Sizi güldüren ya da ağlatan bir mektup alırsınız,
bunun nedeni olan postacı değildir.
C.Morgenstern
9.Bölüm : Kalbinin sesine güven
Mektubum istesem de istemesem de sahibine ulaşmıştı. Neden bilmiyorum ama bulunduğum yerden Selim Bey'e doğru bakarken gözlerimin dolmasına engel olamadım. Bir yanım sözlerimle onun yüzünü aydınlatabildiğim için mutluyken diğer yanım da gizliliğimi koruyamadığım için küçük bir kız çocuğu gibi korkup sığınacağı bir yer aramak istiyor gibiydi.
Bu mektubu ona gönderen kişinin izini sürmek isteyecek ve o kişinin burnunun dibinde duran asistanı olduğunu da hemen anlayacak. Bana bunu neden yaptın demez mi? Ona ne diyeceğim peki? İçeriği ne olursa olsun bir insan ne diye yeni tanıdığı patronuna mektup yazar ki? Aman Allah'ım! Onun yüzüne nasıl bakacağım bilmiyorum. Bu kadar büyük bir dikkatsizlik yaptığım için kendime o kadar çok kızıyorum ki.
Selim Bey elinde mektubumla oturduğu yerden kalkarken beni bu halde fark etmesin diye gözyaşlarımı silip geri çekildim. O sırada masama çarpınca da çıkan gürültüden o da sesi duymuştur diye paniğe kapılıp hızla odamdan çıktım çünkü şu an Selim Bey ile karşı karşıya gelmeye hiç hazır değilim. Rana Hanım'a yüzümü göstermemeye çalışarak hemen döneceğimi söyledikten sonra hızla merdivenlerden yukarıya doğru çıktım. Biraz hava almam ve kendimi toparlamam gerekiyor çünkü.
Bu binada kocaman bir teras var ama çalışanların orayı pek de verimli kullandıklarını söyleyemem. Gelenler de o nahoş kokulu şeyi kapalı alanda içemedikleri için burayı mesken tutmuş o kadar. Aralarında bizim şirketin çalışanları da var ama ne yalan söyleyeyim o kokuya tahammül edemediğim için buraya pek uğramıyorum. Aslında bu muhteşem manzaralı teras çok daha iyi bir şekilde değerlendirilebilir ama belli ki kimse mevcut düzene müdahale etmek istememiş.
Kapıyı açıp terasa çıktığımda ileride sadece birkaç kişi vardı ama onlar da kendi hallerinde birbirleriyle konuşuyorlardı. Beni fark etmediler bile. Temiz havayı içime çekmek için derin derin nefesler alarak kuytu bir köşeye geçtim. Kendimi beyazları uzun yıkmaya atmış ama içine yanlışlıkla renkli bir tişört karıştırdığı için her şeyi pembeye boyamış biri gibi hissediyorum. Her şeyi berbat ettim yani.
İçimden ağlamak geliyor ve bunu baskılayamıyor olmak bu isteğimi daha da çok arttırıyor. Sanırım günlerdir kendimi o kadar çok sıkmışım ki acısı şimdi çıkıyor. Bir kıvılcım bekliyormuşum demek ki. Keşke bu duygusal dışavurum işimin başındayken olmasaydı.
Bir süre sessizce durup kendi kendimi aslında o kadar da kötü bir durumda olmadığım konusunda avutmaya çalıştım ama işe yaradı mı dersen eğer yaradığını sanmıyorum çünkü hâlâ iyi hissetmiyorum. Hatta şu an beni kimsenin göremeyeceği bir yere gitmek istiyorum galiba.
Dirseklerimi alçak duvara yaslayıp tek bir noktaya bakarken aniden terasın demir kapısı açıldı. O an dikkatim tamamen kimin geldiğindeydi ama kimdir diye dönüp bakamadım. Sadece zihnimin içinde ismen dile getirmesem de geleni hissettim sanki. Belki de bu yüzden dikkat kesildim.
İster istemez ayak seslerine de odaklandım çünkü bana doğru yaklaşıyor gibiydi. Bakışlarımı az önce baktığım noktadan çekmeden dururken hislerim beni yanıltmadı ve Selim Bey'in "Kötü bir gün sanırım" demesiyle kollarını aynı benim gibi alçak duvara yaslaması bir oldu. Şu an evime ya da ondan uzakta herhangi bir yere ışınlanmak istiyorum desem bana inanır mısın?
Yan gözle de olsa kendisine baktığımı hissetmiş olacak ki yavaşça bana doğru dönüp "Rana Hanım'a nerede olduğunu sorduğumda bana hemen döneceğini ama giderken de üzgün göründüğünü söyledi. Şimdi sana bakıyorum da hâlâ üzgün görünüyorsun. Problemin ne olduğunu öğrenebilir miyim?" diye sordu. Ağlarken gözlerim şişmiş ya da kızarmış olmalı. Ona uykumu alamadığım için böyle olduğumu söylersem büyük ihtimalle hem bana inanmaz hem de bu biraz yakışıksız olur gibi. İyi de ne diyeceğim peki?
Bakışlarımı kaçırıp bitkin bir halde doğrularak "Bir problemim yok Selim Bey ben sadece biraz hava almak istedim o kadar. Sanırım şimdi de odama geri dönsem iyi olacak" dedikten sonra tam gitmek için kapıya yönelmiştim ki beni durdurmak için seri bir hareketle önüme geçti. Ah! Bu sefer gerektiği anda duramayıp ona çarptım ve bu çarpmanın etkisiyle de birbirimize nasıl baktıysak bizi gören diğer kişiler konuşmayı kesip bize doğru döndüler.
Fısıldaşmalar var ama görüyorum ki Selim Bey bunu benim kadar önemsemiyor. Hatta en ufacık bir çekinme belirtisi bile göstermediğini söyleyebilirim. Sanki çalışanların bizi bu halde görmelerini umursamıyor gibiydi. Geri çekilip saçımı kulağımın arkasına alarak az önceki yerime doğru gittim. Harika! Açık havada nefessiz kalabilmeyi başaran tek canlıyım herhalde.
Of! Yine elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırdığım anlardan birini yaşıyorum. Neden her normal patron gibi sadece çağrı cihazımı bas bas bağırtıp beni yanına çağırmıyor ki? Neden ben ve sorunlarım onu bu denli ilgilendiriyor buna bir türlü mana veremiyorum. Acaba bu sadece bana has bir incelik mi yoksa tüm çalışanlarını kapsayan bir durum mu?
"Canını sıkan bir şey mi oldu Meral?"
"Ben konuşmak istemiyorum"
"Sen konuşmak istemiyorsun ama ben de senin üzgün kalmanı istemiyorum. Problem ne?"
"Konuşulacak bir şey yok. İyiyim ben"
"Ağlıyordun Meral... İnsanlar ortada hiçbir sebep yokken ağlamazlar. Hadi ne olduğunu anlat bana"
"Beni anlayamazsınız"
"Denerim"
"Ben... Ben büyük bir aptallık yaptım. Sanırım ortaya çıktığında da yerin dibi nasıl bir yermiş öğreneceğim"
"Merak edilesi bir yer olmadığını söyleyebilirim"
Bu ne demek şimdi? Bunu sanki daha önceden yerin dibine girip çıkmışlığı var gibi söyledi. İyi de Selim Bey bana oraya ancak bir arkadaşa bakıp çıkacağım tarzında bir giriş yapabilir gibi geliyor. Yani biri saçmalayıp o yerin dibine girer onu da oradan Selim Bey gelip çıkarır gibi. Başka türlü olması bence imkansız.
Bunu söyler söylemez bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde bana çok hoş bir ifadeyle gülümsedi ve o tok sesiyle de "Peki nasıl bir aptallıkmış bu? Benimle paylaşırsan belki sana yardımım dokunabilir" dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. Evet bana yardım edebilirdi. Hatta belki de bana bu konuda yardımı dokunabilecek tek kişi oydu ama nasıl olur da ona "Size ithafen yazdığım ikinci mektubu yanlışlıkla masanızın üstüne bıraktım ve bunu yaparken de odanızda güvenlik kamerası olduğunu fark etmedim" diyebilirdim ki? Ona böyle bir şey söyleyemem.
Ama belki de durumun üstünde bir miktar değişiklik yaparsam mektupla beni ilişkilendirmeyip bana bir yol gösterebilir. Hayal mi kuruyorum? Sanki kuruyorum. Of! Yine de bu yolu deneyeceğim galiba.
"Meral..."
"Şey... Bir kırgınlık anımda sonunu düşünmeden küçük bir kağıt parçasına yazdığım notu arkadaşımın masa... Yani defterinin arasına bıraktım ve şimdi..."
"Pişman oldun"
"Fazlasıyla"
"O halde o görmeden yazdığın notu oradan alman gerekiyor"
"Hayır gerekmiyor"
"Anlayamıyorum"
"Almak için çok geç çünkü onu gördü. Şu an okuyor olmalı"
"Okuyorsa aşağıya indiğinde arkadaşın seninle bu konuyu konuşmak isteyecektir"
"Kim olduğumu belirtmeyi unuttuğum için muhtemelen benim yazdığımı anlamamıştır"
"Bu bana iyi bir şey gibi geldi. Yani o notu kimin yazdığını bilmemesi"
"Ya öğrenmek isterse?"
"İstemeyebilir"
"Ama ya isterse?"
"Belki de öğrenmesi daha iyi olur"
"Hayır olmaz! Çok utanırım"
"Peki seni bu konuda ne daha iyi hissettirir?"
"Odalarda kamera var"
"Güvenlik için"
"Biliyorum ama keşke notu bıraktığım anı silebilseydim"
"Sonunda işin benimle ilgili olan kısmına gelebildik"
Bunu duyunca yüzümde yine o zaman zaman ortaya çıkan aptal ifademin belirdiğine adım kadar eminim. Bana nasıl yardım edebilir ki? Kaydın silinmesini istediğim oda kendi odasıydı. Şimdi ise bana bu yaptığım şeyi örtbas edebilmem için yardım mı teklif edecek yani? Bahsi geçen notun aslında az önce okuduğu mektup olduğunu bilse büyük ihtimalle yardım etme düşüncesini olduğu gibi geri çekerdi.
"Şimdi de ben anlayamıyorum"
"Bunda anlamayacak bir şey yok. Kayıt odasına git ve seni benim gönderdiğimi söyle. Bilgim dahilinde küçük bir yardıma ihtiyacın olduğunu söyledikten sonra da bahsi geçen görüntüyü kayıtlardan çıkarmalarını ve eğer bunu hemen yapıp çenelerini de sıkı tutmazlarsa başlarının belaya gireceğini söyle. Ya da en iyisi beni arat ben söylerim"
"Ciddi misiniz?"
"Neden teyit etme gereği duydun?"
"Size yalan söylüyor olabilirim. Kötü bir şey yapmış ve kendimi kurtarmak için size böyle bir hikaye uydurmuş olabilirim"
"İhtimal dahilinde ama ben yine de sana güvenmeyi seçiyorum Meral"
"Teşekkür ederim"
"Rica ederim. Hadi acele et sonra da odama gel de şu dün olması gerekirken bugüne ertelenen toplantı için hazırlık yapalım"
"Peki Selim Bey"
Demek kalbimin sesini dinlemek ve sana güvenmek istedim dediğinde bunu öylesine söylemiyormuş. O bana gerçekten güvenmiş. Ne olursa olsun nasıl olursa olsun içimi nasıl ferahlattı anlatamam. Bir an neredeyse her şey ortaya çıkacak ve utancımdan burada duramayıp tebdil-i mekânda ferahlık vardır diyerek kendime yepyeni bir yer bulmak zorunda kalacaktım.
Rahatlamış bir halde kapıya doğru yürürken bir an arkamdan "Meral..." diye seslendi. Haliyle hemen durup Selim Bey'e doğru döndüm. Tuhaf... Sanki söylesem mi yoksa söylemesem mi dermiş gibi yüzüme bakıyordu. Böyle bir durumda ben olsam büyük ihtimalle en şapşal ifademle bakıp kalırdım ama Selim Bey öyle değil. Her durumda öyle bir bakıyor ki insan ona bakarak saatlerce olduğu yerde kalabilir ve bundan da hiç şikayetçi olmazmış gibi geliyor.
Bana neden seslendiğini söylemesini bekledim ama o bir süre sessiz kaldı. Konuşmaya karar verdiğinde ise aklındaki her ne ise onu benimle paylaşmaktan vazgeçmiş gibi ifadesini değiştirip "Acele et diyecektim" dedi. Ona bakıp kaldım. İyi de bunu zaten az önce de söyledi. Gözlerim yavaş hareketlerle bir sağ bir sol yaparken toparlanıp başımı olumlu anlamda sallayarak kapıdan çıktım. Ya bir şey diyecekti ya da soracaktı. Bundan eminim ama neden vazgeçti ki?
Koşar adımlarla merdivenlerden aşağıya indim. Kayıt odasının kapısını tıklattıktan sonra da başımı uzatıp küçük bir yardıma ihtiyacım olduğunu söyledim. Ancak yapmalarını istediğim şeyi duyunca haliyle yüzüme pek de normal bir şekilde bakmadılar. Baktım durum tuhaflaşıyor hemen Selim Bey'in bilgisi olduğunu söyleyip kendisini arayabileceklerini söyledim. Aradılar. İyi ki ilk andan o kaydını sildirmek istediğim odanın Selim Bey'in odası olduğunu söylemedim yoksa ona sorarken bu bilgiyi de büyük ihtimalle ağızlarından kaçıracaklardı.
Selim Bey bana söylediklerinin arkasında durdu ve bunun sonucunda da adam telefonu kapattıktan sonra bana silmek istediğim görüntünün hangisi olduğunu sordu. Şükürler olsun! Yer ve saat bilgilerini verdikten sonra o kısmı silmesini büyük bir iç rahatlığıyla izledim. Gerçi adam biraz şaşırdı çünkü görüntülerde hiçbir tuhaflık ya da kuşku uyandıracak bir şey yoktu. Ne yalan söyleyeyim çok rahatladım. Nasıl telaşlandıysam mektubu elimle özene bözene orta yere bırakmışım gibi gelmişti. Ama sadece elimdeki dosyaları masaya bırakıp gayet sıradan bir şekilde de çıkıp gitmişim. Neyse... Bu kadar basit bir çözüm için kendimi heder etmişim. Bu bana ders olsun da bir daha böyle bir dikkatsizliğe imza atmayayım. Şimdi odama geri dönüp toplantı için hazırlanmam gerekiyor.
•●·٠•●●•٠·˙
Bu şirketteki ilk toplantıma da an itibarıyla girmiş bulunmaktayım. Elimdeki dosyaları masanın üzerine bırakıp Selim Bey'e yakın olan bir sandalyeye otururken de içeriye geciktiği için özür dileyen Derya Hanım girdi. Girdiği gibi de bize gergin bir ifadeyle bakarak başıyla selam verdikten sonra tam Selim Bey'in karşısına denk gelen yere oturdu. Bize doğru bakarken neler düşünüyor çok merak ediyorum ama her ne düşünüyorsa da bunların çok da hoş şeyler olmadığının bilincindeyim yoksa neden beni dik bakışlarıyla delip geçsin ki?
Önce bakışlarım sonra da başım ister istemez önüme düştü. Bunu neden yaptığını düşünüp duruyorum çünkü neden yaptığını anlarsam belki de bu gerginliği ortadan kaldırmanın bir yolunu bulabilirim. Aksi takdirde üzerime düşen her sert bakışla içimde bir şeyler kopmaya devam edecek.
Toplantı boyunca tüm konuşmaları büyük bir dikkatle dinleyip sonradan gerekli olabilecek tüm notları da detaylıca defterime geçtim. Biliyor musun? Bugün kendimi bile şaşırtacak şekilde asistanlığımın hakkını verdiğimi düşünüyorum. İyi odaklandığımdan mıdır bilmem ama leb demeden leblebiyi anlayıp Selim Bey'in her isteğini anında yerine getirerek toplantının hiçbir sekteye uğramadan akıp gitmesine kendi görev alanımda güzel bir destek sağladım. Açık olayım bunu kendimden beklemiyordum.
Zaman da su gibi geçip gitti. Herkes çıkmak için kalkarken ben de kendi dosyalarımızı toparlamakla uğraşıyordum ki hâlâ uğraşıyorum. Bu esnada Derya Hanım da yanımıza doğru yaklaşıp ayağa kalkan Selim Bey'e doğru "Akşam geliyor musun Selim?" diye sordu. Bu soruyla çatılan kaşlarım eşliğinde omzumun ucundan onlara doğru bakıp sonra da önüme döndüm. Acaba ikisi... Yani bilirsin işte. Aralarında iş ilişkisi haricinde başka bir durumda mı var acaba? Duygusal bir durum demek istiyorum. Ben bunun cevabını ararken onlar da kendi aralarında konuşmayı sürdürüyordu.
"Gelmeyeceğimi söylemiştim"
"Fikrinin değişmiş olabileceğini düşündüm"
"Değişmedi"
"Bence hata yapıyorsun Selim"
"Kişisel kararlarımı tartışmaya açmak adetim değildir Derya bunu en iyi senin bilmen gerek"
"Anlıyorum hâlâ kızgınsın ama lütfen beni kırma"
"Seni kırmamı istemiyorsan o zaman üstelemeyi bırak"
"Ama bugün çok özel bir gün biliyorsun"
"Biliyorum"
Ne kadar dinlememeye çalışsam da yakın yakına olduğumuz için bu pek mümkün olmadı. Kendimi en olmayacak anda iki sevgilinin gergin konuşmasının ortasında buldum. Sanırım buradan çıkmamın zamanı geldi de geçti bile. Baksana zaten burada olduğumun farkında bile değiller. Eminim Derya Hanım da birazdan kollarını Selim Bey'in boynuna sarıp onu bir şekilde kandırmayı başarır. Of! Neler diyorum ben? Buradan hemen çıkmalıyım.
Dosyaları aldıktan sonra odadan çıkarak ağır adımlarla koridorda yürümeye başladım. Aklım Derya Hanım'ın "Akşam geliyor musun Selim?" demesinde kalmadı dersem yalan söylemiş olurum. Ciddi ciddi birlikteler mi acaba? Akşam geliyor musun derken evini kastediyor gibiydi çünkü. Şu an sana ne Meral tasası sana mı kaldı diyorsun değil mi? Haklısın galiba.
Kara kara düşünerek yürümeyi sürdürürken kapı kapanma sesinin ardından Selim Bey'in durmam için bana doğru seslendiğini işittim. Derin bir nefes alarak arkamı döndüğümde yanıma gelip kibar bir ses tonuyla da "Sana çıkabileceğini söylememiştim" dedi. Doğru söylememişti çünkü ben de ona çıkabilir miyim diye sormamıştım.
Yüzüne bakmadan dudağımın kenarını kemirirken neden bilmiyorum ama bir an gözlerinin içine bakıp kinaye içeren bir tonlamayla da "Derya Hanım ile özel bir konu konuşuyordunuz. Açıkçası orada olmam bana pek uygun değilmiş gibi geldi" deyiverdim. Ah! Az önce patronuma trip mi attım ben? Evet galiba bunu yaptım ama ne hakla yaptım anlamadım. Benim susmam lazım şu an!
Selim Bey birkaç saniye düşünceli gözlerle bakıp hemen ardından da şaşırtıcı bir şekilde "Özel bir şey konuşmuyorduk. Bu akşam annem adına bir anma yemeği veriliyor ve Derya da beni oraya gitmem için ikna etmeye çalışıyordu. Hepsi bu" dedi. Şaşırdım. Neden bana bir açıklama yapma gereği duydu bilmiyorum. Sonuçta sadece ondan izin almadan odadan çıkmamam gerektiğini söyleyebilirdi. Ama o bunu yapmadı. Sanırım bu da beni açıklama yapmaya değer bulduğunu gösteriyor. Belki de bu bilgilendirme sadece haklarında yanlış bir izlenime kapılmamam içindi bilemiyorum.
İşin kötüsü şimdi de zihnimde beliren yepyeni bir soruyla baş başa kaldım. Doğal olarak bunu da bakışlarımdan anladı çünkü bunu belli edecek şekilde "Oraya neden gitmeyeceğimi merak ediyorsun değil mi?" diye sordu. Benim gibi o da beni tanımaya başlamış sanki.
"Evet merak ediyorum ama aynı zamanda bunun nedenini size sormaya haddim olmadığını da düşünüyorum. Az önce öğrendiğim kadarıyla aldığınız kararların izinin sürülmesinden pek hoşlanmıyorsunuz. Ben nerede durmam gerektiğini bilirim Selim Bey"
Aramızda kısa süreli bir sessizlik oldu. Bakışlarını başka yöne çevirip alnını ovalarken "Bu yemekte kendisini görmekten çok da hoşnut olmadığım biri olacak" dedi. Ah! Bana bunu söylemesinin şaşkınlığını yaşarken bir an boş bulunup "Ağabeyiniz..." deyiverdim. Haklı olarak bakışları bunu nereden bildiğimi sorarmış gibi bana doğru döndü. Bir açıklama yapmak zorunda kalınca ıkınıp sıkınıp "Şey... Ağabeyiniz buraya geldiğinde bu ziyaretinden pek de memnun olmadığınızı fark etmiştim" dedim. Dudağını büküp tek kaşını da hafifçe yükselti.
"O halde oraya neden gitmek istemediğimi anlamış olmalısın"
Hayır anlamamıştım ve eminim ki bu da yüzüme oldukça belirgin bir şekilde yansımıştı. Bu tepkim yüzünden de o kendisinden çok eminmiş gibi gözüken bakışları bir anda özgüvenini yitirerek üzerime kilitlendi. Ben düşündüğüm şeyi söyleyip söylememek arasında uzunca bir süre bocalayınca gözlerini seri bir şekilde gözlerimde gezdirerek oldukça keskin bir ses tonuyla da "Bilmek istiyorum" dedi. O bilmek istiyor ama ben de az önce dilimi yuttum galiba o ne olacak?
Tedirgin bir ifadeyle neyi bilmek istediğini sorduğumda bana doğru bir iki adım yaklaşıp "Şu an aklından geçenleri konu hakkında ne düşündüğünü benim göremeyip senin gördüğün şeyleri... Bunları bilmek istiyorum" dedi. Sanırım söyleyeceklerimi önce kafamda toparlamalıyım yoksa düşünmeden sarf ettiğim sözler sonradan başımı ağrıtabilir. Üzerimdeki bakışlar yüzünden konuya bir an evvel girmem gerektiğini anlayınca telaşa kapılıp bir şey söylemek istercesine dudaklarımı kıpırdatmaya başladım. Ama söyleyemedim tabii.
"Meral..."
"Üzgünüm ama ben oraya gitmek istememenizi anlayamıyorum. Ağabeyinizin varlığından rahatsız olmanız bana böylesine özel bir günün önüne geçebilecek bir neden gibi görünmedi"
"Ne yani benim yerimde sen olsaydın gider miydin?"
"Aranızdaki hadisenin boyutunu bilmiyorum ama içinizde ağabeyinizi görmek istemeyecek kadar büyük bir öfke varsa sanırım sizin yerinizde olsam ben de gitmeyebilirdim"
"Kafamı karıştırıyorsun"
"Bilerek yapmıyorum"
"Az önce bunun geçerli bir neden olmadığını söylemiştin"
"Ben de zaten sizin yerinizde olsaydım böyle yapardım dedim yani bunun doğru bir davranış olduğunu düşündüğümü söylemedim"
"Peki o halde doğru olan davranış ne?"
"Bana göre doğru olan"
"Tamam sana doğru olan"
"Orada ağabeyiniz dışında da kişiler olacak öyle değil mi? Yani babanız gibi..."
"Elbette"
"Bugün sizin olduğu kadar onun için de zor bir gün olmalı. Belki de her ne kadar anlaşamıyor olsalar da yine de böyle bir günde iki oğlunu da yanında görmeye ve onların elini tutarak güç almaya ihtiyacı vardır. Biliyorum gitmek istemiyorsunuz ama sırf babanız için orada bulunabilirsiniz. Bunu yapmanız ona kendisini bir nebze olsun daha iyi hissettirecektir. Ayrıca orada uzun süre kalmak zorunda da değilsiniz. Kimse sizi bunu yapmaya mecbur bırakamaz. Eminim sizin de bugün annenizi yanınızda hissetmek için yapacağınız şeyler vardır. Bu sizin en doğal hakkınız. Kendisini tanıma şerefine nail olamadım ama inanıyorum ki bu gece kısacık bir süre dahi olsa oğullarının ve eşinin bir arada olmasını çok isterdi. Yani ben olsam ardımda bıraktığım sevdiklerimin bir arada olmasını ve yokluğumda birbirlerine güç olmalarını isterdim. Yüzlerindeki tebessümle birlikte geçirdiğimiz güzel günleri yâd etmelerini hatıralarımızı canlı tutmalarını daha doğrusu sevdiklerimin beni yaşatmalarını isterdim"
Bir an dalıp gittim. Bu yüzden de lafın ucunu bir türlü bulamayıp uzattıkça da uzatmışım. Gözümün önüne kendi ailem geldi ve o anla birlikte de bir süredir kalbimde saplı halde duran bıçak hareketlenerek bu sefer yerini en acı veren yerde sabitleştirdi. Umarım onlara karşı olan özlemim şu an gök gürültülü sağanak yağışa dönüşmez çünkü Selim Bey'in önünde ağlamak istemiyorum.
Ben düşünceler içinde kaybolurken Selim Bey'in yüzüme bambaşka bir şekilde bakarak "Gitmeyi kabul edersem sen de benimle gelir misin Meral?" dediğini duydum. Tabii benimle birlikte toplantı odasından çıkmak üzere olan Derya Hanım da bu isteğini duymuş olmalı. Onu bilmem ama benim bakışlarım büyük bir hızla Selim Bey'e doğru döndü. Şaşkınlığımı gizleyip gizleyemediğim konusunda hiçbir fikrim yok ama o bu söylediği şey de ciddi görünüyor. Söylediklerimi önemsemesi yetmiyormuş gibi bir de bana ailesinin yanına beraber gitmeyi mi teklif ediyor yani? Ama neden?
9.Bölümün Sonu
Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder