"Kaçmak lâzım biraz hayattan.
Daha büyük kaçışlara hazırlanmak için."
Sabahattin Ali
1.Bölüm : Seni korkuttum mu?
Bu sabah neden bu kadar yorgun uyandım bilmiyorum. Başımı yumuşacık yastığımdan uzaklaştırmakta oldukça güçlük çekiyorum. Keşke hafta sonu olsaydı da tüm günümü yatağımın içinde geçirebilseydim. Tabii ben bunu düşünürken içimden oldukça gür çıkan bir ses "Kalk artık Meral! Zar zor bulduğun tek düzgün işi de tembelliğin yüzünden kaçıramazsın" diyerek bana bağırıyor ve böylelikle uyanışım da bir hayli hız kazanıyor.
Komodinin üzerindeki saate baktığımda bir buçuk saatten az vaktim kaldığını anlayınca açılmayı bile bekleyemeden apar topar sıcacık yatağımdan kalkmak zorunda kaldım. Belli ki alarmın çalmamış ya da çalmış ama ben duymamışım. Banyoya girip çıktıktan sonra akşamdan akıl ederek hazırladığım kıyafetlerimi karşımda bulunca ister istemez kendime iltifat etme gereği duydum.
"Bu düzen delisi halinle bir harikasın Meral!"
Makyajımı yapıp saçlarımı kuruttuktan sonra giyinmeye başladım ama tam da o sırada aklıma ara sıra kullanma gereksinimi hissettiğim dinlendirici gözlüğüm geldi. Her zaman olmasa da bazı zamanlar ona gerçekten çok ihtiyaç duyuyorum. Kısa bir arayışın ardından onu yatağımın içinde bulmam da az önceki iltifatımı geri almama yol açmadı değil. Demek bütün gece oradaymış ve farkında olmadan beraber koyun koyuna yatmışız. Kırılmadığına şükretmeliyim.
Hemen onu ve akşam okurken uykuya dalmama neden olan kitabımı oradan alıp yatağımı üstünkörü düzelttim. Evet artık hazır gibiyim yani evden çıkabilirim. Tabii önce mutfağa gidip yanıma birkaç ceviz ve kuru meyve almalıyım. Şu an kahvaltı etmeye vaktim yok ama yolda giderken bunlarla küçük bir atıştırma yapabilirim.
Evden çıktığımda yan dairemdeki çiftle karşılaşınca kapı önünde kısa bir merhabalaşma yaşadık. Tatlı insanlara benziyorlar çok sevimli de bir kızları var. Adı Elif. Gözlerinin içi ışıl ışıl parlıyor. O mutlu bir çocuk. Ben ailesine çekinerek hoşça kalın derken yan gözle baktığım o minik şirin kız da arkamdan gülümseyip bana peş peşe öpücükler atıyor. Bu beni şaşırtsa da yine de ben de ona aynı karşılığı verip sonrasında da hızla aşağıya indim. Otobüsü kaçırmak istemiyorsam acele etmeliyim öyle değil mi?
•●●·٠•●●•٠·˙
Otobüste istemsizce de olsa küçük bir şekerleme yaptıktan sonra nihayet geldim ama kısa bir mesafe daha yürümem gerekiyor. Bu topuklular da bu konuda beni gerçekten çok zorluyor. Bu eziyeti ilk maaşımı alana kadar her gün çekmem gerektiğini bilmem de yüzümü epeyce düşürdü doğrusu. Şey... Bu sıralar maddi anlamda ufak tefek sorunlar yaşıyorum da.
Ah! Bir de bugün Selim Atahan ile ilk defa karşılaşacağım. İş görüşmesine geldiğim gün kendisinin yurt dışındaki bir fuara katıldığı için şirkette olmadığını öğrenmiştim. Tam işi alamayacağımı düşündüğüm esnada da bana bu görüşmeyi onu temsilen Derya Üstündağ ile yapacağım söylenmişti. Selim Bey geri döndüğünde vakit kaybetmemek için asistanının o gelmeden bulunmuş olmasını istemiş sanırım. Derya Hanım'a çok güveniyor olmalı.
Kulağıma da otoriter ve işinde laubaliliğe izin vermeyen sert biri olduğu çalındı. Belki de öyle olmak zorundaydı. Sonuçta dişiyle tırnağıyla kurduğu 50 küsur yıllık şirketini ayakta tutmak çok da kolay olmamalı. Yoksa 60 mıydı? Her neyse bu konuda hafızama pek de güvenemedim doğrusu.
Tek başıma asansörün gelmesini beklerken kapının açılmasıyla sanki herkes onu benim çağırmamı bekliyormuş gibi içeriye doluştu. Şaka gibi! Asansörü çağıran bendim ama neredeyse kendisine tek yer bulamayan da yine ben olacaktım.
İçeriye sıkışıp on üçüncü kata basarak beklerken bir yandan da çok gerekliymiş gibi kafamda bu rakamla ilgili oradan buradan işittiğim hurafeler dolanmaya başladı. Bir insan şirketinde o kadar yer varken ofisini neden uğursuz bir rakam olduğu söylenen on üçüncü kata aldırır ki? Halbuki önceki gelişimde şirketin ikinci ve üçüncü katta daha çok faaliyet gösterdiğini görmüştüm. Ofisleri neden o katlardan birine değil de bu yüksek kata almışlar gerçekten akıl sır erdiremedim.
İnsanların inip binmeleri sırasında yaşanan duraksamalar yüzünden de biraz gerilmeye başlamadım desem yalan söylemiş olurum. Şu an sanki buradan hiç çıkamayacakmışım gibi hissediyorum. Hafiften kapalı alanlara karşı fobim olduğunu da anlamış olmalısın. Gerçi onun dışında karanlıktan korkma gibi birtakım başka fobilerim daha var. Bu fobiler bu sene yani yeni başladı. Halbuki daha önce hiç böyle korkularım yoktu. Hangi ara bana musallat oldular anlayamadım.
Dikkatimi dağıtmak için çantamı kurcalarken asansör nihayet bu sefer de benim için durdu. Kendimi dışarıya nasıl attığımı bilemiyorum ama buna en kısa zamanda alışmaktan başka çarem olmadığını çok iyi biliyorum.
Umarım yüzüm hayalet görmüş gibi bembeyaz olmamıştır. Yanıma allığımı da almış mıydım acaba? Saatime bakıp sadece birkaç dakika kala orada olduğumu anlayınca istemsizce ofladım çünkü anlaşılan o ki yarın daha erken bir saatte kalkmam gerekecekti. Seri adımlarla Selim Bey'in odasının önüne geldim ama etrafta bana yardımcı olabilecek kimse yok gibi görünüyor.
Mecburen bir süre orada oturup bekledim. Bu sürenin sonunda da son derece zarif bir şekilde yanıma doğru yaklaşan bir kadın bana gülümseyerek "Siz Meral Tekin olmalısınız" dedi. Hmm... Burada haberler hızlı yayılıyor demek ki.
Çekinerek başımı sallayıp öyle olduğunu söylediğimde bana Selim Bey'in bir süredir beni odasında beklediğini söylemesiyle istemsizce dudağımı kemirdim. Gören de okulun disiplin kurulundan beklendiğimi zannederdi. Bana tekrar gülümsedi. Büyük ihtimalle ürkek bakışlarım yüzünden şu an heyecanımı gizlemeyi başaramıyorum. Masasındaki telefon durmaksızın çalınca bana içeriye geçebileceğimi söyleyip telefonu açmaya gitti. Ne yani öyle pat diye içeriye mi girecektim? Önden bir girizgah yapsaydı keşke.
Kapıya yaklaştıktan sonra ceketimi düzeltip son kez üstümü kontrol ettim. Sonuçta ilk intiba önemliydi. Gözlüğümü de elime alıp çantama koydum. Şimdilik ona ihtiyacım olmayacaktı. Yani umarım. İstemsizce çatılan kaşlarımla derin bir nefes alıp kapıyı tıklattım ve "Girin" diyen tok bir ses eşliğinde içeriye girdim.
Girdim girmesine de karşımdaki adam Selim Atahan değildi ki. Bu adam kim bilmiyorum ama kesinlikle o değildi. Yaşı tutmuyor bir kere. Kapıyı açmamla birlikte sert bakışlarıyla beni baştan aşağıya dikkatle incelerken yüzümde yine o hiç sevmediğim şapşal ifade oluştu. Bunu nereden mi biliyorum? Masanın arkasına denk gelen duvardan duvara pencerenin camı az önce bana bu konuda oldukça yardımcı oldu da oradan biliyorum. Kahretsin ifadeni düzelt Meral!
"Şey... Affedersiniz ben Selim Bey'in misafiri olduğunu bilmiyordum. Özür dilerim. Çok özür dilerim"
Adamın ağzını bile açmasına izin vermeden dışarıya çıkıp telaşla kapıyı kapattım. Nefesimi tutarken gözlerim de az önceki kadını aramaya başladı ama o da ortalarda gözükmüyor. Hayır yani ne diye yerinde durmuyor ki?
Sırtımı kapıya yaslayıp utancımdan gözlerimi kapatırken içeriden gelen ayak sesleriyle birlikte bir anda kapı açıldı. Şükürler olsun reflekslerim hâlâ yerinde de bu sayede kendimi adamın üstüne düşmekten son anda kurtarabildim.
Hızla arkamı döndüğüm anda az önce içeride olan adam bana bir adım yaklaşırken ben de eş zamanlı olarak onun aksine bir adım geri çekildim. Bu korkmak mıydı çekinmek miydi ya da başka bir şey miydi bilmiyorum ama nedensizce ondan uzak durmak istedim. Bakışları insanın içinde tuhaf bir his uyandırıyordu. Sanki baktığım süreyi biraz daha uzatsam nasıl olduğunu bile anlayamadan beni hipnotize edecek gibiydi.
"Meral Tekin?"
"Evet benim"
Birazdan utancımdan yanaklarım al al olacak çünkü elini uzatıp hiç beklemediğim bir şekilde bana kendisini Selim Atahan olarak tanıttı. İyi de bu karşımdaki adam Selim Atahan olmak için biraz fazla genç değil miydi Allah aşkına? Tamam çatık kaşlar sert bakışlar beklediğim profile harfi harfine uyuyor ama bu adam kesinlikle kel ve göbekli değildi. Hatta şöyle bir bakıyorum da bir yirmi otuz yıl daha o görüntüye uzak kalacak şekilde fit görünüyor. Sanırım araştırma yaparken ismini yanlış yazdım. Bunun başka bir açıklaması olamazmış gibi geliyor. Ah! Tüm bunları düşünerek elimi uzatırken ağzımdan çok aptalca bir şey kaçtı.
"Gerçekten mi? Ben kendisini daha şey bekliyordum..."
"Ne bekliyordun?"
"En azından yetmişli yaşlarını devirmiş biraz göbekli çatık kaşları eşliğinde sert bakışları olan sinirli bir ihtiyarla karşılaşacağımı bekliyordum. Aldığım bilgiler bu yöndeydi de"
Kahretsin! Pot üstüne pot rekoru kırıyorum. Bunu anlamama da "Bilgiler doğru ama bahsettiğin Selim Atahan ben değilim. Az önce tam olarak şirketimizin kurucusu da olan dedem Selim Atahan'ı tarif ettin" demesi oldukça destek oldu. Harika! Patronumun dedesine kel ve göbekli dedim. Sinirli ihtiyar da dedim değil mi? Yetmişi de devirttim. Bugün adeta bukalemun gibiyim. Ne kadar hızlı renk değiştiriyorum inanılır gibi değil. Tek kaşımı kaldırıp utancımdan dudağımı kemirirken kafamda da çocuklara aile büyüklerinin isminin verilmemesi gerektiği konusunda yeni bir bilgi oluştu.
Bir şey diyemeden sadece nefesimi tutarak ona baktım. Ağzımdan ne çıkacağına bile güvenemezken daha ne diyebilirdim ki? Utandığımı anlamış olacak ki mevzuyu uzatmadan hafifçe kenara çekilip "İçeriye gel" diyerek hem gözleriyle hem de eliyle bana odasını işaret etti. Bakışlarımı ondan alarak odasına çevirdikten sonra ağır adımlarla içeriye girdim.
Odaya hızlıca göz gezdirip omzumun ucundan arkaya doğru baktığımda Selim Bey kapıyı kapatarak bana "Otur lütfen" dedi. Oturayım da yine gerildim ki ben. Telaşa kapılıp saçmalamasam bari. Yanımdan geçerek masasına doğru gittiğinde ben de masasının önündeki tekli koltuğa oturdum. O da oturmamı bekleyip hemen benden sonra kendi koltuğuna oturdu. Hmm... Bunu sevdim. Nazik biri olduğu az önce beni daha da çok utandırmamasından ve şu an bu hareketinden çok net bir şekilde anlaşılıyor.
Masasının üzerindeki kağıtların arasında bir şeyler ararken doğal olarak aramızda sessizlik oldu. Bu sessizlik sebebiyle ister istemez odayı tekrardan incelemeye aldım. Bunun için oldukça da vaktim oldu. Aslında sessizliğin uzamasının bir sebebi de benmişim çünkü benim meraklı gözlerim dikkatle etrafı dolaşırken o aradığını çoktan bulmuş ve sonrasında da sessiz kalmayı sürdürerek beni izlemeye başlamış. Bunu ilk anda değil de iş işten geçtikten sonra anlamam ne büyük bir talihsizlik.
Saf saf bakınırken bir an gözüm Selim Bey'e gidince hemen ifademi düzeltip "Özür dilerim! Odanızda dikkat çekici o kadar çok ayrıntı var ki onlara bakarken..." dedim ama sözümü tamamlayamadan lafımı bölüp "Kendini mi kaybettin?" diye sordu. Bir şeyler söylemek istercesine dudaklarımı kıpırdatmaya başladım. Şu an bana öyle dik bir şekilde bakıyor ki sanki konuşmaya başlarsam kekeleyecekmişim gibi hissediyorum. Niye böyle oldum anlamıyorum.
"Hayır onlara bakarken kendimi kaybetmedim. Sadece her birinin kendisine ait bir hikayesi varmış gibi görünüyordu. Bu da bende bir miktar merak hissi uyandırdı"
Bunları söyledikten sonra bakışlarımı kaçırdım. O ise ayağa kalkıp arkamdan geçerken hiç ummadığım bir şekilde en çok hangisinin hikayesini merak ettiğimi sordu. Bunu soracağını tahmin etmeliydim ama maalesef bir şey yaparken ya da söylerken hep bir iki adım sonrasını düşünmeyi atlıyorum. Yine kendi kendimi zora soktum ya aferin bana.
Tedirgin bir halde eşyalara tek tek göz atarken o da gözleri üzerimde olarak konuşmamı beklemeye başladı. İçi spot ışıkla aydınlatılan dolaba baktığım anda hiç düşünmeden kırılmış olmasına rağmen hâlâ orada duran ve odanın modern görünümüne de hiç uyum sağlamayan antika vazonun hikayesini merak ettiğimi söyledim. Herhalde pahası yüzünden atmaya kıyamama durumu olmamıştır değil mi? İlla orada durmasının bir nedeni olmalıydı.
Sorumun ardından vazoya doğru uzun uzun bakmaya başladı. Bu kadar düşündüğüne göre pek de yakın bir geçmiş değildi herhalde. Uzun bir bekleyişin ardından da kendisine gelmek için başını belli belirsiz iki yana salladı. Niye böyle bir şey yapma gereği duydu acaba?
Toparlandıktan sonra derin bir nefes alıp ardından da kendinden gayet emin bir ifadeyle "Onu bir kızgınlık anımda ben kırmıştım. Orada durmasının sebebi de ona her baktığımda bana o günü hatırlatıyor olmasıydı çünkü ben o günü unutmak istemedim" dedi. İçeriye girdiğimden beri elimde sıkı sıkıya tuttuğum çantamı önümdeki sehpaya bırakırken bu söylediğini duyunca aniden durup ona baktım. Elim şaşkınlıktan havada kalırken o da bana doğru döndü.
Gözlerinde hüzün olmasına rağmen tüm bunları ne kadar da rahat söyledi öyle. Bir Selim Bey'e bir de vazonun olduğu yere bakarken aynı anda da gözümün önünde o vazoyu sinirle eline alıp duvara doğru sertçe fırlattığı bir sahne canlandı. Bu yüzden de vazonun kırılma anıyla oturduğum yerde istemsizce minik bir sıçrayışta bulundum.
"Seni korkuttum mu?"
Bunu sorarken masaya doğru yaklaşıp kendi yerine geçmek yerine tam karşımdaki koltuğa oturdu. Ellerini kenetleyip bana doğru eğilerek cevap vermemi beklerken hafifçe yutkunup "Korkmalı mıyım?" diye sorduğumda ise dudağının kenarıyla tebessüm edip bu sefer de "Korkmamalısın desem bana inanır mısın?" diye sordu. Gözlerimi yarım tur çevirerek "İnanırım" dediğimde şaşırarak kaşlarını çatar gibi oldu. Bunu neden yaptı anlayamadım. Yanlış bir şey mi söyledim acaba?
"Yeni tanıdığın insanlara bu kadar çabuk inanmamalısın"
"Ben sizin gibi düşünmüyorum"
"Sen ne düşünüyorsun?"
"Peki insanlara bir kere bile olsun şans tanımazsam haklarında yanılıp yanılmayacağımı nasıl anlayacağım?"
"Yanıldığında çok acı çekersin"
"Ya yanılmazsam?"
"Düşük bir ihtimal"
"Bunu bilemeyiz. Sırf yanılmaktan korkuyorum diye insanlara olan inancımı kaybedemem. Ya bu hayatta en çok güvenmem gereken kişiyi sırf bu sebeple kaybetmiş olursam? Hem hayatımda olmayışı benim seçimime de bağlı olmaz. Ama diğer türlü iyiyi ya da kötüyü hayatımda tutup tutmayacağım tamamen benim kendi özgür irademe bağlı olacak"
Bu söylediklerimle birlikte düşünceli bakışları da gözlerime kilitlendi. Keşke aklından geçenleri okuyabilseydim. Sabırla bir şeyler söylemesini beklerken bir anda kapı tıklatılıp içeriye az önceki zarif yürüyüşlü kadın girdi. Anladığım kadarıyla belirli bir sayıda çıkması planlanan özel parfümün ilk numuneleri hazırmış ve hangisi olacağına karar vermesi için Selim Bey'in odasına getirmek istiyorlarmış. Zamanlamaları da şahane oldu gerçekten.
Selim Bey numuneleri getirebileceklerini söylerken bir yandan da ayağa kalktı. Çıkıp çıkmamam gerektiğini bilemeyip ben de onunla beraber ayağa kalktım. O da kapının kapanmasıyla yanıma yaklaştı. O kadar da yakın duruyor ki biraz olsun yerim olduğunu bilsem yine bir iki adım geri çekilme gereği duyacağım. O ise sanki yüzümü hafızasına kazıyormuş gibi bana uzun uzun baktıktan sonra "İşi aldın. Artık asistanım sensin Meral" dedi. İşi aldım mı? Nasıl yani!
Bu duyduğumla resmen baştan aşağıya buz kestim. Hatta Selim Bey yanımdan geçerek masasına doğru giderken yüzüm gözüm istemsizce şekilden şekle girdi. Ne yani Derya Hanım beni zaten işe almamış mıydı? Buraya gelip Selim Bey ile konuşurken aslında yeni yani sıfırdan bir görüşme mi yapıyordum? Aman Allah'ım! Ezkaza yanlış bir şey söylesem ya da yapsam demek işi kaybedecektim. Kahretsin! Daha dikkatli olmalıydım. Çok daha dikkatli...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder