"Sana dair ne hissettiğimi bilmiyorum.
Sadece; içimdeki ses, yanımda olursan mutlu olacağımı söylüyor."
13.Bölüm : Atahanların en nazik olmayan üyesi :)
Salona geçtiğimizde beni küçük bir sürpriz bekliyordu. İçimden "Demek o sesler bu yüzdenmiş" diye geçirmeden edemedim. Selim Bey onunla ilk gün yaptığımız konuşmayı hatırlamış olacak ki bana doğru dönüp muzip bir tonlamayla da "İşte tanışman gereken en önemli Atahan! Aslında yanlış hatırlamıyorsam kendisini gıyaben tanıyor olmalısın" dedi. Dudaklarımı birbirine bastırdıktan sonra Selim Bey'e dönüp hiçbir şey diyemeden ona yüz ifademle ne kadar utandığımı belli etmeye çalıştım. O da ifadesini çok da bozmadan bana hafif bir tebessümde bulunarak "Hadi gel de seni dedem olan Selim Atahan ile tanıştırayım" dedi.
Ah! İşe başladığım gün kendisinden yetmişli yaşlarını devirmiş biraz göbekli çatık kaşları eşliğinde sert bakışları olan sinirli bir ihtiyar olarak bahsettiğim dede Selim Atahan işte tam da karşımda duruyordu. Gerçi benim söylediğim gibi yetmişli değil de seksenli yaşlarını devirmiş bir bey olduğu aşikârdı. Sanırım yaş konusunda gösterdiğim cömertlik benim için hafifletici bir neden sayılabilir.
Ben bunları düşünürken Ahmet Bey de dedesinin oksijen almasını kolaylaştıran burun kanülünü kontrol edip bir yandan da her şey yolunda mı diye bakıyordu. Ağır adımlarla yürüyerek tekerlekli sandalyesinde oturan en önemli Atahan'ın yanına yaklaştık. Kendisi de gelişimizi fark edip yorgun gözlerini hemen bize daha doğrusu torunu olan Selim Bey'e doğru döndürdü.
Döner dönmez de sinirli bir ihtiyar olduğunu tescil edip zar zor konuşarak "İşte bu yüzden ağabeyinin doktor olmasını hiç istemedim. Yaşlandığımda başıma neler geleceğini taa o zamanlardan anlamıştım. Geldiğinden beri bir an olsun düşmedi yakamdan! Söyle rahat bıraksın beni çekiştirip durmasın kablolarımı. İnan olsun ant verdim hepsini sıpıtıp atarım o da kurtulur ben de!" dedi. Oouuv! Benim şaşkınlaşan gözlerim "Sen atarsan ben de yenisini getirir onu takarım" diyen Ahmet Bey'e kayarken bir anda sinirlenen dede bey büyük torununa restini çekip "Getir ulan! Onu da atmazsam bana da Selim demesinler!" deyiverdi.
Aman Allah'ım şu an Atahan erkeklerinin en asabi en sözünü sakınmayan ve tabir-i caizse en "nazik" olmayan üyesiyle karşı karşıyayım. Bu bir milat olmalı. Ama ben dede Selim Atahan'ı da çok sevdim. Neden bilmiyorum ama bu kadar olumsuz özelliğe rağmen içim kendisine çok ısındı. Belki de tüm bu çıkışların ardında aslında her nazına katlanan torunlarına büyük bir sevgi beslediğini hissettiğim içindir bilmiyorum.
Selim Bey hiç beklemediğim bir anda belime minik bir dokunuş yaparak tanışma vaktinin geldiğini belli edip hemen arkasından da dedesine dönerek "Dede bu akşam bir misafirimiz var. Seni onunla tanıştırmak istiyorum" dedi. Tanışma münasebetiyle Ahmet Bey kurtuldu ama bakalım bizim başımıza neler neler gelecek.
Dede bey bu sefer de tam "Yine mi o mürebbiye edasıyla dolanan suratsız kız geldi? Az önce de gördüm ben onu buralarda bir yerlerdedir. Hem biz onunla bir kere tanıştık. Ee... Yeter!" derken beni fark edip gözlerini kısarak dikkatle bakmaya başladı. Bu bakış yüzünden korkmadım diyemem. Şimdi hızını alamayıp "Bu kız da nereden çıktı? Gönderin gitsin!" deyip bana da bağırmasın sakın.
Birkaç saniyelik bakışın ardından dede bey iki elini de sanki tutmamı istermiş gibi bana doğru uzatınca "Ne yapayım?" der gibi yan gözle Selim Bey'e baktım. Onaylar gibi baktığını görünce de bir iki adım yaklaştım ve ellerimi dede Selim Bey'in avuçlarına bıraktım. O da ellerimi zarifçe tutup yüzümü yakından görmek istermiş gibi beni kendisine doğru yaklaştırdı ama asıl şok sonra oldu çünkü bana bakarken bir anda hüzünle karışık bir mutlulukla "Zülal'im... Kızım sen misin?" deyiverdi. Ooops! İstemeden dede beyin frekanslarını karıştırdım sanırım.
Beni Zülal Hanım sanması bir anda salonda derin bir sessizlik yarattı. Bir şey diyemeden gözlerimi yanımda duran Selim Bey'e çevirip bana bu konuda destek olmasını ima eder gibi bir bakış attım. O da sağ olsun hemen söze girip "Hayır dede değil. Annemi yıllar önce kaybettik unuttun mu? Meral benim yeni asistanım onunla tanışmanı istedim" dedi. İyi ki bu toparlama kısmı bana kalmadı yoksa dede bey üzülmesin diye bütün gece beni Zülal Hanım sanmasına zemin hazırlayabilirdim. Sen de biliyorsun ki bu tarz düzeltme konularında berbat bir performansa sahibim.
Dede Bey elimi bırakmadan yüzüme sevgiyle bakıp "Demek asistanın..." dedikten sonra elimin üzerine minik dokunuşlar yaparak sözünü de "Kusura bakma güzel kızım bir an seni gelinim sandım. Yaşlılık işte! Ara sıra aklım bana böyle oyunlar oynayabiliyor" diye tamamladı. Bunları söylerken mahcubiyeti sesinden olduğu kadar yüzünden de okunuyordu. Tebessüm ederek "Rica ederim hiç önemli değil. Sizinle tanışmaktan mutluluk duydum" dediğimde Selim Bey hiç ummadığım bir şey söyleyerek dedesine "Dede biliyor musun Meral isim benzerliğimiz yüzünden işe ilk başladığında senin asistanın olacağını düşünmüş" deyiverdi.
İçimden "Yapmayın Selim Bey!" derken dede bey bu duyduğundan hoşlanmış gibi bir tavırla "Öyle mi? Karşısında benim gibi janti bir bey beklerken seni görünce hayal kırıklığına mı uğradı yoksa? Kapıdan girer girmez zirzopluk edip bağırmadın inşallah kıza!" dediğinde söze ben girdim ve "Hayır kendisi bana karşı son derece nazikti. Söylediği gibi ben isim benzerliği sebebiyle sizin asistanlığınızı yapacağımı düşünmüştüm ama inanın Selim Bey ile çalışmayı da bir ayrıcalık olarak görüyorum. Hiç hayal kırıklığı da yaşamadım. Aksine iş konusundaki hakimiyetini hayranlıkla izliyorum" dedim.
Selim Bey söylediklerimle mutlu olurken dedesi de bana bakarak "Biliyorum öyledir. Haluk benden devraldığı koltuğunu Selim'e bırakırken bir an olsun gözümüz arkada kalmadı. Eminim işleri bizden bile iyi yürütüyordur. Güveniyorum ben ona. Hem sen bakma öyle söylediğime Selim'im sert gözükür sinirli gözükür karşısındakinin korkudan dizlerini titretir ama yufka gibi de bir yüreği vardır. Hiç bu Ahmet'e benzemiyor!" dedikten sonra bir anda omzunun ucundan arkaya doğru bakarak "Sen hâlâ mı çekiştiriyorsun kablolarımı? Bir huzur ver ulan insana! Bak doktor demem alırım ayağımın altına!" deyiverdi. Asıl komik olan şey ne biliyor musun? Aslında Ahmet Bey ona dokunmuyordu bile ama belli ki dede bey büyük torununa sağlığı konusunda fazla titizlendiği için biraz takmıştı.
"Dede hepimizi bir arada gördün istersen seni dinlenmen için odana götürelim artık"
"Bu Ahmet Efendi bana sen yaşlı bunaksın hadi git yat odana bütün gece çekemeyiz senin çeneni mi demek istiyor?
"Estağfurullah dedem hiç öyle bir şey der miyim ben sana? Tansiyonun biraz yüksek gibi geldi ilaçlarını al dinlen sonra istersen yine gelir alırım ben seni"
"Çok mu çıkmış?"
"Eh.. Biraz çıkmış"
"İyi madem. Hadi düş önüme o zaman doktor efendi!"
Dede bey ilaçlarını alıp dinlenmesi için hemşiresi ve Ahmet Bey eşliğinde odasına doğru götürülürken Selim Bey'de aynı anlarda kalkacağımızı söylemek için babasının yanına doğru gitti. Sanırım kendi aralarında küçük bir konuşma da yapıyorlar. Ansızın kalkmamızı uygun bir dille açıklamaya çalışıyor olmalı. Ortada durmamak için kapının hemen yanındaki tekli koltuğa oturdum ve konuşmalarının bitmesini beklemeye başladım.
O sırada elinde oyuncaklarıyla salona giren Kaan kendi kendisine "Neden olmuyor?" diye söylenirken bir an başını kaldırıp "Amca yardım eder misin?" dedi. İyi de Ahmet Bey salonda değildi ki. Benim de bu soruyla birlikte dikkatim iyice ona doğru kaydı. Kıyamam amcasını göremeyince yüzü fena düştü. O elindeki oyuncakları birbirine takmaya çabalarken dalıp gitmişim. Kaan'a bakarken kardeşimi hatırlayıp biraz duygulandım galiba. Yağız'ın da böyle birbirine geçmeli demirden oyuncakları vardı. O da aynı Kaan gibi odasından çıkarak koridorda "Ablaa!" diye seslenip benden kendisine yardım etmemi isterdi.
Oyuncak parçalarından biri düşünce onu yerden alıp Kaan'a uzatarak "Sana yardım etmemi ister misin?" diye sordum. Önce elindekilere sonra da bana baktı. Sanırım kadın olduğum için erkek oyuncaklarından anlamayacağımı düşündü. Ben gülümseyince o da aynı şekilde gülümseyip "Gerçekten mi?" diye sordu. Elimi uzatıp oyuncakları istediğimde büyük bir heyecanla gelip yanıma oturdu. Tekli koltukta biraz sıkıştık ama o da yaparken yakından görmek istedi herhalde. Önce parçaları inceledim sonra da durumu hemen anlayıp ona bir dahaki sefere nasıl yapacağını anlatarak birbirine takmaya başladım. Ortaya büyük ve çok güzel bir robot çıkacak gibi görünüyor.
Bana yardım edip elindeki parçaları sırayla verirken bir yandan da merakla "Bunları yapmayı nasıl bilebiliyorsunuz?" diye sordu. Aklıma ve gözlerimin önüne bir süredir görmediğim kardeşim geldiği için biraz da burukça "Biliyorum çünkü benim kardeşim de bu tarz oyuncaklarla oynamayı çok severdi" dedim. Bunu söyler söylemez yüzü asıldı. Ben nedenini düşünürken o da gözlerime şefkatle bakıp "Severdi dediniz... Sizi üzdüysem özür dilerim" dedi. Ben de bu sayede yüzünün neden düştüğünü ve bunu söyleyerek ne demek istediğini hemen anladım. Kardeşimi kaybettiğimi düşünüp bana onu hatırlatarak üzdüğünü düşünmüş olmalı. Şükürler olsun ki kardeşim çok iyi yani kendisini kötü hissetmesine gerek yok.
"Ooo! Hayır Kaan sen beni üzmedin. Severdi dedim çünkü kardeşim artık genç bir delikanlı ve oyuncaklarla oynama yaşını da çoktan geçti"
Bu açıklamayı yapmamla birlikte "Bunu duyduğuma çok sevindim" dedikten sonra gözleri ışıldayarak sözüne devam edip "Kardeşiniz sizin gibi bir ablası olduğu için çok şanslıymış. Umarım kıymetinizi biliyordur" dedi. Kaan'a bakıyorum da Selim Bey'in terbiyesini aldığı o kadar belli ki. Karşısında gerçekten çok iyi bir rol model var.
Buruk bakışlarımla aklımdan Yağız'ın sözlerini geçirerek Kaan'ın saçını okşayıp "Abla olmamın en güzel yanı onun gibi bir kardeşe sahip olmamdı sanırım. Biz kardeşimle birbirimizi çok severiz. O beni hiç üzmedi biliyor musun? Aksine hep mutlu etti" dediğimde o da bana çok tatlı bir ifadeyle gülümsedi.
O sırada oyuncağı birleştirme işlemini bitirip son parçayı da onun takması için eline verdim. Kaan parçayı yerine taktıktan sonra robotunu dikkatle inceleyip sonuçtan memnun kalınca da gülümsedi ve hemen ardından yüzündeki mutlulukla bana doğru dönüp "Oyuncağımı yapmama yardım ettiğiniz için teşekkür ederim" dedi. "Rica ederim" dediğimde ise beni şaşırtarak "Çikolata sever misiniz?" diye sordu. Çikolata mı? Bir anda aklına nereden geldi anlayamadım. Gerçi o bir çocuk onun aklına gelmeyecek de benim aklıma mı gelecek değil mi?
Ufaklığa muzur bir gülüş atarak "Çikolatayı kim sevmez ki?" dediğimde yüzünü buruşturarak "Babam sevmez. Aslında bu tarz acur cuburların sağlıklı olmadığını söyleyerek benim de yememi istemiyor ama yine de bazı zamanlar bana kıyamayıp eve alıyor" dedi. O an gözlerim bizi izleyen Selim Bey'in gözleriyle buluştu. Ne kadar zamandır bize bakıyor acaba?
Yanımıza yaklaşıp "Kalkalım demiştim ama babam kalmamız konusunda ısrarcı" derken bir yandan da ellerini kendisine bakan Kaan'ın omuzlarına koydu. Başımı olumlu anlamda sallayıp "Ben size uyarım Selim Bey siz nasıl uygun görürseniz öyle yapalım" dediğimde Kaan da memnuniyetsiz bir tavırla "Yoksa yemeğe kalmayacak mıydınız? Ben de bu gece hep beraber olacağımız için çok mutlu olmuştum" dedi. Kıyamam ona. Bir zamanlar onun gibi ben de çocuk olduğum için Kaan'ın aile bireylerini bir arada görme isteğini gayet iyi anlayabiliyorum.
Selim Bey oğluna "Biz sadece kısa bir süreliğine uğramıştık ama gördüğün gibi ben babasının sözünü dinleyen bir oğulum" derken Kaan da boş durmadı ve babasına tatlı tatlı gülümseyip "Aynı benim gibi" dedi. Ufaklık hiçbir fırsatı kaçırmıyor doğrusu. Selim Bey yüzünde oluşan tebessümle oğlunun saçını okşayarak "Evet aynı senin gibi..." dedikten sonra ikimizin haline bakarak "Ama sen Meral'i biraz sıkıştırmışsın. Hadi kalk bakalım oradan" dedi. Bu dediğine hemen itiraz edip "Ben gayet rahatım. Sorun yok" dediğimde "Olmaz öyle" deyip Kaan'a kalkmasını işaret etti.
Kaan kalkarken bir yandan da babasına benim için "O kadar kibar bir kadın ki rahatsız olsa da söyleyebileceğini sanmıyorum" dedi. Ben duyduğumla tebessüm ederken Selim Bey de oğluna doğru eğilip sessizce ufak bir öğütte bulunarak "İşte bu yüzden açıkça söylenmesini beklemeden bir beyefendi gibi bunu kendin düşünmen gerek" dedi. Birbirlerine gülümserken Kaan'ın gözü bana kaydı ve kısa bir an durup sonra da "Gülüşünüz ne kadar benziyor" dedi. Kime benziyor?
Kimden bahsettiğini anlayamadığım için düşünceli bir ifadeyle ona bakıp kaldım. Selim Bey de bir bana bir de Kaan'a baktıktan sonra konuyu kapatır bir edayla "Hadi sen Haluk dedenin yanına geç" dedi. Kaan yüzünü yanlış bir şey mi söyledim der gibi buruşturup sonra da bana dönerek "Oyuncağım çok güzel oldu. Yardımınız için tekrardan teşekkür ederim" dedikten sonra koşturarak dedesinin yanına gitti.
Kaan'ın ardından bakarken "Harika bir çocuk" dediğimde Selim Bey'de oğluna uzun uzun bakarak "Öyle... Hayatıma girdiği güne şükrediyorum" deyip derin bir iç çekti. Bakışlarım ona dönünce o da rahat kalkabilmem için elini uzatıp "Hadi gel yemek odasına geçelim" dedi. Elimi avucunun içine bırakıp yardımıyla yerimden kalktıktan sonra teşekkür eder bir ifadeyle bakarak onunla beraber yemek odasına geçtim.
Herkes masaya doğru yaklaşırken benim gözlerim istemsizce Haluk Bey'e takıldı ve bir an kendimi onu izlerken buldum. Önce elindeki kırmızı gülü eskiden Zülal Hanım'ın oturduğunu düşündüğüm yerdeki boş servisin üzerine bıraktı sonra da bir süre o güle bakıp titreyen elini üzerinde eşinin ismi işlenmiş peçetede gezdirdi. Eşinin yokluğu Haluk Bey'in ruhunda kendisini her an belli eden derin bir acıya dönüşmüş gibiydi.
Servisinin bulunduğu yerden zar zor ayrılıp masadaki yerine doğru yürümeye başladığında boğazımda bir yumru oluştu. Sanki dönüp gittim ama ruhum geride kaldı der gibi bir hali vardı. Bu sahne ve Haluk Bey'in yüzündeki hüzünle karışık özlem dolu ifade bana o kadar dokundu ki anlatamam.
Haluk Bey o özel servisin karşısına denk gelen sandalyesine güçlükle oturduktan sonra etrafındaki konuşmaları duymuyormuş gibi karşısındaki boş sandalyeye bakıp kaldı. Eşinin yemek sofrasındaki hallerini hayal ediyor olmalı. İster istemez benzer bir görüntü benim de gözlerimde canlandı. Zülal Hanım'ı birebir tanıyamadım ama fotoğrafındaki hallerini baz alırsam gülüşünü çevresine verdiği pozitif enerjiyi ve çocuklarının tabaklarına masadakilerden koyuşunu şu an hayal edebiliyorum. Güzel ve bir o kadar da zamansız gidişinin acısını hissettiren bir görüntü bu.
Derin bir iç çekerken bakışlarım tabağın üzerinde duran güle takıldı. Takıldığı gibi gözlerimde nemlenmeye dair bir hareketlenme oldu. Buna neden olan şey gülün dikenlerinin olmamasıydı. Şimdi bunda ne var Meral diyor olabilirsin ama Haluk Bey'in o dikenleri hangi ruh haliyle temizlediğini düşünmek beni fazlasıyla duygulandırdı. Belki de zamanında eşine verdiği her gülü bu şekilde temizliyordu. Aslında belki dememek lazım kesin yapıyordu. Bu ailedeki zarafet babadan oğula geçen bir özellik sanırım. Gerçekten şu birkaç saniyelik görüntüyle bile çok etkilendim. Gözlerim elimde olmadan doluyor ama sakın böyle bir şey olmasın. Şu an hiç yeri ve zamanı değil çünkü.
Kıpırdamadan durduğumdan mıdır bilmem ama Selim Bey yanıma gelir gelmez "İyi misin Meral?" diye sordu. Bir Zülal Hanım'ın masadaki yerine bir de Haluk Bey'in yüzündeki iç sızlatan ifadeye bakıp "Böyle sevgiler hâlâ var mı?" diye sorarak parmağımın ucuyla göz pınarımdaki akması muhtemel yaşı oradan uzaklaştırdım.
Sorumun üzerine Selim Bey tebessüm eder gibi olup sonra da hemen ifadesini düzelterek "Olduğuna dair bir umudum var. Yerlerimize geçelim mi?" dedi. Onayımın ardından sandalyemi çekip oturmama yardım ettikten sonra o da sağ tarafımdaki babasının hemen yanındaki sandalyeye oturdu. Onun gibi Ahmet Bey'de Derya Hanım'ın oturmasına yardım edip Selim Bey'in tam karşısındaki yerine oturdu.
Onlara dış bir gözle bakıyorum da Haluk Bey bu görüntüden çok hoşnut olmuş gözüküyor. Nasıl olmasın? Sağında ve solunda oturan iki oğlu bana onun kanatlarıymış izlenimini veriyor. Sanki ikisinden biri olmasa o kanatlardan biri kırılıp Haluk Bey'i güçsüz bırakacakmış gibi. İyi ki Selim Bey inat etmeyip bu yemeğe katılmayı kabul etmiş. Bu kararda biraz olsun etkim olduysa da ne mutlu bana.
Masadaki boş yerlere bakan Kaan kendisine yanına oturmasını işaret eden Derya Hanım'a "Teşekkür ederim ama ben Meral ablanın yanında oturmak istiyorum" dedi ve hemen sonra da yanlış bir şey mi söyledim endişesiyle bana doğru dönerek "Size abla dedim diye bana kızmazsınız değil mi?" diye sordu. Ben çok sevineceğimi söylerken nedense herkes bana abla deyişine şaşırmış gibi bakmaya başladı. Özellikle de Selim Bey bayağı şaşırdı. Neden böyle oldu acaba?
Onlar ne düşünüyor bilmem ama Kaan gayet normal bir tavırla sandalyesini çekip yanıma oturdu. Yalnız servisler açılırken Derya Hanım'ın gözleri de benim üzerimdeydi. Neden böyle baktığını anlamaya çalıştığım esnada da bakışlarım masadaki çatal bıçaklara gitti. Birbirinden farklı boy boy dizilmiş çatallar ve bıçaklar... Tam kafa karıştırmalıklar yani.
Kötü niyetli olduğumu düşünebilirsin ama sanki sofra adabı konusunda yaptığım olası bir hata Derya Hanım'ı mutlu edecekmiş gibi görünüyor. Eğer gerçekten öyleyse onu hayal kırıklığına uğratacağımı bilmeli çünkü bu konularda oldukça hassas olan annem sebebiyle hem ben hem de kardeşim daha küçücük yaşlardayken bir dizi eğitimden geçmiştik. Bundan eğitim olarak bahsediyorum çünkü annemin hiç beklemediğimiz anlarda bizi gafil avlayacak bir dizi sınavlarına tâbi tutulmuştuk ve bu sınavlardan yüz almadan geçmek imkansızdı. Neyse yine de kötü düşünmeyelim.
Peçetemi alıp kat yerlerinden açarak kucağıma bıraktıktan sonra bir an gözüm Kaan'a gitti de o da bana bakıp aynı kıvraklıkla peçetesini açarak kucağına koydu. Ona baktığımı hissedince de omuz silkerek gülümseyip önüne döndü. O gerçekten çok şeker bir çocuk. Sanırım bu gece buradan ayrıldıktan sonra en çok onu özleyeceğim. Umarım Selim Bey ara sıra şirkete gelmesine izin veriyordur.
İşin kötüsü Derya Hanım da ikimizin bu hallerini gergin bakışlarıyla izliyordu. Ona baktığımda da peçete yüzüğünü masaya bırakır bırakmaz peçetesini sertçe kucağına koydu. Bunu bana ters ters bakarak yapması da Kaan ile yakın olmamdan hoşlanmadığını düşündürdü tabii. Onunla ne zaman göz göze gelsem kendimi elektrik çarpmış gibi hissediyorum ve inan bana bu hiç hoşuma gitmiyor. Hangi ara bu hale geldik gerçekten anlamadım. Farkında olmadan onun canını sıkacak bir şey mi yaptım acaba? Tek kelime de söylemiyor ki ne yaptığımı bileyim.
İlk servis sırasında sofraya yemeğe hazırlık niteliğinde iştah açması planlanan soğuk başlangıçlarımız konmaya başladı. Her biri kişi sayısına göre hazırlanmış görsellikte çığır açacak tabaklardı. Başlangıçlarımızın gelişiyle de Selim Bey hafifçe eğilip yanımda oturan Kaan'ın tabağını kontrol etmeye başladı. Rahat görsün diye ben de biraz geri durdum. Neden öyle baktığını anlayamadım ama Kaan'ın tabağında bizimkilerden farklı olarak birkaç tane eksik lezzet vardı. Selim Bey servis yaparken yanımıza yaklaşan genç hanımı durdurup neyse ki ona söyledikleriyle biraz olsun merakımı gidermiş oldu.
"Buraya son geldiğimde sizinle karşılaşmamıştık değil mi? Yeni başladınız sanırım"
"Evet Selim Bey bu hafta içi başladım"
"Hayırlı olsun. Kaan'ın tabağında fıstık ya da herhangi bir deniz ürünü yok değil mi?"
"Hayır Selim Bey yok. Burada kaldığı sürece de buna çok dikkat ettik. Babanız Haluk Bey beni oğlunuzun gıda alerjisi olduğu konusunda tekrar tekrar uyarmıştı"
Selim Bey verdiği tatmin edici cevap üzerine teşekkür edip yeniden önüne döndü. Ben ona doğru bakınca da bir açıklama yaparak "Kaan'ın fıstığa ve deniz ürünlerine karşı alerjisi var. Bunu biraz kötü bir tecrübeyle öğrenmiştik. O günden sonra da ister istemez yediğine içtiğine çok dikkat eder oldum" dedi. Ben ne kadar iyi ve ilgili bir baba olduğunu düşünürken Kaan'ın bize doğru bakarak "Beni çok seviyor ve hastalandığımda da çok üzülüyor" demesiyle ufaklığa dönerek "Çok şanslısın ama baban da senin gibi bir oğlu olduğu için çok şanslı" dedim. O da tatlı bir gülüşle teşekkür edip tabağındaki yiyeceklerden bir çatal aldı. Tuhaf karşılanmayacağını bilsem herhalde bütün gece Kaan ile ilgilenip onunla bir köşede sohbet etmek isterdim. Gerçekten çok ama çok tatlı bir çocuk...
•●●·٠•●●•٠·˙
Eski yıllara ait anılardan bahsedilirken sofrada da hoş bir ambiyans oluştu. Ne yalan söyleyeyim Atahan ailesini yakinen tanıma şansını elde ettiğime de çok mutlu oldum. Hem Selim Bey hem de Ahmet Bey araları bozuk olmasına rağmen bu gerginliği şu ana kadar bize hiç yansıtmadılar. Tabii hiç karşılıklı konuşma da yapmadılar. Sadece Haluk Bey annelerinden bahsedip son dönemlerine ait bir anılarını anlatırken birbirlerine oldukça sert bakışlar attılar. Bunun nedenini de pek anlayamadım doğrusu.
Onları gözlemleyerek suyumu yudumlarken Kaan çocukça hislerle "Keşke elimde sihirli bir değneğim olsaydı da o güne geri dönüp babaannemi kurtarabilseydim. Onunla vakit geçirmeyi çok isterdim" dedi. Dedi ama bunu dedikten hemen sonra da masadakilere tek tek bakıp "Affedersiniz aklımdan geçeni hemen paylaşmamam gerekiyordu" dedi. Aslında bir çocuk olarak çok masumca bir şey söylemedi mi? Bence öyleydi.
Ahmet Bey yeğeninin sözlerine karşılık "Özür dilemeni gerektirecek bir durum yok Kaan bu dönem dönem eminim ki hepimizin aklından geçmiş bir istektir. Ancak o güne tekrar geri dönsek bile elimizden bir şey gelmezdi. Hayatta önüne geçemeyeceğimiz ya da müdahale edemeyeceğimiz olaylar da vardır. Bunları kabullenmeyi öğrenmemiz gerek" deyip Selim Bey'e de kabullenme kısmında imalı bir bakış atınca bir anda ortamdaki havanın ısısında yükselme yaşanmaya başladı çünkü Selim Bey bu dediği şeye çok sinirlendi. Sanırım az önce aralarında gizli saklı bir laf çarpma durumu yaşandı.
Selim Bey kızgındı ama yine de gayet sakin bir ses tonuyla durumu idare etmeye çalışıp "Bu amcanın profesyonel kimliğini ön plana aldığı düşüncesi tabii" dedi. Sakin sakin dururken ne dedi o? Eyvah birazdan kılıçlar çekilecek gibi görünüyor.
"Bu benim profesyonel kimliğimin düşüncesi ise peki senin profesyonel olmayan kimliğinin düşüncesi ne Selim?"
"Ne olduğunu çok iyi bildiğini düşünüyorum. Hatırlarsan bunu seninle enine boyuna konuşmuştuk. Tekrar açmak yersiz olur"
Ahmet Bey kinaye içeren bir tonlamayla "Hatırlamaz mıyım?" dedikten sonra çenesini tutup iki yana doğru hafif hafif ittirerek kardeşine bakınca aralarındaki gerginlik hepimizce daha da hissedilir bir hale geldi. Nasıl yani? İkisi o bahsi geçen konuşma sırasında tartışmaya istenmeyen farklı bir boyut mu getirmişlerdi? Ahmet Bey çenesini tuttuğuna göre bir yumruklaşma yaşandığı açıktı. Üzüldüm doğrusu... Keşke aile içlerinde bu tarz şeyler hiç yaşanmasa.
Haluk Bey onları bir süre dinledikten sonra iki oğlunun konuşmasının arasına girerek Derya Hanım ve beni kastedip "Aranızdaki konuyu şimdilik rafa kaldırın çünkü hanımlara ayıp oluyor" dedi. İkisi de birbirlerinin gözlerine tehditkâr bir ifadeyle bakıp babalarını onaylayarak "Haklısın baba" demek durumunda kaldılar. İnanır mısın bilmem ama ne ben ne de Selim Bey şu masaya oturduğumuzdan beri ağzımıza doğru düzgün tek bir lokma bile atmadık. Sanırım ben de ondan etkilendim çünkü o çatalıyla yemeğini tırtıklarken benim de boğazımdan bir şey geçmedi. Sürekli önümüzdeki suyu içip durduk.
Birkaç dakika sonra da daha çok erken olmasına rağmen Selim Bey saatine bakıp "Baba izninle biz artık kalkalım. Sabah şirkete çok erken gitmem gerekiyor" dedi. Ooo! Gerçekten iyi bile dayandı. Bu arada şirkete çok erken mi gitmesi gerekiyormuş? İyi de erken gitmesini gerektirecek bir görüşmesi ya da işi yok ki. Olsa bilirdim çünkü. Benim ifademin aynısı Derya Hanım'ın yüzünde de oluştu. Ya bilmediğimiz bir işi vardı ya da resmen kalkışımıza uygun bir kılıf uydurmaya çalışıyordu. Bence kesinlikle ikincisi.
Haluk Bey tabağındakilere el sürmediği gerekçesiyle hiç değilse ana yemek servisine kadar kalmasını isteyince de Selim Bey iştahı olmadığını söyledi. Ee! Az önceki atışma nedeniyle iştah miştah kalmadı tabii. Babası başını olumlu anlamda sallayınca da ayağa kalkıp önce benim sandalyemi tutarak kalkmama yardım etti sonra da babasına yaklaşıp sıkıca sarıldı. Muhtemelen bu ani kalkışı sebebiyle özür diliyordur ama o kadar sessiz ki bizler ne konuştuklarına kulak misafiri dahi olamıyoruz.
Haluk Bey benimle tokalaşırken tanıştığımız için çok memnun olduğunu ve bu evin kapılarının bana her zaman açık olduğunu söyledi. Ben de burada bulunmaktan dolayı mutlu olduğumu söyledikten sonra bizi çok güzel ağırladıkları için kendilerine tüm kalbimle teşekkür ettim. O esnada bir gözüm de Selim Bey'e takıldı. Derya Hanım ile soğuk bir el sıkışması yaşayıp ağabeyine de gergin bir ifadeyle "İyi akşamlar" diledi. Buna da şükür diyesim geldi. Hiçbir şey demeden önünden geçip gidebilir bu da babasını üzebilirdi. Neyse ki araları bozuk dahi olsa nezaketlerini koruyorlar. Haluk Bey'in ardından Derya Hanım'a yaklaşıp "İyi akşamlar Derya Hanım" dedikten sonra gözlerim Kaan'ı arayarak Ahmet Bey'in yanına geldim.
"İyi akşamlar Ahmet Bey sizinle tanıştığıma memnun oldum"
"O memnuniyet bana ait ama bu böyle kalmasın. Yeniden görüşmek üzere diyelim mi?"
Bu soruyla birlikte gözlerime bakarak elimi öperken Selim Bey'in eli de yine bütün gün çekiştirip durduğu kravatına yapıştı. Kesin kapıdan çıkar çıkmaz boynundan söküp atacak o da rahatlayacak kravatı da. Aslında Ahmet Bey'in sorusuna karşılık içimden umarım görüşmek zorunda kalmayız demek geçiyor ama bu çok büyük bir nezaketsizlik olacağı için minik bir tebessümle sadece "Tabii ki memnun olurum" dedim. Herkes sofrada olunca Selim Bey rahatsız olmamalarını söyleyip bana da bir bakış atarak yemek odasından çıkma sinyali gönderdi.
Antreye çıktığımızda da bizi geçiren genç hanıma Kaan'ın hazır olup olmadığını sordu. Tabii sormasıyla da ufaklık koşturarak yanımıza gelip "Bu sizin için!" diyerek bana bir paket uzattı. Şaşırarak paketi elinden alırken de "Oyuncağımı yapmama yardım ettiğiniz için bunu benden küçük bir teşekkür hediyesi olarak kabul edin lütfen" deyince kendimi o kadar garip hissettim ki anlatamam. Aldığım en değerli hediyelerden biriydi çünkü. "Çok teşekkür ederim Kaan ama ne gerek vardı?" diyerek eğildikten sonra yanağından öptüm. O da bana sıkıca sarılıp "Umarım seversiniz" dedi. "Severim tabii sevmez miyim hiç?" dediğimde Selim Bey de oğluna yaklaşıp eğilerek yakasını düzeltmeye başladı.
"Çantanı göremiyorum. Sen şimdi ciddi ciddi benimle gelmiyor musun?"
"Kalayım ne olur"
"Beni hiç özlemedin yani"
"Hayır çok özledim ama dedemleri de çok özledim. Bir de Rüzgar'ın tayı var tabii. Kalayım mı?"
"İyi tamam çok istiyorsan kal"
"Teşekkür ederim baba!"
"Hadi bakalım dedenin sözünden çıkma. Ben seni ararım ama sen de beni ara olur mu? Ya gün içinde ya da akşam iş çıkışlarında uğrar seni görmeye gelirim"
"Peki olur"
Selim Bey Kaan'a sarılıp öptükten sonra ayaklanıp bana da "Hadi biz çıkalım" dedi. Kaan'ın el sallaması eşliğinde evden ayrılıp arabaya doğru yürümeye başladık. Sessizdi. Ne düşünüyor bilmiyorum ama her şeye rağmen yine de iyi görünüyor.
Arabaya geçtiğimizde tam da düşündüğüm gibi kravatını söker gibi çıkarıp arka koltuğa bıraktı. Ben de elimdeki Kaan'ın hediyesine şöyle bir göz attım. Paket kağıdı olarak çizdiği bir resmi kullanmış gibi görünüyor. Arabanın içi karanlık olunca ne olduğunu anlayamadım tabii. Ne çizdiğini de o kadar merak ettim ki anlatamam ama Selim Bey'in yanında da açmam sanki biraz garip olur gibi geldi. Biraz sabretsem iyi olacak.
"Meral bu gece benimle geldiğin için teşekkür ederim. Gerçi gece pek de iyi noktalanmadı. Büyük ihtimalle gelmemiş olmayı tercih ederdin"
"Aslında ben halimden gayet memnunum Selim Bey. Ailenizi çok sevdim ve onlarla vakit geçirmekten de büyük keyif aldım ama keşke son anda Ahmet Bey ile aranızdaki diyalog yaşanmamış olsaydı"
"Ben Ahmet'in yine bana dokundurmalarda bulunacağını biliyordum. En azından tahmin ediyordum. Haksız olmasına rağmen kendisini haklı görmesine katlanamıyorum"
"Ahmet Bey'in haklı mı yoksa haksız mı olduğunu bilemem o sizin takdirinize kalmış ama inanın buraya gelerek babanızı ve oğlunuzu çok mutlu ettiniz. Ayrıca ağabeyinize sert bir cevap vermeden kalkmanız da geceye gölge düşmesini engelledi"
Kısa bir an düşünüp bir eli direksiyonda bir eli de alnında olarak sessizce "Bu akşam için bambaşka planlar yapmıştım" dediğinde boş bulunarak "Ne gibi Selim Bey?" diye sordum. Önce bana baktı sonra da sessiz kalarak yola döndü. Ben tam içimden neden onu sorguya çekiyorsam diye düşünürken o da "Sen de tabağına pek dokunmadın. Seni evine bırakmadan önce bir şeyler yiyelim mi?" diye sordu. Bir an ne diyeceğimi bilemedim.
Teklifine son derece şaşırarak "Ben yalnız kalmak istersiniz diye düşünmüştüm" dediğimde dudağını büzüp sonra da bana yandan bir bakış atarak "Bugün istemiyorum galiba" dedi. Ah! Bu bakışı görmemem lazımdı çünkü şu an nereye derse itiraz etmeden oraya gidecekmişim gibi hissediyorum.
Kısa bir an boş boş bakıp sonra da "Düşündüm de... Sanırım size eşlik edebilirim" dediğimde beni oldukça şaşırtarak "Sen bana evinde kahve ikram etmiştin şimdi de ben sana akşam yemeği hazırlayayım o zaman" dedi. Ne dedi? Söylediği şeyi düşünüyorum da "Hazırlayayım" mı dedi o? Aynı şeyi mi duyduk? Yemek dedi... Kafamdan uydurmuyorum değil mi? Sen bana kahve yaptın ben de şimdi sana yemek hazırlayayım dedi. Kendi eliyle yani? Yemek yapacak... İkimize... Stoooop!
Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder