6 Temmuz 2025 Pazar

Geçmisin Gölgesinde / 9.Bölüm (Yazan : NK)

 9. Bölüm : Neden Ela Hanım'ı bu kadar önemsiyorsun Tolga?

"Ela'm 3 yaşında" 

Tolga adına tarifi zor bir an yaşanıyordu. Yere düşenleri almak isteyerek uzattığı elini yaşadığı ağır duygularla yavaşça geri çekti. Sanki o fotoğrafa dokunursa gerçeklik görünmez olmaktan çıkacak her şey bütün ağırlığıyla üzerine yıkılacaktı. Gözleri "Ela" ismine kilitlenmişti. İçten içe bu gördüğünün gerçek olmamasını diledi. Tüm kalbiyle bu ismin sadece bir tesadüf olmasını diliyordu. Bir hata... bir yanlışlık. Kesinlikle burada yazan ismin sahibi yakın zamanda tanıdığı ve en hassas duygularını paylaştığı Ela olmamalıydı.

Gözleri yazıya takılıp dalmışken kalbi de hızla çarpmaya başladı. Aklı içinden geçen düşüncelerle kaotik bir şekilde savaşıyordu. Her yeni saniye içinde hissettiği çöküşü biraz daha derinleştirdi. "Hayır" dedi istemsizce. Boğazı düğüm düğüm olmuştu sanki. Nefesini düzenlemeye çalışırken "Bu olmaz. Sadece bir isim benzerliği olmalı... Başka bir açıklaması olamaz. Olmamalı!" diye mırıldanarak kendini rahatlatmaya çalıştı. Ama her geçen saniye hissettikleri ona gerçeği yavaş yavaş kabullenmesini söylüyordu.

Bir süre yazıya baktıktan sonra karşı karşıya kalacağı gerçeklerden çekinerek fotoğrafın ön yüzünü çevirdi. Bunu yaptığında Ela'nın anne ve babasıyla çekilmiş bir fotoğrafı çıkmıştı karşısına. Kalbi sıkıştı. Küçük kıza bu defa kabuk tutması gerekirken hâlâ kanayan yarasına merhem olan Ela olabilir mi diye baktı. İstemedi o olmasını. Bunun olması demek aralarına büyük bir uçurum açılması demekti.

Bakışlarını önce Ela'nın annesine çevirdi. Yani babası Vedat Bey'in uğruna eşi Ahsen Hanım'ı elinde küçücük oğullarıyla bir başına bıraktığı yegane aşkına. Gerçekten de çok güzel bir kadındı. Bu yadsınamazdı. Sapsarı saçları beyaz teni renkli olduğu her halinden belli olan dikkat çekici gözleri vardı. Tolga o gözlerde istemsizce bir şeyler aradı ama bulamadı. Yüzüne düşen gizemli ifadenin içinde kayboldu. Kadının gözleri o kadar hüzünlü bakıyordu ki... Belki de o günlüğün içinden çıkan kağıtta yazılanlar sebebiyleydi bu iç burkan bakış.

 
Ardından Nergis Hanım'ın yanında duran adama yani Orhan Bey'e ilişti gözleri. Neden böyle hissetmişti bilmiyordu ama iyi birine benziyordu. Sağlam duruşlu gözlerinde riya olmayan dürüst insanlar vardır ya... İşte onlar gibiydi. Bir eli kızının yanağında diğer eli eşinin belindeyken mutlu görünüyordu.

Gözleri istemsizce kadınla adamın arasında gidip geldi. Zihnini hatırlamak adına zorluyordu. Tolga çok küçük yaştayken ailesiyle burada yani İzmir'de yaşıyorlardı. O genelde evlerinin arka bahçesinde oynardı ama bu civarda dolaşırken bu aile ile denk gelip gelmedikleri anları hatırlamaya çalışıyordu. Ama o dönemler o kadar küçüktü ki her şeyi yarım yamalak anımsıyordu. Zaten bu evde çok da kalamamışlardı. Anne ve babası boşanınca Ahsen Hanım ile birlikte dedesinin evine geçmişlerdi.

Yeniden fotoğrafa odaklandı. İçten içe bu insanların Ela'nın ailesi olmamasını dilemeye devam ediyordu. Hâlâ isim benzerliği olduğu konusunda bir umudu vardı. Ancak fotoğrafa dikkatli baktığında gördüğü bir diğer kişi bunun isim benzerliği olma olasılığını tamamen ortadan kaldırmıştı. Bu kişi Nevin Hanım'dı. Dün akşam kendilerini evinde ağırlayan Ela'nın teyzesi yani...

Bu önemli detay tokat gibi çarpmıştı yüzüne. Genç olmasına rağmen Nevin Hanım'ın simasında ya da saç şeklinde hiçbir değişiklik olmamıştı. Bugün nasıl görünüyorsa sanki o dönemlerde aynıydı. Yüzündeki güleç ifadeye bakarken bir an için her şey bulanıklaştı. Nevin Hanım'ın varlığı her şeyin gerçeği yansıttığının başka bir kanıtıydı. Tolga öğrendiklerinin verdiği ağırlıkla Nevin Hanım'a bakarken bakışlarını yavaşça küçük yaşta olan Ela'ya çevirmiş ve onun babasının elini tutarken ne kadar mutlu ve güvende göründüğünü düşünüp olanlara adeta lanet etmişti.

İzmir'de yaşanılanlarla alakalı hem annesinin hem de Hazal'ın kendisine anlattığı şeyleri düşünüp Ela'ya ve yok olmuş ailesinin mutlu hallerine bakarken resmen kalbi sıkışmıştı. Aklından Ela'nın "Omuzlarımızdaki yüklerin birbirinden pek de bir farkı yok gibi" dediği konuşma geçerken birkaç saniyeliğine gözlerini yumup sonra da elindeki fotoğrafı diğerlerinin üzerine bırakarak oturduğu yerden kalktı. Ellerini ensesinde birleştirmiş bir şekilde gergince odada tur atıyor ama olduğu yere sığamıyordu. Omuzlarındaki yüklerin birbirinden gerçekten de farklı yoktu çünkü ailelerinin kara geçmişini taşıyorlardı orada.

Yaşadığı kafa karışıklığıyla başa çıkmaya çalışırken telefonunun sesi duyuldu. Arayan Bora'ydı. Tolga telefonunu eline alıp açtığında arkadaşının sesinden haddinden fazla heyecanlı olduğunu hemen anlamıştı. Tabii bu heyecana ortak olmak istese de bunu bir türlü yapamıyor sadece Bora'nın anlattıklarını dikkati dağınık bir halde ses çıkarmadan dinliyordu.

Bora ne yapmış etmiş sonunda magazinde çıkan aldatma haberinin gazete tarafından tekzip edilmesini sağlamıştı. İnşallah Elçin de haberin masa başında uydurulmuş olmasından dolayı biraz olsun yumuşardı. Bora şimdi de kendisini affettirmek adına yapmayı düşündüğü şeyler için Tolga'dan bazı yardımlar istiyordu. Halbuki yardımına başvurmak için hiç uygun bir an değildi. Ama yine de onlar dostlardı. Tolga da dostlukları sebebiyle her ne kadar keyifsiz olsa da elinden geleni yapabileceğini söylemişti. Ancak tavrı ve ses tonu Bora'ya bir sorun yaşandığını çok net hissettirmişti. Bu yüzden de her şeyi bir kenara bırakıp merakla "Senin sesin kötü geliyor. Bir şey mi oldu Tolga?" diye sorup Tolga'nın yanıt vermesini beklemeye başladı.

Tolga arkadaşına şu kısacık zamanda öğrendiği şeylerden Nergis Hanım'ın yazdıklarından ve önündeki fotoğrafın içinde yer alan kişilerin kimler olduğundan bahsederken bir yandan da aklındaki karmaşayı hafifletmeye çalışıyordu. Açıkçası Bora "Bir şey mi oldu?" derken bu tarz durum yaşanmış olabileceğini aklının ucundan bile geçirmemişti. O daha çok iş ile alakalı gelip geçici sorunlar olmuş olabileceğini düşünmüştü. Ama görünen o ki durum epey hassastı.

Bora tüm dikkatiyle dinlediği Tolga'yı rahatlatmak için bu olayların onun dışında geliştiğini ve babasının yaptığı şeyler yüzünden kendisini suçlu hissetmemesi gerektiğini söylemişti. Kafasında bir yerlerde Bora'nın bu konuda haklı olduğunu biliyordu ama o içindeki küçücük parça Tolga'yı çok huzursuz ediyordu. Babası yangının olduğu gece her ne kadar kahramanca bir tutum sergilemiş olsa da yine de Yılmaz ailesinin dağılmasına önemli bir katkısı olmuştu. Nergis Hanım'ın bıraktığı notta her şeyin müsebbibi olarak onu görmesinden ve ardından lanet okumasından belliydi bu.


"Tüm bunları bilirken Ela Hanım'ın yüzüne nasıl bakacağım ben Bora?"

"Tolga..."

"İki ailenin ortak geçmişi açığa çıkarsa Ela Hanım'ın neler hissedebileceğini düşünebiliyor musun? Ansızın buraya gelmem aralarına girmem ve evlerine girip çıkmam yanlış anlaşılacak. Bunun tesadüf değil bilinçli bir yakınlaşma olduğunu düşünecek. Sanki bir amacım varmış gibi... Ayrıca iki ailenin geçmişini irdelemem dolaylı yoldan onu da etkileyecek ve belki de öğrendiğim bambaşka şeyler üzülmesine neden olacak"

Bora ilk başta araya girme teşebbüsünde bulunsa da sonrasında vazgeçip hiç müdahale etmeden sadece Tolga'yı dinlemişti. Konuşmaları sırasında birkaç ince detaya takılmıştı. Tolga öğrendiklerinin kendi üzerindeki etkisinden ziyade sadece Ela'nın neler hissedeceğine yoğunlaşmış ve Ela için gereğinden fazla endişeye kapılmış gibiydi. Sözlerindeki onu üzme olasılığının verdiği korku dikkatten kaçacak gibi değildi. O kadar derin bir koruma içgüdüsü vardı ki Ela'nın kalbi kırılmasın diye kendisinin acısını bir kenara bırakıyordu. Bora bunların bir anlamı olmalı diye düşünüyordu ve bunu Tolga'ya sormaktan da hiç çekinmedi.

"Neden Ela Hanım'ı bu kadar önemsiyorsun Tolga?"

"Efendim?"

"Ona karşı fazlasıyla korumacı gibisin. Yoksa aranızda bilmediğim bir şeyler mi var?"

Bora her zamanki gibi biraz cesur bir şekilde dostunun içindeki karmaşayı çözme çabası içindeydi. Bunu dolaylı yoldan yaparsa Tolga'nın kıvrak manevralarla konuyu çarpıtabileceğini biliyordu. Bu yüzden de bir şey öğrenmek istiyorsa bunu ona doğrudan soruyordu. Aynı şimdi de yaptığı hatta birazdan yapmaya devam edeceği gibi.

Tolga ise bu sorunun ardından derin bir nefes aldı. Cevap vermeden önce bir an için gözlerini kapattı. Zihni ona Ela ile alakalı görüntülerden oluşan bir dizi slayt gösterisi hazırlamış gibiydi. Gözlerindeki huzursuzluk kalbinin hızlı atışlarını gizlemeye yetmiyordu. Sadece Bora'nın değil Ela ile ilgili Tolga'nın da henüz dillendiremediği bir şeyler var gibiydi.

"Bana ne sormaya çalıştığını anlıyorum ama bu öyle bir şey değil"

"Emin misin? Bana pek öyle gelmedi çünkü"

"Bora!"

"Neden kızıyorsun? Eğer düşündüğüm şey ise bu beni gerçekten çok mutlu eder"

"Düşündüğün gibi bir durum yok. Olmamalı!"

Tolga'nın bu ana kadar kırılganlığını hissettiren sesi "Olmamalı!" derken aniden sertleşmişti. Keskin bir geçiş olmuştu bu. Gözlerinde belirginleşen öfke içindeki korkuya karışıyordu. Bunu Bora'ya mı söylüyor yoksa kendi kendisine "Aklında böyle bir şey varsa da sil at!" mı demeye çalışıyordu belli değildi.

Bora bu keskin geçişe bir anlam verememişti. Arkadaşının ruh halini anlamaya çabalayarak "Olmamalı mı? Neden olmamalı Tolga?" dedikten sonra cevabını beklemeden kendince bir fikir yürütüp "Evet sen karını kaybettin ama…" dedi ancak Tolga arkadaşının bu can acıtan sözleriyle aniden irkildi. Telefonun başında tek bir noktaya bakarken içinde yükselen öfkeyle "Sakın bana hayatına devam etmelisin zırvalıkları anlatmaya kalkma!" diye bağırdı. Bora bu bağırışı kişisel algılamamıştı. Tolga ile aralarındaki dostluk bu gibi durumlarda alınganlık etmeyi değil arkadaşını anlayıp derdine çare olmaya yöneltiyordu onu.

"Bak eminim Yağmur da ardından bitmeyecek bir yas sürecine girmeni değil hayatına bir şekilde devam edip mutlu olmanı isterdi. Bunu en az benim kadar sen de çok iyi biliyorsun"

Tolga güçsüzleşmiş gibi başını eğdi. Bu sözler keskin bir bıçak gibi kalbini yırttı. "Bildiğim tek şey onu kaybettiğim..." derken gözleri nemlenmişti. Bora'nın sesi "Tolga..." derken" çok cılız çıkmıştı. Sanki "Yapma be arkadaşım!" der gibiydi. Tolga ne düşüneceğini de ne hissedeceğini de bilememiş bir halde konuşmayı sonlandırıp "Bora geç oldu çıkmam gerek. Sette aksaklık düzelmiş diye bakmalıyım" dediğinde Bora da daha fazla üstelemeden "İyi tamam sonra görüşürüz o zaman" demek durumunda kaldı.

Telefonlar karşılıklı olarak kapatıldıktan sonra Tolga bir süre tam karşısındaki konsolun üstünde duran eşi Yağmur'un resmine baktı. Bora'nın Ela konusunda haklılık payı olsa da yine de bu tarz konuşmalar Tolga'nın canını yakıyordu. Sanki ölen eşinin anısına saygısızlık ediyormuş gibi tuhaf bir suçluluk duygusu hissediyordu çünkü yaşadığı sürece sadece onu seveceğine dair Yağmur'a bir söz vermişti. Bu sözü tutamama ihtimalini düşünmek dahi istemiyordu.

........::::::::____::::::::........

Ela ise hakkında konuşulanlardan habersiz çoktan işinin başına geçmişti. Ancak bugün dikkati biraz dağınık gibiydi. Bir proje üzerine Buğra ile kafa kafaya vermiş fikir alışverişinde bulunurken her ne kadar konuya odaklanmaya çalışsa da gözü ister istemez masasında duran çiçeğe takılıyordu.

Tabii ona takılınca da aklına Tolga geliyor yüzünde de dikkat çekici bir tebessüm oluşuyordu. Ne kadar zarif bir adamdı. Teşekkür adına bir buket çiçek yollamaktansa sıradanlıktan uzaklaşmış ve hoş bir dokunuşla Ela'nın kalbini fethetmişti. Bir an bisikletinin kollarını saran diğer çiçekler geldi aklına. Onları kimseye görünmeden sararken ne kadar uğraşmıştır kim bilir. Şimdi eve dönünce kapının önünde o güzel çiçekler mi karşılayacaklardı Ela'yı? Öyle olacaktı galiba.

Düşüncelere dalan Ela'nın yüzündeki tebessüm Buğra'nın dikkatinden kaçacak gibi değildi. Göz ucuyla ona doğru bakarken içi açılıyordu resmen. Tabii o bu tatlı gülüşü Tolga'ya yormuyordu. Öyle olsa şu an bu kadar sakin olmazdı herhalde. O sadece Ela'nın yanında mutlu ve huzurlu görünen halini kendine bağlamak istiyordu. Ela düşüncelerinden sıyrılırken Buğra'nın koltuğuna yaslandığını fark edip doğruldu. Masaya eğilirken her yanı ağrımıştı. Sırtını ve omuzlarını esnetip sonra da "Ben kendime bir yorgunluk kahvesi yapacağım. Sen de içmek ister misin?" diye sordu Buğra'ya.

"Senin yaptığın kahveleri seviyorum o yüzden cevabım her zaman evettir biliyorsun"

"Türk kahvesi ama granül değil"

"İçine tuz koymadığın sürece sorun yok"

"Niye içine tuz koyayım ki?"

"Yelda'nın kız isteme töreninde Emre ile birlikte beni de harcadığınızı unuttun galiba"

"Bir kere orada bir karışıklık yaşanmıştı. Hedef sen değildin yani. Mine fincanlardan birine tuz koyarken Esin teyze çağırdı Yelda da telaştan Mine'nin tuz attığını görmediği için başka bir fincanı daha tuzlayıp içeriye öyle gitti. Neyse ki sana geldi yoksa rezillik olurdu"

"Kahve burnumdan çıktı Ela bundan âlâ rezillik mi olur? Ayrıca tadı rezaletti günlerce ağzımdan o tat kaybolmadı"

"Abartmasan mı acaba? Bir yudum içtikten sonra "Bu ne biçim kahve! Hanginiz yaptı bunu?" deyip kenara bırakmıştın zaten. İnsan nezaketen belli etmez"

"Nezaketen mi? O şap gibi kahveyi içeceğimi düşünmedin herhalde"

"Yarın öbür gün sevdiğin kızı isterken o tuzlu kahveyi bir lokmada içip üstüne de "Çok güzel olmuş ellerine sağlık" diyeceksin ya o zaman hepimiz "Nazın bize miydi?" diye seni topa tutacağız haberin olsun"

Buğra yanında duran Ela'nın gözlerine bakarken içinden "O kahveyi getiren sen ol da içeriz dert değil" diye geçirse de tam tersi şekilde konuşup "Yine içmem ki. Hatun da bunu göze alsın yapmasın öyle saçma sapan şeyler. Hadi hadi git kahveni yap sen işler bekliyor" diyerek işinin başına geri döndü. Buğra hep bildikleri Buğra'ydı işte! Verdiği cevap sebebiyle gözlerini devirerek gülümseyen Ela omzuna dokunup "Tamam sen devam et ben de hemen geliyorum" diyerek yanından ayrılırken Buğra da yan gözle onun gidişine bakıp tebessüm etti.


Buğra birlikte verdikleri kararlar doğrultusunda projenin çizimine geri dönmüştü. Ela ise mutfağa girdiği gibi elektrikli cezveyi alıp içine iki fincan su koyarak dolaba yöneldi. O sırada da tam kahve kavanozunu eline almıştı ki aklına gelen bir düşünce gülümsemesine neden oldu. Kavanozu tezgaha bırakıp kapının ucundan Buğra'ya baktığında onu çizim masasına gömülmüş bir halde görünce hemen telefonunu alıp Mine'yi aramaya başladı. Biriyle konuşmazsa heyecanı kalbinden taşacaktı.

"Selam Ela! Ne oldu bu sefer de rüyanda beni mi gördün?"

"Mineciğim rahatsız etmiyorum değil mi?"

"Yok be tatlım ne rahatsızlığı aşk olsun! Nasılsın?"

"Sen karar ver nasıl olduğuma"

"Nasıl yani? Ne oluyor be!"

"Anlatayım mı?"

"Durduğun kabahat!"

Ela heyecanını baskılamaya çalışarak önce "Sabah evden çıktığımda bisikletimin kollarına dolanmış çiçekler olduğunu fark ettim" dedi sonra da Mine'nin şaşkınca "Çiçek mi?" deyişine karşılık yüzünde güller açarak "O kadar güzellerdi ki Mine... Mis gibi de kokuyorlardı" dedi. Mine zihninden o çiçeklerin oraya nasıl gelmiş olabileceğini geçirirken bir yandan da "Çiçek bu Ela kokar tabii" dedi ama yok öyle değildi. Oraya koyandan ötürü mü bilinmez bambaşka güzellikte kokuyorlardı.

Buğra'nın gelme ihtimaline karşı gözlerini ara sıra kapıya doğru çeviren Ela hissettiği hoş duygularla "O çiçekleri oraya kim koymuş biliyor musun?" dediğinde aynı anda hem Ela'yı dinleyip hem de önündeki dosyaları toparlayan Mine "Valla ben koymadım" dedi. Ela gülümsemişti. Herhalde o koymamıştı yoksa ne diye sorsun değil mi? Açar direkt teşekkür ederdi arkadaşına. Kısacık bir es sonrası Ela sesini kontrollü bir şekilde çıkararak "Tolga Bey koymuş yanına da kart iliştirmiş" dedi. Mine elindekileri diğer çalışana uzatırken duyduğu şey sonrası şaşırıp dosyaları yanlışlıkla düşürmüş aynı anda da "Yok devenin nalı!" deyip hem Ela'yı hem de ofisteki diğer çalışanları afallatmıştı.

Mine utanç içinde eliyle telefonu kapatıp kendisine doğru bakan ofis çalışanlarına "Nal şey... At nalı! Arkadaşım çiftlikte de nalla ilgili bir şey... Aman ya neyse! Ben bir konuşup geleyim" diyerek telaşla oradan çıktı. Ardından gelen gülüşmeleri duya duya Ela'ya da "Ne diyorsun sen Ela? Tolga çiçek sen... Ay Yelda duymasın sevinçten bayılır" dedi. Deli ya!

Ela dün akşam mutfaktayken yaptıkları konuşmayı özet geçip Tolga'nın çiçekle birlikte bisikletine iliştirdiği nottan bahsederken o kadar heyecanlı ve mutluydu ki bu sesine de çok net yansıyordu. Mine zaten ikisinin arasındaki elektriğin farkındaydı ama yine de duyduklarına çok şaşırmıştı. Tabii şaşırdığı kadar sevinmişti de. Ela'nın içindeki kıpırtıların nedenini çok iyi anladığı için onun Tolga'dan epey bir hoşlandığını da hemen anlamıştı.

Mine arkadaşının anlattıklarını sonuna kadar dinleyip sonra da emin olmak için "Ela sana bir şey soracağım ama pat diye sordum diye darılmaca gücenme yok tamam mı?" dedi. O da en az Bora kadar dosdoğrucuydu galiba. Ela ne soracağının merakı içinde "Ben sana darılmam da gücenmem de... Sor hadi!" dediğinde Mine arkadaşından aldığı olumlu yanıtla birlikte gerçekten de pat diye "Sen Tolga'ya aşık mı oldun?" diye sordu. Öh!

Ses kesilmişti. Mine sabırla bekliyor Ela ise duygularını tartıp düşünüyordu. Aslında düşünmesine gerek bile yoktu. Her şey alenen ortadaydı. Sessizlik sürerken Ela iki fincan için gerekli olan kahveyi kaşıkla cezveye koyup makinenin fişini prize taktı. Eliyle saçını yana alırken sonunda konuşmaya cesaret bulup "Bilmiyorum Mine... Emin değilim ama itiraf etmem gerekirse sanırım ona karşı en başından beri değişik hisler besliyorum" dedi. Değişik mi? O ne demek be!

Oops! Bu noktada çok tatsız bir kulak misafirliği yaşanmıştı çünkü Buğra su almak için mutfağa gelmiş ama içeriye giremeden Ela'nın bu söylediğini duyunca olduğu yerde kalmıştı. Bir an kimi kastettiği konusunda da tereddüde düşmüştü. Herhalde kendisinden bahsediyor olması için neyi var neyi yoksa verirdi.


Mine bir süre sessiz kaldıktan sonra Ela'ya emin olamamasıyla alakalı hak vermiş gibi zaten Tolga'yı daha yeni tanıdığını ve henüz aşk konularını konuşmak için erken olduğunu söyledi. Ela yavaşça başını iki yana sallayıp "Tuhaf olan da bu Mine! Onu yıllardır tanıyormuşum gibi hissediyorum. Sanki buraya yeni gelmedi de hep hayatımdaydı. Yabancı gibi görünüyor ama aslında birbirimize de çok aşinayız. Ayrı bedenlerde aynı ruhu aynı duyguları aynı kalbi taşıyormuşuz gibi. Hiç böyle olmamıştım biliyor musun? Şu an ondan bahsederken kalbimin sesini bir duysan "Ne oluyor Ela bu gümbürtü de ne?" dersin" deyince Mine'nin gözleri kocaman açılmış ve "Allah'tan aşık değilmişsin Ela! Bir de olsan cam çerçeve inecek herhalde" deyip gülmeye başlamıştı. Tabii onunla birlikte Ela da gülmeden edememişti. Sahiden de gönlünü çoktan kaptırmış haberi yoktu.

Ancak bu konuşmalara şahit olsa da onlar gibi gülmeyen biri vardı. Buğra... Kapının önündeyken duyduğu şeyler onu yıkmıştı. Ela bahsettiği kişinin adını söylemese de Tolga'yı kastettiği gün gibi açıktı. Böyle bir şey olmasını asla istememişti ama yine de engel olmak adına bir şey yapamamıştı. O adam yüzünden Ela'yı göz göre göre kaybediyordu. Düşündükçe aklını kaybedecek gibi oluyor Tolga'ya olan öfkesi de çoğalıyordu.

Buğra odaya geri dönüp orada daha fazla duramayacağını anlayınca da telefonunu alarak dışarı çıktı. Bu sırada kapı sesini duyan Ela da Mine'ye "Aa! Buğra bana haber bile vermeden çıktı gitti. Bizi duydun mu acaba?" derken cezvedeki kahveyi taşırıverdi. Taşmaması mucizeydi çünkü Ela onu koymuş ama ne bakmış ne hatırlamış biri "Kahve ne oldu?" dese boş boş bakıp "Ne kahvesi?" diyecek haldeydi. Etraf batınca Ela bir yandan fişi çekip bir yandan da Mine'ye onu sonra arayacağını söyleyip telefonu kapattı. Bir bez alıp tezgahı silerken kendi kendisine de söylenmeden edemiyordu. Şaşkın! Konuşurken önüne de baksaydı ya...

........::::::::____::::::::........

Ela'nın sözleri kulaklarında yankılanırken Buğra'nın sakin kalması pek mümkün olmuyordu. Hele Tolga ile Ela'nın dün akşamki hallerini düşünürken resmen delirecek gibi oluyordu. Masada eli kolu bağlı bir halde oturup ikisinin birbirlerine karşı olan bakışlarını izlemek zorunda kalırken o masayı nasıl o adamın başına geçirmemişti kendisine nasıl hakim olmuştu gerçekten bilmiyordu.

Çok sinirliydi. Öfkesi gözlerine yansıyor eli ayağı titriyordu. Sokakta ateş almış gibi seri adımlarla yürüyüp sakinleşmeye çalışsa da başaramadı. Aksine her adımıyla içinde daha da büyüyen bir nefretin yankısını duyuyordu. Bu olayın detaylarını öğrenmeliydi ve bunu da ancak tek kişiyle konuşarak yapabilirdi. Mine! Ama kızla da tartışıp gerilmişlerdi. Şimdi nasıl kuyruğunu kıstırıp ayağına gidecekti ki? Ancak yapacak bir şey yok gibiydi. Eğer Ela'nın hislerinin boyutunu gerçekten öğrenmek istiyorsa kapının yüzüne çarpma ihtimalini göze alıp Mine'nin kapısını çalmalıydı.

Buğra duyguları birbirine karışmış bir halde sokaklarda dolanmış sonunda da Mine ile konuşmak çalıştığı iş yerine gitmişti. Ela ile ilgili bir konu olmasa yaptıkları tartışmayı unutmazdı ya hadi neyse... Binanın önüne geldiğinde de içeriye girememişti çünkü duvarlar üstüne üstüne geliyor gibi oluyordu. Bu yüzden binanın karşısındaki kaldırıma oturup Mine'yi aramaya başladı. Bu kızı da az kırmamıştı ya hangi yüzle arıyordu acaba?

"Aradığınız Mine'ye ulaşılamıyor. Mobil telefon kapalı ya da kapsama alanı dışındadır. Lütfen daha sonra tekrar..."

"Nasılsın Mine?"

"Oo! Buğra Bey siz beni nasıl olduğumu sormak için arar mıydınız?"

"Aşağıya gelsene konuşalım"

"Eğer özür dilemek için geldiysen gelirim yoksa sana cevabım hep aynı... Yani işim var gelemem!"

"Mine lütfen"

"Lütfen diyebildiğine göre çok ciddi bir şey oldu herhalde"

"Geliyor musun?"

"Of! İyi tamam bekle geliyorum"

Mine çok geçmeden aşağıya inip binadan çıkmıştı. Çıkar çıkmaz da Buğra'yı kaldırıma oturmuş düşünceli gözlerle yerdeki taşları parmağıyla ittirirken bulmuştu. Ne olmuş buna ya!

Ağır adımlarla yanına yaklaşıp "Geldim işte! Ne konuşacağız?" dediğinde Buğra da ona doğru bakıp imalı bir şekilde de "Önceki konuşmamızda seni kıracak bir söz söylediysem özür dilerim" dedi. Dert yanacak ya önden kızı yumuşatayım derdime daha içten bir çare bulsun dedi herhalde. Keşke bunu yaparken cümleyi robotvari bir şekilde söylemeseydi. Pek bir ruhsuz olmuştu çünkü!

Mine özrünün ardından yüzünü buruşturup "Söylediysem mi? Farkında bile olmadığın şey için özür mü diliyorsun? Sırf şimdi senin derdini dinleyeyim diye usulen yani!" dedikten sonra ona "Yapma Mine" diyen Buğra'nın gerçekten üzgün olduğunu fark edince fazla zamanı olmadığını söyleyeceği her ne ise hemen konuşmaya başlamasını istedi. Bu da nasıl anlatılırdı ki?

Buğra dişlerini sıkarak zorlukla da olsa "Sanırım kötüyü çekmek gibi bir özelliğim var" dedikten sonra lafını kesmeden dikkatle kendisini dinleyen Mine'ye acınası bir halde bakıp "O zengin züppe sonunda Ela'nın aklını karıştırmayı başardı değil mi?" diye sordu. Oops! Demek gerçekten de onlar konuşurken bir kulak misafirliği durumu yaşanmış. Ela duydu mu diye tedirgin olmakta haklıymış meğerse.

Mine cevap vermek yerine ona hesap sorar gibi gözlerini kısarak bakıp "Sen bizim özel konuşmamızı mı dinliyordun?" diye sorunca Buğra da başını iki yana sallayıp "Şu an önemli olan bu değil. Ben onu kaybediyorum Mine" dedi. İki arkadaş bu söz üzerine birbirine bakıp kalmıştı. Mine haline üzülse de her zamanki gibi dilini tutamadı ve "Sen Ela'yı ne zaman kazanmıştın ki zaten?" deyiverdi. Buğra ses çıkarmadan kendisine bakınca Mine sorularına devam edip "Bakma öyle! Yalan mı söylüyorum? Sen Ela'ya kaç senedir aşıksın Buğra?" diye sordu. Eyvah! Bu konuşmanın sonunda yine dalaşmasalar bari.

Buğra'nın sessizliği karşısında hiç beklemeyip "Dur ben söyleyeyim! Orta okuldaydık. Bahçede beni kızdırmaya çalışıyordun hatta küçücük bir çocukmuşum gibi saçlarımı karıştırıp bozdun. Ben de sana kızıp bacağına tekme atmıştım" dedi. Buğra'nın hatırladığını belli edercesine hafif bir tebessümle baktığını görünce de lafına "Sen bana uyuz uyuz gülüp dalga geçerken bir an durdun. Ne olduğunu sordum ama sen dut yemiş bülbül gibiydin. Kafamı çevirdiğimde Ela okulun bahçesine giriyordu. İkinize baktım ama sen gözlerini ondan alamıyordun. İşte o an bana fena halde yakalandın ve bu gerçekten uzun bir süre önceydi Buğra!" diyerek devam etti.

Sevgisini Mine anlamış ama nasıl olur da Ela bunca sene bunu fark edememişti. Farkındaydı da görmezden mi geliyordu yoksa? Düşüncelere dalan Buğra'nın suskun kalışıyla oflayan Mine "Bak ben senin de Ela'nın da arkadaşıyım tamam mı? Kötülüğünüzü değil iyiliğinizi isterim ama senin Ela'ya olan sevgin ona ve sana zarar verecek bunu görebiliyorum. Hayır yani kızın daha haberi bile yok! Söylemiyorsun da..." dedi. Morali bozulan Buğra "Söyleyemem Mine yapamam" diyerek başını yana çevirip uzaklara daldı.

Mine'nin onu kendisine getirmek için kolundan tutup "Ne uzarım ne kısalırım diyorsan o zaman bırak onu Buğra! Tolga ya da bir başkası fark etmez bırak kiminle mutlu olacaksa onunla olsun" demesi Buğra'nın suratında tokat patlamış gibi bir etki bırakmıştı. Bu söylediğini düşünmek bile istemiyordu. Duyduğu anda da başını kıpırdatmadan sadece sert bakışlı gözlerini Mine'ye çevirdi ve "Canımı özellikle mi yakmaya çalışıyorsun sen?" dedi. Heee! Bundan zevk alıyordu çünkü! Kızın Buğra'nın canını yakmak gibi özel zevkleri mevcuttu. Tövbe estağfurullah!

Mine elini kolunun üzerinden çekip sert bir tavırla "Sadece mutlu edemeyeceksen meşgul de etme diyorum! Yeterince açık oldu mu?" dediğinde Buğra da kaşlarını çatıp "Küstahça oldu!" diyerek kıza çıkıştı. Mine'nin yaptığı küstahlıksa onun yaptığı ne oluyordu acaba? Küstah damgası yiyip tek kaşını havaya kaldıran Mine "Git o zaman bana ağlayacağına Ela'ya onu sevdiğini söyle!" dedi. Keşke yapabilecek cesareti olsa ama şu an bu mümkün görünmüyordu.

Buğra sert bir tonlamayla "Yapamam!" dediğinde Mine de ona ısrarcı bir tavırla neden yapamayacağını sorup cevap vermesini bekledi ancak Buğra'nın cevabı gözlerini sinirlenmiş gibi açıp "Yapamam işte!" diyerek geldi. Aman yapmasın! Otursun oturduğu yerde kendi kendisini kemirip yiyip bitirsin. Mine ona şöyle bir bakıp "Yapamazsın çünkü korkağın tekisin!" diye bağırdığında Buğra çok sinirlenmişti ama yine de kendisine hakim olmaya çalışıyordu. Anlamıyordu... Mine de onu anlamıyordu.

Yerinden bir hışımla kalkıp "Sanırım konuşmamız bitti!" dedikten sonra tam gidiyordu ki konuşmalarını iyi ya da kötü bir daha açılmamak üzere neticelendirmek isteyen Mine daha da bastırarak "Korkaksın Buğra! Sevdiğin kıza onu sevdiğini söyleyemeyecek kadar koca kafalı bir korkaksın!" diye bağırmayı sürdürdü. Öyleydi çünkü!

Buğra uzaklaşırken söylediklerini duyunca aniden durmuştu. Mine'nin bağırışları kafasını attırdı herhalde. Arkasını dönüp hızla Mine'nin yanına geldikten sonra kızın kolunu sertçe tutarak "Evet korkuyorum! Çünkü söylersem Ela'yı sonsuza kadar kaybedebilirim Mine!" diye bağırdı. Mine'nin bakışları Buğra'nın acı çekiyormuş gibi bakmasıyla biraz olsun yumuşamıştı. Buğra ise konuşmasına devam ediyor "Bu konuşmayı onunla yaptığımda bir daha eskisi gibi olabilir miyiz? Ona aşık olduğumu söylersem o da kabul etmezse Ela'nın dostluğunu da kaybederim bunu nasıl anlamazsın!" diyordu. İki arkadaş birbirlerine bakarken Buğra canını yaktığını düşündüğü için Mine'nin kolunu tutan elini yavaşça gevşetip sonra da bırakmıştı.

"Ya tam tersi olsaydı ne olacaktı?"

"Neyin tersi olsaydı?"

"Yani sen ona değil de Ela sana aşık olsaydı ne olurdu diyorum. Bunu sana söylediğinde artık arkadaşlığınızı sürdürmez miydin?"

Mine bu tarz durumlarda Buğra'nın yüzünde oluşan ikilemli bakışları sevmiyordu. Uzun süre suskun kalınca sorusunu biraz değiştirerek "Ya da ben şimdi sana Buğra seni seviyorum hep de sevdim ama sana söyleyemedim desem ne yaparsın bir daha yüzüme bakmaz mısın?" diye sordu. Nasıl bir soruydu bu şimdi?

Buğra söyleyeceği şeyi yüz ifadesiyle de destekleyip saçmalamamasını söylerken yüzü düşen Mine de kızıp "Senin hiçbir çaren yok Buğra! Hayatın boyunca Ela'ya hep karşıdan bakacaksın" dedi. Bu çıkış Buğra'nın yüzünde patlayan ikinci tokat gibiydi. Mine'nin söylediği gibi bir durum yaşanırsa ne hissedeceğini düşünüyordu ama düşüncesi bile korkunçtu.

Hüzünlü bir bakışla "Karşıdan bakmaya dayanabilirim ama onun yanında bir başkasını görmeye dayanamam Mine" dediğinde onun gerçekten çok üzüldüğünü gören Mine de buruk bir ses tonuyla "Eğer dostu olarak kalmak istiyorsan dayanacaksın. Zor olacak biliyorum. Yeri gelecek sana başkasına olan aşkından bahsedecek yeri gelecek onun yüzünden senin omzunda ağlayacak yeri gelecek ona teselli vermeni her şeyin düzeleceğini söylemeni bekleyecek ve sen tüm bunlar olurken buna dayanacaksın Buğra" dedi. Mine'nin son söyledikleri Buğra'ya biraz tuhaf gelmişti.

"Bazen keşke bu duyguyu içimden söküp atabilsem diyorum"

"At o zaman"

"Olmuyor"

"Çünkü hep bir aradayız. Belki..."

"Ne yani bana buralardan git demeye mi çalışıyorsun?"

"Hayır şaşkın! Yeni birileriyle tanış diyorum. Hatta şu sana asılan... Yani sana sürekli evini dekore ettirmeye gelen kadın bile olabilir. Adı Pınar mıydı? Ona bir şans ver bence"

Buğra başını olumsuzca iki yana sallıyordu çünkü bunu yapamayacağını biliyordu. İkisi de kaldırımda yan yana otururken sessiz kalmıştı. O an birbirleriyle değil zihinlerinde kendi kendilerine konuşuyorlardı. Sessizlik uzayınca Mine yan gözle arkadaşını süzüp çocuksu bir tavırla da "Peki biz..." dedi. Mine'nin sesi bu defa biraz daha sakindi. Buğra başını ağır çekimde ona doğru çevirip "Biz ne?" deyince masumane bir tavırla dudağını büzdü ve evet demesini umar gibi "Bu konuşmaya rağmen hâlâ arkadaş mıyız?" diye sordu. Çatlak ya!


Buğra aynı onun gibi yan yan bakıp sonra da elini genç kızın omzuna sararak "Sen istesen de istemesen de senin dostluğunu hiçbir zaman kaybetmeyeceğim merak etme" dedikten sonra bir anda küçükken yaptığı gibi kızın saçlarını birbirine karıştırarak "Ama bunu özlemişim. İyi hatırlatın!" deyiverdi. Ama ya!

Bunu ne zaman yapsa Mine acayip gıcık oluyordu. Hayır yani evde değillerdi ki birkaç dakika sonra işinin başına dönecekti bu kız. Ne diye saçını hallaç pamuğu gibi dağıtıyordu ki? Sinir şey!

Mine saçını başını düzeltmeye çalışırken aynı anda da "Ya bir git Buğra ya!" diyerek Buğra'yı ittirmiş Buğra da ona bakarken gülümsemeye başlamıştı. Seviyordu bu kızı kızdırmayı. Yanına yaklaşıp "Dur düzelteyim" dese de elini saçını değdiremeden Mine gözlerini kocaman açıp "Yapma arkadaşım dokunma saçıma! Sen git kendi saçına bak papaz gibi olmuşsun zaten. Aynalara da mı küstün anlamadım ki" dedi. Buğra'nın saçını başını düzeltecek hali mi vardı Allah aşkına?

"Yine dalaşmadan ben gideyim"

"Ha şunu bileydin!"

"Görüşürüz cadı!"

"Görüşürüz uyuz!"

İkisi de birbirine tebessüm ederken Buğra ağır adımlarla oradan uzaklaşmaya başladı. Mine arkasından bakarken bir yandan da Buğra'ya söylediği sözleri düşünüp kendisine de pay çıkarıyordu. Aslında ona ettiği lafların bir çoğunu kendisine de söylüyordu. Mine de sevmişti ama sevdiği onu hiçbir zaman görmemişti. Ama o Buğra'nın aksine bunu çoktan kabullenmişti. Buğra'nın köşeden dönüşüne içi burulmuş bir halde bakarken de yüzünü düşürüp bu konuda kendi kendisine söylenmeden edemedi.

"Sen de beni görmedin Buğra... Hiçbir zaman da görmeyeceksin. Ve ben buna alıştıysam sen de alışacaksın"

9.Bölümün Sonu 

Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Geçmisin Gölgesinde / 10.Bölüm (Yazan : NK)

10. Bölüm : Yağmur... Nevin Hanım sabah saatlerinde gelen telefonun ardından endişeyle ablasının yanına gitmişti. Nergis Hanım'ın doktor...