Yaşam size verilmiş boş bir film;
her karesini mükemmel bir biçimde doldurmaya çalışın.
Ara Güler
17.Bölüm : Savunman reddedildi!
Sorum üzerine düşünürken bana öyle manalı baktı ki sanki Derya Hanım'a verdiği cevabı gözlerinden okumamı istiyormuş gibiydi. O anlamı her ne kadar okumaya meyilli olsam da şimdilik kendimi bu konudaki okur yazarlığımdan muaf tutmak durumundayım. Yeni bir anlamazlıktan gelme durumu daha yaşıyorum yani.
Tek kelime etmeden bana derin bir bakışla bakmayı sürdürünce aklından geçen her ne ise onu benimle paylaşmasını engellemek adına bakışlarımı ondan uzaklaştırarak pencereden dışarıya doğru baktım. Aklından geçmesi muhtemel şeyler üzerimde ani bir tedirginlik yarattı çünkü.
Dışarıya bakar bakmaz da içimden gülümsemek geldi. İnsanlar tatil günü olması sebebiyle fırsattan istifade edip aileleriyle ve sevdikleriyle beraber kendilerini dışarıya atmışlar. Kimi çiftler el ele dolaşıyor kimi binmiş bisikletine elinde dondurmasıyla keyifli keyifli geziyor kimileri ise çocuklarını zapt etmeye çalışarak günün güzelliğini yakalamaya çalışıyorlardı. Mutlu görünüyorlardı. Kim olmaz ki?
Yoldan geçenlerin üzerine yansıyan güneş ışınlarına bakarak "Şansımıza havada da çok güzel" dediğimde Selim Bey lafı değiştirmeye çalıştığımı düşünmüş olacak ki peçetesini kenara bırakarak hiçbir şey söylemeden sadece tebessüm etti. Ama ben bunu lafı değiştirmek için söylememiştim ki gerçekten dışarıda harika bir hava var. Yan gözle bakarken güldüğünü görünce ne olduğunu sordum ama o da cevap vermek yerine gülümsemesini gizlemeye çalışarak "Kalkalım mı?" diye sordu.
Kalkalım demesini beklemediğim için elimde olmadan yüzüm düştü. Üzüldüğümü gizleyemem ama kalkmamız şu an için yapılabilecek en doğru hareket olacaktı. Hem belki de yorgundu ya da yapacak başka işleri vardı. Sıkılmış da olabilir tabii bu da ihtimal dahilinde.
Yüzümde istemeden oluşturduğum keyifsiz bir ifadeyle "Tabii kalkalım zaten buraya gelme konusunda size biraz emrivaki yapmıştım. Herhalde tatil gününüzü evinizde dinlenerek geçirmek istersiniz" dedim. Ancak böyle bir niyeti olmadığını yerinden kalkıp yanıma doğru gelirken "Dinlenmek mi? Oradan bakınca yetmişli yaşlarını devirmiş hayattan da elini eteğini çekmiş huysuz bir ihtiyar gibi mi gözüküyorum?" diye sormasıyla çok net bir şekilde anlamış oldum.
Söylediği şey dolayısıyla bir miktar utandım kabul ediyorum. Halbuki ben bu dediği şeyi kastetmemiştim. Hatta aklımdan bile geçmemişti. Bu yüzden dudağımı ısırsam da gülümsememi engelleyemeyerek "Size böyle bir şey demek istemeyeceğimi bilmeniz gerek" dedim. Sanırım bu beni kurtarmaya yetmeyecek çünkü önümdeki sandalyeye tutunup başını da hafifçe bana doğru uzattıktan sonra "Savunman reddedildi. Bana böyle bir imada bulunduğun için de cezalısın o yüzden bugün benim dediklerim olacak. Sen eşyalarını al ben de birazdan geri dönerim" dedi. Arkasını dönüp giderken olduğum yerde kaldım. Bugün benim dediklerim olacak derken ne demek istedi ki? Ne yani buradan çıkışta evlere dağılmıyor muyuz? Ayrıca neden gitmesine izin verdim ki ödemeyi zaten en başında yapmıştım. Şaşkınsın Meral çok şaşkın!
Eşyalarımı alıp masaların arasından geçerek kapıya yakın olan pencereye yaklaştım. Şu an içimdeki tüm karşıt fikirli Meraller bir araya toplandı ve yetkili merci de tokmağı kürsüye vurarak oturumu başlattı. Duygusal tarafı temsil eden Meral "Her şeyi bir kenara koy ve bugünü hiçbir şey düşünmeden ömrünün son günüymüş gibi doyasıya yaşa" derken mantığı temsil eden Meral ise tek gözü seyire seyire "Dinleme o sersemi! İşler sarpa sardığında seni o romantik fikirleri kurtarmayacak" diyor. Ve ikisi de kendince haklı gibi görünüyor.
Sakin sakin bakınırken gözüm önümde duran tavlaya takılınca oturuma da bu vesileyle ara verildi. Eğilerek yan yana duran zarları elime aldıktan sonra üzerindeki sayılara bakıp derin derin düşünmeye başladım.
O sırada Selim Bey de yanıma yaklaşıp omzumun ucundan yüzüme bakarak "Üzgünüm ama az önce öğrendiğim şeyden sonra cezanda bir miktar artış oldu" dedi. Ödemeyi gizli bir şekilde yapmamdan bahsediyor. Ona doğru dönüp "Doğru olan buydu çünkü daveti yapan bendim" dediğimde kısa bir an düşünüp sonra da "Savunman yine reddedildi. Umarım bugün önemli bir işin yoktur çünkü an itibarıyla dönüş saatimiz konusunda da bir belirsizlik oluştu" dedi. Nasıl yani? Şey mi demek iste... Yani tüm günü beraber mi geçireceğiz demek istedi? Ama olmaz bunu yapmamalıyız. Ona başka bir işim olduğunu ve gitmem gerektiğini söylemeliyim.
Başımı iki yana doğru sallayarak "Selim Bey ben gelemem" dediğimde doğal olarak o da neden gelemediğimi sordu. Ne demeliyim kestiremiyorum ki. Dürüst davran diyeceksin biliyorum ama bunu yaparsam ona yanınızda durduğum her saniye size daha çok bağlanıyorum demek zorunda kalırım kiii bu şu an için takdir edersin ki hiç de makul bir açıklama olmaz. Bu ağzımdan kaçmaması gerekenler kategorisine giren itiraflardan biri çünkü.
"Evet dinliyorum. Neden gelemezsin Meral?"
"Bu doğru gelmiyor"
"Ne doğru gelmiyor?"
"Sizinle burada... Tüm gün beraber... Sonuçta siz.."
"Patronunum diye mi? Sanırım istifa ettiğini bu sefer de sen unuttun"
"İstifamı kabul etmediğinizi söylemiştiniz"
"Kabul edemeyeceğimi ve geri dönmeni istediğimi söylemiştim. Bu konuyla pazartesi günü şirkete geldiğinde ilgileneceğim. Şu an yetki alanlarımın dışındayım yani bu hafta sonu senin için patronun olan Selim Bey değil sadece Selim'im"
Benim için sadece Selim olursa işlerin ne kadar karışacağından haberi var mı acaba? Aklım "Sakın o hoş gülüşüne aldanma Meral! Hemen şimdi eve dönmenin bir yolunu bulmalısın" derken duygusal yanım "Laf dinle Meral! Bugün hiçbir şey düşünme ve her şey yolundaymış gibi güzel bir gün geçir" diyor. İşte yine içsel bir savaş başladı. Sanki her iki tarafta kendi dediklerini yapmam için beni kollarımdan kendi taraflarına doğru çekmeye çalışıyorlarmış gibi hissediyorum. Büyük ihtimalle koparanın elinde kalacağım. Selim Bey bir şeyler söylememi beklerken gözüm elimdeki zarlara takıldı. Farkında olmadan da gülümsedim çünkü aklıma Ahmet Bey'in sözleri geldi.
"İnisiyatif kullanmanı gerektirecek bir durum olduğunda bırak o bahsettiğin zarı senin yerine Selim atsın"
"Neden?"
"Eli uğurludur diyelim"
Ahmet Bey'in bu söylediği şeyi test edelim mi? Tamam biliyorum o bunu daha farklı ve derin bir manada söylemişti ama şu an benim işime gelen bu oldu sanırım. Selim Bey yüzündeki tebessümle neden gülümsediğimi sorunca ona doğru bakıp hiçbir şey söylemeden elimdeki zarlardan birini tavlanın içine atarak bakışlarımı yavaşça o yöne çevirdim.
Kahretsin! Yüzüm aniden şekil değiştirdi çünkü bu konularda oldukça şanssız olan ben şu an olmayacak bir şeyi oldurup beş attım! Çıkan sonuç sebebiyle yüzümü ekşitirken Selim Bey de elimdeki diğer zarı alıp ona dönmemle birlikte de "Altı atarsam itiraz etmeden benimle gelecek misin?" diye sordu. Ne yapmaya çalıştığımı anlamış.
Atamayacağını adım gibi biliyorum çünkü o kadar da şanslı olamaz. Bu yüzden buruk bir gülüş eşliğinde itirazsız geleceğimi söylediğimde o da zarı elinde salladı salladı ve hızlı bir şekilde benimkinin yanına attı. Ooo! Zar döndü dolaştı ama durduğunda ikimiz de beş beş olduk. Berabere kalınca ne oluyordu? Dudaklarımı birbirine bastırarak şaşkınca bakınırken Selim Bey zarları alıp birini bana uzatarak eşitlik bozulana kadar devam edeceğimizi söyledi. İyi de bizde bu şans varken ya eşitlik bozulmazsa?
"Hazır mısın?"
"Hazırım"
Zarları elimizde sallayıp aynı anda birimiz sağ tarafa birimiz de sol tarafa doğru attık. Benimki edebiyle tavlanın içinde dönüp dolaştıktan sonra sonunda durmaya karar verip yine beşte kaldı. Sonucu görür görmez kaşlarımı çatarak "Zar mı tutuyorum ben?" diye kendi kendime konuşurken gözüm Selim Bey'i aradı çünkü yanımda değildi. Sanırım onun zarı da gülüşü gibi yaramaz çıkmıştı çünkü nasıl bir hızla attıysa zar oyun alanından firar etmişti. Selim Bey masalar arasında kendi zarını ararken gülümsememi engelleyemeyerek onunla birlikte masaların altına bakmaya başladım.
İşte oradaydı. Köşeye saklanan zara doğru yaklaşıp eğildiğimiz anda Selim Bey altı attığını görür görmez "Sen kaç attın Meral?" diye sordu. Dudağımı büzüp yine beş attığımı söylediğimde de bana doğru bir zafer bakışı atarak "Durum açıklığa kavuştuğuna göre artık çıkalım mı?" diye sordu. Hayır deme şansım kalmış mıydı sanki?
Ayağa kalkarken "Peki nereye gideceğiz?" dediğimde o da ayağa kalktı ve yanıma doğru sokulup bana yandan bir bakış atarak "Şu an için bir planım yok o yüzden akışa uyacağız. Bakalım hayat gerçekten de söylenildiği gibi plan yapmakta başarılı mıymış" dedi. Yanımdan geçip giderken olduğum yerde kaldım.
Bu sözü nereden hatırlıyoruz arkadaşım? Evet sanırım aynı yerden hatırlıyoruz. Of! Beni resmen kendi sözlerimle vurdu. Acaba bunu bilerek mi söyledi? Çiçekle birlikte gelen o notu benim yazdığımı anlamış olabilir mi? Ama yok nereden anlayacak ki sonuçta hiçbir açık vermedim. Vermedim değil mi?
"Meral..."
"Efendim Selim Bey?"
"Geliyor musun?"
"Geliyorum"
●·٠●●٠·˙
Nereye gittiğimiz hakkında en ufak bir fikrim bile yok ama her nereye gidiyorsak orada kendimi çok iyi hissedeceğimi biliyorum. Şu an bu arabada ilk tanıştığımız andan beri kötü de olsam üzgün de olsam beni hep iyi hissettirmeyi başaran bir adamla beraberim. O yanımda olduğu sürece kendimi kötü hissetme gibi bir şansım yok yani.
"Nereye gideceğimiz hâlâ belli olmadı mı?"
"Aslına bakarsan az önce belli oldu"
"Ama bana bir şey söylemediniz"
"Gelmek üzereyiz kendin gör istedim. Biraz sabret olur mu?"
Sabretmemi isterken o kadar hoş bir ses tonu kullandı ki bir an kendimi ona bakarak saf saf "Oluuur" derken buldum. Ne oluyor bana Allah aşkına! Hızlı bir kendine gelişin ardından ağzımdan işveli bir tavırla çıkan bu sözü kamufle etmek için hafifçe öksürüp resmi bir şekilde de "Olur tabii" dedim. Bir şey söyleyecekken vazgeçmiş gibi gülümseyip yeniden dikkatini yola verdi. Böyle anlarda bana söylemekten vazgeçtiği kelimeler neler oluyor çok merak ediyorum. Belki bir gün vazgeçmeyip söylediği anlarda gelir.
Kısa bir süre geçmesine rağmen gelmiş olacağız ki arabayı kenara çekip park etti. Kemerlerimizi çözüp araçtan indikten sonra beraber yürümeye başladık. Geldiğimiz yerin girişindeki yazıyı okuyunca gözlerimin ışıldadığına eminim çünkü birazdan yunusların gösterisi izleyip bu akıllı ve bir o kadar da sevimli hayvanlarla birlikte keyifli zamanlar geçireceğimizi anladım.
Bir çocukmuşum gibi sevinip "Buraya gelmek aklınıza nereden geldi?" diye sorduğumda buraya Kaan ile beraber gelmeyi düşündüklerini ama dedesinde kaldığı için bunu ertelemek zorunda kaldıklarını söyledi. Biraz sonra şahit olacağımız şeyleri düşününce bir miktar burularak "Keşke Kaan da burada olsaydı eminim çok eğlenirdi" dediğimde hoş bir bakışla "Bir dahaki sefere Kaan'ı da alıp hep beraber geliriz" dedi. Beraber... Üçümüz mü yani? İyi de ben onların yanında ne sıfatla bulunacağım ki?
Birbirimize bakarken biraz tuhaf hissettim ve bir şey demeden gözlerimi kaçırınca o da bunu anlayıp beni sıkıştırmadan sadece "Hadi içeriye girelim" dedi. Bu kadar anlayışlı ve ince fikirli olduğu için gerçekten şanslı sayılırım.
İçeriye girdik ve yerlerimize geçtikten sonra muhteşem bir gösteri izledik. Uzun süredir hiç bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Bu süre içinde ne tasa ne kaygı hiçbir şeyi düşünmedim. Anlayacağın şu an gözlerimde etrafı tozpembe görmemi sağlayan sihirli bir gözlük var. Gösteri bittikten sonra eğitmenlerin gözetiminde yunuslarla buluşma şansımız da oldu. O kadar sevimliler ki anlatamam. Selim Bey de sanki onlarla sürekli vakit geçiriyormuş gibi rahat gözüküyordu. O yoğun iş temposuna rağmen ruhunu dinlendirmeyi de çok iyi başaran biri galiba.
Selim Bey'in ve yanına gelen yunusun birbirlerine olan yaklaşımlarını oturduğum yerden izlerken yüzümde de kocaman bir gülümseme oluştu. Bu kadar çabuk kaynaştıklarına göre yunus bile ne kadar iyi biri olduğunu anladı demek ki. Şaka bir yana acaba ben mi abartıyorum? Aslında gayet sıradan davranıyor da ben mi onu gözümde çok büyütüyorum? Bir insanın hiç mi kusuru olmaz Allah aşkına? Yani ufacık bir şey. Tamam şirketten ayrıldığım gün biraz sinirliydi ama o kadarı herkeste olabilecek bir sinirdi. Ayrıca çok da ileri girmedi. Kontrolümü kaybetmiştim dedi ama kontrolünü kaybetmiş hali buysa çok da korkmaya gerek yok sanırım.
Şu an Selim Bey'e doğru bakıyorum da sanki beni hayata bağlayan ipin ucunu tutan kişi oymuş gibi hissediyorum. Tamam ben de hayata tutunma konularında oldukça başarılı sayılırım ama o harekete geçmemi sağlıyor. Sanki durup bekleme bir an önce yapman gerekeni yap ve yanıma gel diyor gibi. Umarım o sıkıca tuttuğu ipin ucunu hiçbir zaman bırakmaz.
"Ne düşünüyorsun Meral?"
"Seni" desem herhalde şu an çok garip bir durumda kalırım değil mi? Tabii ki de kendime herhangi bir garezim olmadığı için bunu yapmayacağım. "Hiç... Sadece buraya gelmek bana kendimi çok iyi hissettirdi. Bana böyle bir gün yaşattığınız için teşekkür ederim Selim Bey" dediğimde kısa bir an sessiz kalıp sonra da muzurca gülümseyerek "Gün henüz bitmedi" dedi. Böyle demesi beni korkutmuyor dersem yalan söylemiş olurum. Bana beraber piyano çalarken yaşadığımız o duygusal atmosferin bir benzerini yaşatacak ve ben de bu defa durumu geçen seferki gibi kurtaramayacağım diye biraz telaşlanıyorum galiba. Umarım beni gafil avlayacak bir şey yapmaktan kaçınır.
Selim Bey ile konuşurken yanımıza bir eğitmen yaklaştı. Adam dalış yapmak isteyip istemediğimizi sorarken Selim Bey gözleri ışıldayarak bana doğru dönüp "Kulağa eğlenceli geliyor. Ne dersin?" diye sordu. Aslında benim de kulağıma çok hoş geldi. Hatta daha önce Yağız ile birlikte de denediğim için yeniden yapmayı çok istiyorum ama gözlerim Selim Bey ile eğitmenin arasında mekik dokurken aklıma gelen bir doktor uyarısıyla başımı olumsuzca sallayıp "Sanırım ben yapmasam daha iyi olur" dedim. Kaşları nedenini anlayamamış gibi çatılırken bir yandan da gülümseyip "Neden yoksa yunuslardan mı korkuyorsun?" dedi.
Korku değil de mecburi bir engel yüzünden bu eğlenceli dalışa evet diyememiştim. Hastalığım dolayısıyla takdir edersin ki dalış yapmam sakıncalıydı. Açıkçası son günlerdeki halimi düşünecek olursam eğlencenin tam ortasında bilincimi yitirip herkesi de bu yüzden telaşlandırmayı hiç istemem. Sanırım iyileştikten sonra yapılacaklar listesi hazırlamalı ve yunuslarla dalışı da en başa almalıyım.
Dalış yapamamamın gerçek nedenini belli etmeden gülümseyip "Sanırım biraz tedirgin oldum. Biliyorum bunun da üstüne gitmeliyim ama o gün bugün değil Selim Bey. Ancak size söz veriyorum bir gün bunu muhakkak yapacağım" dedim. Az önce boş bulunup söz mü verdim ben? Evet verdim. Ah! Umarım sözümü yerine getirebilirim.
•●●·٠•●●•٠·˙
Oradan çıktıktan sonra arabaya doğru yürümeye başladık. Yüzümden mutlu olduğumu alenen belli eden o sırıtık ifadeyi bir türlü silmeyi başaramadım. Resmen "Bu adamın yanında çok mutluyum" diye bas bas bağırıyorum. Selim Bey de benden pek farklı değil gibi. Ah! İşe başladığım gün odasına girip onunla ilk karşılaştığım anı düşünüyorum da bu kadar kısa zamanda nasıl bu hale gelebildik aklım almıyor. Neden şu an o otoriter ve sert bakışlarıyla nam salmış olan patronumla yan yanayız? Daha da önemlisi neden dünyadaki tek mıknatıslarmışız gibi sürekli birbirimizi kendimize doğru çekiyoruz ki?
Arabaya geçtiğimizde tam sıradaki durağımız hakkında ondan ipucu almaya çalışarak kemerimi bağlıyordum ki Selim Bey'in telefonu çaldı. Kemerini yerine takarken bana kibar bir şekilde "İzninle" dedikten sonra telefonu açıp "Nasılsınız küçük bey?" diye sordu. Anlaşılan Kaan arıyordu. Ben dalmış bir halde hayran hayran Selim Bey'in oğlunun sesini duymasıyla ışıldamaya başlayan gözlerine bakarken bir anda bir şey oldu. Önce o ışıldayan gözler tüm aydınlığını kaybetti sonra da yüzü aynı hızla endişeli bir hâl aldı.
"Şimdi nasılsın peki canın çok acıyor mu?"
"Biraz acıyor. Ayağımın üstüne de basamıyorum ama idare ediyorum merak etme"
"Güçlü oğlum benim... Şu an neredesiniz?"
"Dedem çiftlikteyken amcamı aramıştı o da hiç beklemeyin hemen hastaneye gidin dedi biz de hastaneye geldik"
"Amcan hastanede yok mu?"
"Hayır ama gelmek üzereymiş"
"Tamam ben de hemen geliyorum. Orada görüşürüz tamam mı?"
"Tamam baba"
Selim Bey gerginliği tavan yapmış bir halde telefonunu kapatırken az önceki konuşmalardan dolayı meraklanıp "Kaan'a bir şey mi olmuş?" diye sordum. Arabayı çalıştırırken bir yandan da soruma cevap verip "Attan düşmüş ayağının üstüne basamıyormuş şimdi de hastanedeler. Kusura bakma Meral seni evine bırakıp hemen Kaan'ın yanına gitmem gerek" dedi. Böyle durumlarda hiç kusur aranır mı? Elbette ki oğlunun yanında olmalıydı. Aslında hastaneye de çok uzak değildik yani yolu uzatmadan direkt de gidebilirdik.
Bu düşüncemi onunla da paylaşıp "Selim Bey beni bırakırken vakit kaybedeceksiniz isterseniz hastaneye beraber gidelim. Hem ben de Kaan'ı merak ediyorum onu görürsem benim de içim daha rahat edecek" dedim. Bunu söylememle birlikte bana doğru dönüp minnet dolu bir ifadeyle bakarak "Çok iyi olur zaten hastaneye de epey yakınız. Teşekkür ederim Meral çok incesin" dedi. Buruk bir bakışla "Ne demek Selim Bey umarım Kaan'ın önemli bir şeyi yoktur" diyerek önüme döndüm. Selim Bey de "Umarım öyledir" dedikten sonra ışıklardan dönerek hastanenin yoluna girdi. Ufaklık iyi olsun babası da yanında olsun da önemli olan oydu.
•●●·٠•●●•٠·˙
Hastaneye varana kadar Selim Bey'i gözlemledim de sözleriyle belli etmemeye çalışsa da oldukça endişelenmiş gözüküyordu. Gözlerinde sanki "Neden oğlumun yanında değildim?" ya da "Neden orada olup onu koruyamadım?" der gibi kendisini suçlayıcı bir ifade vardı. Kaan babam beni çok seviyor ve hastalandığımda da çok üzülüyor derken gerçekten de haklıymış. Şu an bunu canlı canlı görebiliyorum.
Hastaneye geldiğimizde otoparka girip hızla arabadan çıkarak içeriye girdik. Selim Bey de telefonda babasıyla konuşurken o kadar seri bir şekilde yürüyor ki ona yetişmekte bir hayli zorlandığımı fark ettim. Haklı tabii bir an önce oğlunun yanında olmak istiyor olmalı. Ben bile meraklandıysam onu hiç düşünemiyorum.
Asansöre geçtikten sonra Kaan'ın bulunduğu kata basıp beklemeye başladık. O kadar gergin görünüyordu ki o gerginliğini yok edebilmek için elimden hiçbir şey gelmedi. Koluna dokunup "Selim Bey merak etmeyin Kaan çok güçlü bir çocuk her ne olduysa hemen toparlanacaktır" dediğimde o da bana doğru döndü ve kolundaki elimi tutarak sadece "Biliyorum ama şu an acı çekiyor olması fikrine dayanamıyorum" diyebildi. Bu sözüyle birlikte de asansörün kapısı açıldı.
İkimiz de vakit kaybetmeden aynı hızla dışarıya çıktık. O sırada Selim Bey Haluk Bey'in şoförü olduğunu anladığım bir adama babasının ve Kaan'ın nerede olduğunu sordu. Adamın bilgilendirmesi üzerine söylediği odaya doğru yaklaşıp kapıyı tıklatarak apar topar içeriye girdik.
Ben kapının ucunda beklerken Selim Bey "Babam geldi!" diyen Kaan'ın yanına doğru gitti. Kıyamam gözleri kıpkırmızı olduğuna göre gerçekten canı çok yanmış olmalı. Selim Bey oğlunun yanına oturup ona sıkıca sarılarak babasına neler olduğunu sorarken arkamdan yaklaşan bir hemşire kapının önünde durmam sebebiyle "Müsaadenizle geçebilir miyim?" diye sordu. Ben yol açarken de Kaan beni fark edip "Aa! Meral abla da gelmiş" diye seslendi. Haluk Bey başta olmak üzere üçü de beklemediğim bir anda bana doğru dönünce biraz elim ayağım birbirine girdi doğrusu. Kendimi zifiri karanlıkta üzerine aniden sahne ışığı vuran biri gibi hissettim desem herhalde beni daha iyi anlarsın.
İçeriye giren hemşire Kaan'ın ayağını sarmak için hazırlıklara başlarken birkaç adım atarak odaya girdim ve Haluk Bey'e selam verip Kaan'a da geçmiş olsun dedim. O sırada şükürler olsun ki Ahmet Bey'in sesi duyuldu. İçeriye yine büyük bir enerjiyle girip beni fark eder etmez de epeyce bir şaşırarak "Merhaba Meral seni buralarda görmek ne hoş" dedi ama neyse ki fazla dikkat çekmeden kardeşiyle de selamlaşıp "Naber yakışıklı?" diyerek Kaan'ın yanına oturdu.
"Buraya gelirken Kaan'ın doktoruyla konuştum endişe edilecek bir durum yokmuş. Sadece attan düşerken sol ayak bileğinde küçük bir çatlak oluşmuş. Bir süre üzerine basamayacak ama dikkat ederse hızlı bir şekilde eski haline geri döneceğini düşünüyor. Kırık olmadığı için çok şanslıyız"
Selim Bey bu açıklamayla birlikte biraz olsun rahatlamış gözüküyordu. O ayağı sarılan Kaan'ı kolunun altına alıp dikkatini dağıtmak için konuşturmaya başlarken Ahmet Bey de oturduğu yerden kalkıp benim yanıma doğru geldi. Ben de o anlarda Selim Bey'in bakıp bakmadığını kontrol ediyorum tabii. İşin kötüsü çekiştirebileceği kravatı da yok şu an.
Ahmet Bey yanıma geldikten sonra karnından konuşur gibi gayet kısık bir ses tonuyla "Sen nasılsın Meral herhangi bir sorun var mı?" diye sordu. Bu konuda o kadar iyiydi ki onu gören sadece yanımda sessiz sedasız duruyor zannederdi. İyi olduğumu ancak elimdeki uyuşmanın ara sıra kendisini belli ettiğini söylerken içeriye giren genç bir kadın "Hocam haber verin demiştiniz Tolga Gürsoy'un ilk müdahalesi yapıldı. Şu an için her şey yolunda gözüküyor birazdan da odasına alınacak" dedi. Ahmet Bey durgun bir ifadeyle "Sağ ol Gözde birazdan yanına uğrayacağım" derken Haluk Bey bize doğru dönüp "Tolga Gürsoy mu? Yağmur'un eşinden mi bahsediyor?" diye sordu. Onları dinlerken kafamdaki "Tolga Gürsoy kim acaba?" sorusuna bir de "Yağmur da kim?" sorusu eklendi.
Gözlerim Selim Bey'e doğru kayarken o da endişeli gözlerle konuya katılıp "Tolga'nın neyi var?" diye sordu. Ahmet Bey alnını ovuşturarak onlara doğru döndükten sonra durumu uygun bir dille açıklamaya çalışarak "Tolga'nın sol karın boşluğunda bir yarası var. Anladığım kadarıyla duvara saplı duran bir demir parçası kaza sonucu sol tarafını sıyırmış. Ancak atılan dikişlerde ve yarada şu an enfeksiyon gelişmiş gözüküyor" dedi. Bir insan duvara saplı bir demirle nasıl kazara yaralanabilir ki? Umarım bu söylenildiği gibi sadece bir kazadır.
"Yanında bir yakını var mı? Aileden biri..."
"Ela... Yani şey... "
"Şu anki eşi mi?"
"Müstakbel eşi diyelim. Bekleme odasında bebeğiyle beraber haber çıkmasını bekliyor. O da çok korkmuş acilde tir tir titriyordu"
Selim Bey destek olmak gerektiğini söyleyince bir iki adım öne çıkarak "Eğer uygun görürseniz ben Ela Hanım ile ilgilenebilirim" dedim. Sonuçta kadın kadının dilinden daha iyi anlar değil mi? Selim Bey bakışlarını bana doğru döndürüp "Bunu yapar mısın gerçekten?" diye sordu. Yapardım tabii ki neden yapmayayım ki?
Başımı olumlu anlamda sallayınca Ahmet Bey koluma minik bir dokunuş yapıp "O zaman ben seni yanına götüreyim. Kaan'ın sargı işlemi bitince de hep beraber oraya gelirler" dedi. Bu konuda anlaşınca ikimiz beraber odadan çıkıp bekleme salonuna doğru yürümeye başladık. Açıkçası merakımı cezbeden şeyler de olmadı değil.
"Ahmet Bey..."
"Efendim Meral?"
"Yağmur Hanım kim?"
"Yağmur bizim kuzenimiz. Yıllar önce Tolga ile evliydiler ama hamilelik sırasında yaşanan bazı komplikasyonlar sonucunda onu ve bebeğini maalesef kaybettik"
"Çok üzüldüm. Başınız sağ olsun"
"O dönem bizlerde çok üzüldük. Tolga eşinin yani Yağmur'un ölümünü pek kolay atlatamadı"
"Onun için çok zor olmuş olmalı. Sonuçta hem eşini hem de aynı anda bebeklerini kaybetmiş"
"Tolga ile uzun süredir görüşme fırsatımız olmadı ama haberlerini alıyordum. Hayattan elini eteğini çekmiş kendisini tamamen işine vermişti. Ortak bir arkadaşımız da bir süredir ev aradığımı biliyordu ve bana Tolga'nın Yağmur ile oturdukları evi satışa çıkarmak zorunda kaldığını söyledi. Ben de eve talip olunca bu vesileyle bir araya gelmiş olduk. Aslında bugün buluştuğumuzda gayet iyi görünüyordu. Bu kadar zamandan sonra onun toparlandığını görmek beni mutlu etmişti. Sanırım bu birazdan tanışacağın genç hanımın yarattığı bir mucize"
Bu son söylediği şey ile "Demek herkes hayatının bir döneminde gerçek bir mucizeye ihtiyaç duyuyormuş" diyerek gülümserken bekleme odasından içeriye girdik. Bahsi geçen genç hanım da bizi görünce endişeyle ayağa kalkıp Ahmet Bey'e doğru "Tolga nasıl bir haber çıktı mı?" diye sordu. Ona şöyle bir bakıyorum gerçekten çok korkmuş olduğu belli oluyordu.
Ahmet Bey bize söylediklerini Ela Hanım'a da anlatırken o da epeyce rahatladı. Nasıl rahatlamasın ki? Böyle durumlarda bir dakika bir ömür gibi geçer herhalde. Onlar konuşurken benim gözüm de pusetinde etrafına bakınan dünyalar güzeli minik kıza takıldı. Bizim ailemizde uzun süredir bir bebek doğmamıştı. Hatta ben en son kardeşimi hatırlıyorum. Şimdi de karşımda böyle tatlı bir bebek görünce içimde çok hoş duygular oluştu.
Anne olmak nasıl bir duygu acaba? Bunu öğrenmeyi o kadar çok isterdim ki. Belki de olur ne dersin? Kim bilir belki hayatın benimle ilgili planları arasında bu da vardır. Açıkçası ele avuca sığmayan bilmiş mi bilmiş küçük bir Meral'e hayır demezdim doğrusu.
Bu hislerle pusete yaklaşıp o boncuk gibi bakan gözlerle karşı karşıya gelince nerede olduğumu bile unuttum. Pek de cimcime bir şey bana bakarak bıcır bıcır sesler çıkarmaya ve kıpırdanmaya başladı. Sanki "Yatmaktan sıkıldım. Hadi beni biraz dolaştırın" diyor gibiydi. Yanına yaklaşıp hafifçe eğilerek gülümsedim çünkü bu minicik haliyle bana çok iyi şeyler hissettirdi.
Merhaba arkadaşım!
Şimdi bu Gürsoy ailesi de nereden çıktı? Kim bu insanlar? Ne işleri var Meral'in ya da Selim Bey'in hayatında diye düşünüyor olabilirsin. Ama bu küçücük kızın ileride kim olacağını bilsen herhalde böyle düşünmez ve bu karşılaşmanın kesinlikle kadersel bir şey olduğuna inanırdın.
Hayat o kadar tuhaf ki... Hiç bir araya gelmeyecek gibi görünen insanları bir anda aynı çatının altına toplayabiliyor. Umarım bu bahsettiğim kadersel olaya ileride benim de şahitlik etme şansım olur. O günleri görmeyi gerçekten çok isterim. Eminim benim gibi sen de istersin.
17.Bölümün Sonu
Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder