"Bir fincandaki kahve gibidir hayat.
Bazen tatlı bazen değildir.
Önemli olan kahvenin tadı değil zaten, onu kiminle içtiğinizdir."
Bob Dylan.
6.Bölüm : O senin kocan mı Meral?
Arabaya bindik ama benim aklım hâlâ evde. Bir süredir salonun baş köşesinde ikamet eden pofuduk terliklerimi oradan kaldırmış mıydım acaba? Eğer hâlâ oradaysa gerçekten rezil olurum. Şimdi bana "Senin pofuduk terliklerin mi var Meral?" deyip gülüyor olmalısın ama ne yapabilirim ki benim vücut ısım küçüklüğümden beri hep düşüktür ve o terlikler de ayağımı hiç olmadığı kadar sıcak tutuyor.
Of! Onu bunu geçtim şimdi hiç gereği yokken Selim Bey evimin yerini öğrenmiş olacak. Aman canım öğrense ne olacak ki? Koskoca adam zırt pırt evime gelip bir fincan şekeriniz var mı diye mi soracak? Ben de bu ara her şeyden gerilir oldum. Hem terliklerimi de görürse görür ne yapayım yani! Ben onun boy sırasına göre dizdiği plaketlerine bir şey diyor muyum? Ne diyeceğim Allah aşkına! Adam başarmış kazanmış takdir edeceğime bir de kulp mu takacağım? Ay! Yine ne saçma sapan şeyler düşünmeye başladım. Kahvesini içip gidecek ne var ki bunda?
Ne mi var? Evde kahve yok ki! Yok çünkü ben migrenimi aktive ettiği için kahve içmem. Siz bekleyin ben bir kahve alıp geleyim desem çok abesle iştigal olur değil mi? Acaba Ceyda Hanım'dan istesem daha ilk günden bunu uygunsuz karşılar mı? Tuhaf olacak ama öyle de yapmak zorundayım yoksa Selim Bey'e kahve yerine sağlıklı sebze suyumdan ikram etmek zorunda kalırım ki bu da evime geldiğine geleceğine bin pişman olmasına neden olur.
Ben bunları düşünürken bir yandan da Selim Bey benden yol tarifi istiyordu. Anlatıyorum ama aklım tamamen uçup gitti. Şu günü bir atlatsam ne güzel olur. Tabii bir de ne derler bilirsiniz. Olacakla öleceğe çare bulunmaz artık kapının önüne de geldik yani bu saatten sonra elden de bir şey gelmez.
Arabadan indikten sonra etrafa şöyle bir baktı. Ama öyle küçümser gibi değil çünkü gözlerinde öyle bir anlam yoktu. Tabii yine de kendi oturduğu malikane ile buranın arasında dağlar kadar fark olmalı. Herhalde o evine gittiğinde arabası yaklaşır yaklaşmaz görevliler kocaman gösterişli kapılarını ağır ağır açarak geçmesi için yol açıyordur ve o da gayet kibar bir şekilde başıyla onları selamlayıp iyi akşamlar dileyerek kendilerine özel otoparklarına giriyordur. Eve girdiğinde de çalışanları elinden çantasını ve ceketini alıp yemeğin hazır olduğunu istediği zaman geçebileceğini söylüyordur. Bir dediği iki edilmiyor eli de tabir-i caizse sıcak sudan soğuk suya sokulmuyordur.
Böyle söylüyorum ama özendiğimden falan değil. Sadece Selim Bey'in nasıl bir hayatı olduğunu merak ediyorum yoksa ben oldum olası böyle şeylerden pek hoşlanmam. Rahatta edemem. Ben kendi işimi kendim yapmaya alışkın biriyim. Birine bana şunu getir bunu götür demekten de hiç hoşlanmam. Bu konuda dedeme çekmişim herhalde nur içinde yatsın o da aynı benim gibiydi. Suyunu bile kendisi alır ben getirirdim keşke bana söyleseydin dediğimde ise o hafif tatlı sert bakışlarıyla "Kurda sormuşlar neden boynun kalın diye o da kendi işimi kendim görürüm de ondan demiş" derdi. Gülümsediğimde o da bakışını yumuşatıp saçıma bir öpücük kondururdu.
Selim Bey nereden gidiyoruz der gibi bana doğru bakınca önden ilerleyip dış kapıyı açarak "Buyurun" dedim. Ağır adımlarla yaklaşıp kapıyı tuttu ve önce benim geçmemi sağlayıp sonra da ardımdan geldi. Kahve işi yüzünden kalbim güm güm atarak merdivenleri çıktıktan sonra da bir kapı kapanma sesi geldi. Hiç istifimi bozmadan önüme bakarken bizi gören Elif'in yine arkamdan şirin şirin seslenip "Meral çok erken gelmişsin" dediğini duydum. Herhalde o da arkadaşından ya da oyun oynamaktan geliyordu ve o sırada da bizi gördü. Sesi duyar duymaz Selim Bey ile aynı anda arkamızı döndük.
İkimiz de karşımızdaki güzeller güzeli minik kıza bakıp kaldık. O an kendi halinde olan Elif'in bana hep en sevdiği çizgi filmin başladığı saatlerde geldiğimi söylemesiyle doğal olarak şaşkınlığımı gizleyemedim. Geliş gidiş saatlerime dikkat etmesi bana biraz garip gelmişti. Bu mahallenin küçük muhtarı da o galiba. Baksana geleni gideni herkesten iyi biliyor.
Çantamı omzuma asarak "Evet bugün eve biraz erken gelmem gerekti" dediğimde küçük kız önümüze gelip ikimize birden gülümseyerek bakmaya başladı. Sanırım Selim Bey'in kim olduğunu da biraz merak etti ama keşke bu merakını "O senin kocan mı Meral?" diye sorup yüreğime indirmeden gidermeye çalışsaydı. Oops!
Sorduğu soruyu duyunca haliyle buz kestim. Bu küçük kız bize yöneltip yöneltebileceği en olmayacak soruyu hiç de garipsemeden bir çırpıda soruvermişti. Yaşadığım şok yüzünden bembeyaz olduğumun farkındayım ama yine de bu durumu toparlamak için hemen söze girerek "Hayır Elifciğim değil çünkü ben evli değilim. Yani evli olsam da herhalde kocam bir başkası olurdu" dedim. Ne dedim ben? Hay aksi! Toparlamaya çalışırken daha da beter oldu. Bir sus Meral bir sus!
Söylediğim şey sebebiyle yüzü acayip bir hâl alan Selim Bey'e dönüp utanç içinde "Başkası olurdu herhalde derken sizi beğenmediğimden değil" dedim ama ağzımdan çıkanı kulağım duyar duymaz yeni bir düzenleme yapmak zorunda hissedip "Yani o anlamda beğenip beğenmemekten bahsetmiyorum. Hay aksi! Ben ne demeye çalıştığımı açıklayamayacağım galiba konuştukça daha kötü oluyor" diye gevelemeye başladım. Niye böyle oldu anlamadım gitti.
Neyse ki Selim Bey kendi kendimi soktuğum bu nahoş durumdan beni kurtarmak için yanıma yaklaştı ve kollarımı omzuma yakın bir yerden tutup bana ciddi bir ifadeyle bakarak "Şimdi derin bir nefes al Meral" dedi. Nefes almak... Hatırlattığı iyi oldu. Ben de neden bayılacakmışım gibi hissediyorum diyordum. Gözlerine bakıp onunla aynı anda nefesimi alıp verdikten sonra Elif'e döndüm ve bu sefer durumu bir nebze toparladım. Yani inşallah toparlamışımdır.
"Elifciğim sana şöyle açıklayabilirim. Bu bey benim çalıştığım şirketin sahibi yani kendisi patronum oluyor"
Tam derin bir oh çekmişken bu sefer de gözleri ışıldayarak Selim Bey'i inceleyip "Patronunun saçları çok güzelmiş büyüdüğümde onunla ben evlenebilir miyim?" demesin mi? Hiç abartmıyorum şu an başımdan aşağıya kaynar sular boşaldı. Keşke pofuduk terliklerimi görseydi de rezil olma şanssızlığımı burada şu konuşmayla yaşamamış olsaydım.
Ancak benim aksime Selim Bey daha rahat gözüküyordu. Ben kendime gelmeye çalışırken o da bu konuşmaları olgunlukla karşılayıp Elif'in boy hizasına gelerek ona açıklama yapmaya başladı. Bu duruma benim haricimde birinin el atması iyi oldu yoksa kırdığım potlar bir çığ gibi büyüyecek ben de altında kalacaktım.
"Merhaba küçük hanım"
"Merhaba"
"Henüz seninle tanışmadık. Benim adım Selim"
"Benim adım da Elif"
"Memnun oldum Elif"
"Ben de memnun oldum Selim"
"Biliyor musun daha önce kimse bana saçlarımın güzel olduğunu söylememişti. Bu hoş iltifatın için teşekkür ederim. Bunu söyleyerek beni çok mutlu ettin"
"Sahi mi? Sana daha önce kimse bunu söylemedi mi?"
"Maalesef hiç kimse söylemedi"
"Oooo... Belki de bu sadece seni gerçekten seven bir prensesin fark edebileceği bir şeydir. Olamaz mı? Belki de senin prensesin gerçekten de benimdir"
"Sen çok güzel ve zeki bir kıza benziyorsun ama aramızda bu konuda küçük bir sorun var"
"Ne gibi bir sorun?"
"Sen büyüdüğünde ben yaşlanmış olacağım ve sana ayak uydurmakta da zorlanacağım. Düşünsene senin istediğin yerlere gidemeyip dinlediğin hareketli şarkılarda da dans edemeyeceğim çünkü kulaklarım da o kadar gürültüyü kaldıramayacak. Bu yüzden bence sen büyüdüğünde kendi yaşında biriyle evlenmelisin"
Onları dinlerken dalıp gittim çünkü Selim Bey'in tavrı ve söyledikleri kulağıma çok hoş geldi. Çocuklarla nasıl iletişim kurulması gerektiğini benden daha iyi bildiği açık. Elif ise bu cevap sonrası ciddi bir yüz ifadesiyle dikkatle ona bakarak düşünmeye başladı. İkimiz de ne söyleyeceğini merakla beklerken de küçük kız başını olumlu bir tavırla sallayarak "Hmm... Mantıklı" dedi. Elimi dudaklarıma doğru götürerek hemen gülmemi engelledim. Selim Bey de benim gibi şaşırmıştı ama Elif çok şükür ki sonunda ikna olmuştu.
Selim Bey doğrulurken o sırada küçük cimcime de benim yanıma doğru yaklaşıp hafifçe eğilmemi istedikten sonra sessizce "Saçları güzel ama bizim okuldaki Emre gibi aptal değil. Sanırım onu sevdim. Dikkat et de sakın seni kovmasın tamam mı yoksa onu bir daha göremem" dedi ve bize annesinin beklediğini söyleyip el sallayarak evine doğru yürümeye başladı. Söyledikleri zihnimde dolanırken gülmemeye çalıştım ama yine de önüme bakarken kendime hakim olamayıp gülümsemeye başladım. Bu çokbilmiş cimcime ile işimiz var gibi görünüyor.
O anlarda bana doğru bakan Selim Bey de benim ile birlikte gülümsemeye başladı. Ona bakamadım ama şu an bana doğru bakıp tebessüm ettiğini bir şekilde anlayabiliyorum. Dikkatimi dağıtmak için yüzüne bakmadan kapıma yaklaşıp anahtarımı çıkarırken Ceyda Hanım da kızına kapıyı açtı. Annesi bize merhaba derken küçük kız da ikimize öpücük atarak eve girdi.
Aslında fırsat bu fırsattı. Kapıyı açıp Selim Bey'e "Buyurun lütfen. Şey... Dağınıklık için kusura bakmayın yeni taşındım da" dedim ve o sırada da çaktırmadan elimle Ceyda Hanım'a yardım çağrısı göndermeyi ihmal etmedim. Sağ olsun hemen anladı ve kapıyı kapatmadan orada oyalanmaya başladı.
Selim Bey içeriye adım atar atmaz Ceyda Hanım'a yaklaşıp "Özür dilerim normalde bunu hiç yapmam ama patronum hiç beklemediğim bir anda kahve içmek istediğini söyledi. İşe bakın ki evde de kahvem yok çünkü ben kahve içmem. Rica etsem bir fincana yetecek kadar bana kahve verebilir misiniz?" dedim. Beklememi söyleyip gülümseyerek mutfağına gitti. O gelene kadar ceketimi çıkarıp asmaya çalışmakla oyalandım.
Ah! İşte geldi. Yalnız ne kadar ince düşünceli bir kadın kahve içmediğimi söyleyince herhalde evimde fincanımın da olmayacağını düşünmüş ve bana iki tane de fincan getirmiş. Resmen hayatımı kurtardı.
"Çok teşekkür ederim Ceyda Hanım size borçlandım. Lütfen bir ihtiyacınız olduğunda siz de bana söyleyin"
"Hiç önemli değil Meral. Hadi sen git misafirini bekletme"
"Tamam. Tekrardan teşekkür ederim"
•●●·٠•●●•٠·˙
Kapıyı yavaşça kapatıp elimdekileri salona bağlı olan açık mutfağımın tezgahına bıraktım. Selim Bey de ben gelmeden oturmamış hâlâ ayakta duruyordu. Beklettiğim için nezaketen özür dileyip oturması için koltuğu işaret ettim. Benim hemen ardımdan o da koltuğu işaret edip "Lütfen..." dedi. Önce benim oturmamı beklediğini anlayınca gülümseyip eteklerimi toparlayarak tekli koltuğa oturdum.
Gözlerim etrafı teftişe çıkarken içim her an rahatlıyor çünkü ev gerçekten çok derli toplu görünüyor. İyi ki dün hırkalarımı kaldırıp dergilerimi düzeltmişim. Ah! Pofuduk terliklerimde ortalarda gözükmüyor. Çok şükür sonunda olumlu bir şey oldu yani.
"Evin çok güzel Meral"
"Teşekkür ederim"
"Rica ederim. Hatta karakteri olan bir ev bile diyebilirim. Sanki onu yansıtmayan bir dokunuş yapsan bunu kabullenemeyip yine sonunda kendi bildiğini okutacakmış gibi bir havası var. Aynı sahibi gibi..."
Bu hoş benzetme ile göz göze geldiğimizde utanıp gülümseyerek önüme bakmakla yetindim o da göz ucuyla gördüğüm kadarıyla etrafı incelemeye başladı. Yaşanan sessizlikle beraber ayağa kalkıp "Ben en iyisi kahveleri yapayım. Lütfen siz de rahat olun" dedikten sonra mutfak tarafına geçtim. Tepsi çıkarırken bir gözüm de yerinden kalkıp kitaplığıma doğru yürümeye başlayan Selim Bey'e takılı kaldı. Neden oraya gidiyor acaba?
Fincanları tepsiye yerleştirip kahveyi elime aldığımda aklıma evde cezve de olmadığı geldi. Kahveleri pişirecek uygun bir şey bulmalıyım. Hızlıca düşünerek dolaplarımı açarken küçücük derin bir çelik tava gördüm. Elime alıp yaygın bir cezve gibi göründüğünü anlayınca tam bu işimi görür derken Selim Bey'in bana ithafen "Peki senin hikayen ne Meral?" diye sorduğunu işittim. Eyvah! Şu an zaten iki ayağım bir pabuca girmiş bir de karmakarışık ettiğim hikayemi yeni durumuma uyarlayarak ona nasıl hatasız anlatacağım ki?
Zaman kazanmak adına "Benim hikayem mi?" diye sorduğumda o da bana bunu sorma nedenini belli edecek şekilde kitaplığımdan aldığı "Senin Hikayen" adlı kitabı göstererek "Evet senin hikayen... Bu evde tek başına mı yaşıyorsun yoksa ailenle mi?" diye sordu. Yüzüm düştü çünkü bu karşılaşmaktan çok da hoşlandığım bir soru değildi.
Kahveyi ocağa alırken tedirgin bir şekilde üstünkörü cevap vererek "Bir süredir ailemden ayrı yaşıyorum" dedim. Meraklı gözlerle bana doğru bakıp "Sormamın sakıncası yoksa nedenini öğrenebilir miyim? Başka bir şehirde mi yaşıyorlar?" dediğinde başımı minik minik iki yana sallayarak buğulanan gözlerimle ona doğru baktım ve "Neden bana bunları soruyorsunuz Selim Bey?" diye sordum. Rahatsız olduğumu anlamak inşallah bu konuyu daha da çok merak etmesine yol açmamıştır.
Bu gösterdiğim tavra şaşırarak "Asistanımı daha yakından tanımaya çalışıyorum" dediği esnada ocaktaki kahve yavaş yavaş yükselmeye başladı. Bir yandan onu halledip bir yandan da öyle gerektiğini ve bunun ailevi bir mesele olduğunu söyledim. Neyse ki böyle söyleyince daha fazla ısrar etmedi.
Kahveleri tepsideki fincanlara paylaştırdıktan sonra hiç beklemeden salon tarafına yöneldim. O esnada hâlâ ayaktaydı ve geldiğini görünce hemen yanıma doğru yaklaşıp "İzninle" dedikten sonra ben ağzımı açıp zahmet etmeyin dememe kalmadan elimdeki tepsiyi alıverdi. Ailemi konu dışında tutarak söylüyorum ki bunlar bir erkekte pek de alışık olmadığım davranışlar ve haliyle beklemediğim bir anda karşılaşınca da biraz yadırgıyorum doğrusu. Ama bunu hoş bulmadığımı da söyleyemem.
Ben tepsideki su dolu bardakları alıp sehpaya bırakırken eş zamanlı olarak o da fincanları alıp yanlarına koymaya başladı. Beni gerçekten çok şaşırtıyor. Onun kim olduğunu bilmesem gayet sıradan ve normal bir hayat sürdüğünü düşünürdüm. Sanırım şirketten çıkarken o mesafeli otoriter patron kimliğini orada bırakıyor ve dışarıda sadece Selim oluyor.
Selim... Ne tuhaf ona ilk defa sadece ismiyle hitap ediyorum. Kulağa çok hoş geliyor ama ağzımı buna alıştırmasam iyi olur öyle değil mi?
Boşalan tepsiyi elinden aldıktan sonra yardımı için teşekkür edip tepsiyi hemen mutfak tezgahımın önüne bırakarak geri döndüm. Koltuğa oturduğum gibi de suyumdan bir yudum alıp onu kahve fincanımın yanına bıraktım. Selim Bey ise kahvesini yudumlarken bir yandan da etrafa bakmaya devam ediyordu. Hmm... Neden böyle bakındığını anladım. O da benim yaptığım gibi salonumda hikayesini merak edebileceği bir obje arıyor galiba. Ee! Kısasa kısas demişler.
Aslında içeride onun merakını cezbedecek bir şey olduğunu da pek sanmıyorum. Niyeti oysa da üzülerek söylüyorum ki boşuna aranıyor. Gözlerim baktığı yerleri gezinirken aniden bana doğru dönüp "Tasarımlarını çok beğendim. Böyle özel bir yeteneğe sahip olduğunu bilmiyordum. Beni gerçekten çok şaşırttın" dedi. Bunu söylediği an ne diyeceğimi bilemeden ona bakıp kaldım. Tasarım mı dedi o?
Aslında çok güzel bir şey söylemişti ama ben adeta kötü bir haber almış gibi sarsıldım. Yaptığım şişe tasarımlarından haberdar mı olmuştu acaba? Eğer öyleyse ne çabuk öğrenmişti inanılır gibi değil. Of! Daha ilk andan yakalandım iyi mi?
Heyecandan nefes alıp verişim hızlanırken sesim titreye titreye "Tasarımlarım mı?" diye sordum. Fincanını bırakıp bana kitaplığımı işaret ederek oraya hangi ara koyduğumu hatırlamadığım çizim defterimi gösterdi. Belli ki boşuna aranmamış. Bakışlarımı oraya döndürdüğümde içimin çok rahatladığını inkar edemem. Demek onlardan bahsediyormuş.
"Teşekkür ederim. Sadece öylesine birkaç karalama yapmıştım"
"Karalama diyerek tasarımlarını önemsizleştirme. Ayrıca çalışmaların bana oldukça profesyonel gözüktüler. Hatta çizimler o kadar detaylı olmuş ki sanki bir mücevher firması için özel hazırlanmış gibiler"
Gözlerine bakarken gergince yutkundum çünkü tahmininde yanılmıyordu. Oradaki tasarımların birçoğu en gerçek halleri ile babamın katılacağı fuarda da boy gösterecekti. Umarım mücevherler Selim Bey'in ilgi alanına giren bir konu değildir de onları görüp benimle ilişkilendirmeye kalkmaz.
Huzursuzluğumu örtebilmek için minik bir tebessümde bulunup "Ben sadece sizin için çalışıyorum Selim Bey dediğim gibi bunlar sadece birkaç karalamadan ibaretler" dedim. Bunu biraz da ağzımı aramış olabileceğini düşündüğümden başka bir firma ile temasım olmadığını belli etmek için de söyledim tabii. O da bunu duyunca tebessüm etti. Henüz tek bir yudum bile içmediğim kahveme bakıp kendi suyunu alırken hoş bir tonlamayla da "Bunu duyduğuma sevindim çünkü özel yeteneklere sahip olan gizemli asistanımı daha ilk günden başkalarına kaptırmak istemem" dedi ve suyunu içip ayağa kalktı.
"Bu güzel kahve için teşekkür ederim"
"Afiyet olsun" derken onunla beraber ben de kalktım. Ah! Selim Bey'den bir şaşırtıcı hareket daha geldi. Yine zahmet etmemesini bile söyleyemeden sehpadaki bardağını ve boşalan fincanını bir anda eline alıp mutfak tezgahımdaki tepsinin içine bıraktı. Sanki bunları sırf kibarlık olsun diye de yapmıyor gibi çünkü gerçekten çok doğal bir şekilde yapıyor. Yani bunları yaparken alkış beklemediği çok açık.
Kapıya doğru yaklaşırken hangi cesaretle yaptım bilmiyorum ama bir an ardından tedirgince "Selim Bey..." diye seslendim. Ses tonumdaki kayma bir şey sormak istediğimi kesinlikle belli etmiş olmalı. O da bu seslenişimle beraber dönüp "Evet" diyerek bana doğru baktı. Kısa bir an düşündükten sonra merakıma fena halde yenilip "Beni neden işe aldınız? Oysaki daha on yıllık kariyer planımın ne olduğunu bile sormamıştınız" dedim. Keşke sadece neden işe aldınız deseydim çünkü bu sefer o da haklı olarak gayet ciddi bir tonlamayla "On yıllık kariyer planın ne?" diye sordu. Ah! İşte bu sana müstahaktır Meral!
En sevmediğim şaşkın bakışımla birlikte hızla ne diyeceğimi düşünürken doğal olarak "Şey... Ben... Ben aslında..." diyerek kem küm ettim. Karşımda tek kaşını kaldırarak "Gördün mü bak iyi ki sormamışım" dediğinde itiraf edeyim ben de eş zamanlı olarak içimden aynı şeyi geçirdim.
"Ben gerçekten merak ediyorum. Neden beni Derya Hanım'ın bahsettiği o uzun ve zorlu testlerinizden geçirmediniz?"
"Buna gerek görmedim"
"Tamam ama neden? Ya gerçekte aradığınız kişi ben değilsem ya bunu fark ettiğinizde sizi hayal kırıklığına uğratırsam?"
Selim Bey bu soruma karşılık "Ya uğratmazsan?" derken öyle hoş bir ses tonu kullanıp öyle de güzel baktı ki bir an gözlerinde kaybolduğumu hissettim. Sanırım bu tanıdık konuşmanın nasıl devam edeceğini de az çok tahmin edebiliyorum.
Şaşkınlık içinde gözlerimi onun gözlerinde gezdirmeye başladığımda Selim Bey de bana doğru yavaşça yaklaştıktan sonra ona ilk gün söylediğim sözleri anımsatarak "Sana bir kez bile olsun şans tanımasaydım gerçekte aradığım asistanın sen olup olmayacağından nasıl emin olacaktım? Ya o gün sana on yıllık kariyer planını sorduğumda bana yine şimdi olduğu gibi bu konu hakkında pek de bir fikrin yokmuş gibi cevap verseydin ve ben de seni işe kabul etmeseydim ne olacaktı? Belki de bu hayatta birlikte yol alabileceğim tek kişi sendin ve ben tam da aradığım kişiyi sırf bu aptal soru yüzünden kaybedecektim. Bak itiraf etmem gerekirse bunu iş hayatımda pek yapmam ama bir kereye mahsus kalbimin sesini dinlemek ve sana bu konuda güvenmek istedim çünkü o an içimden gelen ses bana senin en doğru kişi olduğunu söyledi. Sanırım bu konuda da kendime ve hislerime güveneceğim" dedi. Duyduklarım sonrası istemsizce gülümsedim.
Gülümsedim çünkü farkında olmadan sarf ettiğim o sözlerle ilk önce kalbini ikna etmiştim o da sesini Selim Bey'e duyurarak benim lehime bir karar almasını sağlamış. Şu an gerçekten çok mutlu oldum. Tabii bunu benimle paylaşmış olmasına da çok sevindim.
"Merakını da giderdiğimize göre artık çıkabilirim"
"Teşekkür ederim Selim Bey. Bugün yaptığınız her şey için... Bana güvendiğiniz ve inandığınız için her şey için teşekkür ederim"
"Rica ederim. Kendine iyi bak ve şirkete geldiğinde dinç bir şekilde karşımda ol. Yarın yoğun bir gün bizi bekliyor olacak ve ben bu kadar güler yüzlü olacağımı pek sanmıyorum"
"07.45'te odanızın önündeyim"
"Harika! Hoşça kal Meral"
"Güle güle Selim Bey"
6.Bölümün Sonu
Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder