8. Bölüm : Baba sen ne yaptın bu insanlara?
Ela'nın bu beklenmedik sözleri Tolga'yı derinden etkilemişti. Genç kızın gözlerine bakarken ona bir şeyler söylemek istiyor ama doğru kelimeleri bir araya getirecek gücü kendinde bulamıyordu. Aslında kendisini zorlamasına da gerek yoktu. Ela neler hissettiğini ve şu an ne durumda olduğunu anlayabiliyordu ve bunu da ona "Bir şey söylemek için kendinizi zorlamayın çünkü gerek yok. Emin olun suskunluğunuz bile bana yeterince şey anlatıyor" diyerek belli etmişti.
Bu cümle Tolga'nın içine işledi. Tıpkı daha önceki sözleri gibi... Açık konuşmak gerekirse eğer Tolga'ya eşini kaybettikten sonra hiç kimse bu kadar yüreğine dokunan laflar etmemişti. Sevdiği kadının acısını zorlukla da olsa içine gömmeye çalışırken yanında olan herkes ona ucu ölenle ölünmez hayatına devam etmelisine gelen sözler sarf etmişti. Her biri acısına bir perde çekmeye çalışmış ama hiçbirinin gerçekten onun kaybına saygı duyan bir dokunuşu olmamıştı.
Oysa Ela farklıydı. Onun sözleri Tolga'nın içinde uzun zamandır yalnız başına taşıdığı acıya usulca dokunmuştu. Bastırması unutması ya da görmezden gelmesi için değil o acının varlığını kabul edip onunla baş edebilmesi için... Yani Ela onlar gibi yapmak yerine acısını gerçekten önemsediğini ve sarf ettiği sözlerle bu acıyı hafifletmeye çalıştığını Tolga'ya çok net hissettirmişti.
Ela'nın sözlerinin ardından oluşan sessizlik yine huzurla doluydu. Bu sessizlik konuşamamanın değil konuşmaya gerek duymamanın hafifliğini taşıyan bir sessizlikti. Sözlerin yerini artık bakışları nefes alışverişleri ve kalp ritimleri almıştı. Bu öyle bir andı ki duygular savunmasızdı ama aynı zamanda güvendeydi. Çok önemli bir şeydi bu...
"Ela! Makarna nerede kaldı kızım?"
Nevin Hanım'ın seslenişi ikisinin de bakışlarını birbirinden uzaklaştırmıştı. Başka zaman olsa bu bakışın üzerinde ellerini kollarını nereye koyacaklarını şaşırıp telaşlanabilirlerdi ama şimdi öyle bir şey olmamıştı. İkisi de son derece rahattı birbirlerine karşı.
Ela masadakileri bekletmemek adına içinde makarna bulunan büyük tabağı alıp Tolga'nın yanından geçerken aniden durdu. Sanki bir şey söylemek istiyor gibiydi ama sonra "Geliyor musunuz?" diyecekken aniden vazgeçti. Kendisini Tolga'nın yerine koymuştu da belki de bu yoğun duyguların üzerine sıcağı sıcağına kalabalığın içine girmek değil biraz tek başına kalıp toparlanmak isteyebilirdi. Doğru da düşünmüştü. En nihayetinde duraksasa da hiçbir şey demeden sessizce dışarıya çıktı.
Tolga onun ardından eliyle tezgahtan destek alarak bir süre kendi sessizliğiyle baş başa kaldı. Ela'nın o sade ama derinlikli bakışı hâlâ gözlerinin önünde insanın içini okuduğunu hissettirdiği sözleri de kulaklarındaydı. Gözlerini yumup birkaç saniye öylece durdu. İçinde bir denge yakalamaya çalışıyor olmalıydı. Kendisinde yeterli gücü bulunca masadakiler tarafından merak edilmemek için kendini toparlamaya çalıştı. Ekmek sepetini eline aldı ve ağır adımlarla mutfaktan çıkıp bahçe tarafına geçti.
Bahçeye adım attığı anda Ela onun gelişini sezmişçesine omzunun ucundan Tolga'nın geliş yoluna doğru bakmıştı. Aynı şey Tolga için de geçerliydi. O kalabalık masada sanki sadece Ela'yı görüyor gibiydi. Herkes yok olmuş sadece o kalmıştı. Bu yüzden de bahçeye geldiği anda göz göze gelmeleri de kaçınılmaz oldu.
Ela'nın uzun sürmeyen ama sessiz sedasız "Yalnız değilsin ben buradayım" diyen bakışı ikisinin de yüzünde belli belirsiz bir tebessüme neden olurken onları izleyen Buğra da çatık kaşlarının gölgesinde kalan bakışlarını önce Ela'ya sonra da yavaşça Tolga'ya çevirdi. Zaten bu bakışları fark etmesine de Ela'nın sezgisel hareketi neden olmuştu. İçeride her ne olduysa belli ki aklı Tolga'da kalmıştı ve gelişini heyecanla bekliyordu. Keyfi kaçmıştı. En başından beri Ela ile ikisinin arasında farklı bir iletişim olduğunun farkındaydı. Ne yalan söylesin bu durumdan da çok rahatsız olmuştu. Bu adamın varlığı canını fena sıkıyordu da derdini anlatamıyordu bir türlü.
Tolga yanlarına geldikten sonra yüzünde hafif bir tebessümle ekmek sepetini herkesin ulaşabileceği bir şekilde masaya bıraktı. Nevin Hanım'ın mahcup olmuş gibi "Size de zahmet oldu kızlar getirirdi" demesine karşılık Tolga önce kibarlığı elden bırakmadan "Sizin yaptıklarınızın yanında lafı bile olmaz" dedi sonra da az önceki yerine geçip oturdu. Elçin de onu iyi görünce rahatlamıştı. Masadan giderken sarsılmış görünüyordu ama döndüğünde sanki sihirli bir değnek değmiş gibi toparlamıştı.
Herkes eksiksiz bir şekilde masada yeniden buluşunca tabaklar elden ele gezinmeye başlamıştı. Yazık Mine de Nevin Hanım'ın her kaş göz işaretine ayaklanıp mezeleri oradan oraya uzatmaya çalışıyordu. "Oh ne âlâ" diyordu içinden. Yelda Hanım assolist gibi oturmuş hizmet bekliyor Ela Hanım deseniz ooo dalmış gitmiş aklından kim bilir neler geçiyor bu Buğra Efendi de belli ki yine Tolga'ya gıcık kapmış ona tip tip bakarak sinirle tabağındakileri yiyordu. Kimse de demiyordu "Mineciğim senin boyun fındık kadar uzanamadığın bir şey varsa söyle biz verelim" diye.
Mine'nin durumu böyleyken Tolga masadaki keyifli sohbete katılmaya çalışsa da Ela'nın sözleri zihninde döndükçe bunu yapmakta zorlanıyor gözü de istemsizce ona doğru kayıyordu. Ela ise denk geldikleri anlarda artık gözlerini ondan kaçırmadığı gibi aralarındaki görünmez mesafeyi de tamamen kaldırmış gibiydi. Şüphesiz ki ikisinin de birbiriyle daha uzun konuşmaya ihtiyacı vardı ama şu an bunu sözsel olarak değil bakışlarıyla yapmaya çalışıyorlardı.

Bu durum ikisini göz hapsine alan Buğra için dayanılmaz bir hâl almaya başlamıştı. Onların birbiriyle buluşan bakışlarını fark ettikçe iletişimlerini bozmak için elinden geleni yapıyor ve hemen araya girip ya Ela'dan tuz isteyip dikkatini kendisine çekiyor ya da bir şeyler sorup kendisinde kalmasını sağlıyordu. Ancak bu çabalar ne Ela'nın içindeki sıcaklığı Tolga'dan uzaklaştırabiliyor ne de Tolga'nın genç kıza karşı olan dikkatini dağıtabiliyordu. Buğra ise istediğini başaramadıkça Tolga'ya bulaşıp onu bir şekilde kapı dışarı etme isteğiyle dolup taşıyordu. Yapamıyordu ya en çok da o geriyordu onu.
........::::::::____::::::::........
Saat ilerlemiş yemekler yenilip tatlılarla servis edilen mis kokulu kahveler içilmişti. Artık ev sahiplerine bu güzel gece için teşekkür edip oradan ayrılma vaktiydi. İlk atılım da Nezaket Hanım ile Hulki Bey'den gelmişti. Malum Hulki Bey yaşını başını epey almış biriydi ve sabah erkenden uyanıyor haliyle geç vakitlere kadar uykusuz kalamıyordu. Onlar kalkınca Elçin ile bakışan Tolga da arkadaşından onayı alır almaz kalkmak için izin istemişti. Tabii onların ardından da Ferda Hanım ayaklanmıştı.
Kapı önüne geldiklerinde herkes çok güzel bir akşam olduğunu söyleyerek Ela ve Nevin Hanım ile vedalaşmaya başlamıştı. Nevin Hanım yakın bir zamanda tekrardan bir araya gelmeyi teklif ederek geldikleri için teşekkür ederken Elçin ile Ela sarılıp ayrılmış sıra da Tolga'ya gelmişti. Ancak bir sorun vardı. O kargaşanın içinde bir türlü birbirlerine ulaşacak anı yakalayamıyorlardı. Haklı olarak uzaktan uzağa kuru bir "hoşça kalın" ile vedalaşıp ayrılmak da içlerine sinmiyordu.
Ela ne yapsam ne etsem düşünceleri arasında bakınırken şans yüzüne gülmüş ve Yelda ile Emre'nin önlerinden aniden çekilmesiyle de sonunda Tolga ile karşı karşıya gelebilmişlerdi. Bu anı ikisinin de gözettiği o kadar belliydi ki. Birbirlerine bakarak aynı anda ellerini uzattıklarında yumuşacık bir dokunuşlar buluştu elleri. Tolga tüm samimiyetiyle "Çok özel bir akşamdı" dedi her şeyden ziyade yaptıkları konuşmayı kastederek. Ela aynı gülümseyişle onu onaylayıp hemen ardından da "Geldiğiniz için teşekkür ederiz. İyi geceler Tolga Bey" dediğinde araya hemen Buğra girmiş ve "Yarın görüşürüz Ela" diyerek bir anda Ela'ya sarılmıştı. Alttan alta Tolga'ya "Ona yakın olan benim sen değilsin" der gibiydi.
Tolga rahatsız olmuş gibi bakışlarını üzerlerinden çekip Nevin Hanım'ın yanına yaklaştıktan sonra "Her şey için çok teşekkür ederiz. Hoş sohbetiniz ve kusursuz ev sahibeliğiniz bir yana yemekleriniz de bir harikaydı. Ellerinize sağlık" dedi ve sıcak bir vedalaşmanın ardından Elçin ile beraber oradan ayrıldı. Şimdi de Ela onların gidişine bakıp içten içe "Keşke herkes gitse de bir tek o kalsa" diyordu. Tolga'nın da dediği gibi bu gece ikisi için de çok özel olmuştu.
Ela kolunu teyzesinin omuzuna sarmış misafirleri gözden kaybolana kadar da kapı önünde kalarak onlara el sallamıştı. İçinde de anlam veremediği hoş bir his vardı. Adını bir türlü koyamıyordu ama sanki enerjisi yükselmiş ve geceye en baştan başlayabilirmiş gibi hissetmişti. Tabii böyle bir şey mümkün değildi. Artık kısmet başka bir akşama demek durumundaydı. Misafirleri geçirdikten sonra Ela içeriye girip etrafı toparlarken Nevin Hanım da ona yardım etmek için yanına geldi. Onun da bu geceden çok hoşnut kaldığı belliydi.
"Ne kadar güzel bir geceydi değil mi Elacığım?"
"Evet teyze çok eğlendim. Umarım yakın bir zamanda tekrar etme şansımız olur"
"Yeni arkadaşlarınız Tolga ile Elçin de çok nazik insanlar. Hiç öyle burnu büyük kişiler değiller aksine saygılı oldukları kadar samimilerdi de. Gerçi Yelda'nın düğününde de Tolga ile kısa bir an sohbet etme fırsatım olmuştu. Çok efendi birine benziyor"
"İkisi de öyleler gerçekten"
"Özellikle Tolga buraya epey adapte olmuş gibi. Hulki Bey ile de araları iyi galiba"
"Buraya taşındığı gün tanışmışlar. Hulki amcayla Nezaket teyze de çok sevmiş onu"
"Fotoğrafçılık yaptığını söylemiştiniz"
"Evet. Hulki amca daha önce aile şirketlerinde çalıştığını ama asıl mesleğinin fotoğrafçılık olduğundan bahsetmişti"
Ela yastıkları kabartırken Tolga'yı düşünerek hoş bir tebessümle dalıp gidince Nevin Hanım da endişelerini hissettirmeden "Tolga eşinin mevzusu geçse de ailesinden pek bahsetmedi. Neden acaba?" dedikten sonra Ela'nın "Evet o konuda pek konuşkan biri sayılmaz sanırım" demesiyle de "Sen nerede oturuyor demiştin Ela?" diye sordu. Nerede mi oturuyor?
Ela teyzesinin neden Tolga hakkında sorular sorduğuna bir anlam verememişti. Elçin'i de sorsa tamam ama sadece Tolga'nın bahsini açması onu şaşırtıyordu. Düşünceli hali yüzünden okunur bir halde Nevin Hanım'a bakıp "Ben sana daha önce nerede oturduğunu söylememiştim ki" dedi. Söylememişti ama Nevin Hanım da ağzından laf almaya çalışıyordu işte.

Nevin Hanım ister istemez Ela'nın kafasını karıştırmıştı. Hatta karıştırmaya da devam edecek gibiydi çünkü bu sefer de Tolga'nın soyadının ne olduğunu sordu. Ela bunu daha önce ne Tolga'ya ne de bir başkasına sormadığı için hiçbir şey diyemeden öylece kalınca da "Hmm... Hakkında pek de fazla bir şey bilmiyorsunuz yani" dedi. Ela öylece duruyordu. Gerçekten de bilmiyordu. Nevin Hanım daha fazla uzatmayıp "Neyse canım öğrenirsiniz daha yeni tanıştınız zaten" dedi ve iyi geceler diledikten sonra önce mutfağa sonra da odasına gitti. Ardından düşünceli bir şekilde bakan Ela ise birkaç saniye geçtikten sonra etrafı iyice toparlayıp dalgın bir halde odasına çıktı. Teyzesinin sorularına cevap bulma isteği duymuyor da değildi doğrusu.
........::::::::__ERTESİ GÜN__::::::::........
Ela çalan alarmını kaçırdığı için biraz geç uyanmıştı ve alelacele giyinip hemen odasından çıkmıştı. Teyzesine sesleniyordu ama bir cevap alamıyordu. Hızlıca evi dolandıktan sonra da Nevin Hanım'ın evde olmadığına iyice kanaat getirmişti. Erkenden çıkmış olmalıydı ki öyleydi de.
Nevin Hanım gelen telefon sonrası ablasının yanına gitmek için evden ayrılmış gitmeden önce de Ela'ya bir not bırakıp kahvaltı masasının üzerine bırakmıştı. Aceleden notu fark edemeyen Ela da bir yandan saçını düzeltip bir yandan da evden çıkarak kapıyı kapattı. Merdivenleri hızla inip bahçe kapısını açarak çıktıktan sonra gözüne kenarda kilitli bir halde duran bisikleti çarpmıştı. Bisikletinin çiçekler ile sarmalanmış olması da onu oldukça şaşırtmıştı. Kim yapmıştı ki böyle bir şeyi?
Meraklı gözlerle bunu yapanın hâlâ orada olup olmadığını anlamak için etrafına bakarken bisikletinin yanına gelip üzerine sıkıca iliştirilmiş kağıdı eline aldı. Birazdan kimin yaptığını anlayacak ve kalbi her zamankinden farklı atmaya başlayacaktı.
"Artık yapayalnız hissetmiyorum
Teşekkürler"
Tolga'dan peşi sıra gelen bu zarif hareketler Ela'yı yavaş yavaş kendisine doğru çekmeye başlamıştı. Yüzünde oluşan hoş tebessümle elindeki kağıdı ikiye katladıktan sonra eğilip çiçeklerin kokusunu içine çekti. Harika kokuyorlardı. Hatta şimdiye kadar hiçbir çiçeğin bu kadar güzel koktuğuna şahit olmamıştı. Ee! Böyle durumlarda çiçeğe değil gönderene bak demek gerekirdi. Çiçeklerin içinden bir tane gonca seçip eline aldıktan sonra gözü sürekli bisikletine doğru kayarak yavaş adımlarla oradan uzaklaşmaya başladı. Aa! Mutlu mu olmuştu ne...
O sıralarda Tolga'nın da işi başından aşkındı. Sabah çok erken bir saatte başladıkları çekimde ışık yüzünden teknik bir aksaklık yaşanıyordu. Bir süre düzelmesini bekledikten sonra herhangi bir değişiklik olmayınca da saatine bakıp Elçin'e isterse oteline gidip dinlenebileceğini sorun düzeldikten sonra ona haber verebileceklerini söyledi.
Kısa süre sonra Elçin eşyalarını toparlayarak oradan ayrılmıştı ama arkasından yetişen Tolga onu hemen durdurup kendisinin de eve döneceğini ve geçerken onu da oteline bırakabileceğini söylemişti. Elçin kabul etmişti çünkü taksi ile gitmektense arkadaşı ile gitmek ona daha keyifli gelmişti. Böylelikle onu biraz Ela konusunda da sıkıştırabilirdi.
Birlikte arabaya geçip yola çıktıklarında Elçin sessiz kalan Tolga'nın bitkin ifadesine bakarak "Yorgun görünüyorsun" dedi. Gözüne uyku girmemişti de ondan. Tolga yola bakarken gece pek uyuyamadığını söyleyince de "Akşam gerçekten iyi idare ettin. Bir an herkesten izin isteyip geceyi sonlandırarak kalkabileceğini bile düşünmeye başlamıştım" dedi. Eşinin mevzusunun açıldığı andan bahsediyordu.
"Doğru zaten yapmazdın. Şu adam... Adı neydi? Burak..."
"Ah evet! Senden pek hoşlanmıyor galiba"
"Bunu da nereden çıkardın?"
"Farkında değilmişsin gibi yapma"
"Senden de hiçbir şey kaçmıyor Elçin"
"Kaçacak gibi değildi ki bütün gece gözü üzerindeydi. Sanki hata yapmanı beklermiş gibi bir hali vardı. Evet evet... Senden hiç hoşlanmıyor"
"Öyleyim galiba. Sen Ela ile mutfaktayken masaya bir türlü adapte olamadı. Gözü sürekli kapıdaydı. Yani ortamda masadaki güzel yemeklerin haricinde aşk ve kıskançlık kokusu da vardı sanki"
"Kork tabii çünkü işin içine senin de karıştığın bambaşka kokular da aldım"
"Burnunda bir problem olmasın sakın"
"Yo yeni yaptırdım hiçbir problem yok. Ama itiraf etmem gerekirse..."
"Bence etme çünkü otelinize geldik Elçin Hanım"
Tolga'nın şansı bu sefer yaver gitmişe benziyordu. Elçin araçtan çıkıp camdan kendisine bakan Tolga'ya esprili bir şekilde "İyi kurtardın ama konuşmamız henüz bitmedi haberin olsun" dediğinde Tolga da gülümseyip sorun halledildiğinde onu arayacağını söyleyerek kendi evinin yolunu tuttu. Bu konuyu bıçak gibi kesip atmıyor ve ciddi şekilde kızmıyor oluşu Elçin'e düşüncelerinde haklı olduğunu düşündürüyordu. Ela ona göre Tolga'nın üzerindeki matem havasını yok edebilecek biriydi. Hissetmişti bunu.
........::::::::____::::::::........
Tolga evinin önüne gelip aracını park ederken karşıdaki evin önünde Hazal'ın arabasını fark etti. Anlık bir düşünce sonrası da bunu fırsat bilip hemen aracından çıktı ve o tarafa doğru yaklaşarak kapıyı tıklattı. Bir yandan da gerilmişti çünkü nasıl bir viraneyle karşılaşacağını bilmiyordu.
Çok geçmeden önce konuşma sesleri geldi sonra da kapı içeride çalışan bir usta tarafından açıldı. Adam Tolga'yı geçen seferki karşılaşmadan hatırlamıştı. "Hoş geldiniz Tolga Bey" dediğinde koridorun başında duran Hazal bu sesle birlikte başını onların yönüne çevirip gelenin Tolga olduğunu görmüş ve onu "Hoş geldin Tolga! Gelsene" diyerek içeriye davet etmişti. O sırada ustayla selamlaşan Tolga bu davet üzerine içeriye girip Hazal'a selam verirken bir yandan da dikkatle etrafı inceliyordu. Duvarlar yerler tavanlar kısacası evin her yanı felaket haldeydi. Bir an gözünde burayı alevler içinde bırakan yangının eve yayılışı canlanmış ister istemez de içi ürpermişti.
İşini bitiren Hazal ise çatık kaşlarla içeriyi inceleyen Tolga'nın yanına gelip "Yakında bu korkunç görüntüden eser kalmayacak merak etme" dedi. Genç adamın gözleri içindeki kasveti birebir yansıtıyordu. Tolga yüzü asık bir halde "Umarım öyle olur" demekle yetinmişti. Sesindeki titreme de düşüncelerinin ağırlığından kaynaklanıyordu.
Tolga umutsuz bir halde "Bu ev nasıl yaşanır bir hale gelebilir ki?" diye düşünmeden edememişti. Hazal'ın yeteneklerine güveniyordu elbet ama evin hali de ortadaydı. Şu ana kadar kendi kendisine yıkılmadığına şükretmeliydi.
Hazal onu sessizce gözlemlerken içindeki öğrenme istediğini hissetmiş gibi "Bu evin hikayesini biliyor musun? Yani bu hale nasıl geldiğini..." dedi. Duymuştu bir şeyler ama yeterli değildi. Tolga'nın bildikleri üzerine fazla renk vermeden "Kısmen biliyorum ama senden de dinlemek isterim" demesiyle Hazal yakın zamanda öğrendiklerini ona da anlatabileceğini söyledi
Hazal'ın gözleri boşluğa bakarken dalıp gitmişti. Kolay değildi burada yaşananları aktarmak. Kısacık bir bekleyişin ardından derin bir nefes aldı. Anlatmaya "Burada genç bir aile yaşıyormuş. Kadının... Yani Nergis Hanım'ın güzelliği dillere destanmış. Bir bakan bir daha bakarmış buradakiler öyle söylüyor" diye başladığında Tolga da söyleyeceklerine odaklandığı için sessizleşmişti. Duyduklarını gözünde canlandırıp yıllar önce yaşanan bu hazin olayı anlamaya çalışıyordu.
Hazal anlatmaya devam edip "Bu arada eşi de o dönemler buranın tanınmış ailelerinden birinin oğlu. Çiftin küçük de bir kızları varmış..." deyince Tolga bu defa sessiz kalamamıştı. "Küçük kıza ne olmuş?" diye sorarken tanımadığı biri için ne kadar endişelendiği sesinden bile belli oluyordu. Tabii Hazal'ın onun içini rahatlatacak bir cevap vererek "Kız hâlâ burada yaşıyor. İzmir'de..." demesi rahatladığını da bakışlarına yansıtmıştı. Yine de "İyi mi yani?" diyerek emin olmak istedi. Hazal'ın yüzünde buruk bir tebessüm olmuştu.
"Evet gayet iyi hatta anladığım kadarıyla buralarda çok da sevilen biri. Neyse... Kadının kocası bir gün eve çok sinirli bir halde gelmiş. Yolda selam verenleri bile gözü görmemiş. Sonra aynı günün gecesi evde yangın çıkmış. Bana bunu anlatan kadın annesinin yangının başlangıcını odasından gördüğünü ama çok yaşlı ve hasta olduğu için herhangi bir müdahale de bulunamadığını söyledi. Sadece camı açıp "Yangın!" diye bağırarak komşuların duyması için çabalamış. Sonra karanlığın içinde birinin koştuğunu görmüş. Yani Vedat Bey'i... Bunu biliyor muydun?"

Tolga bu duyduklarıyla ne düşüneceğini bilememişti. Şaşkınlık ve "Neden orada ki? sorusunun verdiği belirsizlik arasında sıkışıp "Babam mı?" derken sesi titriyordu. Ama sonrasında başını olumsuzca sallayarak "Hayır bilmiyordum" dedi. İçindeki karmaşayı bir kenara itmeye çalışsa da babasının bu olaydaki yeri onu ister istemez huzursuz ediyordu. Hazal böyle bir detayı bilmemesini anlayamamıştı.. Evlerinde bu konunun detayları pek paylaşılmamıştı herhalde. Tolga duyacakları konusunda daha da meraklanırken Hazal da konuşmasına devam etti. Aslında Tolga'nın bilmediği o kadar çok şey vardı ki...
"Yaşlı kadın Vedat Bey'in koşarak geldikten sonra bir süre anlamsızca orada beklediğini görmüş. Hiçbir şey yapmadan sadece evi izlemesini garipsemiş tabii. Hatta penceresinden seslenip bir şeyler yapması için çırpınmış ama Vedat Bey onu duymamış"

Bu detay Tolga'ya çok ağır gelmişti. Evin o halini hayal ediyor içeridekilerin çaresizliğini anlamaya çalışıyor küçük kızı düşünüyor ve babasının bu tepkisizliğini kabul edemiyordu. Orada durup nasıl yardım etmeye çalışmaz? Vicdan sahibi olan herkes düşünmeden yardıma koşardı böyle bir durumda.
Hissettiği hayal kırıklığıyla "Nasıl yani? Babam hiçbir şey yapmadan sadece evin yanışını mı izlemiş?" dediğinde Hazal sorusuna başını iki yana sallayarak cevap verip sözüne de "Şok anı olmalı. Kadın öylece dururken bakışlarını evin çatı katına doğru kaldırdığını ve camda küçük kızın korku içinde bağırdığını görünce de hiç tereddüt etmeden içeriye girdiğini görmüş" diye devam etti. Neyse ki bu Tolga'ya rahat bir nefes aldırmıştı yoksa babasıyla alakalı yaşayıp yaşayabileceği en büyük hayal kırıklığını yaşayacaktı.
"Kısa bir süre sonra da küçük kızla birlikte dışarıya çıkmış ve onu çimlerin üstüne yatırıp tekrardan içeri girmiş. Bu sefer uzun süre içeride kalmış. İnsanlar da evin önüne doluşup yangını söndürmeye çalışmışlar ama maalesef fayda etmemiş. Sonra kadın kapıda belirmiş. Nergis Hanım yani... Ağlayarak donuk bir ifade ile etrafa bakıyormuş. İnsanlar yangın sebebiyle şoka girdiğini düşünmüşler.
Hatta kadın kızının koşarak yanına gelip ağlaya ağlaya kendisini çekiştirmesine bile tepki vermemiş. Gözünden süzülen yaşlarla olduğu yerde donup kalmış. Sonra bir anda Vedat Bey evden koşarak çıkmış ve büyük bir hızla anne kızı evin önünden çekerek uzaklaştırmış. İşte o an ile beraber evin giriş katında büyük bir patlama yaşanmış. Ne yazık ki kadının kocası evden çıkamamış"
Hazal'ın anlattıkları Tolga'yı etkilediği kadar sarsmıştı da. Şaşırdığı nokta ise babasının bu olayda kahramanca bir davranış sergilemesiydi. Bunu gerçekten beklemiyordu. Annesi yani Ahsen Hanım'ın Vedat Bey hakkında anlattıkları ile örtüşmeyecek bir hareketti bu. İçindeki karmaşayı çözmekte zorlanıyordu. Nergis Hanım'ı sevdiği için bunu yapması normal geliyordu ama yine de kendisini anne kız için bu denli tehlikeye atması Tolga'yı oldukça şaşırtmıştı. Olduğu yerden içeriye bakınırken Hazal'a izin verirse eve biraz bakmak istediğini söyledi.
"Geçen gün ustalar bir yanlışlık yapıp sana bir kutu getirmişler sanırım"
"Kutu... Ah! Evet getirdiler. Evde duruyor"
"Onu geri alabilir miyim?"
"Elbette alabilirsin. Hatta sen hiç uğraşma ben sana yarın getiririm"
Tolga merdivenleri çıkarken bir yandan yaşananları hissetmeye çalışıyor diğer yandan da duvarlardaki yoğun is lekelerini ve el izlerini takip ediyordu. Bu izler tahmin edileceği üzere evin genelinde bulunuyordu. Her adımında sanki o anların ağır kokusu ve yangının sardığı sıcaklık havada asılı kalmış gibi burnuna çarpıyordu. Yangın sırasında bu evin içinde birilerinin olduğunu düşünmek tüyler ürpertiyordu. Hazal küçük kızın yukarıdaki pencereden seslendiğini söylemişti. Kim bilir o küçücük haliyle nasıl korkmuştu.
Ayakları onu en üst kata yönlendirmişti. Yani küçük kızın odasının olduğu söylenen kata. İstemsizce yapmıştı bunu. Kata geldiğinde tam ortada durdu ve olduğu yerden odalara şöyle bir göz attı. Aralık olan kapıya doğru yürüdüğünde buranın küçük kızın odası olduğunu anladı. Hazal kızın iyi olduğunu söylese de yine de içini bir hüzün kaplamıştı. Yanan eşyaların külünden kırılmış cam parçalarından ve simsiyah olmuş oyuncak kalıntılarından geçmişin kaybolan parçaları yükseliyordu. Gözleri odanın her bir köşesini turlarken içi paramparça olmuştu.
Odanın içinde adım adım ilerlerken kapkara olmuş kırık sandalyeyi ayağının ucuyla kenara çekti. Bunu yaptığında ortaya oyuncak bir at çıkmıştı. Şu anki haliyle ona oyuncak demeye de bin şahit lazımdı. Tolga duyguları birbirine girmiş bir halde eğilip bu küçük oyuncak atı eline aldı.
Kumaştaki yanık izleri onun yarattığı boşluktan görünen tahtanın simsiyah hali atın gözlerini ve burnunu oluşturan boncukların kopmuş olması her ama her şey onu geçmişe götürmüştü. Küçük kızın yaşadığı korkuyla haykıran sesi bağırışları hatta ağlayışları kulaklarında yankılandı. Gözleri istemsizce nemleniyordu. İçinde kopan fırtınayı susturmayı bir türlü başaramadı ve nefes alamadığını hissedince de oyuncak atı aniden elinden bırakarak odadan çıktı. Ardında sadece yanık kokusu ve o korkunç geçmişin acı veren hatıraları kaldı.
Burada olmanın kendisine bu kadar zor geleceğini düşünmemişti. Bu mezarı anımsatan yerin kokusunu içine çekmek gerçekten hiç iyi gelememişti ona. Bir süre evi gezdikten sonra aşağıya indi ve kendisini ağırladığı için Hazal'a teşekkür edip oradan ayrıldı.
O evden kendi evine doğru yürürken hâlâ yangın anını düşünüyordu. Bunu kolay kolay zihninden silebileceğini de sanmıyordu. Göğsüne çöken ağırlık eşliğinde evinin kapısını açıp anahtarı masaya bırakarak salona doğru gitti. Evin o halinden etkilenmediğini söylerse yalan söylemiş olurdu. Tamam içeride eşya namına pek bir şey yoktu ama sanki ev hâlâ o günün ruhunu içinde taşıyıp yana yana kül olmaya devam ediyor gidiydi.
Tolga pencerenin önüne gelip perdenin ucunu hafifçe çekti. Hazal'ı görünce bakışları derinleşti ve bu sayede evine getirilen kutudan bahsettiği anları hatırladı. Ne vardı ki o kutuda? Öğrenmenin tek bir yolu vardı öyle değil mi? Ani bir kararla perdeyi kapattıktan sonra emin adımlarla odasına gidip yarın teslim etmesi gereken ahşap kutuyu alarak salona geri döndü. Bugün içinde ne olduğuna baktı baktı... Yarından sonra böyle bir şansı olmayacaktı.
Kapağını kaldırdığında ilk gördüğü şeyi yani küçük kızın resmini eline aldı. O kadar güzel ve masum bir kızdı ki. Gözlerinin önüne o evde ailesiyle yaşadığı anlar gelince buruk bir tebessüm oldu yüzünde. Anne ve babasının etrafında gülüp oynayışı bahçelerinde koşuşu... Buraya kadar her şey güzeldi ancak küçük kızı elinde oyuncaklarıyla hayal etmesi her şeyi terse döndürdü. Zihninde canlandırdığı sahnede küçük kızın elindeki oyuncak at az önce gördüğü o yanık kapkara ata dönüşmüş bu da Tolga'nın gözlerini ister istemez doldurmuştu. Yapamayacağını bilse de o küçücük kızı çekip almak istedi oradan.
Güzel yüzündeki masum bakışlarına bakıp böyle bir acıyı nasıl kaldırabildiğini düşündükten sonra da kızın fotoğrafını diğer fotoğraflarla beraber sehpanın üzerine bıraktı. Günlüğü eline alıp sayfalarını karıştırırken bu defa içinden bir kağıt düşmüştü. Yazılmış ama buruşturulduktan sonra atılmayıp saklanmıştı.
Bir süre kağıtta yazılanları okuyan Tolga her cümlede göğsüne bir miktar daha ağırlık biniyormuş gibi hissediyordu. Nergis Hanım üstü kapalı olarak isim vermeden Vedat Bey ile olan münasebetlerinden duyduğu pişmanlığı kaleme dökmüştü. Yaşadığı sıkıntıları ve Vedat Bey'in kendisini manipüle edişlerini yazarken ağlıyor olacak ki bu da kağıdın belli bölümlerinde kurumuş gözyaşı lekelerinin oluşmasına sebebiyet vermişti. Tolga kağıdın arkasını çevirip okumaya devam ederken son kısımda yazılanlar onda hayal kırıklığı yaratmıştı.
O buna inanmasa da bu böyle.
Geç de olsa anladım bunu.
Artık kendimi düşünmeyeceğim.
Hatalar yaptım. Çok büyük hatalar!
Hem onun hem kendimin hem de kızımın hayatını mahvediyorum.
Kendimi düşünerek kızımın geri kalan hayatında benden nefret ederek büyümesine müsaade edemem.
Onu kendimle beraber böyle bir hayatın içine çekemem.
Onları kaybedersem nefes alamam.
Ölürüm... Ölmek istemiyorum.
V.G. Hayatıma girdiğin güne lanet ediyorum!
Keşke seni hiç tanımamış olsaydım!"
Tolga kendisini çok kötü hissetmişti. V.G. yazılan yer alenen Vedat Gürsoy'u yani babasını işaret ediyordu. Hazal'ı dinlerken kahramanca tavırlar aldığı gözlenen adam bir anda gözünde bambaşka bir hâl almıştı. Neye inanacaktı şimdi? O yangında iki can kurtaran kahramanlık masalına mı yoksa bir aileyi acımasızca yok etmesine mi? Gözleri sayfanın üzerindeyken ister istemez "Baba sen ne yaptın bu insanlara?" diye söylendi. Karmakarışık olmuş ve ne düşüneceğini şaşırdığı için daha fazla devam etmek istemeyip kutuyu önüne çekmişti.
Mektubu ve günlüğü kutuya geri yerleştirirken o kadar seriydi ki yanlışlıkla sehpanın üzerindeki fotoğraflara çarpıp yere düşürdü. Aklı Nergis Hanım'ın söylediklerinde takılı kaldığı için dikkat mikkat hak getireydi tabii. Tolga kutuyu kenara alıp eğildiğinde ters dönen bir resmin arkasında yazan yazı ile beyninden vurulmuşa dönmüştü çünkü bu yazı da maalesef Ela'yı işaret ediyordu.
8.Bölümün Sonu
Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder