"İlk önce konuşmaktan korkarsın sevdiğinle,
sonra ona aşık olmaktan.
Bunlar neyse de, en son kaybetmekten korkarsın"
Sunay Akın
4.Bölüm : Sizi rahatsız mı ediyorum?
"Kimse yok mu? Ne olur bana yardım edin!"
Kapana kısılmış bir halde içeride dönüp dururken kalbimin atışı da her geçen dakika daha da hızlanıyor. Sanırım kontrolümü kaybetmek üzereyim. Kendimi sakinleştirecek bir yol bulmak zorundayım ama bunu yapamıyorum. Hissettiğim korku beni an be an bir hortummuş gibi içine çekiyor ve ben buna müdahale edemiyorum. Kendime yaptığım telkinler de hiçbir işime yaramadığı gibi aksine daha da çok paniklememe yol açıyor. Bu konuda hiçbir zaman başarılı olamadım zaten.
"Yardım edin!"
Asansör yeniden durunca sanırım iki kat arasındaki boşluğa denk geldim çünkü içeriye dirhem ışık girmiyor. Belki de tüm katları ilgilendiren genel bir arıza yaşanmıştı bilmiyorum ama buradan hemen çıkmam gerektiğini çok iyi biliyorum. Burada bir dakika daha kalamam. Göremeden ellerimi etrafta gezdirirken çağrı cihazımda susmak bilmiyor. Biliyorum toplantı saatinde orada olmalıydım ama olamıyorum işte! Yardımcı olamayacaksan sus artık sus!
Asansörün düğmelerine dokunup görme yetisini kaybetmiş biri gibi kabartma yazılardan yardım düğmesini bularak uzun uzun bastım. Bu böyle olmayacak benim telefonumu bulmam lazım. İlk anda yaşadığım korku yüzünden elimden düşen çantamı almak için yere eğildim. Ellerimi hızlı hareketlerle yerde gezdirirken de çantamın sapını yakalayıp kendime doğru çektim. Gözlüğümü koyarken fermuarını kapatamadığım için ağız kısmı açık kalmış ve sanırım telefonum da içinden düşmüş.
Hay aksi! Göremiyor olmam da beni kötü yönde etkilemeye başladı. Her şeyi bırakıp gözlerimi sıkı sıkı kapattım. Sanki görememem benim seçimimmiş gibi bir algı yaratmaya çalışıyor kendi kendime gözlerimi açarsam aslında her yerin aydınlık olduğunu söyleyip duruyorum. Gözyaşlarım akarken kendimi bir anda yere bıraktım çünkü ellerim uyuştu ve nefes alış verişimdeki aksamalar yüzünden de başım dönmeye başladı. Yardım gelene kadar başımı ellerimin arasına alıp bir şekilde sakinleşmenin bir yolunu bulmalıyım.
Birkaç dakika geçtiğinde önce titreşimdeki telefonumun sesini duydum ardından da başımı kaldırınca etrafa yaydığı ışıkla derin bir nefes aldım. Kurtuluyorum galiba. Hızla uzanıp asansörün en dip köşesinde öylece duran telefonumu elime aldım. Arayanın kim olduğuna bile bakmadan telefonu öyle bir hızla açtım ki ben bile şaşırdım. Arayan Rana Hanım'dı. Zamanında gelmediğim için merak etmiş ayrıca tam da düşündüğüm üzere genel bir arıza olduğu için yukarıda yaşanan kargaşa sebebiyle benim için endişelenmiş.
Ona tam bir şeyler söyleyecekken asansör tekrar hareket edip bu sefer de yarısı katta yarısı da boşlukta asılı kaldı. O kadar korktum ki ne olduğunu sorduğunda ona sadece "Nefes alamıyorum yalvarırım beni buradan çıkarın" dedim. Bana arızaya bakıldığını söyledikten sonra sakin olmamı ve birazdan hangi katta sıkıştıysam oraya geleceğini söyledi. Umarım Rana Hanım en kısa zamanda buradan çıkmamı sağlar çünkü bu korkuya daha ne kadar dayanabileceğimi bilemiyorum.
•●●·٠•●●•٠·˙
"Bir arıza nasıl bu kadar uzun sürebilir? Hemen açın şu asansörün kapısını!"
Gözlerimi kulağıma ulaşan bu tanıdık sesle birlikte araladım. Şükürler olsun ki artık biraz da olsa içeriye ışık girmeye başlamıştı da o zifiri karanlıktan kurtulmuştum. Kulağıma da konuşmaların yanı sıra birbirine temas eden demirlerin sesleri geliyor. Galiba birisi elindeki aletle kapıyı zorlayarak açmaya çalışıyor. Umarım işinde ehil biridir de çabucak açar.
Sessizce "Her şey düzelecek. Birkaç saniye içinde buradan çıkacağım. Her şey düzelecek... Birazdan bitecek" dediğim esnada "Meral! Meral iyi misin?" diye seslenen Selim Bey'in sesi gelmeye başladı. Az önce açın şu kapıyı diye bağıran da oydu değil mi? Kesin oydu. Yardım etmelerini isterken adamın zorlaması fayda etmiş olacak ki kapı açıldı. O an göz göze geldiğim Selim Bey'in bana karşı olan bakışını hiç unutmayacağım. Ne kadar korktuğumu o da iliklerine kadar hissetmiş olmalı.
Ancak hâlâ çıkabilecek halde değilim çünkü kapı açıldığında neredeyse omuzlarıma kadar varabilecek durumda olan duvarla karşı karşıya kaldım. İşin kötüsü oradan çıkabilmem için beni yukarıya çekmek zorundalar. Tabii bunu yapmaya cesaret edebilmem için önce beni ikna etmeleri gerekiyor. İlk atılım da Selim Bey'den gelecek gibi görünüyor. Yanılmadım çünkü ceketini çıkarıp Rana Hanım'a verdikten sonra eğilerek elini bana doğru uzattı. Bu yaptığını görür görmez hiç düşünmeden olmaz dercesine başımı iki yana salladım.
"Bunu yapamam"
"Yapabilirsin Meral! Sen sadece elimi tut tamam mı? Seni yukarıya çekeceğim"
"Yapamam Selim Bey!"
"Bana güven. Gel hadi!"
Yapıp yapmamayı düşünürken asansörün köşesine iyice yapıştım. Selim Bey elini tutmam konusunda ısrarını sürdürürken benim gözlerim de eğer bu dediğini yaparsam neler olabilir diye çıkmamı istedikleri yere sabitlendi. Önce bir cesaretle adım atıp sonra da tam bir ödlek gibi geri çekildim. Ya beni çıkmaya çalışırken asansör yeniden hareket ederse ve ben daha çıkamadan...
Hay aksi! Nefesimdeki düzensizlik yeniden kendisini belli ederken tekrar başımı olumsuzca iki yana sallayıp "Hayır yapamıyorum!" dedim. İstediği şeyi yapmak ne kelime bir de üzerine bakışlarımı iki tane görmeye başladığım Selim Bey'e çevirerek kendimi yavaşça yere bıraktım. O ise bir an düşünüp sonra da elini geri çekti. Umarım ona güvenmediğimi düşünüp bana kırılmamıştır. Ama dur... O vazgeçmiyor gibi görünüyor. Ayaklanarak seri bir hareketle kravatını gevşetip kol düğmelerini de açtıktan sonra manşetlerini kıvırdı. Düşündüğüm şeyi yapmayacak herhalde.
Yoo... Yapacak galiba. Kapıyı açan adama bir şeyler söyledikten sonra birbirlerinin kolunu sıkıca tuttuklarında "Selim Bey sakın yapmayın" dememe kalmadan adamın yardımıyla asansörün içine indi ve ayakları yere bastıktan sonra da arkasını dönüp yanıma geldi. Ona nasıl bakıyorum bilmiyorum ama muhtemelen endişeli halim yüzümdeki bakışa da anında yansıdı. Eğilip saçlarımı yüzümden çekerek "Meral iyi misin bir şeyin var mı?" diye sorduğunda bir şey diyemeden gözlerine bakıp kaldım. Gerçekten de yanımdaydı. Beni burada yalnız başıma bırakmadı.
Yutkunmaya çalışırken bir yandan da dudaklarımın titremesine mani olamayarak "Ölüyorum sandım. Her şey bitti sandım" dedim. Bunu nasıl bir içtenlikle söyledim bilmiyorum ama yüzüme öyle bir baktı ki bunu söyleyerek onu gerçekten çok üzdüğümü anladım. Keşke ona böyle bir şey söylemeseydim. Birbirimize bakarken yüzümü ellerinin arasına alıp ona bakmayı sürdürmemi sağladı sonra da kendinden gayet emin bir şekilde "Hayır ölmeyeceksin Meral... Ben bunun olmasına izin vermeyeceğim" diyerek gözlerimin dolmasına neden oldu. Bunu duymaya ne çok ihtiyacım varmış meğer.
Az önceki sözleriyle gözlerimden yaşlar boşaldı ama buna rağmen ona gülümsemeye çalışıp "Gerçekten mi? Bunu gerçekten yapabilir misiniz?" diye sordum. Neden böyle söylediğime bir anlam verememiş gibi yüzüme bakmaya başladı. Bana bir cevap vermesini tabii ki de beklemiyorum. O da cevap vermedi zaten. Sadece bir süre baktıktan sonra beni kendisine doğru çekerek sakinleşmem için sıkıca sarıldı. Ben de aynı şekilde ona sıkıca sarılıp ağlamaklı bir ses tonuyla da "Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim" dedim.
Bu sefer dünün aksine ona olabildiğince yakın olmak istedim. Hatta hep yanımda olsun ve beni bir an bile olsun bırakmasın istedim. Sanırım dün ondan uzak durmak isteyişim de ileride böyle bir şey hissetme olasılığımı fark etmiş olmamdan dolayıydı. İtiraf edeyim onunla ilk karşı karşıya geldiğimiz an sana söylemedim ama kulağımda bir parmak şıklatma sesi duydum. Sanki uzun süredir derin bir uykudaymışım da bu sesi duyar duymaz uyanmışım gibiydi. Garipti bu...
•●●·٠•●●•٠·˙
Sonunda asansördeki sorun halledildi. Bizi bir kat daha aşağıya alıp kapıları da sonuna kadar açtılar. İçeriye öyle bir aydınlık girdi ki anlatamam. Bunu görünce gülümsemişim. İnsan gözlerinin değerini böyle zamanlarda daha iyi anlıyor. O anlarda Selim Bey de benimle birlikte yerde oturuyordu. Büyük ihtimalle benim bir aylık maaşıma denk gelen takım elbisesi şu an perişan bir haldedir.
Ancak beni mutlu eden ayrıntı onun üstünün başının ne halde olduğunu da oturduğu yerin neresi olduğunu da hiç ama hiç önemsememesiydi. O an yanımda koskoca bir geçmişi sırtında taşıyan bir Atahan yoktu. O an yanımda sadece sıradan birine yani bana yardım etmek için elinden geleni yapan iyi yürekli bir adam vardı. Mesafeli otoriter ve insanın ister istemez karşında el pençe divan durmasına sebep olacak karizmaya sahip bir adamın böyle insancıl bir yanının da olduğunu bilmek beni gerçekten çok etkiledi.
İçeride kaldığımız zaman zarfında başımı bitkin bir halde Selim Bey'in omzuna yaslamıştım ve o da beni güvende hissetmem için kolunun altına almıştı. O şekilde oradan çıkarılmayı beklemiştik. Asansörden ve karanlıktan bu kadar çok korkan biriyle daha önce hiç karşılaşmamıştır herhalde. Abarttığımı düşünmüş olabilir mi acaba? Aslında ona bu korkularımın nedenlerini söyleyebilsem belki de bana hak verirdi. Ama bunu yapmamalıyım. Bunu söylemek onu daha da çok üzmekten başka bir işe yaramaz.
Sonunda asansörden çıkma vaktimiz geldi gibi görünüyor. Selim Bey yerinden doğrulurken bir yandan da beni tutarak kalkmama yardım etti. Başım da hâlâ dönüyordu ve bu yüzden de ayaklandığım anda ister istemez hafifçe sendeledim. O da beni düşmeyeyim diye daha sıkı tuttu. Tabii bu halim de onun tarafından biraz merak konusu oldu. Bir eliyle belimi diğer eliyle de kolumu tutarken yüzüme endişeyle bakıp "Meral anksiyete gibi bir durumun mu var? Çantanda sakinleştirici ilacın varsa belki de onu içmen de fayda olur" dediğinde ona cevap veremedim çünkü o konuşurken aynı anda benim başıma da iğne gibi saplanan korkunç bir ağrı yerleşti. Kahretsin! Bu ağrıyı tanıyorum ve birazdan ne olacağını da önceki tecrübelerime dayanarak anlayabiliyorum.
Sol elimle alnımı tuttuğum esnada görüşüm bulanıklaşmaya başladı. Selim Bey bana doğru bir şeyler söylüyor farkındayım ama dudaklarındaki konuşmaya dair hareketlerini görsem de sesini duyamıyorum. Hay aksi! Beni oturtun demek istesem de sesimi çıkaramıyorum bir türlü. Tüm bunların üzerine kulaklarımdaki o sağır edici çınlamayla birlikte elim ayağım boşaldı ve gözlerim kararınca her ne kadar dik durmaya çalışsam da ister istemez kendimi olduğum yere bırakmak zorunda kaldım. Sonrası karanlık...
•●●·٠•●●•٠·˙
O andan itibaren yaşanan hiçbir şeyin farkında değildim. Bana olanları birkaç gün sonra beraber öğle yemeğine çıktığım Rana Hanım anlattı. Selim Bey kollarına yığıldığımda beni tutmaya çalışırken bir yandan da korku dolu gözlerle "Hayır hayır aç gözlerini! Meral aç gözlerini!" diye bağırmış Rana Hanım da bu tepkisiyle olduğu yerde ona bakarak öylece kalmış.
Selim Bey kendisini toparlar toparlamaz da beni tek hamlede kucağına alıp asansörden çıkararak Rana Hanım'ın da yardımıyla odasına götürmüş. Siyah deri koltuğunun üzerine uzanmamı sağladıktan sonra da yanıma oturup gözlerini bir an olsun üzerimden ayırmadan ayılmamı beklemiş. Bu esnada beni sessizce izlerken yüzünde de oldukça üzgün bir ifade oluşmuş. Bu olay belli ki beni olduğu kadar onu da çok etkilemişti.
Rana Hanım'dan öğrendiğim kadarıyla çok sevdiği hatta üzerine titrediği annesini yani Zülal Atahan'ı hiç beklemedikleri bir anda kaybetmek Selim Bey'de derin yaralar açılmasına neden olmuş. O sırada annesinin yanında sadece Selim Bey ve o dönemki asistanı Begüm varmış. Tam çıkarlarken Zülal Hanım fenalaşıp Selim Bey'in son anda tutmasıyla yere düşmüş. Anlayacağın üzere Selim Bey'in kollarına yığılan ilk kişi ben değilmişim. Keşke bu olmasaydı da onu bu şekilde üzmeseydim. Onu o acı güne geri götürmüş olmalıyım.
Rana Hanım uzun zamandır burada çalıştığı için o dönemlere de doğal olarak birebir şahitlik etmiş biriymiş. Bana o günler ile alakalı bir de anekdot anlattı. Selim Bey annesini defnettikten hemen sonra şirkete gelmiş. Aslında o gün kimse onu görmeyi beklemiyormuş. Rana Hanım şirkete ayak bastığında kendisine başsağlığı dileyen tüm çalışanlara karşı oldukça soğukkanlı gözüktüğünü ama odasına girer girmez büyük bir gümbürtü ile hepsinin yüreğini ağızlarına getirdiğinden bahsetti. O zamanlar babasından devraldığı odası da ikinci kattaymış. On üçüncü kata da o gün yaşanan olaydan sonra taşınmış.
Hani şu an odasında duran ve hikayesiyle bende merak hissi uyandıran kırık antika vazo vardı ya... Hatırladın mı? İşte tam da o gün bu hale gelmiş. Annesini kaybetmenin üzüntüsünü ondan çıkarmaya çalışmış olmalı.
Bilseydim ona hiçbir şey sormazdım. Gidip de en olmayacak parçanın geçmişini öğrenmeye çalışmışım. Ona tekrardan o günü yaşatmış olmalıyım. Altından böyle bir şey çıkacağını hiç düşünmemiştim ki. Halbuki bunu bana o kadar sıradan bir şey yapmış gibi söylemişti ki itiraf edeyim öfke kontrolü konusunda son derece başarısız biri olduğunu düşünmüş biraz da tedirgin olmuştum. İşte insanlarla alakalı bilip bilmeden hükümler vermemek gerekiyor. Bunu da bir kez daha anlamış oldum.
•●●·٠•●●•٠·˙
Nihayet kendime gelmeye başladığımı hissediyorum. Gözlerimi yavaşça açıp nerede olduğumu anlamaya çalışarak etrafıma bakarken bir yandan da aynı yavaşlıkla başımı sol tarafıma doğru çevirdim. Sabit bir şekilde durunca boynumda tutulur gibi olmuş. Yanımda oturan kişiye yani Selim Bey'e bir süre bakıp olanları hatırlayınca da "Ne kadar zamandır baygınım?" diye sordum. O ise bana bunları düşünmemem gerektiğini söyleyip iyi olup olmadığımı sormaya başladı. İyi de ben henüz cevabımı alamadım ki. Huzursuzlanarak kıpırdanırken sorumu yineleme gereği hissedip "Selim Bey ne kadar oldu? Çok mu uzun sürdü?" dediğimde endişeli bir şekilde yüzüme bakmaya başladı.
"Evet uzun süredir baygınsın Meral. Bu yüzden de doktor çağırmalarını söyledim"
Doktorun geleceğini duyar duymaz yerimden doğrulup "Gerek yok iyiyim ben!" derken beni omuzlarımdan tutup yatmamı söyledi. Omuzlarımdaki ellerini tutup gözlerimi de gözlerine dikerek kendimden gayet emin bir şekilde "Size iyi olduğumu söyledim ya Selim Bey! Doktor istemiyorum" dedim. Sesimdeki sert tonlama yüzünden hayretle yüzüme baktı ve bir anda ellerini omuzlarımdan çekti. Ona daha önce hiçbir çalışanının böyle bir çıkışta bulunduğunu sanmıyorum.
Aslında tedirgin de olmadım değil. Oysaki daha dün karşısında dizlerim titrerken bugün neredeyse ona bir çocuk azarlar gibi davrandım. Sesimdeki yüksekliğin farkına vardığımda haliyle yüzüm düştü. Oturur pozisyona gelip gözlerimi sımsıkı kapatarak sadece "Affedersiniz size bağırmak istemedim" diyebildim. Ne kadar gerildiğimi anlamış olacak ki yine de çok anlayışlı davranarak bana masasından aldığı içi su dolu bardağı uzattı.
"Sıradan bir gün olsaydı bunu önemserdim ama az önce büyük bir stres atlattığın için bir kereye mahsus bunu görmezden geleceğim. Hadi birkaç yudum su iç"
Tam da önümde duruyordu. Bakışlarımı ona doğru kaldırıp elindeki bardağı aldıktan sonra birkaç yudum içerek sehpanın üzerine bıraktım. O sırada yine kaşları çatıldı ve yanıma eğilip kolumu tuttu. Ben kolumu refleksle geri çekerken de karşı durma der gibi yüzüme baktı. "Ne zamandan beri bu halde?" diye sorduğunda bileğimdeki kızarıklıktan bahsettiğini anladım. Dünden beri olduğunu söylediğimde buna kendisinin sebep olduğunu düşünüp üzüldü sanki.
"Merak etmeyin şirkete gelir gelmez parfümün üzerimde yan etkiye neden olduğunu bildirdim"
Düşünürken iki parmağını yavaşça kızarıklığın üzerinde gezdirip "Hadi kalk çıkıyoruz" dedi. Herhangi bir tepki veremeyip sadece gözlerimle onu takip ettim. Telefonu kaldırıp arabayı hazırlamalarını söyledikten sonra ceketini giyip masasının üstünden alması gereken ne varsa alarak tekrardan yanıma yaklaştı. Benim şaşkın bakışlarım hiç istifini bozmadan bakmayı sürdürürken de kolumu nazikçe tutup "Hadi kalk dedim. Mesai saatlerinin içinde patronunu kızdırmak istemezsindir diye düşünüyorum" dedi. Doğru düşünüyor. Mecburen kalktım. Ceketime ve çantama doğru uzanırken benden önce davranıp onları alarak kapıyı açtı.
Bizi gören çalışanlar da haliyle şaşırdı. Ben tedirgin bir halde saçımı düzeltirken Selim Bey de Rana Hanım'a yaklaşıp "Biz Meral ile çıkıyoruz doktoru arayıp bilgilendirin lütfen. Bu arada şirkete geri dönmeyeceğim bilmemi gerektiren bir durum olursa arayıp haber verirsiniz duruma göre gelirim" dedi ve bana doğru dönüp "Hadi Meral!" dedi. O an herkesin yüz ifadesine tek tek bakıp sonra da hemen Selim Bey'in arkasından gittim. İyi de nereye gidiyoruz anlamadım ki! Önce asansöre yönelip sonra da aniden vazgeçerek "Yürüyebilecek misin?" diye sordu. Arızanın tam olarak giderilip giderilmediğinden emin olamadı herhalde.
"Yürürüm... Yani yürürüm herhalde"
"Güzel!" dedikten sonra başıyla arkasından gelmemi işaret edip bu sefer de merdivenlere yöneldi. Bir an ardından seslenip "Hey Selim Bey! On üçüncü kattayız bilmem farkında mısınız?" demek istedim. Yapamadım tabii. Ardından gidip beraber aşağıya inerken nedenini merak eder gibi "Sessizsin" dedi. Halbuki az önce yeteri kadar yaygara yapmıştım. Bu sayılmıyor muydu?
Elimle duvardan destek alarak onunla aynı hızla aşağıya inmeye çalışırken "Hadi şu merak ettiğin şey ne ise onu sor da vakit geçsin" dedi. Ah! O muhtemelen böyle apar topar nereye gidiyoruz diye soracağımı zannederken ben etrafa şöyle bir bakıp "Neden on üç?" diye sordum. Sen sorasın diye Meral... Sen sorasın diye!
"Özür dilerim anlayamadım"
"Ofisiniz... Neden on üçüncü katta? Birçok insan bu sayıdan rahatsız olurken siz..."
"Beni rahatsız eden bir şey fark ettiğimde bunun üzerine gitmek gibi bir alışkanlığım var"
Söylediği şeyi düşünürken bir an boş bulunarak "Sizi rahatsız mı ediyorum?" diye sordum. Bunu sesli bir şekilde söylediğime inanamıyorum. Bu sorumla birlikte aniden durup bana doğru döndü. Bir basamak daha inmiş olsam herhalde şu an üstüne düşmüştüm.
Gözlerini kısıp başını da hafifçe yana çevirerek bana doğru uzattı. Neden bunu sorduğumu anlamamış gibi "Efendim?" dediğinde okun yaydan çıktığını anladım. Neye dayanarak böyle bir şey sorduysam şimdi de bunu ona açıklamak zorundaydım. Başımı biraz eğdikten sonra çekinerek yutkunup "Zaman zaman farklı sebeplerden ötürü sorduğunuz sorularla benim de üstüme geliyorsunuz da" dedim. Of! Her düşündüğüm şeyi dile getirmek zorunda mıyım acaba?
Haliyle Selim Bey'e doğru bakamadım ama onun gözlerinin üzerimde olduğunu anlayabiliyorum. Çok utandım. Kesin şu an tuhaf biri olduğumu düşünüyordur. Çekinerek dudağımı kemirirken Selim Bey'in hoş bir tonlamayla "Hayır" dediğini işitip istemsizce bakışlarımı ona çevirdim. Bu olduğu anda sözlerine devam edip "Sen beni rahatsız etmiyorsun Meral. Hem de hiç etmiyorsun" dedi. Ne o başka bir şey söyledi ne de ben başka bir şey sorabildim. Öylece kaldık. Sanırım az önce ona bakma süremi de fazlasıyla aşmış oldum.
4.Bölümün Sonu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder