"Buzul bir mevsimde karşıma çıkan bir ateş çemberiydi gözlerin.
Geriye kaçsam, donacaktım. Derin derin baksam yanacaktım."
Kahraman Tazeoğlu
5.Bölüm : Neden doktor istemiyorsun Meral?
Bizi bıraksalar sanki saatlerce birbirimize bakarak orada kalabilirdik. Bunu söylüyorum çünkü ne benden yana ne de Selim Bey'den yana herhangi bir geri çekilme hamlesi henüz baş göstermedi.
Tuhaf... Normal şartlarda bu tarz durumlarla karşılaştığımda rahatsız olduğumu hisseder birkaç saniye içinde de muhakkak bir kaçış yolu arardım ama şimdi bunu yapmak yerine merakıma yenilip onun nasıl biri olduğunu bakışlarından çözmeye çalışıyorum. Sonuç öyle görmek istediğimden midir bilinmez onunla alakalı çok iyi izlenimlere sahip olmama neden oluyor.
Aramızda nedenini sorgulamama sebep olacak bir çekim olduğu aşikâr. Başından beri de böyle olduğunu göz ardı edecek değilim. Ancak ne oluyor biliyor musun? Selim Bey'e her baktığımda aynı şimdi olduğu gibi kulaklarımda bana dikkat etmemi hatırlatan tehlike çanlarının sesini duyuyorum. Adlandıramasam da en başından beri gözlerinde gördüğüm şey artık bana korku vermeye başladı. Bu yüzden de yanlış duygulara kapılmamalı ve hemen o düşüncelerden sıyrılmalıyım. Bunu söylüyorum çünkü gördüğüm ve hissettiğim şey her ne ise bunun bir geleceği olamayacağını biliyorum.
Bunları düşünürken gerildiğim için yüzüm tedirgin bir hâl almış olmalı. Bu tedirginliğin nedenini merak etmemesi için gözlerimi kaçırıp Selim Bey'in yanından geçerek aşağıya doğru inmeye başladım. Ayıp olmuş mudur acaba? Yani bu bakışmanın üzerine tek kelime etmeden yanından geçip gitmem demek istiyorum. En azından müsaadenizle diyebilirdim sanki. Her neyse! Ayıp olduysa da iş işten geçtiği için artık elimden bir şey gelemeyecek gibi görünüyor.
Yürürken bir yandan da omzumun ucundan bakarak gelip gelmediğini anlamaya çalıştım. O da önce biraz durdu ama hemen sonra seri adımlarla yanıma yaklaşıp yan gözle bana bakarak aşağıya inmeye devam etti. Bana bakmadığı anları yakalayıp çaktırmadan merakla ona doğru baktım. Bu arada onca merdiven indik ama hiç yorulmuşa benzemiyor. Ben ise neredeyse havlu atmak üzereyim. Buna biraz da ayakkabılarımın konforlu olmayışı sebep oluyor olmalı. Keşke ayıp olur mu olmaz mı demeden ayakkabılarımı çıkarıp elime alabilseydim ama yapamazdım herhalde.
Nihayet aşağıya inip şirketten çıktık ama hangi katın önünden geçtiysek o bölümün çalışanlarının da tuhaf bakışlarına maruz kaldık. Haksız da değillerdi. Hadi ben neyse de yıllardır tanıdıkları Selim Bey'i o halde bir daha ne zaman görebilirlerdi ki değil mi?
Kapıdan çıkar çıkmaz sessizce kenarda beklerken arabayı getiren adam da Selim Bey'in kapısını açtı. Şu an ne olacağını izlemekten başka bir şey yapamıyorum. Acaba nereye gideceğimizi bana söylemeyi düşünüyor mu? Düşünmüyor gibi görünüyor da...
Ben boş boş bakınırken Selim Bey de havanın serin olduğu gerekçesiyle bir süredir elinde tuttuğu ceketimi giymem için bana doğru tuttu. Bir dakika! Burada bir terslik vardı sanki. Asistan olan ben değil miydim? Hangi ara yer değiştirdik gerçekten anlayamadım.
Şaşkın bakışlarım eşliğinde arkamı dönüp ceketimi giyerken o da bana yardımcı olup ceketi nazikçe omuzlarıma oturttu. Birkaç saniyelik bir an olabilir ama sanki kulağımın dibinden bana bakarken birkaç saatimi orada o halde durarak geçirmişim gibi hissettim. Kendime gelişim de az önce bahsettiğim tehlike çanlarının tıngırdamasıyla gerçekleşti. Ben bu sesi daha çok duyarım gibi geliyor.
Yardımı için teşekkür ettiğimde önemli olmadığını söyleyip hafifçe koluma dokunarak beni arabaya doğru yönlendirdi ve binmem için de kapıyı açtı. Bindin mi Meral diye soracak olursan eğer hayır henüz binemedim. Aslında nereye gideceğimizi bilsem kendimi daha rahat hissedecektim galiba. Ona da bunu sorar gözlerle bakınca "Ne oldu?" demesi gecikmedi.
"Selim Bey biz nereye gidiyoruz?"
"Gidince anlayacaksın"
"Selim Bey..."
"Hadi arabaya geç Meral"
Bu otoriter tavrından hoşlanmadığım için şu an gözlerimizi dikmiş birbirimize bakıyoruz. Kızdığımı anlamış olabilir mi acaba? Sanırım anladı çünkü bana karşı olan bakışını değiştirdi. Emreder gibi konuşup tam kafamı attıracakken ardından o delici bakışını savurmuyor mu... Ah! İşte o an tüm yelkenleri suya indirin çağrısıyla birlikte elim kolum bağlanıveriyor.
"Güven bana lütfen"
Nereye gideceğimizi çok merak ettim ama şimdilik ona güvenmekten başka çarem yok gibi görünüyor. Yutkunmaya çalışarak başımı salladıktan sonra arabaya geçtim. O da hemen arkamdan kapıyı kapatıp şoför tarafına geçti. Arabasını kendisinin kullanmasına da biraz şaşırdım doğrusu. Onu her yere şoförüyle gidip gelen bir patron olarak düşünmüştüm. Hani kapısı açılıp arka koltuğa kurularak gideceği yeri söyleyen ve bir daha da şoförü muhatap almayıp ağzını açmayan patronlardan... Yanılmışım. Ama yanıldığıma sevindim o ayrı tabii.
"Kemerini bağla Meral"
Bu dediğini duyunca dişlerimi sıktığımı hissettim. Beni sınıyor galiba. Neredeyse bu emrivaki konuşmaları özellikle yaptığını düşüneceğim ama bu da pek mümkün değil gibi. Sonuçta bunda ne gibi bir çıkarı olabilir ki?
Derin bir nefes alarak kemerimi çekip bağladıktan sonra tam önüme dönerken yine o dudağının kenarında beliren yaramaz gülüşü fark ettim. Tabii ben döner dönmez de saniyeler içinde kayboldu ve ben de doğru anlayıp anlamadığım konusunda muallakta kaldım. Hay aksi! Mümkün mü yoksa?
Araba hareket ettikten sonra dışarıyı izlerken hangi ara dalıp gittim anlayamadım. Asansörde yaşadığım korku yüzünden olacak ki ailem bir türlü aklımdan çıkmıyor. Ne yapıyorlar acaba? Şu an şunu da fark ettim ki evden ayrılırken anneme sarf ettiğim o sert sözler de hâlâ hafızamda capcanlı bir şekilde duruyormuş.
Keşke gidişimi kolaylaştırma niyetiyle de olsa aslında ona hiç de içimden gelmeyen o sözleri bu kadar sert bir şekilde söylemeseydim. Ayrıca onları söylerken nasıl o kadar soğukkanlı durabildim onu da bilmiyorum. Bir an ağlayarak boynuna sarılıp "Beni kurtarın anne!" diye bağırmak istemiştim ama şükürler olsun ki kendime hakim olup böyle bir şey yapmadım.
•●● MERAL&VERDA·٠•●●•٠·˙
"Ne demek gidiyorum? Hiçbir yere gidemezsin Meral! Bu konu bir daha açılmamak üzere kapandı"
"Hayır anne kapanmadı. Bu benim hayatım ve onu istediğim şekilde yaşamak da benim en doğal hakkım"
"Zaten istediğin hayatı yaşıyorsun"
"Hayır yaşamıyorum"
"Neler oluyor sana? Ailesine bu kadar düşkün ve bağlı olan bir kız nasıl oluyor da bir anda herkesi her şeyi silip kendisine sıfırdan yeni bir hayat kurma hevesine girebiliyor?"
"Bu bir heves değil ki anne"
"İstediğin her şeye her yönden sahipsin Meral. Babanla daha yeni konuşmuştunuz tasarımların gün be gün önem kazanmaya başlamıştı. Herkes o yaratıcı ruhun kim olduğunu öğrenmek için neredeyse sıraya girmiş vaziyette. Baban açılış gecesi seni baş tasarımcımız olarak tanıtmak için sabırsızlanıyor. Tam her şey düzene girerken tüm emeklerini hiçe sayıp geri çekilemezsin"
"Benim istediğim şey bu değil ki! Ben tasarımcı olmak istemiyorum. Babamın himayesinde çalışmak falan da istemiyorum. Neden beni anlamıyorsun?"
"Anlamıyorum çünkü bu senin hayalindi Meral! Bu yüzden de sakın şimdi benden seni anlamamı bekleme!"
"Benim hayalim bu değildi. Sana söyledim tasarımcı falan olmak istemiyorum"
"Demek tasarımcı olmak istemiyorsun. O halde neden hâlâ bulduğun her boş vakitte buna yönelik çalışmalar yapıyorsun? Odandaki broşürleri gördüm. Branşınla ilgili yenilikleri workshop ve festival haberlerini güncel olarak takip ediyorsun. Bir çoğuna gitmek için aylar öncesinden yerini ayırtmışsın bile"
"Beni takibe mi aldın anne? İşte gitmek istememin nedenlerinden biri de bu!"
"Neymiş o?"
"Beni boğuyorsun... Sadece sen de değil hepiniz boğuyorsunuz! Babam ayrı sen ayrı hatta zaman zaman Yağız bile! Hepinizin elleri hayatımın içinde ve artık ben buna katlanamıyorum"
"Böyleyse de buna izin veren sendin unutma"
"Artık vermiyorum işte! Şimdi gitmek istiyor oluşum kulağına kötü gelmiş olabilir ama bir süre sonra alışır eski düzeninize dönersiniz. Babam da eminim ki benden daha yetenekli bir tasarımcı bulur. Ben kararımı çoktan verdim"
"Birçok insan yerinde olmak için varını yoğunu ortaya koyar ama sen tüm imkanlarını elinin tersiyle iterek nankörlük ediyorsun"
"Yerimde olmaya hevesi olan biri varsa hemen geçsin memnuniyetle kabul ederim"
"Beni çok büyük hayal kırıklığına uğrattın Meral. Hâlâ gitmekte ısrarcı mısın yani?"
"Evet gideceğim"
"O halde şunu da bilmen gerek. Bu kapıdan çıkarsan bundan sonra ne ben ne baban ne de Yağız senin hayatında olmayız. Bunu bil ona göre kararını bir kez daha gözden geçir"
"Çok güzel... Benim de istediğim tam olarak buydu zaten"
"Meral!"
"Hoşça kal anne... Umarım bunu yapma sebebimi anladığın gün bana karşı hissettiğin bu kızgınlığın da sona erer"
"Meral!"
•●● ·٠•●●•٠·˙
"Meral..."
Selim Bey'in sesiyle kendime geldiğimde bir an nerede olduğumu algılayamadım. Ne tuhaf... Bu konuşmayı düşünürken sanki annemle o anı tekrardan yaşamışım gibi hissettim. Bu bana hiç iyi hissettirmedi.
Başımı Selim Bey'e doğru döndürdüğümde o da bana dikkatle bakıp "Dalıp gittin. Bu kadar derin ne düşünüyordun?" diye sordu. Ne diyebilirim ki? Saçlarımı kulaklarımın arkasına alıp önemli bir şey olmadığını söylerken o da arabayı kenara çekip park etti. Of! Nereye geldik anlamadım ki. Hafiften çatılan kaşlarımla camdan dışarıya bakarken kemerini çözmeye başlayan Selim Bey'e doğru dönüp "Neden buraya geldik?" diye sordum.
Bana şöyle bir bakıp "Bir arkadaşımı ziyarete geldik" dedikten sonra arabadan indi. Ön camdan yanıma doğru gelişini takip ederken arkadaşını ziyaret edecekse benim burada ne işim var diye düşünmeden edemedim. Kapımı açıp inmeme yardım etmek için elini uzatırken bir yandan da "Birazdan merakını gidereceğiz. Sabret biraz" dedi. Benim de temennim buydu zaten. Kemerimi çözdükten sonra çantamı alarak bana uzattığı elinin ucunu tutup arabadan indim. Ben etrafa bakınırken o da kapıyı kapatıp aracını kilitledi.
"Hadi gel"
Tam dediğini yapıp birkaç adım atmışım ki binalardan birinde "Dermatolog Dr.Figen Aktaş" yazısı olduğunu fark ettim. O anla birlikte de küçük bir aydınlanma yaşadım tabii. Bu bir arkadaş ziyareti değildi. Beni kandırarak aslında doktora getirmişti.
Durduğumu da hemen fark etti ve bana doğru dönüp neden gelmediğimi sordu. Bir de soruyor! Halbuki neden durduğumu benden daha iyi biliyor olmalı. Memnuniyetsizliğimi belli edici bir ifadeyle "Beni bir çocukmuşum gibi kandırdınız" dediğimde gözlerini ve başını hafifçe sola doğru yatırdı.
"Bunu yaptım çünkü beni bunu yapmaya mecbur bıraktın"
"Size doktor istemediğimi söylemiştim"
"Ama bu ziyaretin bayılmanla bir ilgisi yok. Bileğindeki kızarıklığı gösterip bu konuda uzman birinden yardım alacağız"
"Fark eder mi? İki türlü de buraya gelişimizin nedenini şu an bu tabelayı görünce öğreniyorum"
"Neden doktor istemiyorsun Meral yoksa beyaz önlük fobisi mi?"
Ne diyeyim ki şimdi? Derin bir nefes alarak önce kolumdaki kızarıklığa sonra da tekrardan tabelaya baktım. Sadece bileğimi inceleyecek ve belki de bir krem falan yazacak değil mi? Ne yapacağımı bilmez bir halde de mecburen "Tamam sizin dediğiniz gibi olsun. Gidelim o halde" dedikten sonra binaya doğru yürüdüm. İki kat çıktıktan sonra kapının ziline basıp beklemeye başladık. Selim Bey'e bakmıyorum ama şu an gözlerinin üzerimde olduğunu hissedebiliyorum. O kadar gerildim ki ister istemez tüm dikkatini kendime çekiyorum.
Kapı açıldıktan sonra Figen Hanım'ın sekreteri bizi içeriye aldı. Doktorun yanında şu an başka bir hasta olduğu için bir süre beklememiz gerekiyormuş. Ceketimi çıkardıktan sonra suspus bir halde Selim Bey'in yanına oturdum. Değil konuşmak ona doğru bakmak bile istemedim. İçten içe dudağımı kemirip parmaklarımı da oturduğum yere minik minik vururken yaşadığım stres fazlasıyla belirgin oldu herhalde çünkü aniden elimin üstünde beni durduran elini hissettim.
Bu hisle birlikte önce ellerimize sonra da çekinerek Selim Bey'e baktığımda o da bana güven verici bir ses tonuyla "Sakin ol. İnan bana korkmanı gerektirecek bir şey yok. Eminim Figen durumu hemen anlayıp kullanman için sana etkili bir krem yazacaktır" dedi. Sakin ol diyor ama hâlâ eli elimin üstünde dururken bunu yapmamı nasıl bekliyor anlamıyorum.
Başımı olumlu şekilde sallayıp dikkatimi dağıtmak için önümüzdeki sehpanın üzerinde duran dergilerden birini elime aldım. Sayfalara üstünkörü bakarken de gözümün iliştiği bir diğer dergi daha çok ilgimi çekerek elimdeki dergiden resmen rol çaldı. Sanatsal içeriği olan bir dergiydi çünkü.
Elimdeki dergiyi düzgün bir şekilde yerine bırakıp hemen ilgimi cezbeden diğer dergiyi aldım. İncelerken de gözüme çarpan bir detayla bir önceki sayfaya geri döndüm. Orada mücevherat fuarı ile ilgili haberi görünce ne yalan söyleyeyim içim gitti. Özellikle katılımcılar arasında babamın adını görmem de üzerimde ayrı bir soğuk duş etkisi yarattı. Gözlerim o kadar kelime arasından "Rıfat Tekin" ismini adeta cımbızla çekmişti.
Diğer yazılar bulanıklaşıp babamın adı netleşmeye başlayınca doğal olarak bakışlarım da onun üstünde kilitlendi. Adını görmek bile duygularımda dalgalanmalara yol açmışa benziyor. Burnumun ucu sızlayarak parmaklarımı isminin üzerinde gezdirirken Selim Bey dergiye şöyle bir bakıp "Bir şey mi oldu?" diye sordu. Burnum gibi içimde de bir sızı oluştu ama bunu patronuma dile getirecek değilim.
Elimde sıkı sıkı tuttuğum dergiyi kapatıp hızla yerine koyarken küçük bir yalana başvurarak "Hayır hiçbir şey olmadı" dedim. Arkama yaslanırken de odadaki hasta dışarıya çıktı. Hem konu kaynadı hem de sıra bana geçti yani.
Figen Hanım da hastasını geçirirken Selim Bey ile beni hemen fark etti. Yüzünde kocaman bir gülümseme ile bize sıcacık bir selam verip yanımıza doğru geldiğinde çoktan ayaklanmış olan Selim Bey ile birbirlerine sarılıp hemen "Görüşmeyeli ne kadar oldu?" muhabbetine giriş yaptılar. Ben ise ayağa kalkmış ikisini izliyorum. Gerçekten arkadaşlarmış.
Selim Bey kendisini hafifçe kenara alıp önce beni Figen Hanım'a tanıttı sonra da yaşanan durumu özetleyip bileğimdeki kızarıklıktan bahsetti. Bendeniz de kurbanlık koyun gibi melül melül bakarak yanlarında bekliyordum. Figen Hanım nazik bir şekilde izin isteyip bileğime baktıktan sonra "Bayağı kızarmış Selim bu kadarını beklemiyordum. Odama geçelim bir de yakından bakayım" dedi. Direkt kullanacağım kremi yazsa da gitsek ne iyi olurdu.
İçeriye girdiğimizde Figen Hanım dermatologlara has bir büyüteç ile bileğimi daha yakından incelerken aynı anda da Selim Bey parfümün içeriğinde kullanılan bileşenleri bir bir anlatmaya başladı. Şaşırdım doğrusu... Sunum yapan adam o kadar seri bir şekilde konuşuyordu ki hem kokuları analiz edip hem de hepsini nasıl aklında tutabilmiş inanılır gibi değil.
Ben bunları düşünürken Figen Hanım kontrollerini bitirip Selim Bey'e doğru dönerek "Bahsi geçen parfümün Meral'in derisinde bu kadar güçlü bir reaksiyon göstermesi şaşırtıcı Selim. Herhalde deneme ürünü olduğu için kullanılan dozlarla alakalı da bir sıkıntı olmuş" dedi. Selim Bey bileğim için ne yapabileceğini sorunca da esprili bir tonlamayla "Krem yazacağım ama yine de bundan sonra kendine başka bir denek bulmanı öneririm Selim. Hiçbir şey bu güzel kızın narin bileklerini riske atmaya değmez" dedi. İyi güzel de konuşurken beni utandırmasalar keşke.
Bunun üzerine Selim Bey işaret parmağını kaşının üstüne götürüp ovalarken bir yandan da minik bir öksürükle söylediği şeyi geçiştirmeye çalıştı. Konunun uzamamasına sevindim ama sevincim de kursağımda kaldı çünkü Figen Hanım bir anda bana doğru dönüp "Aslında hazır buraya gelmişken bir de test yapmak istiyorum" deyiverdi. Bunu duyunca yüzüm düştü ve ister istemez telaşa kapıldım.
"Ne... Ne testi? Kan mı vermem gerekiyor?"
Bunu soruş şeklim Selim Bey'in tebessüm etmesine neden oldu. Herhalde iğneden korktuğumu düşünmüştür ama benim derdim bambaşkaydı. Bunu yapmasına müsaade edemezdim. Figen Hanım ise kan vermeme gerek olmadığını sadece üzerimde bir çeşit deri testi uygulayacağını söyledi. Tam olarak neye ya da nelere karşı alerjim olduğunu bilmek istiyor olmalı.
Düşündüm de bunda bir sorun gözükmüyordu. Yani yapabilirdi. Tabii bana yapacağı işlemi anlatırken hafiften gözlerimin kaymasını engelleyemedim. Tamam iğneden çok da fazla korkmuyorum ama bir sürü iğne kullanarak derimin altına alerjen sıvılar enjekte edeceğinden bahsedince karşısında çok da rahat olamadım doğrusu. O alışık tabii rahat rahat anlatıyor ama ben daha önce hiç böyle bir şey yaptırmadım ki.
"Meral testi yapmadan önce sormam gereken birkaç soru olacak"
"Tabii ki buyurun"
"Evli misin bilmiyorum ama hamilelik durumun ya da buna dair bir şüphen var mı?"
Ah! Keşke bu soruyu Selim Bey'in yanında sormasaydı. Göz ucuyla oturduğu yere doğru bakmak istesem de utandığım için onunla göz göze gelmeye cesaret edemeyip bunu yapamadım ve Figen Hanım'a geri döner dönmez "Hayır yok. Ben evli de değilim zaten" dedim. Sıcakladım galiba. İnşallah soracağı diğer sorular da buna benzemiyordur yoksa oturduğum yerde renkten renge girmem kaçınılmaz olacak.
Notunu alıp "Peki herhangi bir hastalığın ya da kullanmakta olduğun bir ilaç var mı? Varsa en son ne zaman kullandın?" dediğinde Figen Hanım'la kısa bir an göz göze kaldık. Stop etmek bu olsa gerek. Bizi sessizce izleyen Selim Bey tereddütlü bir ifadeyle "Meral..." dediğinde başımı yavaşça iki yana sallayıp "Hayır yok. İlaç da kullanmıyorum" dedim. Nedense Figen Hanım inanmamış gibi yüzüme dikkatle bakıp "Emin misin?" diye sorma ihtiyacı hissetti. Tedirgin olsam da yine de her şey yolundaymış gibi gülümsedim. Emin olduğumu söyledikten sonra "Peki o halde hemen dönerim" dedi. Dudaklarımı birbirine bastırarak mecburen beklemeye başladım.
Doktor odadan çıkıp yardımcısına gerekli malzemeleri getirmesini söylerken benim gözümün önünden de koca koca iğnelerin birbirine yapıştırıldığı ve aynı anda hepsinin koluma batırıldığı saçma sapan bir görüntü geçiyordu. Şu an ki ruh halimi anlatmamı ister misin? Hani yılbaşı zamanı çeşitli kanallarda hindiyi nasıl pişireceğinizi anlatırlar ve genelde de bir enjektöre çektikleri lezzetli sosu hayvancığın farklı bölgelerine batırıp batırıp çıkarırlar ya... İşte şimdi kendimi aynı o yılbaşında sunuma hazırlanan talihsiz hindi gibi hissediyorum. Gülme lütfen durumum gerçekten de çok trajik!
Of! Gözüm de neden pencereye gitti ki şimdi? Yok artık... Aşağıya atlayacak halim yok herhalde. Böyle anlarda aklımdan geçen şeyler beni gerçekten hayrete düşürüyor çünkü onlar normal şartlarda asla aklıma gelmeyecek şeyler oluyor. Bu işte en çok eğlenen de Selim Bey olmuş gibi. Ne kadar belli etmemeye çalışsa da yüzündeki ifadeden halime içten içe güldüğü anlaşılıyor. Enteresan... O çatık kaşları da bir süredir ortalarda gözükmüyor. Bu halini sevdim doğrusu.
Eyvah! Figen Hanım geri dönüyor. Bu kadar acele etmeseydi keşke. Gözlerim istemsizce elindeki malzemelere gitti. O anda da tek kaşım ister istemez havalandı. Bir dakika! Ben elinde öyle koca koca iğneler görmüyorum. Bu benim adıma iyi bir şey.
Figen Hanım yanıma yaklaşıp eldivenlerini giyerken "Kolunu uzatır mısın Meral?" deyince bir anda gözlerim parfüm denemesi yaparken bana "Kolunu uzat" diyen Selim Bey'e doğru kaydı. İşin kötüsü kayarken de resmen "Gör de kibarlık öğren" der gibi bir bakış atmayı da ihmal etmedi. Niye böyle bir şey yaptım ki şimdi! Çok ayıp oldu.
O da doğal olarak kendisine neden öyle baktığımı anlamamış gibi tuhaf bir halde bana bakmaya başladı. Aklımdan geçeni anlamasın diye utanarak önüme döndüm tabii. Sevgili kaşım gözüm rica ediyorum yerli yerinizde kalın ve ikinci bir emre kadar da ortaya atılıp aksiyon yaratmayın.
Hmm... Ama bu iğneler benim düşündüğüm iğnelere hiç de benzemiyormuş. Ben şu kan alırken kullanılan enjektörlü olanlardan sanmıştım ama bunlar bir aparatın uçlarında olan belli belirsiz görünen iğnelerdenmiş. Şu an korkum geçti galiba. Figen Hanım kolumu dezenfekte ettikten sonra kurumasını bekleyip "Hazır mısın?" dedikten sonra onayımı alır almaz bir anda bu aparattaki tüm iğneleri tek seferde koluma batırıverdi. Ooouv! Az önce uyardığım kaşım gözüm şu an birbiriyle köşe kapmaca oynuyor olmalı. Of! Ama benim canım yandı. Oysaki yanmaması gerekiyordu.
Hissettiğim acıyla gözlerimi sımsıkı yummuşum. Açtığımda ikisini de bana tebessüm ederken gördüm. Tabii dayanamayıp ben de onlarla birlikte gülmeye başladım. Neyse şimdi bir süre çıkacak sonucu bekleyecekmişiz.
•●●·٠•●●•٠·˙
Bekleme sırasında Selim Bey ve Figen Hanım sohbete başladı. Anladığım kadarıyla üniversite döneminde ortak bir arkadaşlarının vesilesi ile tanışmışlar ve sonra da kopmamışlar. Onlar konuşmaya dalınca benim de gözüm önümde duran kitapçığa takıldı. Görme engellilere özel üzerinde kabartma yazılar bulunan bir kitapçıktı bu. Herhalde gelen hastayla iletişim kolaylığı sağlaması içindi. Ne hoş ne ince bir düşünce.
Elimi kitapçığa doğru uzatıp boşluğa bakarak kabartmalara dokundum. Parmaklarım üzerinde gezerken bir yandan da ağız hareketlerimle dokunduğum harfe göre ağzımı kıpırdatmaya çalışıyorum. Bir süre sonra Figen Hanım bana doğru bakıp gülümseyerek "Kabartma yazıyı okuyabiliyorsun" dedi. Selim Bey de bunu öğrenince biraz şaşırdı. Elimi çekip gözlerimi ikisinin arasında gezdirdikten sonra başımı sallayarak biraz bildiğimi söyledim.
"Bunu öğrenmiş olman ne güzel. Peki nasıl öğrendin buna ne vesile oldu?"
"Bu konularda oldukça aktif olan bir dernekle beraber uzun yıllar çalışma fırsatım oldu. O sırada eğitimlere katıldım ve yavaş yavaş öğrenmeye başladım. Parmak alfabesi de bilirim ama onu çok daha önceden öğrendim. Kabartma yazı konusunda henüz yeni sayılırım"
"Bu gerçekten harika"
O bahsettiğim derneğin kurucularından birinin annem olduğunu haliyle saklama gereği hissettim. Ailem hakkında kimsenin bilgi sahibi olmasını istemiyorum. Bu kadarı yeterliydi yani. Bunları duyunca Selim Bey'in bana olan bakışları daha da derinleşti sanki. Söylediğim şeyden etkilenmişe benziyordu. Gözlerimi ondan alıp kaşınmaya başlayan koluma çevirdim. İşte birkaç kabartma da orada vardı. Tabii onları okuyacak kişi bu sefer ben değil Figen Hanım'dı.
•●●·٠•●●•٠·˙
Evet sonuçlar belli oldu. Derim bir çoğuna karşı tepki verip pıtrak gibi kabardı. Figen Hanım notlarını aldıktan sonra bana bir de kart hazırlattı. Onu hep çantamda taşımalıymışım ki herhangi bir durumda alerjim olan şeyler sorulduğunda hemen söyleyebilmeliymişim. Kredi kartını andırıyor. Umarım şaşırıp markette kullanmaya falan kalkmam. "Yok artık Meral!" dediğini duyar gibiyim. Tamam canım sadece bu olaylara ne kadar uzak olduğumu anlaman için latife yaptım.
Figen Hanım bileğimdeki kızarıklık için bana bir de merhem verdi ve eğer durumunda değişiklik olmazsa da tekrardan gelmemi istedi. Oh! Nasıl rahatladım anlatamam. Hiç de korktuğum gibi olmadı. Figen Hanım bizi geçirirken Selim Bey de bana ödeme yaptırmadı. Bu kendilerinden kaynaklı bir sorun olduğu için tedavimin şirket tarafından karşılanması gerekiyormuş. Anlayacağın üzere itiraz hakkım yoktu.
Muayenehaneden çıkıp aşağıya inerken bir gözümde Selim Bey'in üzerindeydi. Yanımda benimle birlikte adım adım basamakları inerken kendimi ona karşı biraz mahcup hissedip "Bugün için teşekkür ederim. Benim için yaptıklarınıza minnettarım" dedim. Bakışları bana döndüğünde gözlerimi kaçırıp önüne baktım. O da elleri ceplerinde olarak merdivenleri inerken bana çok içten bir tavırla önemli olmadığını ve hem asansör travmasını hem de bu rahatsızlığı yaşadığım için çok üzgün olduğunu söyledi.
Son basamakları inip apartmanın kapısına yaklaşırken "Olsun yine de sizin yerinizde başka biri olsaydı benimle bu denli ilgilenmezdi. Siz işinizi gücünüzü bırakıp sabahtan beri benim için koşuşturuyorsunuz. Hakkınızı ödeyemem" dediğimde dış kapıyı açtı ve bana o yaramaz gülüşüyle bakarak "Aslında ödeyebilirsin. Hem de hemen şimdi" dedi. Bunu söylemesiyle göz göze kaldık.
Yüzüne nasıl bir ifadeyle baktım bilmiyorum ama bu duyduğum şeyi şu an bana başka biri söyleseydi herhalde yüzüne çok sert bir tokat indirebilirdim. Anlamadan dinlemeden yanlış bir kanıya varma konusunda üstüme yoktur da.
Gözlerimi kısarak önünde durduktan sonra "Nasıl?" dediğimde o da gayet masumane bir tavırla "Bu saat oldu ve ben hâlâ açılmamı sağlayacak olan kahvemi içemedim. Tiryakilik işte içmeyince baş ağrısına neden oluyor. Seni evine bıraktığımda bana bir sade kahve ikram edersen bence bu yeterli olur. Ekstra bir şeye gerek yok" dedi. Hmm... Bu muydu? Ben de ne demeye çalışıyor diyordum. Tamam olur. Açılmasını sağlayacak olan kahvesini zevkle yaparım. Onun yaptıklarının yanında lafı bile olmaz. Olmaz da... Hay aksi! Evi en son ne halde bırakmıştım acaba?
5.Bölümün Sonu
Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder