Sevmek; güzel birinde aşkı aramak değil.
O kişide, bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında
kendini bulmaktır.
Dostoyevski
Kırk yıl düşünsem bir akşam Selim Bey'in evine gidip bana elleriyle hazırlayacağı yemeği yiyeceğim aklıma gelmezdi. Aslında onun yemek yapabileceği de aklıma gelmezdi çünkü mutfak işlerine çok da meraklı biri gibi durmuyor. Of! Ellerim de heyecandan mıdır bilmem ama buz gibi oldu. Gerçi neden heyecanlanıyorsam değil mi? Yemeği yapacak yiyeceğiz sonra da evlere dağılacağız. Yok yok! Büyük ihtimalle ben dağılacağım.
Dikkatimi başka şeylere yöneltmek şu an için yapabileceğim en mantıklı şey olacak gibi görünüyor. Kucağımda duran paketin üzerindeki kuru boyayla çizilmiş resme bakıp ne olduğunu anlamaya çalışırken bir yandan da kenarını birazcık açıp Kaan'ın içine ne koyduğuna bir göz attım. İtiraf edeyim onu elime verdiğinden beri merakım en üst noktadaydı.
Paketi diğer tarafa çevirdiğimde içindeki kutunun kenarında yazan "Sütlü Çikolata" yazısı sebebiyle yüzümde ister istemez bir tebessüm oluştu. Demek Kaan bu yüzden bana çikolata sevip sevmediğimi sordu. Robotunu tamir ettim ya kendince teşekkür etmek istemiş olmalı. İşe bak bana bunu vermeyi daha o andan kafasına yerleştirmiş. Ah! Gerçekten çok zarif bir çocuk.
Pakete gülümseyerek baktığımı görünce Selim Bey önce "Ne oldu Meral?" diye sordu hemen ardından da cevabımı beklemeden tebessüm edip "Umarım oğlum sana tuhaf bir şey hediye etmemiştir" dedi. Herkesin derdi başkaydı tabii. Mutlu hislerle başımı iki yana sallayarak "Hayır tuhaf bir şey değil merak etmeyin" derken aynı anda da paketi tamamen açtım ve sözüme "Kaan bana çikolata hediye etmiş" diyerek devam ettim. Duyduğu şeye o kadar şaşırdı ki anlatamam.
Afallamış bir halde bana bakarken aniden yola dönüp sonra da tekrardan bakarak "Sana çikolatasını verdiğinden emin misin?" diye sorunca gözleriyle görsün diye paketi ona doğru tutup "Evet eminim. Bakın işte burada" dedim. Çikolatayı gördükten sonra bir müddet sessiz kaldı. Önüne dönüp yola bakarken de düşünceli bir şekilde tebessüm etti. İyi de neden bu kadar şaşırdı anlamadım. Hem ne var ki bunda?
"Siz bunu tuhaf bir hediye olarak mı algıladınız Selim Bey? Bana göre bu bir çocuktan gelebilecek çok hoş bir hediye de"
"Hayır öyle algılamadım"
"Öyleyse?"
"Kaan çikolataya çok düşkündür"
"Evet öyleymiş söyledi. Sanırım siz de sık sık yemesini istemiyormuşsunuz. Yani Kaan bana öyle dedi"
"Onu da söyledi demek. Doğru istemiyorum çünkü küçük bey bu konularda nerede duracağını bilemiyor ve hâl böyle olunca da yeme düzeninde ciddi aksamalar yaşanıyor. Tabii sınırı aştığında cildinde oluşan kızarıklıklar da beni endişelendirmiyor değil"
"Kaan'ın da benim gibi alerjik bir yapısı var sanırım. Yemek sırasında fıstığa ve deniz ürünlerine karşı da alerjisi olduğundan bahsetmiştiniz"
"Biraz hassas ama neyse ki Figen bizi bu konuda yeterince bilgilendirdi. Kontrolü elden bırakmazsak sorun yaşamıyoruz"
"Çikolatayı bu kadar severken onu uzak tutmak zor olmalı"
"Hem de çok zor. İlk zamanlarımızı hatırlıyorum da daha fazla yemesin diye tabağındaki birkaç parça çikolatayı sevmememe rağmen yemek zorunda kalmıştım ama beyefendi bu hareketime çok bozulup benimle bir hafta boyunca tek kelime dahi konuşmamıştı. Beni gerçekten çok zorlamıştı"
"Sahi mi?"
"Eve bu tarz abur cubur olarak adlandırılan şeyleri haftada sadece bir kere alıyorum. Ev dışında yerse de hakkını o şekilde kullanmış oluyor ve bu süre uzuyor tabii. Tüm aile bireyleri de sağlığı söz konusu olduğu için bu kuralı harfiyen uyguluyor. Yani şirinliğini kullanmaya kalksa da işe yaramıyor. Bu yüzden de Kaan için çikolatası çok kıymetlidir. Şimdi de sana vermesine şaşırdım çünkü daha önce çikolatasını kimse ile paylaştığını görmemiştim. Özellikle de bütün paketini..."
"Bana bu hediyeyi verirken bir hafta boyunca çikolata yememeyi göze mi aldı yani? Şu an bu söylediğinizle bu hediye benim için çok daha değerli bir hâl aldı"
"Seni gerçekten sevmiş olmalı yoksa ne böyle bir hediye verirdi ne de sana Meral abla diye hitap ederdi"
"Ben de bana abla deyince neden herkesin şaşırdığını merak etmiştim"
Bunu söylediğimde Selim Bey'in ifadesi ciddileşti. Aramızda bir sessizlik olduğunda artık bunun nedenini biraz olsun anlıyorum sanki. Önce hata yapmamak için söyleyeceklerini kafasında bir tartıyor sonra da karşısındaki kişiyle paylaşıyor. Neyse ki direksiyonu iki eliyle kavrayıp gözlerini de yoldan ayırmadan merakımı gidermeye başladı.
"Kaan yanıma geldiğinde bir hayli ürkek bir çocuktu. Sadece beni tanıyordu ve bir tek de bana güveniyordu. Babama dedeme ve diğer aile bireylerine alışması zaman aldı. Şimdi onlara da en az bana olduğu kadar güveniyor ama aile dışından gördüğü kişilere karşı mesafesini hep aynı seviyede koruyor. Bu yıllardır hiç değişmedi. Ta ki bugün sana bu şekilde hitap edene kadar... Seni ilk defa görmesine rağmen aranızda bu kadar çabuk bir bağ kurulmasına şaşırdığımı gizleyemem"
Yanıma geldiğinde mi dedi? Nasıl yani... Ah! Anladım galiba. Kaan'ı evlat edindim demek istemedi o yüzden bu ifadeyi kullandı. Söylediklerini düşünürken "Sadece beni tanıyordu dediniz" dediğimde bir an durdu sonra da "Ziyaret ederdim... Yani şeyi... Bu bakıma muh..." derken sözünü tamamlamadan sustu. İlk defa iki lafı bir araya getiremediğine şahit oldum. Belli ki bunu sesli olarak bile dile getirmek istemiyordu. Üzüldüğünü hissedip hemen müdahale ederek "Ben ne demek istediğinizi anladım Selim Bey" dedim. Bunu söylememin rahatlığıyla yüzüme bakıp teşekkür eder gibi başını salladı. O kısmı atlatınca da Kaan ile yollarının nasıl kesiştiğini anlatmaya devam etti.
"Ailesi ile beraber bir trafik kazası geçirmişler. Kaan da sadece ufak tefek sıyrıklar oluşmuş çünkü annesi kaza yapacaklarını anlayınca koruyucu bir şekilde ona siper olmuş. Kaan kurtulsa da maalesef anne ve babası hayatta kalmayı başaramamış. Bir süre tanıdıklarına ulaşmaya çalışmışlar ama onunla ilgilenebilecek bir akrabası olmamış. Bulunduğu yere de yeni getirilmişti ve o gün tesadüfen ben de oradaydım. Aslında neredeyse çıkmak üzereydim ama onu görünce neden bilmiyorum orada kalmam gerektiğini hissettim. Bir süre uzaktan Kaan'ı izledim. Küçücüktü Meral... Etrafında olup bitenden bihaber gibiydi. Çabalasa da uyum sağlamak konusunda çok zorlanıyor kimse ile de konuşmuyordu. O gün eve döndüm ama sanki bir yanım orada kalmış gibiydi. Ne yediğimi bilebildim ne de elime aldığım işi odaklanarak bitirebildim. Ev üstüme üstüme gelmeye başladı. Ben de dışarıya çıktım. Uzun süre dolaştım ve sonra oraya geri dönüp çocukla konuşmak istediğimi söyledim. Önce bunun uygun olmayacağını söylediler ama bunu duyacağımı bildiğim için zaten oraya hazırlıklı gitmiştim. Uzun bir konuşmanın ardından da onları ikna etmeyi başardım. Beni çok iyi tanıdıkları için herhangi bir ters durum olmayacağını elbette ki biliyorlardı ancak Kaan'ın oradaki ilk günüydü ve olumsuz etkilenmesini istemiyorlardı. Aslında haklılardı ama ben bu yapacağım şeyin doğru olduğunu hissetmiştim. Müdürün refakati eşliğinde odasının önüne geldim ve kapıyı tıklatıp içeriye girdim. Beni görünce bir anda ayaklarını toparlayıp yatağının köşesine sokuldu. Yumru gibi oldu. Korkmasın diye kapıyı sonuna kadar açık bırakıp ondan uzakta olan bir sandalyeyi işaret ederek o istemediği sürece kendisine yaklaşmayacağımı ve sadece biraz sohbet etmek istediğimi söyledim. Herhangi bir tepki vermedi. Sadece ben oturduktan sonra uzun uzun bakıp beni dikkatle inceledi. Bir süre sonra gözleri bir noktaya sabitlendi. Bakışlarını takip ettiğimde ceketimin cebindeki kaleme baktığını fark ettim. Kalemleri hâlâ çok sever. Onu cebimden çıkarıp bana refakat eden müdüre göstererek onay aldım ve Kaan'a dönüp "Kalemleri çok mu seviyorsun?" diye sordum. Sevdiğini belli edercesine gözleri ışıldadı. Bana cevap vermedi ama bacaklarını sıkı sıkı sardığı ellerini gevşetip kaleme doğru bakmaya devam etti. İsterse kalemi ona verebileceğimi söylediğimde ise hafifçe başını salladı. Ağır adımlarla yanına yaklaşıp kalemi komodininin üzerine bıraktım. Önce bana baktı sonra da kaleme bakıp elini yavaşça uzatarak onu oradan aldı. O kalemi incelerken ben de sandalyeme dönmek için geri çekildim ama o anda ürkek bir ses tonuyla "Selim Atahan siz misiniz?" diye sordu. Sesindeki o masum tonlama hâlâ kulaklarımda. Kalemin üzerinde yazan yazıyı okuyabildiğini anlayınca çok şaşırmıştım. Bunun için yaşı çok küçüktü çünkü. Yerimde kalıp "Evet" dediğimde kaleme bakarak gülümsedi. Kalemin üstünde adımın yazıyor olması fikir olarak hoşuna gitmişti"
Bunu söylediği anda benim de aklıma şirketteki masasının üzerine devirdiğim kalemler geldi. Demek Kaan bu üzerinde isim yazan kalemi sevdiği için Selim Bey onun adına da özel bir kalem yaptırmış. Ah! Sözleriyle attığı düğümleri şu an öyle bir sıkıştırdı ki ondan kurtulmayı başarmam imkansız gibi görünüyor. Ona olan hayranlığım an be an artarken Selim Bey de tavrını hiç bozmadan aynı ciddiyette anlatımını sürdürdü.
"Kalemi uzun uzun inceledi sonra da bütün odayı bakışlarıyla taramaya başladı. Bir kağıt ya da üzerine yazabileceği herhangi bir şey arıyordu. Ama bulamadı. Ben de içgüdüsel olarak avucumu açıp elimi ona doğru uzattım. Önce bunu neden yaptığımı anlayamadığı için şaşırdı. "Buraya yazabilirsin" dediğimde ise ilk defa yüzüme net bir şekilde bakıp başını salladı. Yanına oturdum ve elimi ona doğru tuttum. Biraz çekindi ama yine de o minik elleriyle elimi tutup avucuma bir şeyler çizmeye başladı. Ben de sessizce bitirmesini bekleyip onu izledim"
Selim Bey bunları söyledikten sonra bir an sustu. Dinlerken dalmışım herhalde çünkü istemsizce "Elinize ne çizdi?" diye sorup devam etmesini istediğimi belli ettim. Sanırım o gün gözlerinin önünde tekrardan canlandı ve bu yüzden de suskunlaştı. Işıklarda durduğumuzda da bana doğru dönüp bakışları kadar nahif bir ses tonuyla "Ev çizdi" dedi. Bir şey diyemeden bir süre birbirimize bakıp kaldık. Kaan'ın o anki duygusunu anlamaya çalışmak bir yana hissettirdiği şey de çok ağır geldi diyebilirim.
Bir araya gelişleriyle alakalı beni bu kadar derinden etkileyecek şeyler anlatacağını tahmin etmemiştim. Burnumun ucu gibi kalbimin de sızladığını hissettim. Işıklar yeşile dönünce bir yandan yola devam edip bir yandan da zorlansa da sözüne devam ederek "Küçük ama büyük bahçeli bir ev ve kapısında ailesi olduğunu düşündüğüm el ele gülümseyen bir çift çizdi. Kendisi de bahçedeki ağaç evin merdivenini tırmanarak onlara el sallıyordu. Elime bunu çizdi" dedi. Selim Bey bunları anlatırken sanki o anları onlarla birlikte yaşamışım gibi hissettim.
O ailesini kaybetmiş ürkek çocuk bu kadar ağır duygulardan sıyrılıp nasıl bugün tanıştığım o tatlı oğlan çocuğuna dönüşmüştü aklım almadı ama devreye Selim Bey gibi biri girdiğinde bunun çok da garip bir durum olmadığını anlamam da uzun sürmedi. O masum küçük çocuk için o kadar mutlu oldum ki. Kaan gerçekten emin ellerde ve bence kendi ailesinden sonra sahip olup olabileceği en mükemmel ebeveyne sahip.
Devam etmek isteyip istemediğini bilmiyorum ama içimdeki öğrenme isteğine de maalesef karşı koyamıyorum. Ona şimdi soramazsam bir daha hiç soramam gibi geliyor. Bu sebeptendir ki meraklı gözlerimle "Sonra ne oldu Selim Bey?" dediğimde o da konuyu kapatmak yerine derin bir nefes alarak anlatmayı sürdürdü.
"Avucuma baktığımda tek düşünebildiğim şey bu çocuğun yuva hissi veren bir evde ve sevgi dolu bir aile ile birlikte büyümesi gerektiğiydi. En enteresanı da neydi biliyor musun? Resimde ne anlatmak istediğine o kadar odaklanmıştım ki ancak ona baktığımda başını koluma yaslayıp uyuduğunu fark edebilmiştim. Bu o durumdaki bir çocuk için pek de beklenen bir davranış değildi. Sonuçta onun için bir yabancıydım ama onun bu hareketi bana güven duyduğunu gösteriyordu. O gece Kaan'ın yanında kaldım. Kolumun altında uyudu. Aramızda oluşan bağ da yavaş yavaş kuvvetlenmeye başlamıştı sanki. O uyurken iyice düşünme fırsatı elde ettim. Sabah gözlerini aralayıp beni hâlâ yanında görünce şaşırdı. Ne diyeceğini bilemedi ama sonra onu bırakıp gitmediğim için mutlu olduğunu söyledi. Ben de ona sormak istediğim bir şey olduğundan bahsettim. Yine sessizdi ama meraklandığı gözlerinden belli oluyordu. Ben de daha fazla uzatmadan "Benim evimde yaşamak ister misin Kaan? Belki ailenin yokluğunu kapatamam ama seni hayatım boyunca sever korur ve kollarım. Eğer kabul edersen hemen yasal ailen olmak için gerekli işlemlere başlayacağım" dedim. Çok şaşırdı. Gözlerini gözlerimden ayıramadı. Sonra elimi tuttu ve çizdiği resmin hâlâ orada olup olmadığına baktı. Silinmemişti ve orada duruyordu. Minik parmağını resimdeki erkek figürünün üstünde gezdirip belli belirsiz tebessüm etti. Söylediklerimi kabul edeceğini hissetmiştim ve ona orada bir de söz verdim. O da benimle yaşamayı kabul etti"
Selim Bey'i masal dinler gibi dinledim. Bu adamın gerçek olduğuna inanmakta o kadar zorluk çekiyorum ki... Gelecekte beni neler beklediğini bilmesem yemin ederim ömrümü bu adama adamaktan bir an bile olsun tereddüt etmem. Onun mutlu olduğunu görmek için kendimden bile vazgeçerim gibi geliyor. Çok mu büyük konuştum? Ama hissettiğim şey tam olarak da bu...
"Ona söz verdim dediniz..."
Bunu söyledim çünkü anlatırken o kısmı yine atladı. Hoş bunu söylesem de sessizliğini korumaya devam etti. O sırada bir siteye yaklaştık. Hmm... Böylelikle ailesi gibi gösterişli bir malikanede oturmadığını da öğrenmiş oldum. Sitedeki evlerden birinin önüne geldikten sonra arabayı park edip elini çenesine dayayarak beklemeye başladı. Bekledi diyorum çünkü evi görür görmez nutkum tutuldu. Ağlamaya başlayacakmışım gibi hissediyorum ama bunu yapamıyorum çünkü gördüğüm manzarayla kilitlenip kaldım. Evin her köşesini incelerken o kadar duygulandım ki anlatamam.
Bu incelemenin sonunda Selim Bey'e dönüp "Sözünüzü tutmuşsunuz" dediğimde başını olumlu bir tavırla sallayıp tebessüm etti. Bana ne söz verdiğini söylememesine rağmen ben yine de bunu bilip neden sözünüzü tutmuşsunuz dedim biliyor musun? Çünkü Selim Bey'in beni getirdiği ev aynı Kaan'ın onun avucuna çizdiği gibi bir evdi. Çok güzel müstakil bir ev kocaman bir bahçe ve Kaan'ın oynayabileceği ağaçtan bir ev. Şu an tarifi imkansız duygular yaşıyorum. Selim Bey Kaan'ın hayatına giren en büyük armağan olmalı.
Arabadan inmeden önce elimdeki çikolatayı çantama koydum. O sırada Kaan'ın çizdiği resme bakmaya çalışırken Selim Bey kapımı açıp rahatça inebilmem için de elini uzattı. Onu bekletmemek için kağıdı bakamadan hemen katlayıp çantama koyarak arabadan indim. Bu rüya eve adım adım yaklaşırken gözlerimde de bu bahçede koşuşan Kaan'ın neşeli halleri canlandı. Köşede bir top var. Belki Selim Bey ile karşılıklı oyunlar oynayıp çimlerde yuvarlanıyorlardır. Benim için yerlerde sürünen adam oğlu için neler yapmaz öyle değil mi?
Evin önüne geldiğimizde ne yalan söyleyeyim yalnız olacağımız gerekçesiyle biraz tedirgin oldum ama bu tedirginliğim çabuk geçti çünkü Selim Bey anahtarını kullanmak yerine kapının ziline basmayı tercih etti. Demek evde başkaları da var. Birkaç saniyelik bekleyişin ardından bizi çok şeker tonton bir teyze karşıladı. Sıcacık bir "Hoş geldiniz buyurun" karşılamasının ardından içeriye girdiğimizde de Selim Bey adının Müberra olduğunu öğrendiğim bu tonton teyzeye gayet samimi bir tavırla nasıl olduğunu sordu.
Sanırım aralarında çok da patron çalışan ilişkisi yok. Müberra Hanım adeta onları evlatlarıymış gibi sarıp sarmalamış gözüküyor. Belli ki Selim Bey'in çocukluğundan beri de beraberler. Bunu nasıl mı anladım? Etrafa serpiştirilmiş fotoğraflardan çok net anlaşılıyor. Hatta bir çerçevede enteresan bir fotoğraf var. Bir yanda Müberra Hanım'ın Kaan ile olan fotoğrafı diğer yanda da başka bir çocukla beraber çekilmiş çok daha genç göründüğü fotoğrafı duruyor. O küçük yaramaz gülüşlü sarışın çocuk bana onun kesinlikle Selim Bey olduğunu söylüyor. Eğer öyleyse Selim Bey ve Kaan'ın küçüklükleri de enteresan bir şekilde birbirlerine benziyormuş. Belki de bu yüzden iki resmi bu şekilde kolajlamışlardır.
"Sağ ol oğlum iyiyim çok şükür. Ee! Kaan gelmedi mi?"
"Dedesinden ayrılamadı. Hafta sonu da orada kalacak"
"Ah yaramaz! Hiç demiyor Müberra teyzem beni özler diye"
Selim Bey bu söylediğiyle gülümseyerek ceketini asarken Müberra Hanım da gözleri ışıldayarak bana doğru dönüp "Hoş geldiniz küçük hanım" dedi. Ona aynı sıcaklıkta karşılık verirken Selim Bey benim yeni asistanı olduğumu söyleyip bizi tanıştırdı. İkimiz de bu tanışmadan memnun kaldık gibi görünüyor.
"Erken geldiğinize göre yemeğe kalmadınız herhalde"
"Hayır sadece kısa bir süreliğine uğradık"
"Ee! Açsınızdır o zaman. Hemen bir şeyler hazırlayayım mı size?"
"Müberra Sultan sen biraz otur artık zaten bütün gün koşuşturuyorsun. Yemeği ben hallederim"
"İyi sen bilirsin oğlum. Anlaşılan ev yine anneciğinin o özel yemeğiyle mis gibi kokacak"
"Sen de kal beraber yiyelim"
"Yok oğlum ben bu saatte yemek yersem bu tansiyon beni sabaha kadar hop oturtup hop kaldırır. Hadi size afiyet olsun. Ben odama gidip dinleneyim bari"
"Nasıl istersen. İyi geceler"
Müberra Hanım ikimize de iyi geceler diledikten sonra alt katta olduğunu düşündüğüm odasına doğru gitti. İşe bak! Selim Bey'in ne ailesi ne de evi hiç düşündüğüm gibi çıkmadı. Aslında ilk defa yanıldığıma da çok sevindim çünkü yaşadığı hayat ve ağabeyi dışındaki ailesel yakınlıkları gerçekten çok hoşuma gitti.
Bu sırada Selim Bey de kol düğmelerini çıkarıp gömleğinin kollarını kıvırırken "Acıktık öyle değil mi? Hemen başlarsam kısa sürede sofraya oturabiliriz" dedi. Gözlerime gerçekten inanamıyorum. Şaka gibi! Resmen patronumu yemek hazırlarken izleme şansı elde ettim. Neler yapabileceğini şimdiden çok merak ediyorum.
Çantamı girişteki konsolun üzerine bırakıp topuklularımı tıngırdata tıngırdata onunla birlikte mutfağa geçtim. Tabii çıkardığım sesler yüzünden bir yandan da parmak uçlarıma doğru basarak ses çıkarmamaya da çalıştım. Gerçi mümkün oldu mu bilmiyorum.
Bembeyaz ve çok kullanışlı bir mutfağı var ama mutfakta en sevdiğim detay buzdolabının üstündeki resim ve fotoğraflar oldu. Selim Bey'i hiç bu kadar net bir ifadeyle gülerken görmemiştim. Gülüşleri hep belli belirsiz olurdu. Sanırım Kaan ile birlikte birkaç farklı ülkeye gitmişler ve oradan da oldukça renkli anılarla geri dönmüşler.
Köşedeki resme de bayıldığımı söylemeliyim çünkü patates baskısı yapar gibi ellerini boyaya batırıp kağıda basmışlar. Kaan kendi elinin kenarına adını yazarken Selim Bey'in eline de "Selim babam" yazmış. Onu babası olarak bu kadar benimseyebilmesi beni çok şaşırtıyor. Hani öz babasını tanımamış olsa bir baba eksikliği duyup Selim Bey'i babası gibi görmeye başlamış diyeceğim ama belli ki öyle bir şey de değil. Kendi babasının boşluğunu tamamen Selim Bey ile doldurmuşa benziyor. Belki de o dönemler çok küçük olduğu için bu benimseme bir miktar daha kolay olmuştur. Hatırlarsan yemek sofrasında Zülal Hanım'dan bile babaannem diye bahsetmişti. Tüm aileye karşı bir gönül bağı oluşmuş sanki.
"Meral..."
Bana seslenmesiyle arkamı döndüğümde Selim Bey bir yandan dolaptan malzemeleri çıkarıyor bir yandan da tezgahın üzerinde duran kabı kendisine uzatmamı istiyordu. Ah! Ayağımdaki topuklular da beni öldürecek. Temkinli adımlarla kabı alıp ona verdikten sonra daha fazla dayanamayarak yüksek ökçeli ayakkabılarımı mutfak kapısının yanına çıkardım.
Arkamı döndüğümde beni kötü bir sürpriz bekliyordu çünkü Selim Bey'in de bu yaptığımı gülen gözleriyle izlediğini fark ettim. Bu bakışlara maruz kalınca biraz utandım galiba. Yine de omzumu silkeleyip gülümseyerek yanına yaklaştım ve ona yardım edip edemeyeceğimi sordum. Memnuniyetle kabul etti. O gerekli olacak olan tencere ve kaşık bıçaklarını çıkarırken ben de sebzeleri yıkama görevine getirildim.
Sebzeleri birkaç su yıkadıktan sonra da bana göre gayet sıradan bir istekte bulunarak "Selim Bey sirke nerede?" diye sordum. Neden sirke istediğimi anlamayınca sesi de çıkmadı. Sonuçta salata yapmıyordum hâlâ yıkama aşamasındaydım. Cevap vermeyince nedenini anlamak için ona doğru döndüm. Garip garip bakıyordu. Yanlış bir şey mi söyledim tedirginliğiyle "Sirke... Yani mikropları öldürmesi için" dedikten sonra baktım ifadesi değişmiyor geri adım atayım bari diye düşünüp "Öldürmesin mi? Tamam olur. O zaman bunlar hazır" dedim. Sirkelemeden de içime sinmedi ama ne yapalım bu seferlik böyle yiyeceğiz artık.
Ben çok mu saçma bir istekte bulundum acaba derken o da yavaş adımlarla dolaptan sirkeyi çıkarıp "Mikropları öldürmek için... Bunu aklımda tutarım" diyerek şişeyi bana doğru uzattı. Şişeye bakarken gülmemek için kendimi zor tutup dudaklarımı kemirmeye başladım çünkü şişesi plastik olanlardandı. Şişeyi elime alırken bir yandan da kendime hakim olamayıp "Bir dahaki sefere şişesi cam olanı tercih edin olur mu?" dedim. Şişeye bakıp kalınca da onunla göz göze gelmemeye çalışarak bu dediğimi "Şey... Plastik kaplarda üretilen sirkeler fermantasyon sırasında zararlı kimyasal reaksiyonlara maruz kalabiliyormuş da ondan dedim. Asitli olduğu için herhalde..." diye açıkladım. İlk anda sessizlik olsa da sonra "Fermantasyon sırasında..." derken aynı anda da yüzüme çok hoş bir ifadeyle bakıp gülümsemeye başladı. Hay aksi! Takıntılı titiz ve buluttan nem kapan biri olduğumu düşünecek. Her aklına geleni de söylemek zorunda değilsin be Meral!
Sirke mevzusu öyle ya da böyle kapanınca sebzeleri kendi usulüme göre yıkayıp tezgaha bıraktım. Selim Bey de teşekkür edip şef bıçağını eline aldı ve sebzeleri patada kütede sesler çıkararak artistik bir şekilde doğramaya başladı. Bu konuda marifetli olduğu açık. Onu izlerken fazlaca dalmışım herhalde çünkü bana söylediği şeyin başını kaçırıp ona "Çok affedersiniz! Bir şey mi dediniz?" demek zorunda kaldım.
"Neden böylesin dedim"
"Nasıl?"
"Titiz"
"Bilirsiniz işte... Sağlık konularında ne kadar çok yayın okursanız o kadar pimpirikleşirsiniz"
"Pimpirik?"
"Şey... Yani titizlenirsiniz diyelim"
"Peki neden sağlık konularında bu kadar çok yayın okuyorsun?"
Ah! Yine aptalca bir hamlem sonucu beni şah mat etti. Hızlıca düşünüyorum ama aklıma bu soruyu kıvırmamı sağlayacak hiçbir şey gelmesini sağlayamıyorum. Gerçi lafı uzatmadan kısa ve öz şekilde konuşmak durumu her zaman kurtarır değil mi?
"Merak!"
"Merak... Sadece o kadar mı?"
"Sadece o kadar"
"Öyle diyorsan öyledir"
"Peki siz böyle yemek yapmayı nasıl bilebiliyorsunuz?"
Bu soruyu sorar sormaz o yaramaz gülüşü eşliğinde "Merak!" derken ben de aynı saniyelerde "Sakın merak demeyin!" deyiverdim. Sözlerimiz üst üste binince ikimiz de gülümsedik. Selim Bey sebzeleri biraz yağ ile çevirerek diğer tarafta da ete sos hazırlarken ocağa doğru yaklaşıp ona "Söylemeyecek misiniz?" diye sordum.
"Bu yemek annemin spesiyalitesiydi. Ben de izleye izleye ondan öğrendim. Gerçeği söylemem gerekirse mutfağa sadece annemin yıl dönümlerinde bu yemeği yapmak için girerim. Bunun dışında mutfak işlerine pek elimi sürmem daha doğrusu süremem zaten Müberra Sultan da bu konuda bize oldukça yardımcı oluyor"
"Müberra Hanım uzun yıllardır sizinle sanırım"
"Çocukluğumuzdan beri yanımızda. Üzerimizde annem kadar emeği var desem herhalde yalan olmaz. Aslında bu işlerden emekli olmayı planlıyordu ama Kaan gelince ne o gitmek istedi ne de ben Kaan'ı başka birine emanet edebildim. Bu evde bir aile gibi hayatımızı beraber idame ettiriyoruz"
"Ne güzel... Tüm bu söylediklerinizi düşünüyorum da Kaan'a sunduğunuz hayat gerçekten takdire şayan"
Selim Bey bunun sanki büyük bir lütuf göstermiş gibi söylenmesinden rahatsız olmuş olacak ki bu sözümü düzeltme gereği duyarak "Bu tek taraflı bir şey değildi Meral biz Kaan ile birbirimize aynı ölçüde iyi geldik. Kaan hayatıma girdiğinde çok kötü bir dönem geçiyordum. Annemi kaybettikten hemen sonra Ahmet ile aramızda ciddi problemler yaşanmıştı. Bugün de anlamış olacaksın ki o problemler hâlâ çözülebilmiş değil. Babam da annemin ardından bu üzüntüye dayanamayıp belli aralıklarla iki kere kalp krizi geçirdi. Stresten uzak kalması gerektiği için şirketi doktor olan ağabeyime değil haliyle bana bırakıp aniden geri çekilmek zorunda kaldı. O dönem kafa anlamında gerçekten çok dağınıktım. Aile mirası olarak görülen büyük bir şirketi tek başıma ayakta tutabileceğimden de emin değildim. Ancak her ne kadar şu an gergin olsak da Derya'nın bana verdiği omuzu asla inkar edemem. Atahan isminin eğilip bükülmeden dimdik kalmasında onun da çok emeği var. O dönemlerde gece gündüz demeden hem benim huysuzluklarımla hem de şirket sorunlarıyla birebir ilgilendi. Oldukça zor günlerdi. Hayata tutunmak her zamankinden zor bir hâl almıştı ama sonra Kaan geldi ve hayatım değişti. O da yaralıydı ben de... Belki şu an ben ona yardım elimi uzatmışım gibi görünüyor ama asıl o benim hayatımı kurtardı. Biz onunla hem baba oğul olduk hem de birbirine güç veren iki yakın arkadaş olduk" dedi. Ona olan bakışlarım bu öğrendiklerimden sonra boyut atladı desem yanlış bir şey söylemiş olmam sanırım. İyi ki beni ailesinin evine davet ettiğinde onu geri çevirmemişim yoksa onu en gerçek haliyle tanımaktan mahrum kalacaktım.
•●●·٠•●●•٠·˙
Kısa bir süre sonra öyle bir hale geldik ki şaşar kalırsın. Mutfakta iki kişilik olsa da tam bir ekip çalışması yapıp kısa sürede harika bir iş çıkardık. Bir yandan yemeklerle ilgilenip bir yandan da dağıttıklarımızı toparlarken gerçekten ünlü bir restoranın şefleri gibiydik. Tamam abarttığımın farkındayım ama benim gibi eline dizüstü bilgisayarını almadan yemek yapmayı başaramayan biri için gerçekten övülesi bir şeydi bu.
Ben hem sosun dibi tutmasın diye tencereyi karıştırıp hem de elime verdiği kaşıkla bir gurme edasında tadım kontrolü yaparken Selim Bey de döküm tavasında mühürlediği etlerinin fırında kurumaması için kendi suyuyla ıslatıp duruyordu. Tabii ara sıra beni yaptığı şeyler konusunda da bilgilendiriyordu. Bunu yapıyor olması çok hoşuma gitti.
"Evet! Ben hazır gibiyim. Sen ne durumdasın Meral?"
"Sanırım biraz daha tadım yaparsam doyacağım ve başka bir şey yiyemeyeceğim"
"Sosu kastettim"
"Aa! Harika durumda ama bence ya altını kısmalı ya da bilmiyorum belki de kapatmalıyız ama her ne ise bunu bir an önce yapmak gerek gibi görünüyor"
"Dur bir de ben bakayım"
Yanıma yaklaşıp tadım kontrolü yaptığım kaşığımı elimden aldıktan sonra omzumun üzerinden sosa uzandı ve bir parça tadıp neredeyse burnumun dibinden bana doğru bakarak "Hiç fena değil" dedi. Gülme ama ben de o anlarda değişik bir yeşile sahip olan gözleri için aynı şeyi düşünüyordum. Neler diyorum ben? Aşk olsun hiç de saçmalıyorsun Meral kendine gel demiyorsun!
Yanımdan çekildiğinde başımı eğip ocağı kapattım. O sıralarda o da dolaptan iki tane tabak çıkardı. Sebzeleri bu tabaklara özenle yerleştirip fırından çıkardığı etleri de yanlarına dizdikten sonra üzerlerine sostan gezdirip "Ve son bir dokunuş!" diyerek buzdolabına doğru gitti. Tabak o kadar leziz görünüyor ki hâlâ ne gibi bir dokunuşa ihtiyacı olduğunu çözemedim.
Geri dönüp elindeki iki tane taze biberiyeyi tavadaki erimiş tereyağın içine atarak iki tur çevirdi ve onları etlerin üzerine bıraktıktan sonra da içeriye götürmek için tabaklarımızı eline aldı. Ben de kapının kenarına bıraktığım ayakkabılarımı giyip bardakları ve içi su dolu karafı alarak hemen ardından gittim.
O tabakları masaya koyup mezeleri almak için mutfağa geri dönerken ben de bir gözüm salonun köşesinde duran piyanoda olarak elimdekileri masaya koydum. İçimden de demek müzik hobileri arasındaymış diye geçirmeden edemedim tabii. Ağır adımlarla piyanonun yanına gidip parmaklarımı yavaşça tuşların üstünde gezdirirken Selim Bey de artık oturabileceğimizi söyleyerek içeriye girdi.
Yanına doğru giderken merakla "Piyanoyu siz mi çalıyorsunuz Selim Bey?" diye sorduğumda o da sandalyemi tutarak "Maalesef böyle bir yeteneğim yok. Ailemin ısrarı hiçbir zaman fayda etmedi" dedi. Eksik bir şey var mı diye sofraya şöyle bir bakıp sonra da yerine otururken peçetemi kucağıma koyup "Aslında çok zor değil. Sadece kendinizi müziğin akışına bırakmanız yeterli. Bir süre sonra notalara doğru vurduğunuzu görünce siz bile şaşıracaksınız" dedim.
Tek kaşı "Senin hakkında daha neler öğreneceğim acaba?" der gibi kalkarken "Demek senin böyle bir yeteneğin var" dedi. Önümdeki yumuşacık eti onunla eş zamanlı bir şekilde keserken başımı kaldırmadan sadece bakışlarımı ona doğru yönelterek "Olduğunu söylerler" dediğimde yüzündeki hoş ifadeyle "O halde evimde bir piyano olduğu için çok şanslıyım yoksa seni dinleme zevkinden mahrum kalacaktım" dedi. Yüzüne bakarak etimi çiğneyip yuttuktan sonra "O zevk bana ait Selim Bey" dedim.
Ah! Umarım Beethoven'in ya da Mozart'ın bir eserini çalarken bana yine o etkileyici bakışlarından fırlattığı için ellerim titreyip işi piyanist şantörlüğe bağlamam. Aklımdan bu geçerken maalesef ki gülümsememi engelleyemedim. Durabilmem için dudaklarımı ısırırken o da dayanamayıp gülerek "Aklına komik bir anı geldi sanırım. Paylaşmak ister misin?" diye sordu. Sempatik olduğunu düşündüğüm bir bakışla "Paylaşmasam daha iyi olur" dedikten sonra konuyu kaynatarak "Selim Bey itiraf etmem gerekirse eğer bu kadar lezzetli bir yemek yiyeceğimi hiç düşünmemiştim. Bu hazırladığımız sosun et ve sebzeler ile uyumu gerçekten harikulade" dedim.
"Hoşuna gitmesine sevindim ama ben de ellerinin yaptığı her bir dokunuşun bu yemeğe ekstra bir lezzet katmış olduğunu itiraf etmek zorundayım"
Böyle bir karşılık vermese şaşırırdık öyle değil mi? Yemeğimizi yerken olsun ya da tüm bu hazırlık süresince olsun Selim Bey kendisinden uzun uzun bahsederken bana benimle daha doğrusu hayatımla ilgili hiçbir şey sormadı. Sanırım evime geldiği gün ailesel anlamda sorduğu soruya verdiğim yarı sert cevap yüzünden çizdiğim sınırların yakınına bile yaklaşmak istemedi. Aynı şeyi Rana Hanım da yapıyor ve bu da diğer insanların aksine onların yanında kendimi daha rahat hissetmeme neden oluyor.
•●●·٠•●●•٠·˙
Yemeğimiz bittikten sonra beraber masayı topladık ama tam artık geç olduğunu ve gitmemin iyi olacağını söylemeye çalışırken Selim Bey sözümü tamamlamama bile izin vermeyip tutmam için elini uzattı. Bunun nedenini düşünerek elimi uzattığımda ise beni zarif bir hareketle piyanonun önüne getirip "Sen unutmuş olabilirsin ama ben unutmadım" dedi. Ah! Aklımdan tamamen çıkıp gitmiş.
Unuttuğumu belli eder gibi bir bakış atıp piyanonun üzerindeki notalara bir göz attım. Üzerine el yazısıyla notlar alınmış olan kağıtları elime alıp bakarken kararsız kalıp "Selim Bey siz seçer misiniz?" diyerek kağıtları ona uzattım. O da tebessüm ederek alırken "İddialıyız galiba. Güzel!" dedi.
"Piyano çalamadığınızı söylemiştiniz ama birkaç tanesinin üzerine düzeltme notları almışsınız. Denemeleriniz olmuş gibi"
"Onlar annemin el yazısı"
"Affedersiniz bilmiyordum"
"Af dileyecek bir şey yok. Bana küçükken bu piyanoda birçok kez bizzat kendisi öğretmeye çalıştı ama maalesef ben bunu yapmayı çok istememe rağmen başaramadım. Annem bu yeteneğini benim de alabilmiş olmamı çok istiyordu ve ben de bu yüzden yapamayınca çok üzülüyordum"
"Size kızar mıydı diye soramıyorum çünkü fotoğraflarından gördüğüm kadarıyla çok sevecen ve anlayışlı bir anneymiş gibi hissediyorum"
"Öyleydi. Hiç kızmazdı ama benim üzüldüğümü görünce ne yapardı biliyor musun?"
"Ne yapardı?"
"Küçük ellerimi o çalarken kendi ellerinin üzerine koymamı isterdi. Bunu yapıp gözlerimi kapattığımda sanki o melodileri ben çalışıyormuşum gibi hissederdim. Sonra da bir anda yeniden heveslenir dersi başa alırdık"
"Motive edici bir hareketmiş"
"Keşke bu gece burada olsaydı da küçükken yaptığı gibi yine beraber piyano çalabilseydik. Çok mu duygusal oldu?"
Gözlerimi ondan ayıramadım çünkü aklımdan çok delice bir şey yapmak geçiyor. Hatta şu an içimdeki farklı düşüncelere sahip Meraller ile bunu yapıp yapmama konusunda fikir birliğine varmaya çalışıyorum. Ama karşıt düşüncelere rağmen bunu yapacağım galiba. Selim Bey sakin bir ifadeyle yüzüme bakarken bu sefer de ben ona bir teklif yaptım. Teklifim ne miydi?
Önce "Bunu yine yapabilirsiniz" dedim ve onu bu dediğimle şaşırttım. Gözlerini sol tarafa doğru yatırıp "Nasıl?" diye sorması da gecikmedi. O gün beraber hangi parçayı çalıyorlarsa işe önce ondan başlayacağımızı söyledim. Ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyorken bir yandan da seçimini yapıp diğerlerini piyanonun üstüne bıraktı. Notalara şöyle bir göz attıktan sonra güzel seçim olduğunu söyleyerek pufa oturdum ve kağıdı yerine yerleştirip parmaklarımı tuşların üstüne koydum.
O da gözlerini üzerimden ayırmadan yanıma oturup başlamamı bekledi. Elleri de aşağıda sallanır vaziyette pufu tutarak duruyordu. Hâl böyle olunca yan gözle ellerine bakıp "Yapabilirsiniz demiştim... Yani bahsettiğim şeyi ben tek başıma yapamam" dediğimde söylediğimi algılamaya çalışıp "Peki benim ne yapmam gerekiyor?" diye sordu. Onun yapması gereken şey çok basitti.
"Siz sadece gözlerinizi kapatıp ben bu parçayı çalarken ellerinizi aynı o zamanki gibi ellerimin üzerine koyarak piyanoyu annenizle beraber çalıyormuşsunuz gibi hissetmeye çalışacaksınız"
Söylediğim şeye inanmakta güçlük çekti ama ben bu konuda ciddiydim. Biliyorum ellerime değdiği anda bütün dengem alt üst olacaktı ama ona bu anı böylesine önemli bir günde yaşatmayı çok istiyorum. Selim Bey kulaklarına inanamamış gibi bakarken "Başlıyorum geliyor musunuz?" diye sordum. Kısa bir an düşünüp sonra da etkileyici bir tonlamayla "Geliyorum" dedi. Ellerini yavaşça ellerimin üstüne koyduğunda tam da tahmin ettiğim gibi yeni bir artçı şokla sarsıldım. Sadece bu seferki bir öncekinden daha şiddetli bir sarsıntıydı. Gözlerimi kapatıp nefesimi düzenledikten hemen sonra dikkatimi tamamen çaldığım parçaya odaklamaya çalıştım. Tahminimden daha zor oluyor ama buna değer gibi görünüyor.
(Buradan sonra videoyu dinleyerek okumanızı tavsiye ederim)
Her ne kadar ellerini ellerimin üzerinde hissettiğim için heyecan kat sayım yükselse de bunu ustaca örtmeyi başarıp tuşlara son vuruşları yaparak bu güzel esere düzgün bir final yapmayı başardım. Bunu başardım ama aynı anda da gözlerimin dolmasını sağlayacak çok güçlü bir şey hissettiğimi de fark ettim. Aslında bu olmaması ve hissedilmemesi gereken bir şeydi.
Tek tesellim Selim Bey'in aslında annesini düşünmesi gerekirken bunu yapmayıp parça boyunca gözlerini bir an bile olsun üzerimden ayıramadığını fark edemememdi yoksa tek bir notayı bile doğru basamayabilirdim. Bu detayı nereden bildiğimi anlamış olmalısın arkadaşım. Şu sana önceden de bahsettiğim özel defterinden tabii ki...
Ben durduğumda ikimiz de hiç kıpırdamadık. Ellerimiz de hâlâ aynı şekilde tuşların üzerinde duruyordu. Onu bilmiyorum ama ben şu an içimde oluşan o güçlü duyguyla başa çıkmaya çalışıyorum. İçten içe ayağa kalkmasını ellerini çekmesini ya da beni bu duygudan kurtaracak herhangi bir şey yapmasını umuyorum. Ancak Selim Bey ellerini çekmek yerine bunu yapmayıp aksine parmaklarını hafifçe kaydırarak ellerimizin kenetlenmesini sağladı. Kendimi tutmaya çalışsam da benim de gözlerimdeki yaş bu hareket sonrası yavaş yavaş yükselmeye başladı. Kendimi bu konuda durdurmayı başaramazsam büyük ihtimalle birkaç saniye içinde de yerle yeksan olacaklar.
İşin garibi ne biliyor musun? İşin garibi Selim Bey'in bu hareketine şu an istemsizce benim de cevap veriyor olmam. Ben de parmaklarımı onun parmaklarına kenetleyince beni daha da derinden sarsacak bir ses tonuyla "Bazen en olmayacak sandığın kişi aslında senin için mümkün olabilecek tek kişi olabilir" dedi. Tuşlara bakmaya devam ederken bu söylediği şeyi duyunca gözyaşımda aktı gitti işte... Tutamadım.
•●●·٠•●●•٠·˙
Merhaba arkadaşım...
Dert ortağım...
Sırdaşım...
Lütfen bana orada olduğunu söyle çünkü şu an sana çok ihtiyacım var.
Aklımdan öyle şeyler geçiyor ki bunları nasıl dile dökeceğimi bile bilemiyorum.
Bir insan aynı anda hem havalara uçup hem de nasıl yere çakıldığını hissedebilir ki?
Buna verebilecek bir cevabım yok ama şu an tam olarak bunu hissediyorum.
Ona doğru bakıp en samimi düşüncelerimle bir şeyler söylemeye çalışmalı mıyım yoksa tek kelime bile etmeden buradan gitmeli miyim bilemiyorum.
Ben şu an yanımda oturan bu mükemmel adama kısacık zamanda kör bir düğümle bağladım galiba.
Ne serbest kalmamın tek yolu olan o düğümü çözebilmeye gücüm var
Ne de bu sevgimi ona anlatmaya gücüm var.
Bunu yapamam.
Her zaman içinde bulunduğum duruma olumlu bakmaya çalıştım. Umudumu bir an bile olsun yitirmedim ve bir çıkar yolum olabileceğine kendimi inandırmaya çalıştım. Ama ya yoksa?
Ben... Ben ardımda gözü yaşlı birini daha bırakmayı göze alamam.
Hele ki bunu Selim Bey gibi aynı acıları yaşayıp geçmişte canı bir kez yanmış olan birine asla yapamam.
Biliyorum sen de onunla mutlu olmamızı can-ı gönülden istiyorsun ama ben bunu yapamam.
Sakın bana kızma olur mu? Sadece onu çok sevdiğimi ve bu yüzden onu kendimden uzak tutmam gerektiğini bil yeter. Bu herkes için en iyisi olacak.
Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder