1 Haziran 2025 Pazar

Güzel Kaçak / 17.Bölüm (Yazan : NK)

 17.Bölüm : Saraydan Kız Kaçırma Operasyonu Başlasın!

Kerem ile Fiko gelinlik provası bahanesiyle Çetiner ailesinin malikanesine girebilmek için ekibi restoranda toplayıp etkili bir plan yapmaya koyulmuştu. Konuşma sırasında da Melis'den modaeviyle alakalı birkaç bilgi aldıktan sonra görev dağılımları yapılmaya başlandı. Kerem ile Aslı birlikte Şebnem'i o evden çıkarmaya yoğunlaşırken Ümit arabada bekleyecek ve Fiko ile Şirin de Zuhal Hanım'ın dikkatini dağıtacaktı.

Tabii her şeyden önce modaevinden gelecek olan çalışanların yoluna taş konulmalıydı. O aracın malikaneye ulaşması engellenecek ve prova edilecek gelinlikte o araçtan alınıp bir şekilde Kerem ie Aslı'ya ulaştırılacaktı. Planın en önemli aşamasını da tam bir görev adamı olan Samet üstlenecekti. Tabii henüz bundan haberi yoktu ama Fiko onu ruhen hazırlayacak minik bir konuşma hazırlamıştı. Fiko allem eder kallem eder Samet'in devrelerini yakarak onu Robocop gibi donanımlandırıp yarına hazır ederdi.

Onlar planı kötü bir sürprize mahal vermeyecek ölçüde adım adım düzenlerken Şebnem'de odasında boş boş oturmaktan sıkılmış bunun neticesinde de çalışanlarından birine çile çile yün aldırarak penceresine tüneyip ilk ilmeklerini atmaya başlamıştı. Bir olmamış iki olmamış ama üçüncüsünde iç güvesinden hallice bir şey örmeyi başarmıştı. Tabii çenesini tutup elindeki işine odaklansa çok daha iyi işler çıkaracaktı ama bu Şebnem'in doğasına biraz aykırıydı tabii.

Ayrıca buradaki asıl amaç örgü örmekten ziyade bahçe korkuluğu gibi kıpırdamadan duran korumayı arkasına bile bakmadan kaçırmaktı. Az önce acemiliği yüzünden karışık kuruşuk ettiği çileyi aşağıdaki korumasının tepesine bırakıp onu açmasını isterken bir yandan da elindeki örgüyle ilgili sorular sorup düğümleri çözmek konusunda bir hayli zorlanan genç adama sinir krizleri geçirtiyordu.


Yahu Şebnem bile Nurten Hanım'dan öğrenmişken adam nereden bilsin Türkan Şoray kirpiğini ya da Zeki Müren dişinin örneğini öyle değil mi? Sorsan haraşoyu bile Japon dövüş sanatı zannederdi nerede kalmış iki ters bir düz üç aşağı beş yukarı döndür dolaş modelleri. Yazık adamcağız da emir kuluydu ve ağzını açıp tek bir ters söz bile söyleyemiyordu ama gerçekten yetmişti artık! Adam bir de kendi karısını dırdırcı bilirdi. O elleri öpülesi alıp başa taç edilesi kadın Şebnem'in yanında resmen dut yemiş bülbüldü ayol!

"Şişşşt Günay!"

"Günay değil Şebnem Hanım Giray!"

"Olur mu canım Günay'dır o"

"Kimliğimde Giray yazıyor. Kaç yıllık adım sonuçta!"

"Memur Günay yazacakken Giray yazmıştır. Bu bazen olur takılma sen"

"Ama Şebnem Hanım..."

"Aaaa! Günay diyorsam Günay! Sen bana karşı mı geliyorsun?"

"Affedersiniz efendim"

"Neymiş bakalım adın?"

"Gir..."

"Aaa aaa!"

"Günay efendim... Günay!"

"Hııh şöyle! Bak sayemde seneler sonra gerçek adına kavuştun işte. Bu arada doğum tarihin ne senin? Bak bazen onda da karışıklık oluyor. Hadi söyle bana onu da çözeyim iki dakikada. Dutluk zamanı mı doğdun yoksa ekinler baş göstermişken mi? Gerçi senin bir Boğa burcuymuşsun gibi bir havan var benimle konuşurken böyle bir kızarıp belli etmiyorsun ama kulaklarından da duman falan çıkarıyorsun"

"Estağfurullah efendim"

"Aslında İkizler burcu da olabilirsin. Tam kızacakken ruh halin aniden değişip mülayimleşiyorsun. Aaa! Yoksa sen gelgitli misin?"

"Ne?"

"Ay söylesene ne derdin var? Kaynanasal problemler mi? Kadın bırakmıyor mu peşinizi yoksa? Kaç yıllık evliydin ki sen? Çocuk var mı? Nasıl olsun canım baksana kaynana çökmüş başınıza belli ki tık yok"

Şebnem'in peş peşe gelen soruları sonrası adam öksürük krizine girmişti. Gencecik adamın soluğu kesilmiş rengi de bembeyaz olmuştu. Aslında Şebnem'de adama bir şey olacak diye hafiften hafiften tırsmaya başlamıştı. Saatlerdir de uğraşıyordu. Acaba üstüne çok mu gidiyordu? Ama o da bir bıraksın kendisini "Of! Lanet olsun işine de parasına da Çetiner'ine de!" deyip çekip gitsin allasen! Onun da içi şişti Şebnem'in de çekilecek iş değildi yani.

Adam bitik bir halde elindeki karman çorman olan yünleri açmakla uğraşırken Şebnem de tam burç tahminlerine devam edecekti ki kapısı tıklatıldı. İçeriye giren yardımcıları "Zuhal Hanım bu gece için bu kıyafeti giymenizi uygun buldu Şebnem Hanım. Ayrıca hazırlanmaya başlamanızı da söylememi istedi efendim" diyerek yatağının üzerine elbise kılıfını koyup izin isteyerek çıktı. Bu ne Allah aşkına? Belli ki annesi hâlâ ne giyeceğine karışmaktan vazgeçmemişti. Gerçi Zuhal Hanım da kızını çok iyi tanıyordu. Onu son dakikada Cadılar Bayramı'na gider gibi görmek istemediği için seçime el atması gerektiğini biliyordu. Malum konu Okan olunca Şebnem'in yapmayacağı rezillik kalmazdı.

Umursamaz bir edayla kılıfı açan Şebnem içindeki elbiseyi görünce gözlerini de fal taşı gibi açmıştı. O ne ya! Bu elbise zarif gibi görünse de minik detaylarıyla oldukça da çekici bir kıyafete benziyordu. Özellikle de bütün gece yanında oturacak olan Okan için epeyce göz yoracak cinstendi. Şebnem elleri belinde bir şekilde odanın içinde dudaklarını kemirerek gezinirken bir yandan da "Kerem arıza çıkarma demişti değil mi? Ne derlerse yap uyumlu davran da demişti. Evet evet bunu yapabilirim. Yarın geldiğinde beni kolayca alıp götürebilmesi için bunu yapabilirim" dedi ama sonra kendisini o elbisenin içinde düşününce yüzünü ekşitip "Acaba bu elbiseyi görse bana yine uyumlu davran der miydi?" diye söylendi. Bunu öğrenmenin tek bir yolu vardı tabii.

Şebnem elbiseyi giyip bir güzel hazırlandıktan sonra ayna karşısında boydan bir fotoğrafını çekmiş ve altına da "Okan ve ailesiyle çıkacağımız akşam yemeğinde bunu giymem emredildi. Annem ailesinin sorun çıkarmasına izin vermesin diye resmen Okan'ın kornealarıyla oynuyor Kerem! Hâlâ ne derlerse desinler uyumlu davranmam konusunda kararlı mısın? Bence biraz tereddütte kalsak hiç fena olmaz" diye yazarak resmi Kerem'e gönderdi.

O anlarda Kerem de tüm gün yemek yemediği için zorla eline tutuşturulan sandviçi bitirmeye çalışıyordu. Ama aksilik bu ya telefonuna gelen mesajı açarken tam kalan son lokmayı ağzına atmıştı ki karşısına çıkan son derece çekici Şebnem'in ve altında yazılanın etkisiyle ekmeğini yutamayıp peş peşe öksürmeye başladı. Ay vurun sırtına ölecek çocuk!

Aklının bir yanı bu gece o çekici elbise içinde büyük ihtimalle Okan ile dip dibe duracak olan Şebnem'de kalırken bir yanı da boğazına takılan ekmeğin derdine düşmüştü. Tabii hâl böyle olunca geri mesaj gelmemesi de Şebnem'in kaşlarının çatılmasına yol açmıştı. Bekliyordu bekliyordu ama yok! Yanıt gelmiyordu. Kerem'in kendisini unutup günlük rutin işlerine devam ettiğini düşündüğü için de yüzü fena ekşimişti doğrusu. İster istemez gözlerinin önünden Fiko'nun elindeki konfetiyi büyük bir coşkuyla "Güle güle sarı çıyan!" diyerek patlatışı ve Kerem'in de ona gülmesi geçiyordu. Belli etmiyorlardı ama arkasından ciddi ciddi parti veriyor olmasın bunlar! Ama durum başkaydı tabii. Çocuk o anlarda gördüğü manzara karşısında öbür tarafa küçük bir ziyarette bulunmuştu resmen.

Fiko öksürük sesleriyle yetişip arkadaşının sırtına birkaç vuruş yaptıktan sonra Kerem nihayet kendisine gelmiş ve önündeki suyu içip gözlerini belertmişti. O anlarda Fiko ne olduğunu sorsa da cevap alamıyordu tabii. Kerem elindeki bardağı bırakıp hemen telefonuna sarılarak "O elbiseyi sakın giyme. Hatta hemen yok et!" diye bir mesaj attı. Şebnem olmayan partinin detaylarını düşünüp çatık kaşlarıyla yatağına uzanmış bir halde dururken Kerem'in mesajıyla bir anda sırıtmaya başlamıştı. O sırıtıyordu ama Kerem restoranda fır dönüyordu. Ne oluyordu bu çocuğa böyle anlayana "AŞK" olsun! Şebnem'de ona bir mesaj atınca aralarında bitmek bilmeyen bir telefon trafiği yaşanmıştı.

Şebnem : Neden giymeyeyim Kerem?

Kerem : Ne demek neden giymeyeyim? Sen sordun ben de söyledim işte!

Şebnem : İyi de ben sana elbiseyi giyeyim mi yoksa giymeyeyim mi demedim ki. Ben sana hâlâ uyumlu davranmam konusunda ısrarcı mısın diye sordum

Derin bir sessizlik olmuştu. Şebnem telefon başında ne diyeceğini merakla beklerken Kerem'den bir türlü cevap gelmeyince dayanamayıp sırıta sırıta "Ne oldu Kerem? Nesini sevmedin?" diye sorduğu bir mesaj daha gönderdi. Kerem ona "Fazla şey..." diye manasız bir cevap yazınca kıskandığını düşünüp keyiflenerek "Fazla ne Kerem?" diye sorarak onu sıkıştırmayı sürdürdü. Yine ses seda çıkmıyordu ama bu sefer ki ara biraz daha kısa süreli olmuştu.

Kerem : Fazla göz alıcı!

Şebnem : Elbise mi ben mi?

Kerem : Şebneeeeem!

Şebnem : Affedersin Kerem

Şebnem o "Şebneeeeem!" bağırışını sanki kulaklarında da duyup cevap yazdıktan sonra anlık bir şekilde korkarak telefonu elinden bıraksa da Kerem gibi o da bir süre sonra gülmeye başlamıştı. Telefonu tekrardan eline aldığında kapısının dibinden biri var mı diye bakıp olmadığını anlayınca da Kerem'i aramaya başladı. Telefon hemen açılmıştı. Şebnem tam gülerek özür dilemeye çalışıyordu ki aklı hâlâ elbise de kalan Kerem "Üzerine oje dök ve annene de bir talihsizlik yaşandığı için o elbiseyi giyemeyeceğini söyle" deyiverdi. Belli ki o elbiseyi Şebnem'e bu gece giydirmemeye kararlıydı.

Şebnem bu söylediğini çok zekice bulunca Kerem'de elbisenin akibetini öğrenmek için "Yapacak mısın yani?" diye sordu. Sormasına bile gerek yoktu çünkü Şebnem çoktan ojesini eline almıştı ve Kerem'in dediğini yaparak "Yaptım bile. Ooops! Renk uyumsuzluğu oldu" dedi. Kerem bu duyduğuyla gülümsemişti.

"Neyse ki bu uyumsuzluk bizim sorunumuz değil"

"Evet değil... Hem de hiç değil"

"O halde yarın görüşürüz Şebnem"

"Görüşürüz Kerem"


Şebnem'in gülen yüzü bir anda asılmaya başlamıştı çünkü odasına doğru yaklaşan ayak sesleri olduğunu fark etmişti. Annesi kontrole geliyor olmalıydı. Telefonu kapatıp alelacele dolabının içine sokuştururken kapı tıklatılmış ve annesi tam da düşündüğü niyetle odasına girmişti.

Zuhal Hanım kapının önünden kızına bakıp "Harika görünüyorsun hayatım" derken dolabın kapısını telaşla kapatıp ona doğru dönen Şebnem'de yüzünü ekşiterek elbisesindeki lekeyi gösterdikten sonra "Teşekkür ederim ama küçük bir sorunum var" dedi. Zuhal Hanım güzelim elbisedeki o koskoca oje lekesini gördükten sonra gözlerini kapatıp derin derin nefes alarak "Sinirlenmeyeceğim! Hayır bu gece sinirlenmeyeceğim!" deyince annesinin o halinden korkan Şebnem'de geri geri giderken komodine çarpmıştı. Kahretsin tam da sırasıydı!

Şebnem devrilen abajuru düzeltmekle uğraşırken Zuhal Hanım da burnundan soluyarak "İlla bir sorun yaratacaksın değil mi kızım?" deyip elbise dolabının kapısını açtı. Şebnem'in telefonun olduğu yere gözlerini açarak bakması eşliğinde Zuhal Hanım'da kızının bu gece giymesi için askılardan yeni bir elbise seçmeye başlamıştı. Annesi askılar arasında gidip gelirken Şebnem de şekilden şekle giriyordu. Telefonu bir fark ederse işte o an da Şebnem'in bittiği an olurdu. Şebnem gözleri kapalı bir halde tedirgince beklerken Zuhal Hanım "Bakın burada ne varmış!" dedi. Eyvah! Şebnem'in korktuğu başına gelmişte annesi telefonu mu bulup çıkarmıştı yoksa?

Bunu görmeye dayanamayacağını bildiği için tırsa tırsa gözlerini araladığında korktuğunun aksine annesinin ona telefonu değil gayet şık kırmızı bir elbise tuttuğunu gördü. Rahatlamıştı sanki. Tabii bu rahatlıkta biraz göze batmıyor değildi. Zuhal Hanım kızının yüzündeki ani renk değişimini fark edince merakla iyi olup olmadığını sordu ama Şebnem'den herhangi bir ses çıkmıyordu. Kıza kal gelmişti herhalde.

Zuhal Hanım kısa bir süre kızının bu garip halini izleyip hemen sonra da elindeki elbiseyi inceleyerek "Yoksa elbiseyi mi beğenmedin?" dedi. Ah! Bir bilse neler olduğunu... Ya da neler olacağını desek daha doğru olur. Herhalde iş işten geçmeden Şebnem'in ev hapsini daha da sıkılaştırdığı yetmiyormuş gibi bir de ona tebdil-i mekanda ferahlık vardır diyerek nikah öncesi kimsenin ulaşamayacağı bir yere gönderirdi. Ay! Allah korusun dağlara taşlara!

"Şebnem gerçekten iyi misin sen?"

"Bir şeyim yok anne. Aksine elbiseyi çok beğendim"

"Harika! O zaman hadi giy de Okan'ı bekletme"

"O kazulet burada..."

"Efendim!"

"Yani Okan geldi mi demek istiyorum"

"Evet geldi. Şimdi de aşağıda seni bekliyor"

"Yememiş içmemiş erkenden damlamış gamlı baykuş!"

"Ne dedin sen?"

"Şey... Ben gamlı hazan sen ise bahar dinle de vazgeç diyorum"

"Saçma sapan konuşup benim sinirlerimi yine oynatma Şebnem! Hadi hazırlan ve birkaç dakika içerisinde aşağıda ol!"

Bu aileye ve Okan'a uyum sağlama işi Şebnem'i epey zorlayacağa benziyordu. Onun gibi aklındaki ağzında bir kız için bu gece yüksek dozda risk içeriyordu ya artık bir şekilde dikkat edecekti. El mahkum sonuçta. Yarın tereyağından kıl çeker gibi buradan çekip gitmek istiyorsa buna katlanacaktı. Zuhal Hanım kapıyı vurup çıktıktan sonra Şebnem'de gözlerini devirip bir yandan elbise değişimi yapıyor bir yandan da sinirli sinirli söylenip duruyordu.

"Ne diyordu Hasan amcanın eski plağındaki bu güzel şarkı? Sen kendine kendin gibi bir taze bahar seç diyordu değil mi? Şimdi şarkının bundan sonrası benden Okan'a gelsin. Sen kendine kendin gibi bir kazulet seç Okan beni dinle de vazgeç! Ben Kerem ile anlamlanan hazan sen ise başımızdaki gamlı baykuş dinle de benden vazgeç!"

•●●·٠•●●•٠·

Şebnem hazırlandıktan sonra çantasını da alıp odasından çıkmıştı. Bu gece bir an önce başlasın bir an önce de bitebilsin niyetindeydi. Merdivenleri inip salona geldiğinde tekli koltukta oturan Okan'ın da bakışları hemen ona kaymıştı. Hayran hayran da bakıyordu musibet! Şebnem belki bahsi geçen o çarpıcı elbiseyi giymekten son anda kurtulmuştu ama yine de güzelliğinden bir gram dahi yitirmemişti.


Suratı asık bir halde yanına gelen Şebnem yerinden kalkıp elini öpen Okan'ın "Göz kamaştırıyorsun" demesiyle tam ters bir cevap verecekti ki bir anda kulaklarında Kerem'in "Uyumlu ol!" demesinin çınladığını işitti. Ne oluyordu öyle Allah aşkına? Adam oradan bile yetişiyordu şaka gibi! Kendisine gelmek için başını belli belirsiz iki yana sallayıp hafifçe tebessüm ederek "Teşekkür ederim" dediğinde Okan'ı da bu uysal haliyle epeyce şaşırtmıştı. Onu en son bıraktığında karşısında ağzına geleni fütursuzca söyleyen agresif bir kız vardı ama şimdi aynı kız olabildiğine sakinleşmişti.

Okan baştan aşağıya süzdüğü Şebnem'e "Gidelim mi?" diye sorup bir yandan da elini dolaması için kolunu uzatırken Şebnem'de bir ona bir koluna bakarak olduğu yerde kalmıştı. Hani "Ne düşünüyorsun? Bütün kariyerini mi gözden geçiriyorsun?" diye sorulur ya işte tam da o durumdaydı. Sessiz kalıp dudaklarını kemirirken aynı anda içinden de "Köprüden geçene kadar ayıya dayı diyeceğiz. Çare yok" diyerek kendisine uzatılan kola istemeye istemeye girip annesinin "Restoranda görüşürüz çocuklar" demesi eşliğinde evden çıktılar. Arabanın yanına geldikten sonra Okan kapısını açıp Şebnem'in koltuğuna yerleşmesine yardımcı olmuş sonra da kendi tarafına geçerek aracı hareket ettirmişti. Şebnem yol boyunca gergin bir halde önüne bakarken Okan'da gözlerini ondan alamıyordu.

"Bu gece geldiğimde seni bu halde bulacağımı hiç düşünmemiştim"

"Nasıl bulacağını düşünmüştün peki?"

"Bana yine aksi davranacağını düşündüm"

"Annemle konuştuk ve sana biraz haksızlık yaptığıma karar verdim"

"Sahi mi?"

Şebnem zaten tüm bunları ite kaka söylüyordu bir de bu kazulet hâlâ şansını zorlayıp ikinci kez onaylatma derdindeydi. Şimdi "He sahi!" de al sok kafasını torpidonun gözüne görsün doğru mu değil mi diye!

Şebnem'e arabada afakanlar basarken Kerem de evine gitmişti ama bir türlü içi rahat edemediği için oturduğu yerde iki dakika bile duramıyordu. Bir de elini neye atsa Şebnem ile ilgili şeylerin gözünün önüne gelmesi onu bir saniye bile aklından çıkarmasına izin vermiyordu. Televizyona baksa sanki üzerine şal gibi örttüğü o garip pembe otrişini görür gibi oluyordu. Odasına gitse o gün annesine basıldıklarındaki telaşlı hallerini hatırlıyordu. Yahu tuvalette bile rahat yoktu. İçeri girer girmez sanki Şebnem aynı o gün saklandığı gibi küvetin içine oturmuş oflaya puflaya bir şeyler söylüyordu.

Kerem o görüntü sonrası o günkü konuşmalarını düşünmüştü. Şebnem ona üzülerek "Kerem özür dilerim. Bir geldim bütün düzenin alt üst oldu" demişti. Keşke şimdi burada olsa da yine evindeki düzenin altından girse üstünden çıksa ama tüm bunlar olurken hiç bir yere gitmeden yanında kalsa.

Herhalde şu an Şebnem'in de istediği tek şey buydu. Yol boyunca pişman olduğunun düşünülmesini sağlayacak bir sürü asılsız şey söylemişti ve görünen o ki Okan'da ona karşı biraz daha yumuşamaya başlamıştı. Artık öyle kaba saba konuşup canını yakacak sert hareketlerde bulunmuyordu. Gerçi bu da iyi miydi yoksa kötü müydü belli değildi. Şebnem uyumlu davranayım derken elini verip kolunu kaptırmaz inşallah.

Restorana geldikten sonra kapısını açan Okan'ın tüm bunlara istinaden elini uzatması Şebnem'i iyice germişti. Değil elini tutmak ona yanlışlıkla dahi olsa dokunmak bile istemiyordu ama adam ya koluna girmesini istiyordu ya da zamkla yapışmış gibi elini tutuyordu. Aah! Sabret Şebnem sadece bir gün daha sabret.

Şebnem elini mecburen avuçlarına bıraktığı Okan ile birlikte içeriye girdiğinde tam da annesinin istediği gibi bazı aile dostlarıyla karşılaşmışlardı. Onlar da Şebnem ve Okan'ı yeniden el ele kol kola görünce bir yandan gülümseyerek selam vermiş bir yandan da aralarında fısır fısır konuşmaya başlamıştı. Konu belliydi. Evlilikten vazgeçtiği ve bu yüzden de evden kaçtığı söylenen Çetinerlerin biricik kızları tüm dedikodulara noktayı bu restorana Okan'ın kolunda girerek koymuştu. Okan hiçbir sorun yaşanmadığını belli etmek için Şebnem'e ekstra yakınlık gösteriyor Şebnem'de yüzündeki isteksiz tebessümle ona karşılık vermek zorunda kalıyordu tabii.

Onlar masalarına geçerken ailelerde restorana giriş yapmıştı. İşte asıl zor olan kısımda geliyordu. Rezzan Hanım yani Okan'ın annesi oğlunu düşürdüğü durum sebebiyle ister istemez Şebnem'e karşı soğuk bir tavır takınıyordu. Yan yana geldiklerinde ortam gerilmeye uygun olmadığı için Rezzan Hanım Şebnem'in gözlerine dik dik bakıp gülümseyerek "Seni görmek ne güzel Şebnemciğim" dedikten sonra yanaklarından öptü. Tabii o anlarda tuttuğu ellerini de öyle bir sıkıyordu ki sanki bütün siniri bu şekilde çıkıyor gibiydi.

Zuhal Hanım uyarı anlamında "Şebnem!" diye seslenince annesine doğru dönen Şebnem'de "Efendim anne?" dedi. Zuhal Hanım kaşını gözünü oynatarak kızına Rezzan Hanım'dan özür dilemesi için işaret yapıyordu ama o estetikler yok muydu o estetikler! Annesi istediği kadar uğraşsın Şebnem ifadesiz bir yüz gördüğü için ne demek istediğini bir türlü anlayamıyordu. Zuhal Hanım'da baktı kızı bir şey anlamıyor niyetini sesli olarak dile getirip "Rezzan Hanım'a ve Bülent Bey'e söylemen gereken bir şey yok mu kızım?" dedi.

Ooo! Şebnem'e o an dank etmişti. Annesine tamam dercesine başını sallayıp saf saf "Nasılsınız Rezzan teyzeciğim Bülent amcacığım çoluk çocuk çombalak nasıllar? Cümleten afiyettesiniz inşallah" deyince Okan'ın ailesi bu yöresel hitaplar karşısında şaşırmış Zuhal Hanım'da kızına gözleri belerterek "Ne saçmalıyorsun sen? Özür dile çabuk!" deyip bir çimdik atmıştı. Kaçarı yoktu. Şebnem annesinin iteklemesiyle iki aile büyüğüne de bakıp "Sizi zor bir durumda bırakıp ortadan kaybolduğum için özür dilerim. Bir daha olmayacak efendim" dedi. Tabii yarın olacakları düşününce içinden de "Kendinizi daha beterine hazırlayın" deyip herkese tek tek bakarak şirince gülümsedi. Rezzan Hanım biraz mesafeli olsa da Bülent Bey hadise uzamasın diye özrü ailesi adına kabul edip masaya geçmeyi teklif etmişti. Neyse ki bu kısım az kazayla atlatılmıştı.

Şebnem sandalyesini tutup oturmasına yardımcı olan Okan'a ağız ucuyla teşekkür edip yerine otururken ailelerde yerlerine geçmişti. Aman Allah'ım o ne kasım kasım kasılmaktı öyle. Şebnem herkese tek tek bakarken aklından da Nurten Hanım'ın sofra kurma telaşı ve Aslı ile beraber ona yardım edişleri geçiyordu. Sahi Nurten Hanım bu akşam yemekte ne yapmıştı acaba? Of! Etli türlüler dolmalar revaniler börekler nelerle donatmıştır şimdi masayı kim bilir. Şebnem bunları düşünerek yutkunurken yemekler söylenmiş haliyle masada hafta sonu olacak olan nikahın muhabbeti başlamıştı.

İşin kötüsü Okan ile Şebnem nikahın ardından verilen kokteyl sonrası yurtdışına on beş günlük bir balayı tatiline çıkacaklardı. Nikahla ilgili planlanan şeyleri duydukça Şebnem içten içe göçüşe geçiyordu. Bir aksilik olur da o masaya oturmak zorunda kalırsa diye aklı çıkıyordu. Gerçi sorun değildi. Memur sorduğu an her halükarda hayırı basıp yine kaçabilecek güce sahipti. Yapabilirdi değil mi? Yani o mekandan çıkmasına izin verilirdi. Of! Etraflarını saracak olan korumaları düşündükçe içi daralıyor kalbi sıkışıyordu. Şebnem bunları düşünerek nefesini tutarken Okan'da elini tutup "İyi misin Şebnem?" diye sordu. He çok iyiydi! Bir iyiydi ki sorma neredeyse masaya çıkarak zil takıp oynayacaktı.

"İyiyim sorun yok"

"Titriyorsun Şebnem. Bu yersiz korkularını bir kenara bırak artık"

"Korkmuyorum. Sadece biraz üşüdüm"

"Ortam o kadar da serin değil. Birazdan adapte olursun"

Oooha! Şebnem zoraki bir gülüş eşliğinde "Ne kadar da düşüncelisin. İnan gözlerim yaşardı" derken bir yandan da Kerem'i düşünüyordu. O olsa ısınması için restoranı bile yakardı. Tamam bu biraz abartı oldu ama bir şekilde Şebnem'i ısıtmanın bir yolunu bulurdu. En basiti bir şal isterdi canım bunu düşünmek bu kadar mı zor! Ay canım ya son gecelerinde üşümesin diye kendi battaniyesiyle Şebnem'in üstünü örtmüş kendisi de o şekilde dımdızlak kıvrılarak uyumaya razı gelmişti. Şimdi bu şık masada pahalı takım elbisesiyle yanında oturan adam mı zarif ve kibardı yoksa kareli oduncu gömleği ve montuyla ona bir şey olmasın diye üzerine titreyen Kerem mi? Bir ağızdan söylüyoruz. Tabii ki Kerem!

Şebnem acaba şimdi ne yapıyordur diye düşünürken Kerem'de onu yalnız bırakmak istemeyen Fiko'nun yanına gelmesiyle yarın uygulayacakları planı tekrar tekrar gözden geçiriyordu. Hiçbir pürüz çıkmamalı ve Şebnem'i oradan alıp hemen çıkabilmelilerdi. Kerem bu konuda o kadar endişeleniyordu ki bu yüzünden de çok net bir şekilde okunabiliyordu.

"Kerem zaten sürekli tekrar edip duruyoruz. Lütfen biraz rahat olur musun artık!"

"Olamıyorum Fiko! Bunları düşünmediğimde aklım şu an o nişanlı bozuntusuyla yan yana belki de diz dize olan Şebnem'e takılı kalıyor. Kim bilir onu ne kadar zorluyorlardır. Baskılara dayanmadığını hissedebiliyorum ve bir şey yapamamak da beni deli ediyor"

"Kerem alınma ama karşılarındaki kız da öyle ağzı dili olmayan saftaron bir kız değil. Maşallah Allah ona bir çene vermiş başka bir şey vermeye de gerek duymamış. Bak şuraya yazıyorum değil sen değil ben tillahı gelse o çeneyle alayını sulu götürüp susuz getirir bu kız"

"Öyle söyleme. Tamam bazen fazla konuştuğunu..."

"Bazen mi?"

"Tamam susmak bilmiyor ve gereğinden fazla konuşuyor ama Şebnem aslında çok iyi bir kız bunu sen de biliyorsun"

"Hayır bende öyle bir bilgi yok. İyi olsa beni deli etmez bir kere!"

"Sen de onu delirtiyorsun"

"Kerem sen bana karşı o çakma sarışını mı koruyorsun?"

"Hayır sadece gördüğümü söylüyorum"

"Bir seçim yap Kerem! Hemen şimdi seçimini yap!"

"Ne seçiminden bahsediyorsun sen?"

"Sarı çıyan mı yoksa ben mi?"


"Ne?"

"Duydun"

Kerem duyduklarıyla şaşkına dönüp Şebnem'i kıskanan Fiko'ya bu konuda herhangi bir seçim yapmayacağını söylerken Şebnem'de makyaj tazeleme bahanesiyle kendisini restoranın tuvaletine atmıştı. Tabii Okan'ın eşliğinde. Adam kapının önünden bir saniyeliğine bile olsa ayrılmıyordu. İşin kötüsü Şebnem istediği kadar sorun çıkarmayıp ılıman davransın yine de tüm gece bu göz hapisliği durumu sürmüştü. Belli ki Okan bu konuda işi sıkı tutuyordu.

Beraber masaya döndüklerinde de saatler geçmek bilmemişti. Nikah ve balayı planlamaları havada uçuşurken Şebnem'de stresten kendisini yemeğe vermiş masada ne var ne yoksa silip süpürmüştü. Dışarından gören biri kendisini yemek yerken boğmak istediğini hemen anlayabilirdi.

Tabii bu can sıkıcı gece de bir şekilde bitecekti ve en nihayetinde de bitmişti. Restorandan ayrılıp vedalaşırken Şebnem hemen ailesinin yanına geçmiş bir an önce şu veda faslının geçip gitmesini bekliyordu. Şebnem ailelerle tokalaşırken Okan'ın yaklaştığını görünce burun kıvırıp bakışlarını başka yöne çevirmişti ama Okan yanına gelip "İyi geceler Şebnem. Yarın görüşürüz" diyerek ellerini tutup yanağına da buz gibi bir öpücük bırakmıştı. Sanki bir yılanın derisini yanağına sürtmüşler gibiydi.

Şebnem kendisini geri çekerek durunca Okan onun bu halinden hoşlanmayıp çatık kaşları eşliğinde "Sen de bana iyi geceler dilemeyecek misin?" diye sordu. Şimdi Şebnem ona güzel bir dilekte bulunurdu ya dua etsin aileleri de orada! Gayet soğuk bir tavırla "İyi geceler Okan" dediğinde Okan bunu yeterli bulmamış olacak ki "Sadece bu kadar mı?" dedi. Şebnem içinden "Allahtan belasını mı istiyor ne istiyor bilemedim ki!" diye geçirerek Okan'a da "Ne sadece bu kadar mı?" diye sordu.

Okan dik dik bakıyordu ama sessiz kalmayıp "En azından seni öptüğümde sen de bana aynı karşılığı verebilirsin. Bu o kadar da zor olmasa gerek" dedikten sonra Şebnem'in kısa bir an düşünüp sonra da aklına bir şey gelmiş gibi heyecanlanıp "Evlenmeden olmaz!" demesiyle gözlerini kısıp "Ne olmaz?" dedi. Of! Anla be adam! Kız bırak seni öpmeyi koca bir timsahı öpmeye razı gelecek kıvamdaydı. Bu ne eşelemek yahu!

Aileler arabalara geçtiğinde Okan hiçbir şey demeden Şebnem'in ellerini tutmuş ve onun ne oluyor bakışlarına aldırmadan dudağının kenarını öperek "Hafta sonu evleniyoruz Şebnem ve korkarım ki naz yapmak için biraz geç kaldın" dedi. Şebnem ellerini çekip Okan'a sert bakışlar atarak dudağını silerken Okan'da sinirli bir şekilde Şebnem'in elini kavrayıp hafif hafif çekeleyerek aracının kapısını açtı.

Birbirlerine çok ters bakıyorlardı. Şebnem ağzını bile açmadan koltuğuna geçtikten sonra Okan "İyi akşam efendim" diyerek Fikret Bey ve Zuhal Hanım'la vedalaştı. Araçlar hareket ettiğinde Şebnem'in yüzü adeta sirke satıyormuş gibi ekşimişti. Yarın Kerem ve arkadaşlarının yapacakları plan gerçekten de tıkır tıkır işlemek zorundaydı yoksa bu Şebnem'in sonu olurdu. O gelinliği giyip Okan ile beraber nikah masasına yürüyeceğine ölürdü daha iyi!

•●●ERTESİ SABAH·٠•●●•٠·

Terzi Şuayip ve ekibi kız kaçırma operasyonuyla alakalı hazırlıklarına başlarken Şebnem'de yavaş yavaş uyanmak üzereydi. Gece eve döndükten sonra sabaha kadar söylenmiş ve elindeki yünlerle Kerem'e bir atkı örüp uykusuz kalmıştı. Sabaha karşı zor bela daldığında ise artık nasıl uyuduysa tüm ipler etrafını sarmış biraz daha gayret etse mumyalaşmasına da ramak kalmıştı. Tabii bu durumunu da ancak telefonuna gelen mesaja uyandığında fark edebilmişti.

Şebnem yastığının altında tuttuğu telefonunu almak için büyük bir hızla iplerden kurtulduktan sonra mesajı açtığında Kerem'in "Kaçış şifresi : Rapunzel" yazdığını gördü. Ne demekti ki bu? Kısa bir an düşünen Şebnem pencereden kaçması yönünde yapılan imaya bunun mümkün olmadığını çünkü penceresinin altında bir korumanın beklediğini söyleyerek karşılık verdi. Bunu söylemesi iyi olmuştu. Kerem son mesajında "Hallederiz sorun değil. Sen geri dönüş için hazır ol yeter" diye yazınca Şebnem sırıtarak "Ben dünden hazırım ki Kerem" cevabını verdikten sonra hızla yatağından kalkıp hazırlanmaya başladı.

Kerem ve diğerleri harekete geçmek için yavaş yavaş restoranda toparlanırken Şebnem'de bugün buradan kurtulacak olmanın verdiği sevinçle aşağıya inmişti. Etrafa şöyle bir göz gezdirip yemek odasına doğru gittikten sonra anne ve babasına gayet sempatik bir şekilde "Günaydın" deyip aynı Nurten Hanım'a yaptığı gibi yanaklarından öpünce haliyle Zuhal Hanım'da eşi gibi çok şaşırmıştı. Bu kıza bir gecede ne olmuştu böyle?

"Kızım..."

"Efendim anneciğim"

"Anneciğim mi?"

"Evet ne oldu?"

"Hiç... Sen iyi misin kızım? Yani ateşin falan yok değil mi?"

"Yok anneciğim çok iyiyim. Hatta hiç bu kadar iyi olmamıştım"

Şebnem bunu söylerken gülümseyip bir yandan da tabağını doldururken Fikret Bey'de eşine yan gözle bakıp her şeyin yolunda olduğunu düşünerek tebessüm etti. Evet Şebnem'e göre bir şeyler yoluna girecekti ama bu maalesef onlar için bu söz konusu bile değildi. Kahvaltı sonrası Fikret Bey şirkete gitmek için evden ayrılmış Zuhal Hanım'da Şebnem ile beraber salona geçmişti. Kızındaki bu yersiz mutluluk neden kaynaklanıyor gerçekten merak ediyordu. Annesi onun bu kadar keyifli olmasına bir mana veremezken Şebnem gayet rahat bir tavırla sehpadaki dergileri önüne çekmiş okurken de ara sıra Zuhal Hanım'a bakıp gülücük göndermeye başlamıştı.

"Şebnem..."

"Efendim anne?"

"Bakıyorum dünün aksine bugün yüzün gülüyor kızım"

"Mutlu uyandım"

"Mutluluğunun bir sebebi var mı?"

Şebnem kısa bir an düşünüp duruma uygun hareket ederek "Bir şeyler kafamda daha da netleşti diyelim" dediğinde annesi önündeki dergilerden birini alıp sayfalarını karıştırarak bu netleşmenin hangi konuda olduğunu sordu. Acaba Şebnem Okan hakkında düşündüğü tüm olumsuz şeylerin artık geri dönüşü olmayacak şekilde netleştiğini söylese miydi? Tabii ki hayır!

Şebnem ağzından Okan ile ilgili pek de hayırlı şeyler çıkmayacağını bildiği için yüzünde tatlı bir gülümseme ve heyecanlı bir ifadeyle aslında tamamen Kerem'i düşünüp annesine de Okan'dan bahsediyormuş gibi hissettiklerini anlatmaya başladı. Annesi de onu şaşkınlık içinde dinliyordu. Kadın nereden bilsin kızının gönlünde yatan gerçek aslanı değil mi?

"Dün gece fark ettim ki öyle gözükmemeye çalışsa da aslında bana benden bile daha çok değer veriyormuş. Beni koruyup kolluyormuş. Ara sıra daha doğrusu çoğunlukla bana kızsa da aslında beni ailesinden biri gibi görüyormuş. Bence beni gerçekten seviyor. Tabii umarım bu benim anladığım manada olan bir sevgidir çünkü değilse ne yaparım bilmiyorum"

"Şebnem..."

"Efendim?"

"Kızım sen hani başkasını seviyordun? Ne oldu yine Okan'ı sevdiğine mi karar verdin?"

"Ne Okanı'ı? Aaa evet Okan! Şey... Aslında öyle biri yoktu. Sadece seni kızdırmak için söyledim ama dün gördüm ki Ker... Yani Okan benim bu hayatı birlikte yaşamak isteyeceğim tek kişi"

Bunu söylerken bile Şebnem'in midesi bulanmıştı. Iyyyy! Okan ile bir hayatı beraber geçirmek mi? Ölüp ölüp dirilirdi daha iyi! Zuhal Hanım kızının ağzından duyduğu şeylere çok şaşırmıştı ama Şebnem'in ne kadar hızlı karar değiştirebileceğini bildiği için de bunun altında çok da bir anlam arama gereksinimi duymamıştı. Bir süre sonra her ikisi de ellerindeki dergileri okurken dalıp gitmişti.

Şebnem'in de sesi soluğu çıkmıyordu çünkü dergideki ilişki testini çözmeye odaklanmıştı. Sorulara Kerem'in tepkilerini düşünerek cevap verirken tam sonucu öğrenmek için hesaplamalara geçmişti ki Zuhal Hanım'ın telefonu çalmaya başladı. Annesi konuşurken modaeviyle alakalı bir durum olduğunu anlayan Şebnem de tüm dikkatini konuşmaya vermişti. Zuhal Hanım telefondaki kişiye saat 13:00 gibi beklediklerini söyleyince Şebnem saate bakıp önündeki testinde cevabını okuyamadan sayfayı yırtıp yanına alarak duş alma bahanesiyle odasına çıktı. Maksadı hemen Kerem'i durumdan haberdar etmekti. Bu bilgilendirici mesajı Kerem'e gönderdikten sonra da geri sayım başlamıştı. Şükürler olsun ki bir kaç saat sonra buraya sonsuza kadar elveda diyebilecekti.

Kerem de mesajı alır almaz herkesi ayaklandırmıştı. Önce Samet aranmış ve daha önce konuştukları bölgeye gitmesi istenmişti. Hemen arkasından da Ümit ile Aslı Kerem'in arabasıyla çıkmış gelinliği ele geçirebilmek için aracın geçeceği yola birlikte pusu kurmuşlardı. Plan basitti. Amaç arabayla ufak bir kazaya sebep olmak ve modaevi çalışanlarını da olabildiğince uzun süre orada tutabilmek için tüm çığırtkanlıkları yapmaktı. Tabii Samet onları oyalarken Aslı ile Ümit'te arabadan gelinliği çalıp Kerem ve Fiko ile buluşacakları noktaya getirecekti.

Bayrak yarışı da an itibarıyla start vermiş ve ilk ekip ellerinden geleni yapmaya başlamıştı. Ancak onların gelmesini bekleyen Kerem'in içi hiç rahat değildi ve durduğu yerde de duramıyordu. O gelinlik olmadan Çetiner malikanesine girmek mümkün değildi. Bu yüzden planın bu kısmında muhakkak başarı sağlanmalıydı. Ama şu an planları tıkır tıkır işliyor ve ilk ekip resmen harikalar yaratıyordu. Stres içinde onlardan bir haber gelmesini bekleyen Kerem yolun ortasında seri adımlarla volta atarken Şirin ile baş başa kalan Fiko'da çok farklı duygular içerisindeydi. Heyecanlanıp bayılır diye yüzüne bile bakamıyordu güzeller güzeli Peri Kızı'nın...

"Fiko Bey... Şey ben de size Fiko Bey diyebilirim değil mi?"

"E... Ee... Elbette! İstersen Fik bile diyebilirsin"

"Efendim?"

"İstediğini diyebilirsin Peri Kızı"

"Peri Kızı mı?""

"Yani Şirin demek istedim"

Bu diyalog Şirin'i gülümsetmiş haliyle onu izleyen Fiko'da tebessümüne engel olamamıştı. Şirin ara sıra süzdüğü Fiko'ya az önce söylemek istediği şeyi açıklamak için söze girip "Bence peruk takarak risk almamalısınız. Eğer kayarsa zor durumda kalırsınız ve bu da bizden şüphe duymalarına yol açabilir. Ayrıca..." dedi ve sustu. Fiko merakla "Ayrıca ne?" diye sorup devamını duymak isteyince de Şirin bir hayli utanarak "O doğal ve karizmatik halinizle size güvenmelerini daha kolay sağlarsınız" dedi. Karizmatik mi dedi o? Fiko kaykılsa mı acaba? Ama arkasında onu tutacak biri de yok ki.

Fiko gözleri ışıl ışıl bakarak "Sahi mi? Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" dedikten sonra Şirin'in karşılık olarak "Evet ama yine de siz bilirsiniz tabii. Sadece ben o halinizi tercih ederdim" demesiyle birlikte aşka gelerek hiç düşünmeden kafasındaki peruğu tuttuğu gibi fırlatıp attı. Aah! Keşke havalanan peruk inişini o an dört dönen Kerem'in kafasında tamamlamamış olsaydı. Ooops!

"Fikoo!"


O an Şirin ile tatlı tatlı göz teması kuran Fiko'nun hiç de Kerem'i duyacak hali yoktu doğrusu. O Peri Kızı'nı hayran hayran izlerken Kerem yanına gelip omzunu dürtünce hafiften düşer gibi olup arkadaşının tutmasıyla tekrardan doğrularak "Ne oldu Kerem? Sarı çıyanı almaktan vaz mı geçtin yoksa? Bence de bu kadar uğraşa değmez. Hadi gidelim" deyiverdi. Tam giderken Kerem yakasından yakalayıp "Az önce Aslı aradı. Her şey yolunda birkaç dakika içinde burada olacaklar" dedi. Gerçekten de Aslı ile Ümit büyük bir hızla yanlarına ulaşmıştı. Kerem ve diğerini de aldıktan sonra hiç vakit kaybetmeden hem arabada neler olduğunu konuşup hem de Çetiner malikanesine doğru yola çıktılar.

•●●·٠•●●•٠·

Onlar gelirken Şebnem'de odasında çarşaflarının ucunu bağlayarak bir yandan da dokuz doğuruyordu. Bunca zamandır ilk defa ayaklarının bağı çözülmüş gibiydi. Eğer Kerem onu oradan çıkarmayı başaramazsa ailesinin alacağı üst düzey önlemlerle Şebnem'i bir daha hiçbir güç oradan çıkaramazdı. İşte o zaman Şebnem'in de hiç ümidi kalmazdı. Her şey biterdi.

Bağlanan çarşafları kolayca alabilmek için yatağının altına tıktıktan sonra telefonuna gelen mesaj bakınca heyecanı da iyice tavan yapmıştı. Kerem geldiklerini ve birazdan kapılarında olacaklarından bahsediyordu. Şebnem şaşırmıştı. İyi de neden ön kapıdan geliyorlardı ki? Hani onu bu evden Rapunzel gibi kaçıracaklardı? Şebnem telefonu kaçarken yanına alacağı çantasına atarken Terzi Şuayip ve çakma ekibi ellerinde gelinlik kılıfıyla tek tek kapının önüne dizilmişti.

Fiko rolüne iyiden iyiye girip yandan bir bakış attığı Şirin'e kapı ziline basabileceği işaretini verdikten sonra modacı duruşunu alarak kapının açılmasını beklemeye başladı. Aslı da onun bu halini gördükçe sırıtıyordu ama bu gülüşler Kerem'den gelen "Sessiz ol!" uyarısıyla baskılanıyordu.

İşte beklenen anda gelmişti. Kapı evin güler yüzlü çalışanı tarafından açıldıktan sonra gelinliğin geldiği anlaşılmış ve hemen içeriye davet edilmişlerdi. Kadın onları antrede tutup kısa bir süre bekleteceğini söyleyerek Zuhal Hanım'a geldikleri haber vermeye giderken başta Kerem olmak üzere herkesin gözleri evin içini fıldır fıldır gezinmeye başlamıştı.

Kerem yukarıdan hızla yaklaşan ayak seslerini duyup merdivenlere doğru bakarak "Şebnem geliyor" derken salon kapısında da Zuhal Hanım görülmüştü. Sert bakışları tek tek üzerlerinde geziniyordu. Modaevi çalışanlarını yakinen tanıdığı için doğal olarak bu insanların kim olduğu hakkında en ufak bir fikir sahibi bile değildi. Şaşırsa da bunu belli edemeyip "Siz de kimsiniz? Hümeyra nerede o neden gelmedi?" diye sorduğu anda merdivenlerden hızla inen Şebnem'de boynuna atmamak için kendisini zor tuttuğu Kerem ile göz göze gelip yüzündeki tatlı ifadeyle ona bakıp kalmıştı.


Şu an tek istediği şey Kerem'in elinden tuttuğu gibi kendisini bu evden çıkarması ve bir daha da kimsenin onu geri almaya cesaret edememesiydi. Bakalım Kerem bunu başarabilecek miydi?

•●●·٠•●●•٠·˙

17.Bölümün Sonu 

Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Geçmisin Gölgesinde / 10.Bölüm (Yazan : NK)

10. Bölüm : Yağmur... Nevin Hanım sabah saatlerinde gelen telefonun ardından endişeyle ablasının yanına gitmişti. Nergis Hanım'ın doktor...