok net hissettim. Özellikle Zülal Hanım'ın gözlerinde birbirinden güzel yaşanmışlıklar var gibiydi. Hani bana sadece sen lazımsın geri kalan hiçbir şeyin bir önemli yok denir ya... İşte o hissi aldım onlardan. Keşke bu kadar erken bir ayrılık yaşamamış olsalardı. Eminim bu büyük kayıp Haluk Bey'i derinden sarsmıştır. Böyle bir acıyla nasıl yaşanır bilmiyorum ama kendim dahil hiç kimsenin yaşamasını istemem.

Atahanların büyüsüne kapılıp dalgın bir halde fotoğrafları incelerken "Geri dönmeyince seni merak ettim. Her şey yolunda mı?" diyen Selim Bey'in sesini duydum. Aslında ailesini çok sevdim burada olmaktan dolayı da mutluyum ama bir yandan da Ahmet Bey sebebiyle biraz tedirgin oldum. Tabii bunu ona söyleyemezdim.

Herhangi bir sorun olmadığını söyleyerek doğrulunca onun da gözü boynuma kaydı. Niye öyle baktığını anlayana kadar da iç cebindeki mendili çıkarıp onu iki parmağının arasında tutarak bana doğru tuttu. Niye bana mendil uzattığını anlayamadığım için eline boş boş bakmayı sürdürdüm tabii. O da bir açıklama yapması gerektiğini düşünmüş olacak ki bana "Boynunu nemli bırakmışsın. Klimaya yakın oturuyordun dikkat etmezsen boynun tutulabilir" dedi. Hmm.... Şu an boynumdan usul usul süzülen damlacığı hissedince haklı olduğuna kanaat getirmem de pek uzun sürmedi. Çabuk kurur sanmıştım ama belli ki öyle olmamış.

Tutulup kaldığım için "İzninle" deyip elindeki mendille boynumda başıboş gezen o su damlacığının nemli bıraktığı noktaya yumuşak bir dokunuş yaptı. Ee! Doğal olarak bu teması hisseder hissetmez kendime gelip geri çekildim ama bu sefer de konsola çarpınca çerçevelerden bazılarına dengelerini kaybettirip oldukları yere düşürdüm. Bu kadar panik olmak zorunda mıyım acaba?

Çıkan sesle birlikte sebep olduğum enkaza bakıp "Ne kadar sakarım! Affedersiniz hemen düzeltiyorum" diyerek telaşla çerçeveleri kaldırırken Selim Bey de bırak dercesine elimi tuttu. Yüzüne bakmaya cesaret edemediğim için sadece ellerimize doğru bakıp kaldım. Kalbime bu enteresan ritmi nasıl attırıyor hâlâ anlayamıyorum. Nefesimi tutup elimi hızla çektikten sonra içeriye gitmek istedim ama bu sefer de önüme geçip gitmemi engelledi. Bunu neden yapıyor ki? Neden beni bu kadar zorluyor? Hem de karısı ve çocuğu içeride otururken! Aman Allah'ım neler diyorum ben?

Hemen bu düşüncelerden sıyrılıp başımı kaldırarak "Bir şey mi oldu Selim Bey?" diye sordum. Evet bir şey olmuş hatta sormaya ne hacet durumu yaşanıyor sanki. Bana uzun uzun bakıp hafif sert bir tonlamayla "Ne konuştunuz?" diye sorunca afallayıp "Kiminle?" diye sordum ama bu sefer de bakışlarını başka yöne çevirip sonra da bana dönerek "Ahmet ile... Yanına oturduğunda sana ne söyledi?" diye sordu. Tavrı beni şaşırtmadı dersem yalan söylemiş olurum. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim.

Ona Ahmet Bey'in benim hâlâ o bahsettiği kız olduğum konusunda ısrarcı olduğunu söyleyemem ki. Yüzüne "Sormayın" der gibi bakıyorum ama sanki anlamıyormuşçasına bir cevap beklediğini belli eder gibi gözlerini gözlerime dikiyor.

Küçük bir yalan söyleyeceğim için bakışlarımı kaçırıp "Önemli bir şey konuşmuyorduk sadece ne kadar zamandır asistanlığınızı yaptığımı sordu. Ben de yeni olduğunu söyledim. Bu kadar..." dedim. Ama hâlâ bakıyor. İnanmadı sanırım. İnanmaz tabii çünkü ben bile dediğime inanmayınca doğal olarak onu da inandıramadım.

Donuk bir ifadeyle "Artık salona geri dönebilir miyim?" diye sorunca ilk anda başını olumlu anlamda sallasa da tam giderken fikir değiştirerek kolumdan tutup beni durdurdu. Beni hafifçe kendisine doğru çekince ona döndüm. Omuz omuza durup birbirimize dik bir şekilde bakarken her ne söyleyecekse aniden vazgeçip "İçeriye girince izin isteyip kalkalım" dedi. Bu mu yani? Bunu söylemek için mi durdurdu beni?

Gözlerimi yarım tur çevirip "Nasıl isterseniz" dedikten sonra "Bunun için mi kolumu tuttunuz?" der gibi eline bakarak kinayeli bir ses tonuyla da "Selim Bey kolumu bırakın isterseniz Derya Hanım görürse yanlış anlayabilir" deyiverdim. Aah! Yine trip attım. Ben kendi kendime "Ne dedim ben?" diye düşünüp şaşkınlaşırken Selim Bey de bunu neden dediğimi anlayamamış gibi yüzüme bakıp "Derya mı? İyi de Derya neden yanlış anlasın ki?" diye sordu. Sormaz olsaydı keşke çünkü tutamıyorum ben bu çenemi!

"Bilmem ama insanlar eşlerini en olmayacak kişilerden bile kıskanabilirler. Bu konuda herhangi bir yanlış anlamaya mahal vermek istemem. Ayrıca kolumu acıtıyorsunuz"

Aah! Yine yaptım. Bu akşam bana ne oluyor anlamıyorum. Acilen susmam lazım yoksa korkarım ki birazdan ona aslında kolumun değil kalbimin acıdığını söyleyip kocaman bir çam devirmekten çekinmeyeceğim.

Az önce söylediğim şeyi duyunca Selim Bey'in yüzü gerçekten çok acayip bir hâl aldı. Hatta şu Elif'in "O senin kocan mı Meral?" dediği an yüzünde oluşan ifadeden çok daha acayip bir hâl aldı. Söylediklerime kafasının içinde bir mana vermeye çalışıp bunu da maalesef ki başaramıyormuş gibi gözüküyor.

Acıdığını söylediğim kolumu yavaşça bırakarak "Eş mi?" diye sordu. O anda da Kaan'ın sesi geldi. Konuşma o kadar tuhaf bir yerde noktalandı ki ikimiz de huzursuz olduk. Ama yapacak bir şey yoktu çünkü Kaan'ın yanında konuşmamıza devam edemezdik.

"Özür dilerim konuşmanızı mı böldüm?"

"Önemli değil. Ne oldu Kaan?"

"Yemek hazırmış dedem sizin gelmenizi bekliyor"

Selim Bey bana yandan bir bakış atıp sonra da oğluna dönerek "Tamam geliyoruz. Hadi sen önden gidip babamlar birazdan geliyor de Kaan" dedi. Kaan bana çok şirin bir ifadeyle gülümseyip giderken Selim Bey de kaşlarını çatarak "Derya'nın eşim olduğunu da nereden çıkardın?" diye sordu. Bunu sorduğuna göre... Ooo! Bilmeden etmeden haklarında yanlış bir çıkarımda bulundum galiba.

Dudağımı eyvah dermiş gibi kemirdikten sonra "Ben oğlunuzla çok ilgili alakalı olduğunu görünce şey sandım... Yani Kaan'ın annesini Derya Hanım sandım" dedim. Ama yok ben çok fena bir pot kırdım galiba. Neden çenemi tutamayıp kendimi bu hallere düşürüyorum anlamıyorum. Selim Bey bunu duyunca ensesini ovalayarak kapıya doğru baktıktan sonra "Aslında bu durum biraz karışık" dedi.

"Karışık mı?" 

"Kaan'ın annesi Derya değil. Söyleyeceğim şey tuhaf gelecek biliyorum ama doğruyu söylemem gerekirse eğer Kaan'ın annesini tanımıyorum"

Stooop! Bunu neden dediğimi artık beni tanıdığın için az çok anlamış olmalısın. Ne demek oluyor bu şimdi? İnsan oğlunun annesini tanımaz mı hiç? O kadar şaşırdım ki karşısında cümle kuramıyorum. Söylediği şeyi kafamda oturtmaya çalışıyorum ama yok olmuyor. Düşüncelerim sürekli "Stop!" sözüyle kesintiye uğruyor. Ne yani bir sabah kalktı ve kapısının önüne "Bu çocuk senin" diyerek bir çocuk mu bırakıldığını fark etti? Yok artık! Selim Bey böyle bir adam değil ki.

Şu an gerçekten şok oldum. Ancak tam içimden bu yaşadığım şoktan daha büyük bir şok yaşayamayacağımı geçirirken büyük konuşmuş olacağım ki Selim Bey beni daha da büyük bir cenderenin içine sokarak "Aslında sadece annesini de değil... Babasını da tanımıyorum" dedi. Ona şu an kaç numaralı şaşkın bakışımla bakıyorum inan ki tahmin bile edemiyorum. Belki yeni bir versiyon bile çıkarmış olabilirim.

İçeriden beklendiğimiz için bu konuşmayı şu an burada kesmek zorunda kaldık. Selim Bey oldukça sakin bir ifadeyle "Duyduklarını pek de anlamlandıramadığını tahmin edebiliyorum ama bu konuşmaya yolda devam edelim olur mu? Herkes yemeğe oturmak için bizi bekliyor. Onlara iyi akşamlar dileyip çıkalım" dedi. Hiçbir şey diyemeden başımı sallayıp onunla beraber içeriye gittim. Şu kapıdan çıktıktan sonra neler öğreneceğimi gerçekten çok merak ediyorum.

12.Bölümün Sonu

Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)  


Son Mektup / 11.Bölüm (Yazan :NK )

"Kadınlar sözleriyle değil, gözleriyle konuşur aslında. 

Bu yüzden onları anlamak için dinlemek yetmez, 

izlemek gerek yalnızca."

Dostoyevski

11.Bölüm : Aşık oldun değil mi? Bu sıradan kıza aşık oldun!

 Ne garip... İlk günler bakmaya bile cesaret edemediğim o gözler şimdi doğru düşünebilmem için odak noktam olmuş vaziyetteler. Onlara bakmadan konsantre olamıyorum sanki. Şu an Selim Bey'e dikkatle bakarak ne yapmam gerektiğine de hızla karar vermeye çalışıyorum. Ona bu tasarımın Derya Hanım'a değil de bana ait olduğunu söylemeli miyim?

Biliyorum bana söylemelisin diyorsun ama ben daha ilk başta üzerinden imzamı silerek ondan vazgeçmemiş miydim? Şimdi ne değişti yoksa bir anda onu sahiplenmem gerektiğini mi anladım? Kafam çok karıştı. Bir yanım "Doğruyu söyle" derken diğer yanım da "Bunu söyleyerek kötü bir duruma düşürdüğün Derya Hanım'ın şerrinden nasibini almaya hazır mısın?" diyor.

Selim Bey keskin bir ses tonuyla "Ne düşünüyorsun? Bu tasarımı bu haliyle kullanmalı mıyız?" diye sordu. "Bu haliyle" derken ne demek istiyor olabilir ki? Ona daha önce bu tasarımdan söz etmiş olsaydım altındaki imzadan bahsettiğini düşünürdüm ama o bu tasarımın benim olduğunu bilmiyordu ki. Yani en azından biliyorsa da ben bundan habersizim. Onu eline aldığından beri kaşlarındaki çatıklık bir an olsun yumuşamadı. Hadi ben neyse de Selim Bey neden bu kadar gergin onu bir türlü anlayamadım.

Ben son kez düşünüp kesin bir karara varmaya çalışırken Derya Hanım daha fazla sessiz kalamayıp sert bir tavırla da "Selim seninle biraz özel konuşabilir miyiz?" diye sordu. Kalkmaya yeltendiğimde Selim Bey elini kaldırarak beni durdurup otoriter bir ses tonuyla da "Sen kal Meral" dedikten sonra kapıya doğru gitti. Hemen ardından da Derya Hanım yerinden kalktı ve birlikte odadan çıkıp kapıyı kapattılar. İkisi kapının önünde konuşurken bir gözüm onların üzerinde diğer gözüm de elimdeki kağıtta olarak düşünmeye devam ettim. Of! Keşke biraz yüksek sesle konuşsalar da merakım biraz olsun dinse.

"Selim neden bu kadar önemli bir kararı asistanının ellerine bırakıyorsun?"

"Çünkü Meral'in bu tarz konularla alakalı bilgi birikimine güveniyorum"

"İki günlük asistanına güvenerek beni onun önünde küçük düşürüyorsun ama!"

"Derya bu konuyu kapatalım çünkü kalbini kırmak istemiyorum"

"Yeterince kırdın zaten Selim! Sen az önce tasarımımı bir asistan parçasının ellerine verip hakkımda bir karar vermesini istedin farkında mısın?"

"Sözlerine dikkat et!"

"Benden özür dilemek yerine onu mu koruyorsun?"

"Özür mü? Özür dilemesi gereken ben miyim?"

"Ne yani ben miyim?"

"Bilmem ben de sana soruyorum. Özür dilemeni gerektirecek bir şey yaptın mı?"

"Ne demeye çalışıyorsun?"

"Bence ne demek istediğimi gayet iyi biliyorsun"

"Şu aptal kız yüzünden tartıştığımız konuya bak!"

"Haddini aşma Derya!"

"Haddimi aşmayayım öyle mi?"

"Aynen öyle!"

"Kim bu Meral Tekin! Nasıl oluyor da gözlerini bu kadar ustaca kör edebiliyor?"

"Böyle bir niyeti ya da çabası yok. Onu başkalarıyla karıştırma"

"Mesela kiminle karıştırmayayım?"

"Bilmem artık aklından ilk kim geçiyorsa"

"Dur bir dakika! Şimdi anlıyorum"

"Neyi anlıyorsun?"

"Onu bu kadar koruma sebebini!"

"Görüyorum ki bu konuşma amacından sapmak üzere bence burada keselim Derya"

"Nereye gidiyorsun?"

"İçeriye giriyorum. Farkında değilsin ama ayıp oluyor"

"Kime? Asistanına mı!"

"Evet"

"Selim!"

"Sen gelmek zorunda değilsin. Bundan sonrasını biz hallederiz"

"Selim konuşmamızı bitirmedik!"

"Üslubunu düzeltmediğin sürece bu konuda hiçbir zaman konuşmamızı bitiremeyeceğiz Derya"

"Aşık oldun değil mi? Bu sıradan kıza aşık oldun!"

Tam onlara doğru bakıp kendi kendime "Bu kadar hararetli ne konuşuyor olabilirler ki?" derken Selim Bey kapının kolunu tuttu ama Derya Hanım'ın söylediği şey sonrası açamadan olduğu yerde kaldı. Tartıştılar herhalde. Of! Derya Hanım ne dedi acaba? Selim Bey de yere doğru bakarken oldukça yavaş hareketlerle bakışlarını bana doğru kaldırdı. Bir süre baktıktan sonra da Derya Hanım'a uzun uzun bir şeyler söyleyip içeriye girerek kapıyı da sertçe kapattı. Ee... Derya Hanım neden gelmedi? Ne oldu ki şimdi?

Selim Bey içeriye girer girmez kravatını gevşetip tek kelime bile etmeden gergin bir halde masasına doğru yürümeye başladı. Bir an bile düşünmeden elimdeki tasarımı bırakarak ayağa kalktım. Tam arkamı dönüp odama giderken de "Sana çıkabilirsin dedim mi Meral? Bu konuda anlaştığımızı sanıyordum" dedi. Olduğum yerde kalarak keyifsizce "Haklısınız demediniz ama bırakın beni gideyim Selim Bey" dediğimde yerine oturmaktan vazgeçip yanıma doğru geldi.

Yüzündeki ifadeyi görünce tedirgin olup geri çekilince de sanki bunu yapmama kızıyormuş gibi daha çok üstüme geldi. Dolaba dayanıp ürkek bakışlarımla bakarken "Bana bu tasarımla alakalı hiçbir şey söylemedin" dedi. Elimle alnımı ovalayıp birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra yüzüne bakmadan sadece "Bu konudaki kararı bana bırakmayın" diyebildim. Bunu gerçekten çok içten bir şekilde söyledim çünkü şu an bu tasarım hakkında tek kelime bile etmek istemiyorum.

Çizimimi isimsiz olarak teslim ederken böyle bir şey olacağı hiç aklıma gelmemişti. Resmen tasarımım ve hayallerim Derya Hanım tarafından çalındı. İşin kötüsü arkasında duramadığım tasarımımı geri almak için ortalığa çıkıp birini suçlamak da istemiyorum. Bunu yaparsam ne olur düşünebiliyor musun? Derya Hanım'ın tasarım çalmakla suçlandığı yetmeyecekmiş gibi Selim Bey ile de arası bozulacak. Bunun olması demek beni onun gözünde daha da negatif bir yere taşıyacak olması demek. Şu an bile bakışlarından rahatsız olurken daha da fazlasına maruz kalmaya gücüm ne kadar yeter bilmiyorum. Benim bu atışmalara vakit ayırma lüksüm yok. Kafamı ve dikkatimi bu tarz olumsuz şeylere odaklayamam.

Başımı eğerek bunları düşünürken Selim Bey eliyle çenemi tutup yüzümü kendisine doğru kaldırdıktan sonra uzun uzun gözlerime baktı. Ne düşünüyor bilmiyorum ama sanki ona söyleyemediğim şeyleri gözlerimden okumaya çalışıyor gibi bir hali var.

"Selim Bey..."

"Söyle Meral"

"Derya Hanım'ın tasarımını kullanın"

"Nasıl yani?"

"Bu tasarım tam da istediğiniz gibiyse bence daha fazla aramaya gerek yok"

"Ama..."

"Önemli olan sınırlı bir sayıda çıkması planlanan parfümünüzün her yönüyle çok özel olması değil miydi?"

"Ya bundan daha önemli şeyler varsa?"

"Ya o daha önemli olduğunu söylediğiniz şeyler aslında düşündüğünüz kadar önemli değilse?"

"Meral ben gerçek düşüncelerini duymak istiyorum"

"Peki... Ben İki Hayal Tek Bir Şişede tasarımını çok beğendim. Hayallerimi yansıtmayı başaran çok özel bir tasarım ve eğer sizin de kafanıza takılan olumsuz bir şey yoksa bence bu tasarımı seçmelisiniz"

Şu an bana çok garip bakıyor. Sanki bir şeyler gizlediğimi anlıyormuş da açıkça sormak yerine bunu kendi ağzımla söylememi istiyormuş gibi bir hali var. Gerçekten tereddütte kaldım. Acaba Selim Bey onu benim çizdiğimi görmüş müydü? Biliyordu da o yüzden mi beni bu kadar sıkıştırıyordu? İyi de bu kadar uğraşacağına bunu direkt de sorabilirdi. Belki de ben paranoyaklık yapıyorumdur.

Kişisel telefonu çalmaya başlayınca yanımdan çekilip masasına doğru gitti. O giderken ben de bu düşüncelerimle baş başa kaldım. Selim Bey telefondaki kişiye hemen geleceğini söyleyip kapattıktan sonra bana doğru yaklaştı ve dikkatli gözlerle beni inceleyip "Özel üretilecek olan parfümümüzün şişesinde Derya'nın tasarımı kullanılacak. Ancak tasarımcının adının şimdilik gizli tutulmasını istiyorum. Bu şekilde merak uyandıracaktır. Herkes bu büyüleyici tasarımın yaratıcısının kim olduğunu tanıtım gecesi öğrenecek. Notunu bu şekilde al lütfen" diyerek kapıya doğru yürümeye başladı.

"Selim Bey!"

Seslenişimle durdu. Bana doğru dönerken yavaş adımlarla ona doğru yaklaşıp tam da önünde durdum. Ona bir şey söyleyeceğimi sandı ama ne sesleniş ne de yanına geliş sebebim bu değildi. "İzninizle" dediğimde neden izin istediğimi anlamamış gibi bakmaya başladı. Başını onaylar gibi sallayınca da ellerimi içeriye girerken gevşettiği ve sonradan da düzeltmeyi unuttuğu kravatına doğru götürdüm. Bunu yapmamı beklemiyor olacak ki önce ellerime sonra da yüzüme baktı. Daha doğrusu donup kaldı. Açıkçası ben de ona bu kadar yakın dururken pek rahat sayılmam. Nefesimi tutarak kravatını yukarıya çekip yerine yerleştirdikten sonra bozuk görünen yakasını da düzeltip bir adım geri çekildim. Niye böyle bir şey yaptım bilmiyorum ama belki de biraz olsun sakinleşeceğini düşünmüşümdür. 

"Artık odama gidebilir miyim?"

Soruma karşılık herhangi bir cevap vermedi. Bakışlarımı ona doğru çevirip "Selim Bey... Odama gidebilir miyim?" dediğimde kendisine gelerek "Gidebilirsin" dedikten sonra kapıya doğru yürüyüp dışarıya çıktı. Arkasından bakarken ara ara o da ardına bakar gibi olup sonra da vazgeçerek yürümeye devam etti. Gözden kaybolunca tasarımları toparlayıp odaya bir çekidüzen verdikten sonra kendi odama geçtim.

Yaklaşık 45-50 dakika kadar sonra Selim Bey yeniden katta göründü. Odasına doğru gelirken de arkasından gelen bir çalışan elindeki küçük saksı çiçeğini ona vererek geri döndü. Ne tepki vereceğini merak ettiğim için gözlerimi üzerinden ayıramadım. Dikkatle onu izlerken de Selim Bey şaşırdığını belli eden bir yüz ifadesiyle çiçeğin üzerindeki kartı eline aldı. O çiçek nereden mi çıktı? Ben gönderdim. Evet doğru duydun ben gönderdim. İçinde bir de not var.

"Akışa uy Selim

Hayat neyi nasıl yapması gerektiğini bilir"

Çaktırmadan ifadesine bakıp sonra da önümdeki dosyaya gömüldüm çünkü onu izlediğimi fark etmesini istemiyorum. Ben konsantre olmuş izlenimi verip çalışır gibi gözükürken o da odasına girip çiçeği masasının yanındaki küçük çekmeceli dolabın üstüne yerleştirdi. Ah! Ama olmaz ki orası çok güneş alıyor yakacak güzelim çiçeği!

Oturduğum yerden onu oradan kaldırması için enerji yollamaya çalışırken baktım olmuyor dayanamayıp telefonu elime aldım. Selim Bey de çalan telefonu kaldırdıktan sonra sesimi duyar duymaz şaşkın bir ifadeyle bana doğru döndü. Bana bir şey söylemesini beklemeden ona çiçeği oraya koymaması gerektiğini çünkü orasının çok fazla güneş aldığını söyledim. Bunu söylememi beklemiyor olacak ki epeyce afalladı.

Telefonu elinden bırakmadan çiçeği oradan alıp bu sefer de tam tersi yöne koydu ve bakışlarıyla benden bir onay beklediğini belli etti. Elimle biraz daha yana kaydırmasını işaret edip yapınca da telefondan "Şimdi oldu! Harika gözüküyor" dedim. Telefonları kapatırken bir an durup tebessüm ederek yerine oturdu. Ama öyle sıradan bir tebessüm değildi. Hani tuhaf bir durum karşısında "Tövbe estağfurullah" diyerek gülme ihtiyacı hissedersiniz ya işte aynen öyle bir gülüştü. O sert bakışlarının bir anda bu hale gelmesine bayılıyorum desem çok mu cüretkâr olur? Evet olurmuş gerçekten son sözümü geri alıyorum.

•●●19.30·٠•●●•٠·˙

Masamdaki işlerime odaklanmışken cam kapının tıklatıldığını duyup dalgın bir halde başımı kaldırdım. Bakmamla birlikte de Selim Bey saatini işaret ederek ağız hareketleriyle de hazır olup olmadığımı sordu. Pencereden dışarıya doğru baktığımda hava kararmaya başlamıştı. Bunu daha önce nasıl fark etmedim bilmiyorum. İşlerimi bitirme konusunda hazır olsam da yine de işaret parmağımı kaldırıp biraz daha zaman istedim çünkü elbisemi değiştirmem gerekiyor. Böyle özel bir geceye bu halde gidemem.

Başıyla onay verdiğinde yerimden kalkıp dolabıma astığım elbisemi de yanıma alarak odamdan çıktım. Rana Hanım'a nerede giyinebileceğimi sorduktan sonra da yönlendirdiği yere gidip elbisemi giydim. İyi ki sabah siyah stilettolarımı giymişim çünkü elbisemle gayet güzel bir uyum yakalayarak zarif bir görünüme bürünmemi sağladı. Makyajımı tazeleyip saçlarımı da hızlıca bir hale yola soktum.

Aynada kendime şöyle bir bakıyorum da sade ama aynı zamanda gecenin önemine de gayet uygun görünüyorum. Tam da istediğim gibi yani. Eşyalarımı alıp odadan çıktıktan sonra çekindiğim için kimseye bakmadan odama doğru yürümeye başladım ancak Rana Hanım'ın radarına yakalanmam pek de uzun sürmedi. Lütfen nereye gittiğim hakkında bir şey sormasın çünkü söyleyemem gibi geliyor.

"Meral ne kadar hoş olmuşsun"

"Teşekkür ederim"

"Bir yere mi gidiyorsun?"

Bende de şans olsa zaten... O sırada gözlerim odasından bana doğru bakmakta olan Selim Bey'e takıldı. Bakışlarını bir an olsun ayırmayınca utanıp eşyalarımı önümde tutarak Rana Hanım'a da detay vermeden bir yere davetli olduğumu ve hemen çıkmam gerektiğini söyledim. Bana iyi bir gece geçirmemi dilediğinde ona teşekkür ederek odama doğru yürümeye başladım. Yine de iyi atlattım.

İyi de Selim Bey nerede? Az önce odasındaydı kaş göz arasında nereye kayboldu ki? Koltukların tarafına geçti herhalde. Odasına bakarak kendi odama girdiğimde bir anda Selim Bey'i dolabıma yaslamış olarak karşımda görünce yüreğim ağzıma geldi. Korkudan kalbimi tutarak dururken beni baştan aşağıya inceleyip "Bakıyorum yine nezaketini konuşturuyorsun. Demek bu yüzden benden zaman istedin" dedi. Geceye verdiğim önemle farkında olmadan onu etkiledim sanırım ama kim olsa aynı şeyi yapardı diye düşünüyorum. 

Ne diyeceğimi şaşırıp beklettiğim için özür diledikten sonra dolabı işaret ederek "Müsaade eder misiniz?" dedim. Hafifçe kenara çekilirken dolabı açıp yan gözle ona bakarak elbiselerimi içine koyduktan sonra kapısını kapattım. Bunları da yarın alırım artık.

"Hazırsan çıkalım mı?"

Gözlerimi kısarak düşünüp "Beraber mi çıkacağız? İyi de... Bu biraz... Tuhaf olmaz mı?" diye sordum. Gözlerini sol tarafa doğru çevirip başını da hafifçe eğerek bu sefer de o bana "Asıl aynı yere birlikte gitmemize rağmen ayrı çıkmamız tuhaf olmaz mı?" diye sordu. Haklı galiba. Verecek bir cevabım olmadığı için dudaklarımı birbirine bastırarak sessiz kaldım. Selim Bey de içimi rahatlatmak için olsa gerek koluma nazikçe dokunarak "Hayatım boyunca bu konularda kimin ne düşüneceğini zerre kadar umursamadım. Birazdan şu kapıdan asistanımla birlikte çıkıp onunla annem adına düzenlenen yemeğe katılacağım. Ben bu şekilde uygun olduğuna karar vermişsem bir başkasının bunu yargılamasına izin vermem" dedi. Şu an bu tavrından dolayı etkilendim galiba. Galiba mı? Ah Meral ah! Yakacaksın kendini haberin yok.

Yüzümde beliren tebessümle "Ben hazırım istediğiniz zaman çıkabiliriz" dediğimde ceketini alıp hemen geleceğini söyleyerek odasına gitti. Ben de onun ardından çantamı alıp odamdan çıktım. Çıkmamla birlikte Derya Hanım'ın kapısı da açıldı ve o da odasından çıktı. Umarım beni fark etmeden geçip gider diyeceğim ama bütün gece aynı masada oturacağımız gerçeğiyle yüzleşince de kaşım gözüm birbirlerine "Hadi kalk çok oturduk bir yer değiştirelim" demeye başladı. Dikkatini çekmemek için ona bakmamaya çalışırken Selim Bey de odasından çıkıp "Gidebiliriz" dedi. Önce bir Derya Hanım şirketten çıksaydı iyi olurdu ama işte pişti olduk durduk yere.

Rana Hanım'ın önünden geçerken az önce nereye gittiğimi saklama çabam yüzünden kendimden utandım. Halbuki dümdüz söyle işte üstünü örtmeye çalıştıkça sanki çok büyük bir şeymiş gibi oluyor değil mi? Selim Bey "İyi akşamlar Rana Hanım" dedikten sonra yürümeyi sürdürdü. Ben de onunla birlikte yürüyorum ama bir yandan da üzerimize dönen sorgulayıcı gözler var mı diye çaktırmadan etrafa bakıyorum. Asansörü çağırdıktan sonra içeriye geçip beklemeye başladık.

Ben sessizce önüme bakınca Selim Bey de dikkatimi kendisine çekerek "Asansörle aran nasıl?" diye sordu. Cevap vermeden önce etrafa ve şu an ki halimize bakarak "Tek olmadığım sürece sorun yok gibi görünüyor" dedim. Ne dedim ben? Bir de siz yanımda olduğunuz sürece korku nedir bilmiyorum deseydim de tam olsaydı bari!

Gözüm kravatına takılınca konuyu kaynatmak için yüzümü buruşturup "Kravatınız" dedim. "Ne olmuş?" der gibi baktığı anda da yamuk durduğunu söyledim. Yalnız bu kravatta bugün bir rahat duramadı. Elini kravatına götürüp düzeltmeye çalışırken bir türlü düzgün olmayınca "Müsaade edin ben yardımcı olayım" dedim. Çantamı kolumun altına sıkıştırıp kravatını düzeltirken de bana baktığını hissedip ben de ona doğru baktım.

Ah! Belki de romantik bir sahne geliyor diyeceksin ama hiç de öyle değil çünkü ona baktığım saniyede kapı açıldı ve arkadaşıyla sohbet eden Derya Hanım bizi o halde görerek en sert bakışlarını göreve çağırıp ışık hızıyla bana doğru fırlattı. Bunu nasıl fark ettim sence? Asansördeki ayna bir anda bu bakışları yansıtınca ona bakmamam imkan dahilinde olmadı da öyle fark ettim.

Refleksle elimi çekip kenara çekilirken Selim Bey'in belime dokunarak çıkmamı ima etmesiyle asansörden indim. Ben konuşurlar diye beklerken Selim Bey çok soğuk bir tavırla ortaya doğru "İyi akşamlar" dileyip yürümeye devam etti. Bayağı ortaya attı isteyen alsın istemeyenin de paşa gönlü bilir der gibi. Haliyle ben de onunla beraber gittim. Şirketten çıktığımızda arabası da kapının önüne gelmişti. Her zamanki inceliğiyle kapımı açıp binmeme yardım ettikten sonra dışarıya çıkan Derya Hanım'a buz gibi bir bakış atıp şoför tarafına geçti.

Arabaya biner binmez önce kemerimi takıp takmadığıma bir göz atıp sonra da kendi kemerini bağladı. Gergin gözüküyor. Normalde bu kadar meraklı biri değilimdir ama inan bana Derya Hanım ile ne konuştuklarını öğrenmeyi çok ama çok isterdim. İşin kötüsü soramıyorum da. Ölsem ona böyle bir şey soramam ki. Düşünceli bir halde dışarıyı izlemeye başladım. Ne o bir şey söyledi ne de ben bir şey söyledim. Yol boyunca sessiz kalıp radyoda usul usul çalan müziği dinledik.

Bu yolculuk sırasında düşünceden düşünce geçiş yapmam da kaçınılmaz oldu. Aile yemeği detayı sanki biraz burulmamı sağladı. Annemi babamı kardeşimi ve yemek masamızdaki boş sandalyemi hayal etmek bana pek iyi hissettirmedi. Yokluğumda her lokma boğazlarında bir yumru gibi kalıyor olmalı. Keşke ayrı kalmak zorunda olmasaydık demeden edemiyorum ama mecburiyetler işte. O masaya geri döndüğüm anı ve yaşayacağımız muhtemel mutluluğu düşünüp kendimi o kötü ruh halinden çıkarmaya çalışırken oldukça gösterişli bir malikanenin önünde durduk. Böylelikle Selim Bey'in nasıl bir evde yaşadığını da öğrenmiş oldum galiba.

 Etrafı incelerken bize yardımcı olmak için yanımıza yaklaşan bir çalışan da Selim Bey'in ani işareti ile durdu. Çaktırmadan ona doğru bakmaya başladım tabii. Emniyet kemerini çözüp elini çenesine götürerek ovalamaya başladı. Onu engelleyen bir şey oldu. Sanırım içeriye girmekten vazgeçecek. Bunu yapar mı gerçekten? Ah kahretsin! Derya Hanım'ın da arabası şu an giriş yapmak üzere. Of! Zaten kararsızlık yaşıyor bir de onu görürse kesin arabayı geri geri sürmeye başlar.

Yeniden Selim Bey'e bakıp ne düşündüğünü anlamaya çalışarak "Eğer oraya gitmek istemediğinizi anladıysanız dönebiliriz" dedim. Bir yandan da içimden dönmesin diyordum ama yine de kendisini kötü hissedeceği bir şey yapmasını istemiyorum. Elini indirip bana doğru baktıktan sonra kararını vermiş gibi gözükerek "Sana asansörün önünde ne dediğimi hatırlıyor musun?" diye sordu. Sanırım şu omuzlarımda taşımak isteyip istemediğim yüklerden bahsettiği konuşmayı kastediyor.

Ciddi bir ifadeyle hatırladığımı söylediğimde eve doğru bakıp "Sana o sözleri söyleyen adam buraya kadar gelip sonra da tüm o lafları yutarak geri dönse onun hakkında ne düşünürsün?" diye sordu. Suskun kalarak onu anlamaya çalıştıktan sonra durgunlaşan gözlerimle "Bir şey düşünmem Selim Bey... Siz kalbinizin sesini dinleyin o size ne yapmanız gerektiğini söyleyecektir" dediğimde bana öyle bir baktı ki yanlış bir şey mi söyledim diye tereddütte kaldım.

Sanırım pek de yanlış bir şey söylemedim çünkü dışarıya doğru bakıp tebessüm ederek arabadan indi. Ne olduğunu anlayamasam da ben de gülümseyerek kapımı açtım. O sırada yanıma gelip inmeme yardım ettikten sonra kapıyı kapatıp belimden tutması eşliğinde evin kapısına doğru yürümeye başladık. Sihirli bir sözcük mü söyledim anlamadım ki.

Kapının önüne geldikten sonra zile basmadan önce bana doğru bakıp kravatını gösterdi. Tebessüm ederek bu sefer düzgün göründüğünü söylediğimde de yüzündeki hoş ifadeyle ahşap oymalarla süslenmiş zile bastı. Birkaç saniye içinde de kapı açıldı ve evin çalışanlarından olan bir hanım bizi içeriye aldı. Etrafa şöyle bir bakıyorum da ev pek benim tarzıma uygun olmasa da yine de çok ama çok şık döşenmiş gözüküyor. İnce bir zevkin ürünü olduğu açık. Özellikle duvarları süsleyen tablolara hayran kaldığımı belirtmek isterim.

Selim Bey ile beraber salona doğru geçerken tanıdık bir sesin mesafeli bir tonlamayla "Selim..." dediğini duydum. Bu seslenişi duyan Selim Bey ise bir an olduğu yerde kalıp sonra da imalı bir şekilde "Ahmet..." diyerek arkasını döndü. Tabii haliyle onun ardından ben de döndüm. Ah! Dönmemle birlikte yaşadığım şaşkınlık yüzüme birebir yansımış olmalı. Ee... Bu adam bugün ışıklarda benim hayatımı kurtaran adamdı. Aman Allah'ım Selim Bey'in ağabeyi o mu yoksa? Tesadüfün böylesine ne demek gerek bilemedim.

Ahmet Bey kardeşine doğru yaklaşarak "Her şeye rağmen böyle bir gecede burada olmana sevindim. Hoş geldiniz" derken bir an kardeşinin yanındaki kızın ben olduğumu fark etti ve o soğuk bakışları aniden ortadan kaybolarak yerini çok içten bir gülümsemeye bıraktı. Bu sefer de bana doğru yaklaşıp elimi nazikçe tutarak öptükten sonra "Bu ne güzel bir tesadüf. Açıkçası sizi bir daha görebileceğimi hiç sanmıyordum" deyince neden bilmiyorum ama Selim Bey çok bozuldu. Bunu ellerimize attığı sert bakışlardan çok net bir şekilde anlayabiliyorum.

O rahatsız olunca elimi yavaşça çekerek "Gerçekten büyük bir tesadüf oldu" dedim. Ancak birazdan çok kötü bir şekilde köşeye sıkışacağım çünkü Ahmet Bey hiç beklemediğim bir şekilde "Biliyor musunuz bütün günü sizi nereden tanıdığımı düşünerek geçirdim ve şükürler olsun ki sonunda hatırlamayı başardım" dedi. Ne dedi o? Beni nereden hatırlamış anlamadım ama umarım bu tanışıklık benim açımdan nahoş bir durum yaratmaz. Yutkunmaya çalışıyorum ama görüyorum ki bunu pek de başaramıyorum. Allah'ım lütfen bana yardım et de beni zor durumda bırakacak bir şey söylemesin.

Bir gözüm Selim Bey'in üzerinde olarak dudaklarım titreye titreye "Öyle mi? Üzgünüm ama ben sizi hâlâ hatırlayamadım" dediğimde Ahmet Bey hiç düşünmeden "Size doktor olduğumdan bahsetmiştim" dedi. Ah! Evet bahsetmişti ama bunu nereye bağlamayı düşünüyor acaba?

"Geçen senenin sonlarına doğru özel bir ameliyat için geçici olarak bulunduğum bir hastaneye gelmiştiniz. Sanırım bir dizi incelemeden geçmiştiniz ve sonuçları öğrenmek için de tek başınıza o dönem birlikte çalıştığım doktor Irmak Mertoğlu'nu bekliyordunuz. O kadar stresliydiniz ki Irmak gelene kadar sonuç kağıtlarınızı inceleyip size olasılıkları söylemiştim. İtiraf edecek olursam o gün sonuçlarınıza bakınca sizin için epey endişelenmiştim ama şimdi bakıyorum da harika gözüküyorsunuz. İyi olduğunuza çok sevindim umarım tedaviniz de başarıyla sonuçlanmıştır"

Ben boş gözlerle Ahmet Bey'e bakarken yüzünden düşen bin parça olan Selim Bey de hüzün kokan gözlerle bana doğru dönüp "Irmak Mertoğlu mu? Senin neyin var Meral?" deyip sustu. Ağzımı açıp tek kelime dahi edemedim. Selim Bey bana öyle üzgün bir ifadeyle bakıyor ki ne diyeceğimi bilmeden ona bakıp öylece kaldım.

11.Bölümün Sonu

Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)  

Beni Aska Inandır / 4.Bölüm (Yazan : NK)

 Mira hatırlamıyor ama Sarp ile "ilk" tanışma anlarına bir yolculuk yapalım dedim. Hatırlarsanız 2.Bölümde Mira'nın üzerindeki baskı yüzünden aptalca bir şey yapmaya kalkıştığından bahsedilmişti. İşte o aptalca şeyi nasıl yapmış Sarp'ın yerine geçtiği koruması neden kovulmuş bunu öğreneceğiz ;) 

4.Bölüm Sarp&Mira İlk Karşılaşma

Alarm Johnny B. Goode şarkısı eşliğinde ısrarla çalmaya devam ediyor odanın içi de seçilen müzikteki elektro gitar sesiyle inim inim inliyordu ama Mira inatla başını yastıktan kaldırmıyordu. Neden kaldırsın ki? Her gün bir önceki günü en baştan yaşıyormuş gibi hissetmek artık canını fena halde sıkmaya başlamıştı.

Hayatında değişkenlik gösteren tek şey sıkıldıkça değiştirdiği bu alarmın sesiydi. Gözünü açıyor tavan aynı tavan perde aynı perde yatak aynı yatak. Aşağıya indiğinde ailesiyle aynı sofrada olmasına rağmen yalnız hissederek kahvaltısını yapıyor ve hemen ardından da robottan hallice olan korumasının nezaretinde okuluna gidip akşam da aynen tıpış tıpış evine geri dönüyordu.

Arkadaşlıkları da yüzeysellikten öteye geçemiyordu çünkü korumasının peşlerinden ayrılmaması bir süre sonra insan ilişkilerine de ciddi zararlar veriyordu. Artık bunalmış yavaş yavaş da afakanlar basmaya başlamıştı. Bugün bu korumanın da ipi Mira tarafından çekilmeliydi ama nasıl? Belki de bu sefer daha büyük oynamalıydı.

Yatağından isteksizce hatta sürüne sürüne çıkıp penceresine doğru gittiğinde daha perdeyi bile aralayamadan biricik sevgili korumasını kapının önünde kendisini beklerken bulmuştu. Yahu adam bir kere de uyuyakal ne bileyim karınla kavga et bu yüzden de işe geç kal yap bir şey ama her zaman tam saatinde burada olma işte!

Mira'nın yüzü adamı evin önünde bostan korkuluğu gibi dikilmiş görünce fena halde asılmıştı. Yapacak bir şey de yoktu. Saçlarını lastik tokasıyla toparladıktan sonra banyoya girip ardından da üzerini değiştirerek odasından çıktı. Etrafa göz gezdirirken bir yandan da köpeği Çakıl'a sesleniyordu ama kim bilir neredeydi ki sesi soluğu çıkmıyordu. Büyük ihtimalle sıcacık bir yer bulup uyuşuk uyuşuk yan gelmiş yatıyordur. Mira onun adını Çakıl değil de Miskin koymalıymış aslında. Evet şüphesiz ki bu ona daha uygun bir isim olurdu.

Merdivenlere yöneldiğinde aşağıdan da babasının sesi geliyordu. Sanki telefonla konuşuyor gibiydi. Suratı beş karış bir halde aheste aheste merdivenleri inerken bir yandan da zihninde şu an tutunduğu tırabzanlara oturup aşağıya doğru kaydığını ve o esnada da annesinin yüzünde oluşan şok dolu ifadeyi canlandırmaya çalışıyordu. Bunu yapması aile içinde küçük çaplı bir kriz yaşamalarına neden olurdu herhalde.

Aşağıya indiğinde babasını gerçekten de telefonla konuşurken bulmuştu. Yanına yaklaşıp sessizce yanağına bir öpücük kondurduktan sonra karşılıklı olarak dudak hareketleriyle birbirlerine "Günaydın" deyip annesine yöneldi. Meltem Hanım o sırada vereceği davet için notlar alıyordu. Hmm... Yine bir sürü kasıntı insan evlerine doluşacaktı yani.

Meltem Hanım kendisini öpen kızına bakmadan "Günaydın canım" deyip notlar almaya devam ederken Mira da annesine ve elindeki deftere boş gözlerle bakıp kalmıştı. Neyse buna da şükürdü. En azından öptüğünü hissetmişti değil mi? Ya da yemek odasına girdiğini...

Masadaki yerini alırken yanına yanaşan Ayten Hanım "Günaydın Mira Hanım" diyerek ona da bir servis açtı. Ancak Mira tam kadıncağızla mini bir sohbete girişmişti ki Meltem Hanım'ın yan gözle bakmasıyla Ayten Hanım mesajı alıp izin isteyerek mutfağa geri döndü. İyi de kiminle konuşsun bu kız canım! Duvarlara mı konuşsun ya da çiçekle böcekle mi muhabbet etsin? Of! Keşke Defne izinli olmasaydı. O olduğunda en azından kız kıza konuşup biraz vakit öldürebiliyorlardı.

Fuat Bey görüşmesine çalışma odasında devam etmeye giderken Meltem Hanım da ciddiyetini koruyan bakışlarıyla yazmadığı bir şey kaldı mı diye düşünüyordu. O anlarda Mira'da yazık peçetesini kucağına koyduktan sonra dirseklerini masaya dayayıp yanaklarını da yumruklarıyla destekleyerek önündeki tabağa bakmaya başlamıştı. Aklından neler geçiyordu belli değildi.

Yan gözle annesine bakıp tekrardan tabağına döndükten sonra kinayeli bir şekilde "Merhaba nasılsın? Sormadın ama ben yine de söyleyeyim. Biraz canım sıkkın be kaşar peyniri! Kendimi şu acımasızca dilimlenip birçok parçaya ayrılmış zavallı domates gibi hissediyorum. Kimse benimle ilgilenmiyor. Baksana yeşil zeytinler bile siyah zeytinlerle birbirlerine kaş göz yaparak anlaşıyorlar. Durumları benden iyi yani" demeye başlayınca annesinin dikkatini nihayet çekmişti.

Elindeki defteri masaya bırakan Meltem Hanım kendi kendisine saçma sapan şeyler konuşan kızına dönüp ona endişeli gözlerle bakarak "Kızım sen ne yaptığının farkında mısın?" diye sordu. Mira hemen dirseklerini indirip hazır ola geçmişti.

"Şey... Ben sadece sıkıldım da kendi kendimi eğlendiriyordum"

"Peynirle konuşarak mı?"

"En azından beni dinliyor"

O an anne kız göz göze kalmış Mira'nın da yüzü ister istemez ekşimişti çünkü son sözlerindeki ses tonunu pek beğenmemişti. Ne o öyle acıyıp sevin beni okşayın pamuklara sarın der gibi! Bir de ağlasaydı da tam olsaydı bari. 

Meltem Hanım tam kızının elini tutmak için uzanırken Ayten Hanım yemek odasına gelerek "Feraye Hanım geldi efendim" dedi. Ooo! Sabah sabah sosyetenin ayaklı gazetesi mi gelmiş? Yine ne acayip havadisler yumurtlayacak bu kadın acaba? 

Mira yine ikinci plana düştüğünü hissedince keyifsizce elini geri çekip "Benim derse yetişmem lazım anne akşama görüşürüz" dedikten sonra yerinden kalkıp yarım ağızla da "Yani müsait olursanız görüşürüz herhalde" dedi. Mira çantasını alıp evden çıkmıştı ama ardından bakan annesinin aklından psikoloğu ile bir görüşme ayarlamak geçtiğini bilseydi herhalde bu kadar rahat olmazdı.

Mira oraya gitmekten de tanımadığı birine derdini anlatmaya çalışmaktan da nefret ediyordu. Annesi de elini taşın altına koyup bu kızın ne derdi var bir oturup ailece konuşalım demek yerine hemen topu psikoloğa atıyordu. Böylesi daha kolay oluyordu çünkü.

•●●·٠•●●•٠·˙

Mira evden çıktıktan sonra hızlı adımlarla merdivenleri inip bahçeye girmişti. Şöyle bir bakınıp ıslık öttürerek "Çakıl! Neredesin kızım? Hadi bak ben gidiyorum ama!" dediğinde köpeği de sonunda yattığı yerden sallana sallana çıkmıştı. Şu gelişe bak... Hay tembel teneke!

Mira köpeğinin yanına gidip tüylerini severek onu şımartırken bir yandan da "Seni gidi uyuşuk seni! Neden odadan kaçtın bakalım yoksa bıktın mı benden?" diye sitem ediyordu. O sırada babası da şirkete gitmek için evden çıkmıştı. Fuat Bey köpeğini sevgiyle öpen kızına doğru bakıp "Kızım hadi okuluna geç kalacaksın. Köpeğinle de akşam eve döndüğünde ilgilenirsin" deyince Mira da babasının sesini duyar duymaz ona doğru dönüp ayaklanmıştı. Ellerini silkeleye silkeleye Çakıl'a göz kırparak "Baba kızdı ben gidiyorum. Sonra görüşürüz" dedikten sonra "Şirkete mi gidiyorsun baba?" diye sorup Fuat Bey'in yanına doğru yürümeye başladı.

"Evet tatlım"

"Bugün beni okula sen bırakır mısın?"

"Çok isterdim ama toplantım var. Belki başka zaman"

"Baba..."

"Söyle kızım"

"Senden bir şey isteyebilir miyim?"

"İste bakalım"

"Bizim okula yeni gelen bir kız var"

"Ee! Ne olmuş?"

"Bugün doğum günüymüş bizim bölümden de birkaç kişi orada olacak. Uzun zaman sonra ilk defa beni de bir partilerine davet ettiler. Gidebilir miyim?"

"Doğum günü olan arkadaşın kim peki ben tanıyor muyum?"

"Adı Tuğçe Gencer. İyi bir kıza benziyor"

"Gencer mi?"

"Evet ne oldu?"

"Hiçbir şey olmadı. Tamam gidebilirsin"

"Gerçekten mi?"

"Gerçekten"

"Teşekkür ederim baba"

Mira nasıl oldu da izin verdi diye şaşkın bir ifadeyle tebessüm ederken Fuat Bey kızının korumasına doğru dönüp "Mira'yı bu akşam arkadaşının doğum günü partisine götüreceksin. Rahatsız etme ama etrafından da bir an olsun ayrılma. Saat sınırlamasını biliyorsunuz geç olmadan eve geri dönün" dedi. Bunu duyunca Mira'nın gözleri olduğu yerde tam tur atmıştı. Yüzünü asıp içinden de "Ne bekliyordum acaba? İyi de kızlarla da koruma yok diye anlaşmıştık. Şimdi ne olacak peki?" diye geçirmeden edemedi.

Şu an babasına koruma istemediğini söylemesi de pek uygun olmayacaktı sanki. Sonuçta bunu derse Fuat Bey büyük ihtimalle kararından vazgeçip o zaman hiçbir yere gitmiyorsun küçük hanım diyecekti. Neyse babası gideceğini bilsin de korumasını bir şekilde hallederdi herhalde.

Baba kız vedalaştıktan sonra kendi araçlarına geçerek evin önünden ayrıldılar. Mira hareket ettiklerinden bu yana bir gözü korumasında olarak derin derin düşünmeye başlamıştı. Bu adamın ayağını ne şekilde kaydırsaydı acaba? Akşama kadar etkili bir şeyler bulsa iyi olurdu yoksa partiye gitmesi sıkıntıya girecekti.

Yavaş yavaş okula da yaklaşmaya başlamışlardı. Mira dudaklarını kemirerek etrafı izlerken bir gözü de korumasına takılınca aklına gelen bir düşünceyle "Ben okulun önünde inmeyeceğim. Beni uygun bir yerde bırakın lütfen. İsterseniz arkamdan takip edebilirsiniz ama o okula yalnız girmek istiyorum" dedi. Dedi ama maalesef ki adam talimatlara harfi harfine uyan biriydi.

Koruması aynadan Mira'ya doğru bakıp "Üzgünüm Mira Hanım sizi okulunuzun önünde indirip işiniz bitince de bıraktığım yerden almak zorundayım. Fuat Bey'in emri böyle" deyince Mira da boynunu sımsıkı tutan hayali ellerin gittikçe daha da sıkı tutmaya başladığını hissedip gözlerini devirdi.

"Babamın duymasına gerek yok ki bu aramızda kalabilir"

"Olmaz efendim"

"Sana emrediyorum! Bana karşı mı geleceksin?"

"Ben emirleri sadece Fuat Bey'den alıyorum Mira Hanım. Ancak isterseniz kendisine sorup size izin vermesini sağlayabilirsin. O zaman sizi istediğiniz yerde bırakabilirim"

"İzin vermez ki!"

"İnanın benim yapabileceğim bir şey yok"

Mira sessizleşmişti ama adama da fena bilenmişti. Bu kadar da etik olunmaz ki canım biraz esneklik lazım sonuçta! Araç okulun önünde durup koruması da kapıyı "Buyurun efendim. Bir ihtiyacınız olursa ben buradayım" diyerek açınca Mira'nın da kafası iyice atmıştı. Eline bir megafon alıp okulun çatısından da bağırsaydı keşke!

Mira arabadan sinirle inip adama da "En azından derse dalıp orada da yanımda oturmaya kalkmıyorsun. Bu da tesellim olsun bari!" dedikten sonra derin bir nefes alarak üzerindeki gözlerin yarattığı gerginlikle içeriye girdi. Sanki herkes onun hakkında fısıldaşıyormuş gibi geliyordu. Belki de bu birkaç konuşmaya şahit olduğu içindir çünkü kızlar tuvaletindeyken onun orada olduğunu fark etmeyen bir grup kız hakkında acımasızca konuşup epeyce dalga geçmişlerdi. Bu da Mira'yı çok üzmüştü tabii.

Neyse ki okulda sadece onlar gibi düşünen kızlar yoktu. Mira'yı bu konuşmaların üzerine üzgün bir halde gören Damla önce o kızları takmamasını söylemiş sonra da kendisini tanıtarak Mira ile biraz sohbet etmişti. Şimdi de onun davetiyle okulun gelir gelmez popüler olan kızı Tuğçe Gencer'in doğum gününe çağrılmıştı. Mira bu fırsatı iyi değerlendirmesi gerektiğini biliyordu. Korumasını atlatıp geceye tek başına giderse resmen rüştünü ispat edecek herkesin de ağzına bir fermuar çekecekti. Bunun için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdı.

•●●·٠•●●•٠·˙

Yoğun ve yorucu geçen bir günün ardından nihayet akşam olmuştu. Yemek sonrası Mira odasına kapanmış sessizliğini bozmadan bir yandan hazırlanmaya çalışıyor bir yandan da kafasının içinde dönüp duran düşüncelerle uğraşıyordu. Korumasını atlatacak yolu hâlâ bulabilmiş değildi. Bu zamana dek o kadar çok yol denemişti ki elindeki seçenekler artık kısıtlı hale gelmişti.

Saçlarını tarayıp aynadaki görüntüsüne odaklı bir şekilde öylece dururken aniden aklına gelen şey ile birlikte elini indirdi ve kendi kendisine "Niye her zaman sınırları zorlamaya çalışıyorum ki? Belki de basit düşünüp basit hareket etmeliyimdir" dedi. Bir de bu yolu deneyelim bakalım hisleriyle telefonunu alıp Damla'yı aramaya başladı. Onun yardımı gerekiyordu çünkü.

Damla ailesiyle değil iki tane kız arkadaşıyla birlikte kalıyordu. Mira'nın derdi de korumasını gerçek parti mekanı yerine Damla'nın evine yönlendirmekti. O yanlış kapının önünde beklerken Mira da arka bahçeden kaçarak asıl partinin olacağı yere gidecekti. Tabii korumasının buna inanması için biraz yardım alması gerekiyordu. Bunun için de Damla çıkmadan önce evin ışıklarını ve müziğin sesini açık bırakırsa her şey süper olurdu.

Aslında Mira'nın bu taktiği de tutmuşa benziyordu. Evden ayrıldıktan sonra aynen düşündüğü gibi Damla'nın evine gitmişlerdi. Işıklar ve müzik sesleri yani her şey olması gerektiği gibiydi. En güzeli de Damla'nın arkadaşlarının o gece kendi bölümlerindeki arkadaşlarını evlerinde toplaması olmuştu. Bu sayede giren çıkanlar sebebiyle koruması burada bir parti olduğuna ve Mira'nın da içeride olduğuna inanacaktı. Mira arabadan gayet rahat bir tavırla inip korumasının gözetiminde eve yaklaştıktan sonra zile bastı ve kapıyı açan Damla'ya birbirlerine kaş göz işaretleri yaparak içeriye girdi.

Planın ikinci kısmı için de korumaya yiyecek ve içecek bir şeyler hazırlanmıştı. Mira kendi kullandığı uyku ilacını adamın içeceğine karıştırınca Damla'ya da onu ikram etmesi kalmıştı. Adam ilk anda nezaketen kabul etse de hemen yiyip içmeye yeltenmemişti. Bu da pencereden onu gözleyen Mira'yı sinir etmişti. İçinden "İçsene şunu!" diye diye bekleyişini sürdürürken nihayet adam bir yandan gazetesini okuyup bir yandan da gayri ihtiyari bir şekilde ikramlıkları yemeye başlamış kızlarda rahat bir nefes almıştı.

Çok geçmeden adamın esnemeye başladığı ve ardından da başını uykulu bir halde geriye yasladığı görülmüştü. Bu olduğunda Mira ve Damla an bu andır düşüncesiyle dikkat çekmemeye çalışarak evden çıkmış ve arka bahçeye doğru yönelmişti. Ancak Mira'nın hesap etmediği bir şey vardı. Görevine hazırlanmak için tüm gün Fuat Bey ile ilgili gözlem yapan Sarp kızın bir işler karıştırdığını düşünüp peşine takılmıştı. 

Haklı da çıkmıştı. Kızın koruması çok yönlü düşünüp verilen yiyeceklerden tatmaması gerekirken bir süre sonra hem kanepelerden yemeye başlamış hem de buz gibi içeceği yudumlamaya başlamıştı. Bu büyük bir hataydı ve yaptığı bu hata da bugün işinden olmasına neden olacak olaylara sebebiyet verecekti.

Sarp ise korumanın aksine Damla'nın evini göz hapsinde tutmaya devam ediyordu. Başlarda bir sorun yok gibiydi ama kısa süre sonra bir hareketlenme olmuştu. Sarp adamı uyarıp uyarmama arasında gidip geldikten sonra tanınmayı göze alamadığı için aniden vazgeçerek tek başına kızların peşine takılmıştı. 

Mira ve Damla ise uzunca bir yol gittikten sonra partinin olacağı asıl mekana gelmişti. Onlar içeriye girerken Sarp etrafa şöyle bir göz gezdirip dışarıda beklemeye başladı. Aslında gayet sıradan bir parti gibi gözüküyordu. Belli ki kız sadece arkadaşlarıyla biraz eğlenmek istemişti. Şu an için tek sorun korumasını atlatmış olmasıydı.

Sarp kapı önünde dolanıp gelenleri gidenleri incelerken Damla ve Mira da onca kalabalığın içinde sonunda Tuğçe'yi bir köşede arkadaşlarıyla konuşurken bulmuştu. Kızın partisi resmen iğne atsan yere düşmeyecek kadar kalabalıktı. Bu kadar kişiyle hangi ara arkadaş oldu da evine davet etti inanılır gibi değildi. Damla ile yanına gidip hediyelerini verdikten sonra da parti bir anda Tuğçe'nin ortamı coşturmasıyla hareketlenmişti.

Gençler çalan müzik eşliğinde sahnenin tozunu attırırken bir yandan da bittikçe yeniden doldurulan kadehler art arda devriliyordu. Mira onlara uyum sağlamaya çalışsa da yine de alışık olmadığı için temkinli gidip içiyormuş izlenimi vererek göze batmamaya çalışıyordu ancak bir yerden sonra işler karışmıştı. Bir yudum iki yudum derken kızlarında iteklemesiyle bir anda kendisini eğlenceye kapılmış bir halde bulmuştu.

Mira ve Damla ile aynı masada olan Tuğçe kızlara ilk kez tanıdığı kişileri bir dizi ön elemeden geçirmek için sorular soruyor bunun neticesinde de birçok kişiye şimdiden çiziği atıyordu. Gerçi o daha çok kılık kıyafetlerini ve ortama uyum sağlayıp sağlamamalarını önemsiyordu. Bu yüzden de Damla'nın kişilerin okul ve aile durumlarını anlatmasını kulak arkası yapıyordu. Onun için dış görünümler daha önemliydi çünkü yanında popülaritesini olumsuz yönde etkileyecek insanlar bulundurmak istemiyordu.

Tuğçe gözlerini salonun bir köşesinden bir diğer köşesine doğru yolculuğa çıkarırken tam karşılarındaki masaya geçip son derece havalı bir tavırla içkisini yudumlayan genci fark etmişti. Tuğçe radarına yakalanarak "İşte bu!" alarmını ciddi bir şekilde öttüren genci gözleriyle baştan aşağıya tarayıp "Kızlar günün en önemli sorusu geliyor. Kim bu? Her neyse canım kimse kim! Onu istiyorum. Kız arkadaşı var mı? Yanlış anlamayın vazgeçmek için sormuyorum onu iki saniye içinde kimden ayırmam gerektiğini öğrenmeliyim de o yüzden soruyorum" dedi. Yavaş gel Tuğçe!

Tuğçe'nin sözleri kadar bunu yapacağı konusunda ciddi de görünmesi Mira'ya tuhaf gelmişti. Ne yani çocuğun bir kız arkadaşı olsa onları ayırmakta bir an bile olsun tereddüt etmeyecek miydi? Bu kadar kolay mıydı diye düşünmeden edemiyordu. Ne yalan söylesin bir anlığına benim ne işim var burada ne işim var bu insanların içinde hislerine de kapılmıştı. Bu his Damla'nın şaka yollu kendisine hafifçe omuz çarpmasıyla bölünmüştü. Sanki daldın diyen bir kendine gel dokunuşuydu bu.

Mira zoraki bir şekilde tebessüm ederken Damla da Tuğçe'yi bilgilendirme maksadıyla "Adı Burak Sarrafoğlu. Şu salonda kaç kız var bilmiyorum ama emin ol %80'ini büyük bir ustalıkla idare ediyor olmalı" dedi. Bu hiç de hoş hissettirmeyen bir bilgiydi doğrusu. Tuğçe gözlerini kısıp o %80'lik dilimin içinde siz de var mısınız der gibi kızlara bakınca Mira yanlış anlaşılma olmaması için hemen "Benim onunla işim yok. Hiçbir zaman olmadı bundan sonra da olmayacak" dedi. Kendisinden son derece emin olan tavrı Tuğçe'nin ona inanmasını sağlamıştı sanki. Mira kendisini bu işten sıyırınca bu sefer de gözler Damla'ya dönmüştü. O niye sessiz duruyordu ki?

"Damla..."

"Efendim Tuğçe?"

"Ya sen?"

"Ya ben ne?"

"Soruma ses çıkarmadın. Mira benim onunla hiçbir ilgim yok diyor. Peki senin var mı? Bak dikkatli düşün!"

"Ee...."

"Seni paralarım Damla! Var değil mi?"

"Hey! Tamam güzel günlerdi ama artık görüşmüyoruz"

"Artık görüşmediğinize emin misin? Ben pek emin olamadım çünkü!"

Damla kuşku uyandıracak şekilde gözlerini kaçırıp "Sadece birbirimizi görünce selamlaşıyoruz o kadar" deyince Tuğçe de verdiği cevabın altında neler olabileceğini sezip "Anlamıştım!" diyerek ellerini sinirle birbirine vurdu. Sessizlik olmuştu ama Tuğçe düşünürken rahatsız edici bakışlarını Damla'nın üzerinden bir an olsun çekmemişti.  

Mira elindeki bardağı masaya bırakıp çaktırmadan "Kızlar Sarrafoğlu buraya doğru geliyor" deyince Damla ile Tuğçe bu uyarıyla toparlanmıştı ama şimdi de hedef Mira olacak gibi görünüyordu. Tuğçe tam çocuğun dikkatini çekmek için çekici bakışlarını fırlatırken Burak onu görmezden gelerek yanından geçtiği Mira'nın önüne bir kokteyl bıraktı ve şok dolu bakışlar eşliğinde "Gülüşünü sevdim" dedikten sonra da arka tarafa doğru gitti. Hay aksi! Derin bir sessizlik olmuştu. Mira hiç istifini bozmadan önündeki bardağa bakarken Damla ile Tuğçe ona doğru eğilmiş şaşkın şaşkın yüzüne bakıyordu. Of! Başkasının yaptığı bir davranışı neden Mira açıklamak zorundaydı ki?

"Mira!"

"Efendim Tuğçe?"

"İkinci bir emre kadar Burak'ın bulunduğu ortamlarda gülümsemen yasaklandı. Tabii sana savaş açmamı istemiyorsan"

"Merak etme bana güvenebilirsin gerçekten hiç ama hiç tipim değil"

Demek tipi değildi. Tuğçe bülbül gibi ötsün diye Mira'nın eline bir kadeh daha tutuştururken bir yandan da "Senin tipin nasıl peki? Bilelim de ne olur ne olmaz" diye sordu. Soruyordu da Mira ne diyeceğini bilemediği için soruyu kaynatmaya çalışıyor Tuğçe'de öğrenmek için dürtüklemeyi sürdürüyordu. En nihayetinde Mira alkolün etkisiyle safça gülümseyip "Uzun boylu olmalı yani benden uzun olsun. Sarılmak istediğimde parmak uçlarımda yükselmeliyim. Öyle bir yükseklik yani. Bir de insanı mavi tura çıkmış gibi hissettirecek mükemmellikte gözlere sahip birine hayır diyemem doğrusu. Olgun da olmalı. Ben biraz çocuksuyum çünkü. O beni olgunluğuyla dengelesin ben de onu çocuksu şımarıklıklarımla uğraştırıp biraz zorlayayım" dedi. Etrafında bu tarife uygun biri vardı aslında.

Sözünü tamamlar tamamlamaz Mira'nın yüzünde bir afallama ifadesi belirmişti. Söylediği şeylere kendisi bile şaşırmış gibiydi. Daha önce hiç bu konu hakkında düşünmemişti herhalde. Yüzünde tatlı bir tebessüm olsa da bir yandan da alkolün etkisiyle görüşü bulanıklaşmış olmalı ki alnını tutup gözlerini kapattı.

Tam o anda da Damla'nın böyle birini okulda asla bulamayacağını söylediğini işitti. Acı bir gülümseyişle "Aslında durumumu düşününce onun beni bulması gerekiyor gibi görünüyor. Malum okul dışındaki sosyal hayatım sıfır" dedi ama bu sohbet Tuğçe'yi hiç açmamıştı. Resmen daha konuşmanın başında konudan kopmuş bir miktar da darlanmıştı. Kafasında da tilkiler dolanıyor gibiydi. Burak'ın bıraktığı kokteyli alıp içindeki yıldızlı pipeti sinirle fırlatarak bir dikişte içince Mira'nın da gözleri kocaman açılmıştı. Kız gerçekten kızmışa benziyordu.

Bardak sert bir şekilde yeniden masayla buluşurken Tuğçe müzik tesisatının olduğu yere doğru bakarak "Mira sesin nasıl?" diye sordu. Neden soruyordu ki? Mira yüzünü buruşturarak "Ne zaman odamda şarkı mırıldanmaya kalksam köpeğim Çakıl iki gün ortalarda gözükmüyor" deyince Tuğçe derin bir nefes alarak "Güzel! Benim istediğimde bu zaten. Hadi gel benimle!" dedi. Eyvah!

"Tuğçe dur!"

Tuğçe onu çekeleyerek salonun ortasına kurulan sahnedeki mikrofonun yanına çıkarırken Mira'da bir yandan gergince gülüp bir yandan da bunu yapmamasının daha iyi olacağını söylüyordu ama onu dinleyen yoktu. Tuğçe'nin işgüzarlığı sonucunda sahne artık Mira'ya emanetti.

Mira ne yapacağını bilemez bir halde etrafına bakınırken içinden de neden burada duruyorum diye düşünüyor ama bu düşünceye rağmen kıpırdamadan durmaya devam ediyordu. Tuğçe ise mikrofonu tutup "Baylar ve bayanlar! Şimdi sizi muhteşem bir sesle tanıştıracağım. Buna hazır mıyız?" dedikten sonra yanında durarak ses sistemine boş boş bakan Mira'yı kolundan tuttu ve kendisine dönmesiyle birlikte de "Karşınızda Mira Çeliker!" dedi. Damla yüzü beş karış bir halde Tuğçe'nin kızı düşürmeye çalıştığı durumu izlerken Mira da eline tutuşturulan mikrofona bakıp kesik kesik gülmeye başlamıştı. Şarkı söylemek kim o kim Allah aşkına? Ayıkken bile iki sözü bir araya getirip melodiye ayak uyduramazken sarhoş haliyle ne yapardı belli değildi.

"Tuğçe senin kulaklarına saygın yok mu ya?"

"Var canım beni merak etme kulak tıkaçlarım yanımda"

"Kulak tıkacı... Özgüvenim tavan oldu şu an"

Tuğçe omzuna teselli dokunuşu yaparak giderken Mira'nın da başı alkole alışık olmadığı için hafif hafif sallanmaya başlamıştı sanki. Neyse ki ayakta durabilecek gibiydi ama yine de hafiften bir çakırkeyiflik baş göstermişti tabii. Tamamen kendinde olsa o sahneye ayak bile basmazdı zaten.

Herkes sahnede hareketsizce durup saf saf etrafına bakınan Mira'yı izlerken müzik sesi gelmeye başladı. Tuğçe'nin mikrofonla yaptığı anonsu duyan Sarp ise Mira'nın adı geçtiği için içeriye davetli gibi girmiş bir kenardan neler olduğunu izlemeye başlamıştı. Mira sahnedeydi ve kendisine bakan bir salon dolusu insan karşısında tahtaya çıkan tembel öğrenciler gibi ne yapacağını bilmez bir şekilde duruyordu. Sanki birazdan da hocam elektrikler kesikti şarkıya çalışamadım diyecek gibiydi. Sarp Mira'yı görür görmez onu ait olmadığı o yerden çekip almak istemişti. Yapamamıştı tabii.

Mira şarkının ilk sözlerini kaçırıp arkadaşlarının ikazıyla tam ortasından kel alaka bir şekilde daldıktan sonra Damla'nın işaretiyle de elindeki mikrofonu biraz kaldırıp şarkıyı robot edasıyla söylemeye devam etti. Bu durum Tuğçe'ye derin bir oh çektirmişti çünkü bu güvensiz ve pısık ses tonu Burak'ın ilk duyduğunda yüzünü ekşitmesine neden olmuştu. Artık Mira'nın yüzüne bile bakmazdı herhalde.

Tuğçe salına salına Burak'ın yanına doğru giderken veterinerlikten tanıdığı birkaç kişinin Mira'yı coşturacak ölçüde iyi tezahürat yapması ve oldukları yerden ona şarkıyı söyleyerek eşlik etmesi işleri biraz değiştirmişti. Mira onlar sayesinde oldukça rahatlayıp olduğu yerde hafif hafif omuz sallayarak arkadaşlarına uyum sağlarken şarkının ikinci kıtasında adeta bambaşka biri gibi ortamı bir anda uçurmuştu. İçten içe battım zaten iyice salayım gitsin diyor olmalıydı. Artık insanlar gülmüyor resmen sahnedeki kızı hayranlıkla izleyip tempo tutuyordu. Buna Sarp'ta şaşırmıştı çünkü bu gerçekten de kargalıktan bülbüllüğe geçiş yapan çok hızlı bir değişim olmuştu. Ayrıca itiraf etmek gerekirdi ki kızın sahnesi de yıkılıyordu.

Of ki ne of!

Bir daha kim duyar sesimi?

Ya bu kader baştan yazılsın ya da hayatın kendisi

Nasıl silinir ben bilemedim yüzümden yaşam izleri.

Şimdi bana öyle bir şeyler

Söyle ki durup dururken

Tam hayattan vazgeçerken

Beni aşka inandır

Salondaki herkes gibi Sarp'ta sahnedeki Mira'yı dört gözle izliyordu. Ancak son nakaratlara gelirken Mira'nın bakışlarında bir tuhaflık olmuştu çünkü kız o andan itibaren karşısındakileri çift görmeye başlamıştı. Midesindeki çalkalanma da ayrı bir vakaydı tabii. En son ne içmişti o öyle? Her neyse bir daha ağzına o ayarda bir şey sürmeyeceği kesindi. Şarkının son sözlerini yarıda kesip müziğin bitmesini beklemeden mikrofonu bırakınca alkışlayan arkadaşları da "Bir daha! Bir daha!" demeye başlamıştı ama bu mümkün değil gibi gözüküyordu. Aslında başına bela almak istemiyorsa bir an önce eve dönse iyi olacaktı.

Kafası o kadar bulanmıştı ki biri gelip şarkıyı çok güzel söylediğinden bahsetse ona "Ne şarkısı?" diyebilecek haldeydi. Bir dakika öncesi yok gibiydi. O noktada kalmıyor ileri gidiyordu sadece. Saçlarını karıştırıp sahneden inmek için adımını attığında ise biraz dikkatsizce davranmış ve bu yüzden de kablolara takılıp fena halde tökezlemişti. Neyse ki düşmesine izin vermeyen biri yardımına hemen yetişmişti.

Kendisini düşmekten kurtaran kişinin elini tutarak ondan destek aldığını anlayınca bakışlarını yanındaki kişiye doğru çevirdi. Bunu yapmasıyla da Burak "Hoş bir tarzın var" dedi. O da şarkının bitmek üzere olduğunu anladığı anda Mira ile tanışmak için Tuğçe'nin yanından ayrılmıştı. Burak'ın iltifatı sonrasında birbirlerine bakarken Mira gözlerini kısmıştı. "Kim bu ya?" diyordu kendi kendisine. Kim olduğunu irdelemeyi bırakıp bakışlarını beline dolanan kola doğru indirdi ve "Beşe kadar sayıyorum çek elini!" dedikten sonra yavaş yavaş beşten geriye saymaya başladı. Burak ise dediğini yapmak yerine her geri sayışında gülümsüyordu çünkü Mira tam sayarken sıradaki sayıyı unutup tekrar başa sarıyordu.

Burak rahatsız edici bir tavırla "Hadi gel de dışarıya çıkıp biraz hava alalım" dediğinde Mira ona tip tip bakmaya başlamıştı. Tuhaf... Bu çocuk ikiz miydi? Halbuki az önce tek başına duruyordu. Değildi tabii ki! Sadece içkinin şişede durduğu gibi durmadığının kanıtıydı gözlerindeki yanıltıcı görüntü.

Damla ile Tuğçe yanlarına doğru gelirken Mira da Burak'ın kolunu itip "Bırak beni çünkü ben kendim de gidebilirim. İnsana sarhoş muamelesi yapmayın!" dedi ama Burak'ın fazlaca samimi olan tavrı ve yardım konusundaki ısrarı onları izleyen Sarp'ı kızdırmıştı. Kız istemediğini alenen belli ediyorken bu ısrar can sıkıcı olmaya başlamıştı. Tanınacak olmasını göze alıp yanlarına gittikten sonra tam Tuğçe Mira'ya seslenecekken ortaya çıkıp otoriter bir ses tonuyla da "Mira!" diye seslendi. Bu sefer de tüm gözler Sarp'a dönmüştü.

Tuğçe ilk tepki olarak "Benim gördüğümü siz de görüyor musunuz?" dese de hemen toparlanıp Sarp'ı baştan aşağıya beğeniyle inceleyerek "Sen de kimsin ya?" diye sordu. Sarp önce ne diyeceğini şaşırsa da hemen durumu toparlayıp "Mira'nın arkadaşıyım. Onu evine götürmeye geldim" dedi. Bu nasıl arkadaş böyle! Damla ile Tuğçe şok dolu gözlerle Mira'yı Burak'ın yanından alan Sarp'ı izlerken Mira da başını kaldırıp sessizce "Arkadaşım mı? İyi de bundan benim niye haberim yok?" diye sordu. Sordu da Sarp'ın ona laf yetiştirecek hali yok gibiydi.

Sarp kızın kulağına sokulup küçük bir hatırlatma yaparak "Babanızı biliyorsunuz 15 dakika içinde evde olmanız gerekiyor" dedi. Mira bunu duyunca gözlerini kırpıştırıp "Aa! Bunu bildiğine göre beni gerçekten tanıyor olmalısın. Ee! Hadi gidelim o zaman" dedikten sonra kızlara veda edip Sarp'a sıkıca tutunarak evden çıktı. Hangi ara bu kadar içmişti anlayamamıştı. Resmen etrafında yıldızlar uçuşuyordu. Belki de alışık olmadığı için bu kadar çabuk çarpılmıştı.

"Neden her yer dönüyor?"

"Ayarsızca içtiğiniz için olabilir mi Mira Hanım?"

"Mira Hanım mı? Bir dakika bir dakika! Sen benim korumam mısın yoksa? Şimdi anladım!"

"Neyi anladınız?"

"Sen normalde yaşlı ve çirkinsin ama alkollüyüm diye gözüme bir hoş gözüktün. Bu da epey bir yanıltıcı oldu. Gerçekten de şişede durduğu gibi durmuyormuş. Bu arada sen de şoför koltuğunda durduğun gibi durmuyormuşsun"

"Ben sizin korumanız değilim"

"Kimsin o zaman? Arkadaşım olsan bu haldeyken bile tanırdım seni. Yani tanırdım herhalde. Tanırdım değil mi?"

"Sadece sizi sağ salim evinize götürmek isteyen bir dostum diyelim olur mu?"

"Yok olmaz! Büyük ihtimalle aklımda tutamayacağım ama yine de kimlik bilgilerini istiyorum yoksa avazım çıktığı kadar bağırıp herkesi başına toplarım"

Sarp kızı kaldırıma oturtup kısa bir an düşündükten sonra "Tamam madem bana karşı bir güven sorunu yaşıyorsunuz o zaman telefonunuzu verin de korumanızı arayalım o da sizi buradan alıp evinize götürsün. Ne dersiniz?" dediğinde Mira etrafa boş boş bakıp panikle de "Çantam nerede? Çantam yok!" demeye başladı. Ah! Doğru ya Sarp Mira'yı alırken masalarındaki çantasını da almayı akıl edememişti. Neyse ki fazla uzaklaşmadan fark etmişlerdi.

"Tamam sakin olun!"

Mira'yı orada bırakmayı göze alamadığı için "Hadi kalkın da geri dönüp çantanızı alalım" diyerek kolundan tutunca Mira da zar zor ayaklanıp Sarp'a yaslanarak yürümeye başladı. Sarp kolunun altındaki kıza bakarken bir yandan da bir sonraki karşılaşmalarında kendisini tanımaması için dua ediyordu. Fuat Bey kızının etrafında dolaşmasını yanlış yorumlayabilir ve bir anda tüm bağlantılarını koparabilirdi çünkü.

Evin önüne geldikten sonra Mira'yı bahçedeki masaya doğru götürüp sandalyeye oturtmuş ve ona kendisini burada beklemesini söyleyip içeriye girmişti. Burası da ne kadar kalabalıktı böyle! Şimdiden başı ağrımaya başlamıştı bile. Sarp çatık kaşlarıyla gençlerin arasından geçerken Damla'yı fark edince yanına doğru gitmeye başladı. Arkadaşının çantasına sahip çıkmış olmalıydı değil mi?

Sarp yanına gittiği Damla'ya selam verip Mira'nın çantasını görüp görmediğini sormuş ondan da çantayı güvende olması için Tuğçe'nin odasına çıkardıklarını öğrenmişti. Damla kolundan tuttuğu Sarp'a "Hadi gel benimle! Tuğçe üzerini değiştirmek için odasına çıkmıştı zaten ben alırım ondan" dediğinde ikisi de kalabalıktan sıyrılıp yukarıya çıkarak Tuğçe'nin odasının önüne geldiler. Sarp koridorda beklerken Damla kapıyı tıklatıp Tuğçe'nin gelmesini söylemesiyle odaya girmişti. Evin bu katı tamamen sessizdi. Ne oluyorsa aşağıda oluyordu yani.

Sarp kızın hâlâ bıraktığı yerde olup olmadığını da merak etmişti. Mira'yı kontrol etme niyetiyle pencereye doğru yaklaştıktan sonra da konsolun üzerindeki fotoğrafları fark edip Mira'ya bakmadan önce onlara bir göz gezdirmeye başladı. Bunu neden yapıyordu o da bilmiyordu ama bakıyordu işte. Resimdekiler Tuğçe'nin ailesi olmalıydı. İçlerinden birini eline alıp aile üyelerine tek tek bakarken gözleri Tuğçe'nin ağabeyi Kemal'in üzerinde durmuştu. Garip bir andı. Bu adamı tanıyor gibiydi de tanımıyor gibiydi de.

Sarp hafızasını zorlayıp gözlerini resimdeki adamdan ayrılmakta zorlansa da yine de "İşte çanta burada!" diyen Damla'ya teşekkür ederek çerçeveyi konsolun üzerine bıraktı. Ancak tam da o sırada bir de ne görsün? Gözü pencereye doğru gidince karşılarındaki binanın tepesinde bir kadın olduğunu fark etmişti. Saçlarındaki uçuşmaları görünce "Sakın bunu yapmış olma! Sakın yapma..." diye diye camı açıp aşağıya doğru bakarak "Mira!" diye bağırdı ama kız bıraktığı yerde değildi.

"Kahretsin!"

Korkuyla karışık kızgınlıkla çantayı Damla'nın elinden kaptığı gibi önce merdivenlere sonra da evin kapısına doğru koşmaya başladı. Dışarıya çıkıp karşıdaki binaya doğru büyük bir hızla giderken Mira da artık gözükmüyordu. Yetişemeyip atlamış mıydı acaba?

Sarp nefes nefese bir halde binanın önüne gelip durum itibarıyla da sizli bizli konuşmayı bir kenara bırakarak "Mira!" diye seslendi. Cevap gelmeyince bir kez daha bağırıp onu görebilmek için binanın camlarına bakmaya başladı ama yok! Yer yarılmış o da içine girmişti sanki. Üçüncü seslenişiyle birlikte oturduğu yerden kalkarak kendisini belli eden Mira da başı döndüğü için korkuyla geri geri gidip duvara tutundu. Sarp onu görünce ne düşüneceğini bilememişti. Oraya hangi akla hizmet etmek için çıkmıştı bu kız Allah aşkına!

Sarp onu binanın tepesinde görmenin verdiği ilk şoku üzerinden attıktan sonra "Mira hemen aşağıya in!" diye bağırdı ama belli ki Mira'nın aşağıya tıpış tıpış inmeye pek niyeti yoktu. Bir şekilde buradan atlayacaktı ama bu atlayış öyle çok büyük bir hasar yaratmamalıydı. Ailesini birazcık korkutsa birazcık dikkatlerini çekse yeterdi sanki.

Mira olduğu yerden aşağıya bakıp yüksekliği beğenmeyince çıktığı yerden geri girmiş Sarp'ta aşağıya geliyor diye rahatlamıştı. Ama yok o kadar da rahatlamasın. Mira aşağıya inmişti ama bir kat aşağıya inmişti. Dışarıya çıkıp tekrardan aşağıya bakınca da yüzünü buruşturarak "Yok ya! Yukarıdan atlarsam ölürdüm de buradan atlarsam da kesin kolum bacağım kırılır aylarca yatakta kalırım. Haftaya sınavlar var zorlanırım olmaz" dedi ve bir kez daha içeriye girdi.

Bu esnada aşağıda eli kolu bağlı bir halde onu izlemek zorunda kalan Sarp fenalık geçiriyordu. Mira söylediği hiçbir şeye cevap vermiyor kendi kendisine mırıldanıp bir içeriye giriyor bir dışarıya çıkıyordu. Ancak bu defa çıktığında yüksekliği beğenmişti sanki. Sarp ona inmesi için telkinlerde bulunurken o sırada Mira da dikkatle aşağıya bakıp hesap kitap yapıyordu. Şimdi buradan atlarsa vücudunda en fazla ezik olurdu ya da burkulma morarma falan olurdu. Mesafe gayet uygundu yani.

Yukarıda durum buydu ama Sarp'ta Mira'nın rahatlığından eser yoktu. Dökmediği dil kalmamıştı ama yok kız onu duymuyordu bile. Şimdi yukarıya çıkmaya çalışsa o yetişemeden kız çoktan aşağıya atlamış olabilirdi. Birkaç saniye sonra Mira dudağını kemirerek olduğu yere oturmuş ayaklarını da aşağıya sarkıtmıştı. Biraz cesareti de kırılmıştı sanki. Mesafe az olsa da belli ki yine de ne olur ne olmaz diye korkuyordu. Önce cesaretini toplamalıydı. O sıradaki sessizlikte de nihayet Sarp'ın seslenişlerini duyup ona doğru bakmıştı. Odaklanmadığı sürece net göremiyordu ama olsun yine de onun varlığından haberdar olmuştu.

"Sen gitmedin mi hâlâ? Düşsene yakamdan!"

"Aşağıya in söz veriyorum seni bir taksiye bindirip kendi yoluma gideceğim"

"Tuhaf iş..."

"Hangi iş?"

"Biliyor musun sanki ben seni biraz biraz tanımaya başladım gibi. Tipin hiç ama hiç yabancı gelmedi"

Sarp telaşlanmıştı ama Mira'nın bahsettiği şey korkmasına gerek olmayacak bir şeydi. Tuğçe konuşurlarken Mira'nın beğendiği erkek tipinin ne olduğu sormuş Mira'da saf saf resmen Sarp'ı tarif etmişti. Tipin yabancı gelmemesi de aslında buradan ileri geliyordu. Tabii Mira henüz bunun farkında değildi. Düşünüyordu taşınıyordu ama bir türlü onu nereden tanıyor bulamıyordu.

Onun aksine Sarp acaba evin çevresini gözlerken ya da evde yaşayanları takip ederken mi kendisini gördüğünü düşünüp bu işten nasıl sıyrılacağını düşünüyordu. Neyse ki Mira bu düşüncelerinin arasına girerek "Tamam buldum! Sen ünlü birisin değil mi? Hani şu ünlü film yıldızlarından biri" dedi. Film yıldızı mı? Yanından bile geçmiyordu oysaki.

Sarp söylediği şey sebebiyle boş bakışlı gözlerle Mira'ya bakıyordu. Sevinmeliydi aslında. Yani tanınacaksa da bu şekilde tanınsın sorun yoktu. Şaşkınlığını yansıtmayıp hiç bozuntuya vermeden "Evet! Evet doğru hatırladın. Ben şey de oynuyorum. Şey de..." derken fazlaca zaman kaybedince Mira hemen söze atlayıp gülerek "Sen "Aşkın gözü kör mü acaba?" filmindeki kör göze parmak sokan jönsün. O filmi sevdim hem romantikti hem de çok komikti" dedi. Aşkın gözü ne?

Sarp ne dediğini anlayamadığı için iyice afallarken Mira da oturduğu yerde sıkılıp ayaklarını sallaya sallaya "Sence buradan atlarsam dikkatlerini çeker miyim? Üzülüp artık hayatımı istediğim gibi yaşamama izin verirler mi?" diye sordu ve aynı anda da kulağındaki küpeleri çıkararak bir kenara bıraktı. Sarp binaya yaklaşıp tam da Mira'nın altında durduktan sonra yukarıya bakarak "Kimler?" diye sordu. Mira'nın da yüzü asılmıştı. Kimler olacak? Ailesi tabii ki.

Sarp'ın sorusunu es geçip başını kaldırarak bir süre yıldızları izledikten sonra dramatik bir yüz ifadesiyle "Bir yıldız ol hayatımda. En karanlık gecemde ortaya çıkıp yalnız olmadığımı hissettir bana. Kimse olmasın... Sen ol yeter. Sakın gözlerimin önünden de kayıp gitme. Senin kaybolmana değecek hiçbir dilek yok kalbimde" demeye başlayınca Sarp bomboş bakan gözleriyle ona bakıp kalmıştı. Ne dediğini anlamaya çalışıyordu ama kız konudan konuya hızla geçişler yapıp tüm sistemi çökertiyordu.

Mira yıldızlara karşı gülümseyip hemen ardından da Sarp'a bakarak "Tanem ile bu sahnedeki karşılıklı diyaloglarınız çok güzeldi. Birbirinize gerçekten aşıkmış gibi bakıyordunuz. Sahi o duyguları nasıl bu kadar gerçekçi yansıtabiliyorsunuz? Bunun bir tekniği mi var?" diye sorunca Sarp da neden bahsettiğini bilemediği için ne cevap vereceğini şaşırmıştı. Bu soru cidden de çalışmadığı yerden gelmişti. Ensesini ovalayıp kem küm ederken bir yandan da kızın tekrardan konu değiştirmesini umuyordu ama bu sefer öyle olmayacak gibiydi.

"Aslında dediğin gibi biraz teknik işi. Ee! Aşağıya inmeyecek misin?"

"Bence sen yukarıya gel. Gerçi en üst katın manzarası daha iyiydi ama burası da fena sayılmaz. Ya da dur ayağa kalkayım öyle daha iyi görürüm"

"Bence bunu yapma!"

Sarp haklıydı çünkü otura otura Mira'nın dengesi iyice bozulmuştu ve ayağa da öyle tehlikeli bir şekilde kalkmıştı ki resmen salıncak gibi sallanıyordu. İşin kötüsü aşağıya doğru bakıp "Yanıma gelmeme konusunda kararlı mısın?" demeye çalışırken ayağı boşluğa basınca dengesini kaybetmiş ve Sarp'ın "Dikkat et!" demesine kalmadan hızla aşağıya düşerek birkaç saniye içinde de kendisini Sarp'ın kollarında bulmuştu. Her şey o kadar hızlı ve beklenmedik bir anda gerçekleşmişti ki Sarp bile bunun gerçekten yaşanmış olduğunu algılamakta zorlanmıştı.

Mira ise düşerken gözlerini sımsıkı kapattığı için henüz yaşanan şeyin tam olarak farkında değildi. Sadece anlam vermediği bir korku vardı içinde. Bu da az önce susmak bilmeyen çenesinin kitlenmesine neden olmuştu. Neyse ki dişleri birbirine baskı yaparken zar zor "Neden hâlâ düşmedim?" diye sormayı başardı. Onun gibi Sarp'ta az önce yaşanan şeylerin şokunu yaşıyordu. İçten içe "Ölebilirdi" diye geçirirken bir yandan da endişeli gözlerle Mira'nın bir şeyi olup olmadığına bakarak "Çoktan düştün bile... İyi misin Mira?" diye sordu. İyi olduğunu söylemek isterdi ama boynu pek iyi değil gibiydi sanki.

Sarp etrafta yardım alabileceği birileri var mı diye bakarken boynunun çok acıdığını ve fena halde uykusunun geldiğini söyleyen Mira da ona doğru odaklanarak ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Gerçekten atlamış mıydı oradan? Ciddi ciddi yapmış mıydı böyle bir aptallık? Aman Allah'ım! İyi ki katlarda indirime gitmişti yoksa Sarp'a rağmen yere çakılması işten bile değildi. Bir daha alkol almaya kalkarsa biri ansızın ortaya çıkıp ağzına kürekle vursun olur mu?

Sarp sıkıca tuttuğu Mira'yı dikkatle yere yatırdıktan sonra gözü üzerinde olarak onun çantasından telefonunu çıkardı. Boynunda bir sorun olduğu için onu kıpırdatmak istememişti. Bu yüzden de ambulans çağırması gerekiyordu. Tabii bunu yaparken de kendi telefonunu kullanamazdı çünkü bu kendisinden geride bir iz daha bırakması anlamına gelirdi. Arama cevaplanır cevaplanmaz o seri bir şekilde durumu anlatırken Mira'da ağrıyan boynunun acısıyla ahlayıp vahlıyordu. Yine de ucuz atlatmıştı ama ne olacağı belli olmazdı tabii.

Sarp telefonu çantaya atıp kızın yanına eğildikten sonra Mira'nın gözlerinin içine bakarak "Mira şimdi bana doğru bakmanı istiyorum" dedi ve onun dediğini yapmasıyla da ellerini tutup "Gözlerini kapatmıyorsun tamam mı? Uyumak yok. Benimle kalıyorsun ve ambulans gelene kadar seninle sohbet edip bilincini açık tutuyoruz" dedi. O kadar da yakın duruyordu ki Mira ona bakarken dalıp gitmişti. Sarp bu donuk ifadesi sebebiyle endişelenip "Mira!" deyince de Mira gözlerini onun gözlerinde gezdirerek "Bence bir kızı kendine aşık etmek için tekniğe ihtiyacın yok" dedi. Ne demekti bu şimdi?

Sarp ona aynı dikkatle bakarken Mira'nın "Tuhaf..." demesiyle bunu neden dediğini merak edip tuhaf olan şeyin ne olduğunu sordu. Mira'nın yüzünde boynundaki acıya rağmen çok hoş bir gülümseme vardı. Birkaç saniye sonra da sorusuna "Gerçekmiş demek ki" diye cevap verince Sarp şaşkınca tebessüm edip bu sefer de "Ne gerçekmiş?" diye sordu. Mira karşısında ışıl ışıl duran mavi gözlere bakıp dalarken bir yandan da "İnsan birinin gözlerine bakınca sahiden de mavi tura çıkmış gibi hissedebiliyormuş. Hırçın dalgalara bile huzur verebilecek bir dinginlik var sende. Rotasını kaybetmiş birini güvenle ait olduğu limana ulaştırabilirsin sanki" dedi. Bu sözlerden sonra ikisi de birbirine bakıp kalmıştı.

Sarp daha önce hiçbir kadından bu tarz şeyler duymadığı için etkilenmek ve şaşırmak arasında kalmış gibiydi. Mira'nın alkollü olduğunu da göz önüne alacak olursak eğer bu haldeki birinin sırf karşısındakini etkilesin diye rol yapamayacağını da kolaylıkla söyleyebiliriz herhalde. Yani Mira şu an her ne söylüyorsa bunu gerçekten hissederek söylüyordu.

Tek kelime edemeden öylece dururken Mira'nın canı çok acıyormuş gibi yüzünü ekşittiğini görmüş ve sanki aynı acıyı hissediyormuş gibi onun saçlarını çaresizce okşayıp "Canın çok acıyor farkındayım ama biraz dayan olur mu?" demişti. Ancak aldığı cevap onu yine şaşkına çevirmişti. Çevirmişti çünkü Mira acısına rağmen ona "Boyun kaç senin?" diye sorup konuyu yine ışık hızıyla değiştirmişti. Boyu mu kaçmış? İyi de ne alaka şimdi!

Sarp gözlerini kısıp "Boy... Neden sordun?" deyince Mira da acıyan boynunu tutarak "Hayallerimde yarattığım ideal erkek prototipime çok benziyorsun da... Evet neden bu kadar fazla benziyorsun? Ben promili fazla mı aştım acaba?" dedikten sonra Sarp'a bakıp gülmeye başlayarak "Aslında sen yoksun değil mi? Şu an bildiğin boşluğa konuşuyorum. Aman Allah'ım! Sabah kaşar peyniriyle yaptığım mini sohbetten sonra bu gerçekten içler acısı oldu" dedi. Kaşar peyniriyle sohbet etmek mi?

Sarp yıllardır yaşadığı tüm sıkıntıların tüm üzüntülerin üzerine ilk defa şu an içten bir şekilde gülmüştü. Enteresan bir kızdı bu Mira Çeliker. Değişikti ama kötü anlamda değil. Aksine insana kendisini iyi hissettiren bir yanı vardı. Ne yalan söylesin Sarp onun babasına benzemiyor oluşuna mutlu olmuştu. Öyle karanlık bir adamın kızı olmak için fazla masumdu çünkü. Kızın bu tatlı hallerini tebessümle izlerken derinlerden gelen ambulansın sesi de duyulmuştu. Şu an kimseye görünmemeliydi yoksa tüm planını yeniden düzenlemek zorunda kalırdı.

Sarp gitmeden önce kendisine dikkat etmesini söylemek için Mira'ya doğru eğilmiş ama sonra söyleyeceği şeyden aniden vazgeçmişti. Buna da birbirlerine karşı olan bakışları neden olmuştu. Ona sadece kuru bir "Kendine dikkat et" demek istememişti sanki. Kızın gözlerinin içine baka baka tüm içtenliğiyle "Kimseden yıldızın olmasını isteme. O yıldız kendin ol. Yanında kimse olmasa da tek başına aydınlat tüm geceyi. Böylece yalnız olmadığını hissettiren o yıldız asla kayıp gitmez hayatından. Öyle de bir dileğin olsun ki kalbinde bir gün kayman gerekse bile buna sonuna kadar değsin" dediğinde Mira'nın yüzündeki tatlı tebessüm Sarp'a da sirayet etmişti elbet.  

Mira o halde bile Sarp'ın söylediklerinin etkisine kapılırken Sarp'ta kızın önüne düşen saçı kenara alıp "Kendine çok dikkat et rüzgarı kucaklayan kız çünkü bir daha ki sefere seni tutmak için yanında olamayabilirim. Bana sakın neden orada değildim pişmanlığı yaşatmaya kalkma olur mu?" dedi. Mira gözlerini tamam der gibi kapatıp açmış Sarp'ta doğrulduktan sonra arkasına baka baka oradan koşarak uzaklaşmıştı. Mira'nın da yüzünde hoş bir gülümseme belirmişti. Hâlâ Sarp'ın hayalen orada olduğunu düşünse de söyledikleri ona iyi gelmiş gibiydi.

Birkaç saniye içinde ambulans gelmiş ve sağlık görevlileri Mira'ya sorular sorarak gerekli müdahaleyi yapmaya başlamıştı. Buradaki işleri bittiğindeyse Mira'nın boynunu korunaklı bir hale getirip onu dikkatli bir şekilde sedyeye aldıktan sonra kulakları sağır eden sirenler eşliğinde hastaneye doğru yol almışlardı. Sarp ise Mira'ya yapılan müdahaleyi uzaktan izlemişti. Bu kızla alakalı adlandıramadığı bir his oluşmuştu içinde. Aynı Derin'de olduğu gibi. Tek fark Derin'e karşı hissettiği şey onu rahatsız ederken Mira'ya karşı hissettiği şeyin onda olumlu etkiler bırakmasıydı.

Ambulansın gidişinin ardından az önce durdukları yere geri dönüp kızın çantasının geri de kalıp kalmadığını kontrol ederken yerde pırıl pırıl parlayan kolyeyi fark edip eğilerek onu yerden aldı. Uzun bir zincire takılmış yıldızlı bir kolyeydi bu. Düşerken Mira'nın boynundan kopmuş olmalıydı. Önce kolyeye sonra da gökyüzündeki yıldızlara bakıp gülümsedikten sonra bir anda yüzünü asıp kolyeyi cebine atarak oradan uzaklaştı.

Sarp belki bu geceyi hep hatırlayacaktı ama aynı şey Mira için pek geçerli olamayacaktı. Tabii Sarp bir gün ona bu geceyi anlatmaya karar vermezse...

​ 4.Bölümün Sonu 

Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;) 

Öne Çıkan Yayın

Geçmisin Gölgesinde / 10.Bölüm (Yazan : NK)

10. Bölüm : Yağmur... Nevin Hanım sabah saatlerinde gelen telefonun ardından endişeyle ablasının yanına gitmişti. Nergis Hanım'ın doktor...