Aslında insanı en çok acıtan şey; hayal kırıkları değil.
Yaşanması mümkünken, yaşayamadığı mutluluklardır.
Dostoyevski
15.Bölüm : Akışa Uy!
Tarifi imkansız duygular yaşadığımı inkar edemem. Bu defa gerçekten şah mat olup oyun alanındaki vezirlerime kalelerime atlarıma daha doğrusu tüm muhafızlarıma sahayı terk etmeleri komutunu vermek zorunda kaldım. Zorunda kaldım diyorum çünkü onun bu hamlesine verebilecek hiçbir cevabım yok. Bu noktada ya kaybettiğimi kabul edip teslim bayrağını açarak oyunu bırakacağım ya da riske girip en güçlü gözüktüğüm maskemi takarak yeni baştan oynamayı teklif edeceğim.
Tüm bunları düşünürken aramızda da sağır edici bir sessizlik oluştu. Sağır edici diyorum çünkü ikimiz de susuyor olsak da içimde yükselen karşıt fikirli sesler en yüksek desibelde ne yapmam gerektiğini söyleyip benim fikrimi kendi lehlerine çevirmeye çalışıyorlar. Her ikisinin de savunmaları o kadar güçlü ki inan bana kimi dinlemem gerektiğini bilemiyorum. İşin kötüsü sesler birbirine o kadar karıştı ki o gürültü içinde kalbimin ne söylediğini anlayamıyorum. Aslında şu an en çok onun düşüncelerine ihtiyacım var.
"Meral..."
Her daldığımda Selim Bey'in ismimi söyleyerek beni kendime getirmesine alıştım galiba. Yine bu seslenişiyle birlikte bir nevi parmağını şıklattı ve ben de gerçek dünyaya geri dönmüş oldum. Sanırım ne yapmam gerektiğini de artık biliyorum. Kenetlediğim parmaklarımı gevşetip yavaşça geri çektikten sonra yüz ifademi toparlayıp sanki az önce söylediği şeyi duymamışım gibi "Affedersiniz dalmışım. Siz bir şey mi dediniz Selim Bey?" diye sordum.
Söylediğini duymazdan geldiğimi anladı çünkü yüzüme buruk bir ifadeyle bakmaya başladı. Dudağını büzüp başını yavaşça iki yana doğru sallayarak "Sadece bana bu güzel anı yaşattığın için teşekkür ettim" dedi. Aslında ikimiz de bunu demediğini çok iyi biliyorduk ama mesafeli tavrım yüzünden o da attığı adımı geri çekmek zorunda kaldı. Onu yine hiç istemememe rağmen üzdüm galiba.
"Rica ederim. Böyle bir günde annenizle aranıza bir köprü kurabildiysem gerçekten mutlu olurum" dediğimde yüzüme öyle bir baktı ki bir an bu mesafeli tavrım için özür dileyip boynuna sarılmak istedim. Yapamadım tabii. Sadece ondan uzak durabilmek için oturduğum yerden kalkıp salondaki şöminenin yanına doğru gittim.
Gözlerimi alevlerden ayıramıyorum. Sanki o alevler şu an kalbimi ateşe vermiş gibi çünkü canım çok yanıyor. Normal şartlarda ona beklediği cevabı rahatlıkla verebilir ve şu an bambaşka duygularla ellerimizi sıkı sıkı tutuyor olabilirdik ama bu mutluluğun büyük ihtimalle yarım kalabileceğini bilirken ona duymayı arzu ettiği şeyleri söyleyemem. Bu doğru olmaz. Yani mümkünüz evet ama aynı zamanda şu şartlar altında imkansızız da.
Aslında düşünüyorum da buradan bir an önce gitsem iyi olacak. Yarın son iş gününde şirkete gittiğimde de tüm profesyonelliğimi kullanıp her ikimize de aramızdaki patron çalışan ilişkisinin ötesine hiçbir şekilde geçemeyeceğimizi hissettirmem gerekiyor. Her ikimize de diyorum çünkü görüyorum ki benim de bunu hatırlamaya ihtiyacım var. Zor olacak biliyorum ama şu an elimden başka bir şey gelmez.
Kıvılcımların sıçrayışlarını ve ateşin değdiği yeri kendi içine çekişini izledikten sonra Selim Bey'in yanımda olduğunu fark etmedim ve şöminenin yanından çekilirken başımı çevirmemle onunla yüz yüze geldim. O da az önce yaşanan durumu anlayabilmek adına bana bakıyor olmalı. Hissediyorum... Sanki bana az önce gerçekten dalıp dalmadığımı ve söylediği şeyden kaçıp kaçmadığımı soracak gibi. Onu az çok tanıyorum öyle değil mi? Bu yüzden birkaç saniye içinde bunu yapacağına adım gibi eminim. İşte kaçmak istediğim soru da adım adım yaklaşıyor.
Selim Bey gözlerini bir cevap arıyor gibi gözlerimde gezdirdikten sonra "Meral...." deyince o anın geldiğini daha net anladım ve devamını getiremesin diye sözünün arasına girip "Selim Bey çok geç olmuş ben artık gitsem iyi olacak. Hem sizin gibi benim de sabah çok erken kalkmam gerekiyor" dedim. Ağzını açmasına bile fırsat vermeden girişteki konsolun yanına gidip çantamı alarak "Bana bir taksi çağırabilir misiniz?" dedim ama düşünceli ve biraz da hüzünlü gözleriyle yanıma gelip "Seni ben bırakırım" dedi. Hayır lütfen bunu yapmasın. Yalnız kalmaya ihtiyacım var çünkü o şu an bana iyi gelmiyor. Ancak ne yazık ki o da bu konudaki ısrarcılığını sürdürmekte kararlı görünüyor.
"İnanın hiç gerek yok. Bana bir taksi çağırırsanız kendim de gidebilirim"
"Olmaz Meral gecenin bu saatinde tek başına gitmene müsaade edemem"
"Selim Bey lütfen siz hiç rahatsız olmayın. Hem siz bırakırsanız dönüş yolunda saat daha geç olacak. Belki de trafik vardır eve gelişiniz de gereksiz yere uzar. Gerçekten buna hiç gerek yok"
"Meral bu tartışmasını yapmaya niyetlendiğim bir konu değil. Şimdi hazırsan çıkalım çünkü söylediğim gibi seni evine ben bırakacağım"
Ben kararlıydım ama belli ki o kararlılık mevzu bahis olunca benden daha baskın bir konuma geçiyordu. Ona ne söylersem söyleyeyim yine de dönüp dolaşıp onun dediğini yapacağımız da açıktı. Hâl böyleyken de diretmemin bir manası yoktu. Başımı olumlu anlamda salladıktan sonra konsolun üzerindeki anahtarlarını ve ceketini alıp kapıyı açtı.
Dışarıya çıktığımızda arabaya doğru yürürken de her ne kadar lüzum olmadığını söylesem de yine de elindeki ceketini havanın serin olması gerekçesiyle omuzlarıma bıraktı. Arabaya binip kapımı kapattıktan sonra her zaman yaptığım gibi ön camdan onun şoför tarafına gidişini izledim. O da her zamankinden daha durgun görünüyordu. Kapısını açıp koltuğuna oturdu ve birkaç saniyelik bekleyişin ardından da kemerini takıp arabayı çalıştırdı. O da ben de yol boyunca hiç konuşmadık. Ara sıra bana doğru baktığını hissediyorum ama göz göze gelmekten çekindiğim için bu bakışlarına herhangi bir karşılık veremiyorum.
Yan camdan dışarıyı izlerken bu gece bana uyku olmayacağını da anladım. Selim Bey'e bakıyorum da onun için mümkün sayılabilen kişi olabilmem için önce derdime bir çare bulmam gerekiyor. Sabaha kadar uykusuz kalacağımı bilsem de araştırıp bana yardımı dokunacak olan o kişiyi bulacağım. Buna mecburum artık.
•●·٠•●●•٠·˙
Evimin önüne geldik. Arabanın içi o kadar sessiz ki bu sessizliği bozmaya cesaret etmekte biraz zorlandım. Emniyet kemerimi çözerken o da kendi kemerini çözdü. Tam beni bıraktığı için teşekkür edecekken aracından çıkınca bu sefer onun yanıma gelmesini beklemeden kapımı açıp dışarı çıktım. İşin kötüsü sanki kapımı açıp çıkmama yardım etmesinden rahatsız oluyormuşum gibi bir izlenim oluştu.
Tabii ki rahatsız olmuyorum. Kim olur ki? Aksine bu zarif hareketini hiç aksatmadan yapıyor olması beni çok etkiliyor. Sadece duygularım bu kadar karışıkken bana uzatacağı eli bir kez daha tutmak istemedim. Tutarsam ellerini bırakamam gibi geldi. Bunu göze alamadım diyelim.
Selim Bey yardımı olmadan araçtan çıkıp kapımı kapattığımı görür görmez yanıma gelemeden olduğu yerde kaldı. O da bu alışılmadık hareketimden dolayı bir terslik olduğunu hissetmiş olmalı. Birbirimize bakarken ona doğru yürümeye başladım. Karşı karşıya geldiğimizde de gayet resmi bir tonlamayla "Hem beni evime bıraktığınız hem de hazırladığınız güzel yemek için teşekkür ederim Selim Bey. Lezzetinin uzun süre damağımdan silinebileceğini sanmıyorum" dediğimde yine sessizdi.
İkimizde de enteresan bir ciddiyet söz konusuydu. Sanırım benim kadar onun da kafası allak bullak olmuştu. Bu güzel ve samimiyet dolu gecenin ardından şu an neden bu halde olduğumuzu anlayamamış gibi görünüyor. Haksız da değil.
Kısa bir sessizliğin ardından düşünceli gözleriyle bana doğru bakarak "Asıl ben böyle bir günde beni yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim. Benim için anlamı büyüktü" dedi. Aslında ağızlarımız böyle güvenli takip mesafesini koruyarak konuşuyordu ama gözlerimizdeki iletişim bambaşkaydı. Hani filmlerde çiftler susar ve iç sesleri onların yerine konuşur ya... Şu an aynı şey bize de oluyor gibi. Selim Bey "Bunu neden yapıyorsun?" der gibi bakarken ben de ona "Özür dilerim. Çok özür dilerim" diyordum sanki.
Gözlerine bakmamaya çalışarak yüzüme yerleştirdiğim tebessümümle "İyi geceler Selim Bey yarın şirkette görüşmek üzere" dedikten sonra ağır adımlarla apartmana doğru yaklaştım. Geç olduğu için dış kapı kilitliydi. Anahtarımı çıkarmak için çantamı açtığımda da elime gelen ilk şey Kaan'ın çikolatası oldu. O an ile birlikte gözlerim de Selim Bey'e kaydı. O da arabasına yaslanmış elleri ceplerinde olarak bana doğru bakmaya devam ediyordu.
Tuhaf... Hiç ummadığım bir anda hayatıma giren bu iki zarif beyefendi bana sallantıda olan hayatımı geri almam için her ne yapacaksam bunu bir an önce yapıp yanlarına gelmemi söylüyordu sanki.
Önüme dönüp anahtarımla kapıyı açtıktan sonra içeriye geçerek Selim Bey'e baktım ve gülümseyerek kapıyı kapattım. Merdivene yönelirken de omzumun ucundan son kez şöyle bir baktım da hâlâ kapının önünde durup bekliyordu. Umarım ardımdan gelip beni köşeye sıkıştıran sorular sormaya niyetlenmiyordur. Yukarıya çıkıp eve girdikten sonra ilk işim çantamı bırakıp pencereye doğru gitmek oldu.
Oradaydı ve nedendir bilinmez ara sıra da yukarıya doğru bakıyordu. Gelmiyordu ama gitmiyordu da. Önce neden ısrarla beklemeyi sürdürdüğünü anlayamadım ama sonra aklıma gelen bir düşünce ile salonumun ışığını açıp pencerenin kenarına geri döndüm. Sanırım aklıma gelen şey de haklıymışım çünkü ışığımın açıldığını görünce herhalde bir sorun olmadığını düşündü çünkü bu sefer arabasına geçip kapımın önünden ayrıldı.
Onun gidişini içim acıyarak izledikten sonra penceremin önünden çekilip bir süredir karıncalandığını hissettiğim kolumu ovalayarak mutfağıma doğru gittim. Ancak dolaba uzanıp bir tane bardak çıkardıktan sonra tam sürahiyi elime almıştım ki nasıl olduğunu bile anlayamadan koca sürahi elimden kayıp büyük bir şangırdama ile yere düştü. Sular ve cam kırıkları mutfağımın çeşitli bölgelerine yayılıp evimi istila ederken benim tüm dikkatim onların aksine uyuşan elime sabitlenmişti.
Elimi birkaç kez açıp kapattıktan sonra telaşa kapılsam da yine de hissettiğim korkunun beni içine almasına izin vermemek için içeriden süpürge ve bir kova alıp mutfağıma geri döndüm. Önce bir bez yardımıyla büyük parçaları toparladım sonra da etrafta tek bir cam kırıntısı bile kalmayana dek köşe bucağı dikkatle temizledim.
Şu an ne kadar tuhaf görünüyorum bilemezsin. Üzerimde şık bir elbise saç ve makyaj full görünümde ama elimde bez önümde kova yerleri temizliyorum. Modern bir Külkedisi masalı yani. Herhalde Elif bu halimi görse peri annecilik oynayıp beni yine o hiç ummadığım sözleri ile şok üstüne şoka sokardı.
Cam kırıklarını hallettikten sonra ılık bir duş alıp pijamalarımı giyerek dizüstü bilgisayarımla birlikte salonuma bir yerleşim bölgesi kurdum. Elimdeki uyuşukluk da sinir bozucu bir şekilde devam ediyor ama çözüm olarak aklıma stres topum geldi. O işe yarayabilir belki. Odama geri dönüp hem onu hem de gözlüğümü alıp salona geri döndüm. İşte sabaha kadar sürmesi muhtemel olan araştırma merkezimize bağlanıyoruz. Söz sende arama motoru...
Şaka bir yana hemen ilgili kelimeleri girip açılan sayfalara bir göz attım. Aslında genel bilgilerden daha çok bir isme ihtiyacım var. En doğru kişiye ulaşmakta biraz zaman alacak gibi görünüyor. Sayfalar arasında git gel yaparken gözüm saate takıldı. Tamı tamına 02:45'i gösteriyor ve önümde henüz elle tutulur pek bir şey de yok. Bu da demek oluyor ki çene yapmayı kes ve aramaya devam et Meral!
•●SELİM / Günlük·٠•●●•٠·˙
14 Mart 2015
Selim Atahan
Söze nereden başlamam gerektiğini bilmiyorum. Saat 02:46'ı gösterirken hâlâ aklımdaki karmaşayı çözebilmenin bir yolunu bulabilmiş değilim. Ne oldu da bir anda her şey tersine döndü? Piyanonun başında yanımda oturup bana duyguların en güzelini yaşatan o özel kadın neden bir anda aramıza duvarlar örüp ona ulaşmamı engelledi aklım almıyor.
Ona "Bazen en olmayacak sandığın kişi aslında senin için mümkün olabilecek tek kişi olabilir" dediğimde gözünden akan yaşa rağmen sanki beni duymamış gibi bir tavır gösterdi. Adeta bu söylediğimin üstünü örtüp anlamazlıktan geldi. Duymamış olduğuna inanmıyorum ama bunu neden yapmış olabileceğini de anlayamıyorum. Kafamı o kadar karıştırıyor ki...
Ona bunu neden yaptığını sorabilmeyi isterdim ancak yüzüme öyle bir baktı ki üsteleyip onu üzmek yerine bu soru işareti ile baş başa kalmayı tercih etmek zorunda kaldım. Ama bunun nedenini bir gün öğreneceğim. Öğrenmem gerek...
•●ERTESİ GÜN / MERAL·٠•●●•٠·˙
Aman Allah'ım alarmımın o enerjik sesi şu an beynimin içinde arkeolojik kazı çalışması yapılıyormuş gibi bir his uyandırıyor. Şu alarmın sesini ruh halime göre düzenleyebilsem ne güzel olurdu.
Telefonumu elime alıp alarmı susturduktan sonra hemen kalkmak yerine kendime şu "Beş dakika daha" denen molalardan verdim. Başım çatlayacakmış gibi ağrıyor. Olacağı da buydu! Sabahın en kör vaktine kadar ayakta kalırsam böyle oturduğum yerde sızar kalır sabah da zombiden beter bir halde kalkarım.
Bütün gece araştırmamı sürdürdüm. Algıda seçicilik mi dersin ne dersin bilemem ama çıkan sonuç hep aynı kişiyi işaret etti. Ama o olmaz. Ondan yardım istemek ihtimal dahilinde bile değildi. Yani anladığın üzere bu akşam arama motoruna yeniden bağlanacağız.
Üzerimi değiştirip bu defa kahvaltımı sadece dolaptan aldığım birkaç kuru meyve ve cevizle yapıp evden çıktım. Gözlerim o kadar yorgun ki bugün gözlüğümle resmen akraba olacakmışım gibi görünüyor. Otobüse geçtikten sonra boş gördüğüm ilk yere oturdum. Gözlerimi kapatıp dinlenirken bir yandan da Selim Bey'i görecek olmamın gerginliğini yaşıyorum sanki. Umarım şu eve iş getirmeme muhabbeti işe ev sorunlarını getirmemeyi de kapsayan bir şeydir yoksa ne yaparım bilmiyorum.
Ayaklarım geri gide gide sonunda şirketin önüne gelmeyi başardım. Binanın kapısında duran güvenlik görevlisine yaklaşıp içeriye şöyle bir baktıktan sonra yüzümü büzüştürerek "Şey... Selim Atahan geldi mi acaba?" diye sordum. Patronumu soruş şeklim adamın bıyık altından gülmesine neden oldu tabii. Eskiden falanca hoca geldi mi der okullarda köşe bucak kaçardık ya o da o dönemlerini hatırladı herhalde. Selim Bey'in henüz gelmediğini öğrenince biraz olsun rahatlayıp teşekkür ederek içeriye girdim.
Rana Hanım da gelmişti ve benim gibi o da beni hemen fark etti. Selamlaştıktan sonra o arkadaşıyla konuşmaya ben de asansöre doğru yürümeye devam ettim. Elimdeki gerginliği ve uyuşmayı azaltmak için de sanki elimde stres topum varmış gibi yumruk yapıp açmayı sürdürüyorum. İşin kötüsü bu uyuşma sanki kolumun arkasından dirseğime kadar ince ince ilerliyormuş gibi hissediyorum. Birdenbire neden böyle oldu ve neden hâlâ geçmedi anlamadım. Umarım gün içinde geçer yoksa beni epey bir zorlayacağa benziyor.
Ağır adımlarla yürümeyi sürdürürken anlık bir duraksama yaşasam da durmaktan vazgeçip yürümeye devam ettim ama aklım da arkamdan gelen ayak seslerine takıldı. Bir sürü ayak sesi var farkındayım ama bu onlar gibi değil. Benimle yürüyen benimle duran bir ayak sesi bu. Beni takip eden birinin olduğunu hissettim ve yanılmadığımı da asansörün önüne geldiğimde kulağıma doğru "Doktorun söyledi mi bilmiyorum ama ellerindeki uyuşma beklenen bir şey" denmesiyle anladım. Arkamdaki kişi Ahmet Bey'di. Ah! Yine başlıyoruz desene.
Ona doğru dönüp "Günaydın Ahmet Bey ama neden bahsettiğinizi anlayamadım. Elimi sıkıp açıyorum çünkü gelirken kapıya çarptım ve bu yüzden de karıncalaşmasının normale dönmesini bekliyorum" dedikten sonra asansörün düğmesine basıp beklemeye başladım. O da hemen yanıma geçti ve benimle birlikte asansörün gelişini beklemeye başladı.
Yan gözle ona doğru bakarken merakıma yenilip "Selim Bey'i mi görmeye geldiniz? Eğer öyleyse kendisi henüz gelmemiş" dediğimde bedenen bana doğru döndü ve kendinden gayet emin bir tavırla "Hayır Selim'i görmeye gelmedim buraya geliş sebebim tamamen sensin. Umarım bugün ikna olmaya daha yatkın bir psikolojidesindir çünkü ne kadar az vakit kaybedersek o kadar iyi olacağını düşünüyorum" dedi. Tutuştum mu ben? Aslında sormaya bile gerek yok çünkü yüzüme karşı böyle bir şeyi pat diye söyleyince fena halde tutuştuğum elimde olmadan çok belli oldu.
"Beni mi görmeye geldiniz?"
"Evet biraz vaktin var mı?"
"Ne için?"
"Bence nedenini çok iyi biliyorsun. Ayrıca hatırlarsan dün akşam da seninle konuşmak istediğimi söylemiştim"
"Ben de size söyleyeceğim bir şey olmadığını ve vaktinizi almak istemediğimi söylemiştim"
"İnan bana yeteri kadar vaktim var Meral"
Sözü biter bitmez asansörün kapısı açıldı ve aynı anda da Selim Bey binanın girişinde gözüktü. Ah! Bizi görmek üzere olduğunu anlayınca telaştan hızla asansöre geçtim. Tabii Ahmet Bey de geliş amacı sebebiyle geride kalmadı ve o da hemen arkamdan geldi. Asansörle zaten aram iyi değil bir de böyle bir durumla karşı karşıya kalınca iyice soluğum kesildi.
Gözlüklerimi elime alıp stresli bir halde sapıyla oynarken Ahmet Bey bir süre sessizce bekledikten sonra ona vakit ayırıp ayıramayacağımı öğrenmek için olsa gerek "Kabul mü Meral? Bana birkaç dakikanı ayıracak mısın?" diye sordu. Yüzünde sanki kabul et çünkü başka çaren yok der gibi bir ifade vardı. Belki de bu ifadeye ben fazla bir anlam yükledim bilmiyorum.
Vakit kazanmak adına düşünüyormuş gibi yapıp kapı açılır açılmaz da "Bugün uygun değilim Ahmet Bey üzgünüm ama Selim Bey geldiğinde yerimde olmak zorundayım. Hoşça kalın" dedim. Gergin bir yüz ifadesiyle yürürken o da asansörden çıkıp benimle birlikte yürüyerek "İnat etme Meral!" dedi. Bu defa ses tonu daha otoriterdi. Bu tonlamayı çok iyi biliyorum çünkü bazı durumlarda ben de kardeşim Yağız'a karşı bu tonu kullanıp söylediğim şeyleri ciddiye alarak kendine gelmesini sağlamaya çalışıyorum.
Yalnız iyi ki Rana Hanım yerinde değilmiş yoksa şu halimize şahit olacak ben de kendimi ona bir açıklama yapmak zorunda hissedecektim. Bir yandan yürüyüp bir yandan da "İnat eden ben değilim sizsiniz!" dediğimde olduğu yerde kalıp beni sarsacak şekilde "Sana yardım edebilirim Meral! Emin ol bunu yapabilirim" dedi. Söylediği şeyi duyar duymaz olduğum yerde kaldım. Hani film izlerken bazı sahnelerde "O neydi öyle?" deyip durdurur sonra da bir süre bekleyip yeniden o sahnenin başına alırsın ya... Şu an o ruh halini taşıyan seyirci gibiydim. Önce duyduğum şeyi sindirip sonra yeniden duymak için kendimi biraz başa alacağım yani.
Derin derin nefes almaya çalışırken Ahmet Bey yanıma iyice yaklaşıp "Irmak ile konuştum. Dün de söylediğim gibi kendisi mesleki anlamda tanıdığım ve sevdiğim bir arkadaşımdır. Seni hatırladı ve bana hastalığınla ilgili koyduğu teşhisten bahsetti. Bu yüzden seninle ilk karşılaştığımız günü baz alırsam eğer o dönemden bu döneme kadar baş ağrılarındaki artış seni ciddi anlamda zorluyor olmalı. Ellerindeki uyuşma da yeni yeni başlamış gibi görünüyor ve korkarım ki bunların sadece bu kadarla kısıtlı kalmayacağını da bilmen gerek. Peki daha kötüsüne de hazır mısın? Gözlük takmışsın. Dün takmıyordun ve bu da bazı zamanlar görme fonksiyonlarında sıkıntı yaşadığın anlamına geliyor. Yardımımı kabul etmezsen bir süre sonra o da seni yarı yolda bırakacak. Şu an o karanlığın sonunda bir ışık var Meral... Eğer o ışığa gitmek için zamanında adım atmazsan yavaş yavaş etkisini yitirmeye başlayacak ve sen de her anlamda karanlığa mahkum kalacaksın. Sonra ne olacağını ne yazık ki ikimiz de biliyoruz. Bu kadar net konuştuğum için özür dilerim ama hastalığının ciddiyetini bir an önce kavra istiyorum" dedi. Bunları söyleyeceğine kafama bir balyoz indirseydi daha iyiydi.
Söylediklerini düşünürken gözlerim Selim Bey'in henüz boş olan ama birazdan varlığıyla da dolacak olan odasına takıldı. O anla birlikte bakışlarımı donuklaştırıp "Neden bahsettiğinizi gerçekten anlamıyorum. Size söyledim ben sandığınız gibi o sonuçlarına baktığınız ve bu yüzden de endişe ettiğiniz hasta değilim. O Eda ben ise Meral'im. Belli ki gerçekten bir karışıklık yaşanmış bunu da siz söylemiştiniz. Rica ediyorum gerçek hastalarınızla ilgilenin Ahmet Bey çünkü benim söylemeye çalıştığınız hastalıkla uzaktan yakından hiçbir alakam yok" dedim ama hızla odama doğru gitmeye çalışırken yanıma gelip kolumu tutması ile yeniden ona doğru dönmek zorunda kaldım. Ah! Tam o anda da Selim Bey asansörden indi ve bize ters bakışlarla bakarak bu yöne doğru gelmeye başladı. Kahretsin! Bu iyi olmadı. Hem de hiç iyi olmadı.
"Selim Bey geliyor Ahmet Bey lütfen onun yanında da böyle asılsız iddialarda bulunup beni zor bir duruma sokmayın"
"O halde konuşmamıza öğle yemeğine çıktığında devam edelim"
"Bunu bana neden yapıyorsunuz? Diyelim ki haklısınız ve ben tedavimden kaçıyorum bu sizi neden bu kadar ilgilendiriyor?"
"İlgilendiriyor çünkü hem insan hayatını önemseyen bir doktorum hem de belli ki sen Selim için sandığımdan çok daha özel birisin Meral! Ve ben kardeşimin bir kez daha sevdiği birini kaybedip aynı acıları tekrardan yaşamasını istemiyorum"
"Efendim?"
"Yeterince açık olduğumu düşünüyorum"
O esnada Selim Bey yanımıza gelip ağabeyine dik dik baktıktan sonra "Bir sorun mu var?" diye sordu. Ancak Ahmet Bey böyle bir durum yaşanabileceğini düşünmüş olacak ki tedbirli gelmişti. Elini cebine atıp bir küpe çıkardıktan sonra "Dün akşam yerde bir küpe buldum. Meral'in olabileceğini düşünüp aramasın diye uğrayıp vermek istedim" dedi. Ooo! O nasıl ustaca bir kıvırmaydı öyle? İyi de dün akşam kulağımda küpe yoktu ki. Bağlantı yerinde sorun olduğu için takmamış çantama atmıştım.
Ben bunu düşünürken Selim Bey söze girip resmen bana dublaj yaparak "Meral'in olamaz çünkü dün akşam küpe takmıyordu. Derya'ya sordun mu?" dedi. Bir an elim kulağıma gitti. Ona da mı dikkat etmiş anlamadım ki. Ahmet Bey küpeyi elinde oynatıp "Henüz sormadım ama madem Meral'in değil o halde gitmeden önce bir de Derya'nın yanına uğrayıp ona sormam da fayda var" dedikten sonra bana doğru dönüp muhtemelen öğle yemeğimdeki kısa boşluğumu kastederek "En kısa zamanda yeniden görüşmek üzere Meral" deyip kardeşiyle de manalı bir göz göze gelişten sonra şükürler olsun ki gitti.
Şu zıp zıp çekirgenin hikayesini biliyor olmalısın. Hani bir kere sıçrar tamam iki sıçrar yine tamam ama üçüncü sıçrayışta sonu eyvah ki ne eyvah olan çekirge... Of! Bu işten bir an önce yakamı kurtarmam gerekiyor yoksa o çekirge ile kader ortaklığı yapmak zorunda kalacağım.
"Buraya kadar sadece bir küpe için mi gelmiş?"
Donuklaşan gözlerimle Derya Hanım'ın kapısına doğru bakarken Selim Bey koluma dokunup "Meral beni duymadın mı?" diye sordu. Kısa bir an ona doğru baktım sonra da başımı yavaşça aşağı yukarı sallayarak "Hayır duydum. Birazdan programınızın üstünden geçmek için yanınıza gelirim Selim Bey siz buyurun lütfen" dedim. Yüzüme bakıp kaldı. Bana sorduğu sorunun cevabı bu değil galiba. Anlamadan etmeden cevaplarsam böyle sağır duymaz uydurur pozisyonuna düşerim tabii.
O kadar da gerildim ki Selim Bey'i orada bırakıp odama girdim. Bugün de bir hoşum yani. Hem siz buyurun diyorum hem de ondan önce odama geçip kapımı kapatıyorum. Ahmet Bey'in gelişi iki ayağımı bir pabuca soktu görüyor musun?
Çantamı masamın üzerine koyup oturduktan sonra gözlüklerimi takmadan karşı duvardaki tablonun kenarındaki yazıya baktım. Tabii bakmamla gözlüğümü takmam bir oldu çünkü yazılar üst üste binmiş ve okumama imkan vermeyecek görünümdeydi. Akşam gözlerimi çok yordum ondandır herhalde. Sabaha kadar bilgisayar ekranına yapışık durursam olacağı buydu.
Selim Bey yerine geçip oturunca biraz bekleyip sonra da deri kaplamalı defterimi alarak cam kapıyı tıklatıp odasına girdim. Her zamankinden farklı bir havası vardı. Normalde odaya girdiğimde tüm dikkati bir şekilde üzerimde olurdu ve bu da beni biraz tedirgin ederdi. Ancak bu sabah öyle yapmadı. Keyfi yok gibiydi. Sanırım işe ev sorunlarını getirmek kapsam dışı kalmıyormuş çünkü dünün izleri üzerinden pek de silinmişe benzemiyor. Açık konuşmak gerekirse içimden gelen bir ses sakın bu sükûnetine aldanma çünkü patlaması yakındır diyor.
Masasının önüne geçip notlar aldığım defterimi açarak bugün yapılacakları belli bir düzende sıralarken Selim Bey aniden yerinden kalkıp odasındaki mini buzdolabına doğru yürümeye başladı. Eyvah! Galiba su almaya gidiyor ama pet şişelerini yerinde bulamayacak. Umarım iç işlerine bu kadar karıştığım için bana kızmaz.
Minik bir öksürüğün ardından "Bir de Derya Hanım tanıtım gecesi için uygun gördüğü mekanlarla alakalı bugün sizinle bir görüşme yapmak istiyor. Kendisine ne dememi istersiniz?" dediğimde cam şişelerden birini eline alıp hafifçe tarttıktan sonra bana baktı ve geldiğinden beri de ilk defa tebessüm ederek "Bu da mı pimpiriklendiğin şeylerden biri?" diye sordu. Yahu belki ben yapmadım ne diye eminmiş gibi bana soruyor ki? Resmen adım çıkmış dokuza inmez sekize!
Of! Sesim nereye kaçtı benim? Bir şeyler söylemeye çalışarak bakarken bardağını doldurup bana da su isteyip istemediğimi sordu. Herhalde biraz su içersem dilimin çözüleceğini düşündü. Teşekkür edip gerek olmadığını söyledikten sonra aldığım notlarla alakalı eklemek istediği bir şeyler var mı diye sordum. Çaktırmadan konuyu değiştirdim yani.
Suyunu içtikten sonra kısa bir an düşünüp "Derya'nın uygun olup olmadığını öğrenir misin? Eğer odasındaysa birazdan yanına uğrayacağımı söylersin" dedi. "Tabii ki" dedikten sonra elimdeki defteri kapatıp sıkıca tutarak beklemeye başladım. Neyse ki Selim Bey neden durduğumu hemen anlamış olacak ki hoş bir ses tonuyla "Teşekkür ederim. Artık yerine geçebilirsin" dedi. Derin bir nefes alarak odama geçtim ve Derya Hanım'ın yerinde olup olmadığını öğrenip Selim Bey'e geri dönüş yaptım.
İçimde de önleyemediğim bir sıkıntı oluştu. Öğle vakti davetine icabet etmediğim için Ahmet Bey yeniden buraya gelip kaldığı yerden devam eder mi diye endişe etmiyor değilim. Üçüncü sıçrayışım sırasında yere kapaklanacağım an bu an olabilir çünkü.
•●·٠•●●•٠·˙
Selim Bey odasından çıkıp Derya Hanım'ın yanına gittiğinden beri epeyce zaman geçti. Bu kadar uzun süre kaldığına göre belki de yaşadıkları gerginliği de konuşarak aşmayı başarmışlardır. Eğer öyleyse darısı bizim de başımıza demek istiyorum ama Derya Hanım ve benim işimiz onların anlaşmasından daha zor olacak gibi görünüyor. Sonuçta ortada çalınan bir tasarım da var. Her ne kadar kimse bilmese de bunu ikimiz de biliyoruz. Bu yüzden ona karşı olan bakışım pek olumlu yönde değişemeyecek galiba.
İşlerimi hallederken başımdaki sevimsiz ağrı sebebiyle boynumu esneterek geriye yaslandım. Gözüm masamdaki saate takıldı. Öğle vakti yaklaştıkça kulaklarımda da Ahmet Bey'in sözleri çınlamaya başladı. Şirketten çıktığım anda onu kapının önünde beni beklerken bulacağıma eminim. O asla vazgeçmeyecek. Bu konuda etkili bir çözüm bulmam lazım. Gözlüğümün camını silmek için çantama uzanıp mendil çıkarırken elime bir kağıt geldi. O esnada da Selim Bey ve Derya Hanım nihayet kapının önünde göründü. Hmm... İkisinin de ifadesi olumlu bir izlenim veriyor. Gerginlik ortadan kalkmış gibi sanki.
Selim Bey odasına doğru yürürken ben de elime gelen kağıdı kat yerlerinden açıp içinde ne olduğuna baktım. Ancak bakmamla birlikte yüzümdeki ifade de büyük bir hızla yerle bir oldu. Gördüklerim bana kendimi hiç iyi hissettirmedi. Yerimden kalkıp odamın içinde düşünerek dolanırken aynı anda da resmi inceliyorum ama bu kendimi daha iyi hissetmemi sağlamıyor.
O kağıtta ne mi var? Kaan'ın benim için çizdiği bir resim var. Şimdi bunda yüzümü bu kadar düşürecek ne olduğunu merak ediyor olmalısın. Beni anlıyor olman lazım. O resimde küçücük bir çocuğun kurduğu masum bir hayal var. Belki de... Hatta gerçekçi olmam gerekirse büyük bir ihtimalle asla gerçekleşemeyecek bir hayal.
Kaan'ın Selim Bey'in eline çizdiği resmi hatırlıyor musun? Hani şu kendisinin ağaç eve tırmanıp el ele tutuşan çifte el salladığı resim. Şimdi o resmin aynısı benim ellerimde duruyor. Sadece tek bir farkla çünkü bu sefer oradaki çift bizdik! Biz dememin sebebi erkek figürünün üstünde "Selim babam" yazarken kadın figürünün üstünde "Meral ablam" yazmasıydı. Selim Bey'in o resimde babayı temsil ettiğini bildiğimize göre bu durumda ben ne oluyorum farkında mısın?
İşte bu yüzden insanlardan uzak durmam gerektiğini söylüyorum. Bana bağlanmamaları gerekiyor. Tamam işlerin yoluna gireceğine tüm kalbimle inanmak istiyorum ama yine de yarın öbür gün herhangi bir ters durumda daha fazla insanın yaşamını etkilemek istemiyorum. Ardımda yeteri kadar üzülecek insan bıraktım zaten. Ailemden arkadaşlarımdan tüm sevdiklerimden onca zaman ayrı durup karşılarına eriyip giden bir Meral olarak değil de bütün sorunlarını geri de bırakmış güçlü bir Meral olarak dönebilmeye çabalarken şimdi ne değişti de o sevdiğim insanlara farkında olmadan yenilerini ekliyorum?
Şu an kendi önümü bile görmezken nasıl olur da o küçücük çocukla o kocaman yürekli adamın hayallerinde yer alabilirim. Bu onlara çok büyük bir haksızlık olmaz mı? Hayatımdaki her şey netleşene kadar kimseye geleceğe dair umutlar veremem ben! Hele ki aile bireylerini kaybetmiş ve bunun sonucunda da birbirlerine sığınmış olan o baba oğula bunu asla yapamam. Benim bunu onlara yapmaya hakkım yok.
Selim Bey içeriye girip iyi olup olmadığımı sorarken elimdeki kağıdı görmesin diye paldır küldür katlayıp çantama attım. Yanıma yaklaştığında ise kısa bir an ona doğru bakıp düşündüm. O kadar garip bir durumdayım ki ne yanında kalabiliyorum ne de ondan uzaklaşmayı başarabiliyorum.
Suskun kalınca bana doğru iyice yaklaşıp kolumu tutarak "Meral beni korkutuyorsun. Neyin var?" diye sordu. O kadar seri bir şekilde düşünüyorum ki aklımdan geçenleri bir okusa herhalde birazdan tütmeye başlayacağımı düşünür. Yapmam gereken şey belliydi. İstesem de istemesem de dün gece yaptığım araştırmalar sonucunda sürekli önüme çıkan o isimden yardım istemek zorundaydım. Ailem için arkadaşlarım için ve kaybetmekten korktuğum o baba oğul için artık bu belirsizlikten kesinlikle kurtulmam gerekiyor.
Gözlerimdeki endişeyle ona bakıp sesim titreyerek "Bana bir saat kadar izin verebilir misiniz Selim Bey? Bu benim için çok önemli" dediğimde o da endişelendi ama ona başka bir açıklama yapmaya hiç niyetim yok. Kaşlarını hafifçe çatıp "İyi görünmüyorsun. Benim yapabileceğim bir şey var mı?" diye sordu. Aldığım nefesi yavaşça vermeye çalışırken başımı iki yana sallayıp "Bana sadece izin verin yeter" dedim. Başını olumlu anlamda sallayarak tamam dedikten sonra çantamı alıp çıkarken "Aşağıya indiğinde Kemal'e söyle seni istediğin yere bıraksın" dedi. Ah! Bu başka bir durumda olsam çok iyi olurdu ama şimdi olmaz. Şirket arabalarından biriyle gitmek istemiyorum çünkü Selim Bey'in nereye gittiğimi öğrenmesini istemiyorum.
Kabul ettiğimi sansın diye teşekkür ederek odadan çıktım ve hızlı adımlarla asansöre doğru gittim. Aksilik bu ya asansörlerden biri servis dışıydı. Hâl böyle olunca diğerine yöneldim. Kısa bir bekleyişin ardından asansör gelip aşağıya indiğimde ise iki tane adam takım çantaları ve çeşitli malzemeleriyle asansörün içinde ne olduğunu pek de anlayamadığım bir şeyler yapıyorlardı. Aslında çok üstünde durmadığım için de anlamamış olabilirim malum aklım şu anlarda başka yerde.
Dışarıya çıktıktan sonra şirkete yakın bir yerden taksiye binip adresi vererek yol boyunca sessizce oturdum. Başımın ağrısı da bir türlü geçmek bilmedi. Kendimi çok sıkıyorum ondan oluyor herhalde. Şükürler olsun ki trafiğe yakalanmadan çok hızlı bir şekilde geldik. Taksiden inip seri adımlarla içeriye girdim. Danışmadan aldığım yardımla ikinci kata çıkıp kapılardaki isimleri takip ederek upuzun koridorda yürümeye başladım. Ah! İşte orada galiba.
Koşar adım kapıya yaklaşıp etrafa bakındım. Kimse olmayınca kulağımı kapıya dayayıp sesler geldiğini duyunca da oturup içeridekilerin çıkmasını beklemeye başladım. O kadar gerginim ki anlatamam. Burada olduğuma hâlâ inanamıyorum. Şu an bana yardım etmesine ihtimal bile veremeyeceğimi söylediğim kişinin kapısının önünde bekliyorum. Demek ki hayatta büyük konuşmamak gerekiyormuş.
Yaklaşık beş altı dakika sonra içeriden orta yaşlı bir karı koca çıktı. Onların el ele gidişinin ardından yerimden kalkıp kapıyı tıklattım ve "Girebilirsiniz" dendiğini duyar duymaz içeriye girdim. Çekingen bir ifadeyle kapının önünde durup tam karşımda oturan adama bakarken aklımdan da bir sürü şey geçti. İçimden beni görmeden önce buradan gitmeliyim desem de kendimi dinlemedim ve orada durmaya devam ettim.
O sırada elindeki dosyaları çekmecesine koyup gayet pozitif bir ses tonuyla "Buyurun oturun lütfen" diyen Ahmet Bey de bakışlarını bana doğru çevirince şaşkınlığını gizleyemedi. Burada olmamı beklemiyordu herhalde. Açık konuşmam gerekirse ben de beklemiyordum ama hayat bu... O belli ki bir plan yapmış ve ona uymam için de elinden geleni yapıyordu.
"Meral..."
Ahmet Bey yüzünde oluşan meraklı ifadeyle ayağa kalkıp "Buraya gelerek beni gerçekten çok şaşırttın. Seni görmeyi hiç beklemiyordum" diyerek yanıma doğru gelirken bir türlü düzenleyemediğim nefesimi kontrol altında tutmaya çalışıp "Buraya Meral Tekin olarak gelmedim" dedim. Tam yaklaşırken aniden durdu ve dediğim şeye bir mana verememiş gibi bakmaya başladı.
Ona bakarken her ne kadar güçlü durmaya çalışsam da bir yerden sonra gözlerimin dolmasına mani olamadım ama yine de dik durmaya çalışarak sesim titreye titreye "Ben buraya o bahsettiğiniz hastanede karşılaşıp sonuçlarını değerlendirdiğiniz Eda Çetin olarak geldim. Bana yardım edin Ahmet Bey... Ben ölmek istemiyorum" dedim. İnadı bırakıp hastalığımı kabul ettiğimi görünce yüzüme öyle bir baktı ki gözyaşlarım kendilerini adeta bir uçurumdan aşağıya bırakır gibi çaresizce yere düşüverdi.
Ağlamamak için her ne kadar kendimi sıkmaya çalışsam da yanıma gelen Ahmet Bey'in beni kendisine doğru çekip sarılarak "Buraya gelip yardım istemen bile bu yolda atılmış çok büyük bir adımdı Meral. Sen en doğru olan şeyi yaptın ve ben de senin bu adımı boşa çıkarmamak için elimden gelenin de fazlasına yapacağıma dair sana söz veriyorum" demesine daha fazla karşı koyamadım ve kendimi serbest bırakıp omzunda ağlamaya başladım.
•●·٠•●●•٠·˙
Merhaba dert ortağım...
İşte şimdi hiç istemesem de sen de sırrıma ortak oldun. Açık konuşmam gerekirse bunu sana ancak iyileştiğim takdirde söylemeyi planlıyordum. Özür dilerim ama eğer işler umduğum gibi olmasaydı senin de hayatından sessiz sedasız uzaklaşacak ve kaderimle tek başıma yüzleşecektim.
Bu iyi mi oldu yoksa kötü mü oldu bilmiyorum ama evet maalesef hayatımı ciddi anlamda tehdit eden bir hastalıkla boğuşuyorum arkadaşım. Daha da kötüsü her yeni gün yavaş yavaş ölüyorum. Ama sakın üzülme çünkü hâlâ bir umudum olduğuna inanıyorum. Hatta şu an buna daha da çok inanıyorum.
Bütün geceyi hastalığımla ilgili araştırmalar yaparak ve bu konuda tecrübesi yüksek olan bir doktor arayarak geçirdim. Sana ne kadar arasam da tüm oklar hep aynı kişiyi işaret ediyor ama bu kişi asla yardımını isteyemeyeceğim biri demiştim hatırladın mı? İşte o kişi... Yani genç yaşına rağmen mesleğinde yaptığı sıra dışı başarılarla ün yapmış ve bu sayede de branşında en çok aranan beyin cerrahlarından biri olmuş olan kişi Selim Bey'in dargın olduğu ağabeyi Ahmet Atahan'dı.
Hayat o kadar garip ki şu ana kadar tanıştığım insanlar sanki hayatımda tesadüfi bir şekilde bulunmuyorlar gibi. İş konusunda Atahanlara katılıp Selim Bey ile tanışmam bir yana onun vesilesiyle daha önceden karşılaştığım ama gördüğümü bile unuttuğum Ahmet Bey'e ulaşmam gerçekten tesadüften öte bir şey olmalı. Ne kadar dirensem de inkar etsem de şu an ne halde olduğuma bir bakar mısın lütfen. Bence hayat gecikmemi istemedi ve son noktayı koyarak "Burada planları ben yaparım!" deyip masaya yumruğu vurdu. Hâl böyleyse şimdi Selim Bey'e yolladığım nottan bir tane de kendime yolluyorum.
"Akışa uy Meral
Hayat neyi nasıl yapması gerektiğini bilir"
15.Bölümün Sonu
Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder