23 Şubat 2025 Pazar

Son Mektup / 7.Bölüm (Yazan :NK )

  Mektup ruhtur. Konuşan sesin çok sadık bir yankısıdır. Bu nedenle ince düşünceli kişiler onu aşkın en zengin gömüleri arasında sayarlar.

Honoré de Balzac

7.Bölüm : Bir insan sahibine ulaştırmayacağı bir mektubu neden yazar ki?

Selim Bey çıktıktan hemen sonra sırtımı kapıya dayayıp birkaç saniye öyle kaldım. Kulağım da apartmanın içinde yankılanan ve yavaş yavaş etkisini yitirmeye başlayan ayak seslerine takılı kaldı. Onda farklı bir şeyler olduğunu hissediyorum biliyor musun? Diğer insanlardan ayrılmasını sağlayan bir şey yani. Onu kendimden ne kadar uzak tutmak istesem de her geri adımımda aslında beni kendisine daha da çok yaklaştıran bir şey bu.

Bana bugünkü yaklaşımını ve gitmeden önce söylediklerini düşünüyorum da yüzümde engel olmaya çalışsam da yine de kendisini göstermek için büyük bir çaba harcayan o manalı tebessümün aynı arkadaşım Berna gibi bana "Şiişt! Bilmediğim bir şey mi var Meral?" dediğini hissediyorum. Bilmiyorum ama aslında var gibi de...

Ağır adımlarla pencereye yaklaştıktan sonra perdemin ucundan sokağa doğru baktım. Henüz aşağıya inmemiş olacak ki arabası hâlâ oradaydı. Bugün benim yüzümden o kadar çok merdiven inip çıktı ki herhalde evine gidip ayaklarını koltuğuna uzatmak için sabırsızlanıyordur.

Sahi Selim Bey'in ev hali nasıl acaba? Eminim aynı şirkette olduğu gibi kendisine özel bir çalışma odası vardır ve evdeki tüm vaktini de orada geçiriyordur. Acaba iş hayatını evine taşıyıp boş vakitlerinde bile çalışıyor mudur yoksa onları tamamen bir kenara bırakıp kendisine has hobileriyle mi ilgileniyordur?

Selim Bey gibi sessiz sakin birinin ne gibi bir hobisi olabilir acaba? Yağlı boya tablolar yapıyor olabilir mi? Ama yok... Elleri üstü başı etraf batar bence sevmez. O değildir. Peki enstrüman çalmak olabilir mi? Hmm... Onu da sanmıyorum. Elif ile konuşurken müzik sesinden gürültü olarak bahsetmişti. Bence Selim Bey kesinlikle klasik müzik dinleyicisidir. Hatta ileri gidiyorum. Koltuğuna oturup gözlerini kapatarak o çalan dinlendirici müziğin etkisiyle tüm iş stresini üzerinden atıp biraz olsun rahatladığını hissediyordur.

Teknesi var mı acaba? Belki de ruhunu dinlendirmek için saatlerce açılıp balık tutuyordur. Sabır işi sonuçta. Düşündüm de umarım o da değildir. Bir an gözümün önüne balıkların ağzına saplanan o halkalı iğne geldi de bu görüntüden pek de hoşlanmadığımı fark ettim. Hele ki zavallı balığın o anlarda hâlâ kurtulmak için çabaladığını düşününce resmen diken diken oldum. Sanırım hobisinin ne olduğunu uzun uzun düşünsem de bulamayacağım.

Ben tam bunları düşünürken apartmanın kapısından çıkmasını beklediğim patronum beni şaşırtarak aksi yöndeki bakkaldan çıktı. Ah! Hem de elinde bir canlı bombayla! Hiç abartmıyorum koşarak yanına gidip o güneşin altında durarak bütün zararlı maddelerini suyun içine karıştırmış olan pet şişeyi elinden alıp atmak istedim. Ona kimse bunun zararlı olduğunu söylemedi mi Allah aşkına? Kendisine hiç dikkat etmiyor çünkü arabasında da aynı pet şişeden olduğunu görmüştüm. Acaba bir ara bu işe el atsam bana kızar mı? Ama onu bir şekilde cam şişe kullanmaya alıştırmalıyım. İlk anda yadırgasa da sonradan alışacaktır.

Endişeli bir tavırla o yöne doğru bakarken o da arabasına yaklaşıp bir anda yukarıya doğru bakarak el sallamaya başladı. Beni görmüş olamaz öyle değil mi? Lütfen öyle olmadığını söyle! Aman Allah'ım gözlerim beni yanıltıyor olmalı çünkü hemen ardından da elini dudaklarına götürüp yukarıya doğru bir öpücük attı. Nasıl yani? Bu sevgi gösterisini bana yapmıyordur herhalde. Yani bu çok saçma olmaz mıydı? Asistanıyım ya ben...

Şaşkınlık içinde önce perdeyi sonra da pencereyi açtım. Tabii bu sayede bunu neden yaptığını hemen anladım çünkü yan dairemdeki Elif onu görünce cama çıkmış ve aynı bana yaptığı gibi Selim Bey'i de öpücüklerle uğurluyordu.

"Ben seni özlerim yine gel olur mu?"

Ben penceremden Selim Bey de aşağıdan küçük kızın bu söylediğiyle gülmeye başladık. Elif daha önce karşılaştığım hiçbir çocuğa benzemiyor. Onun yaşındayken ki halimi düşünüyorum da ailem ağzımdan kerpetenle laf alırdı. Utanır çekinir bir köşede resim yaparak tek başıma vakit geçirirdim. Kardeşim de benden pek farklı değildi. Biz çok sakin ve evin kurallarına uygun büyümüştük ama Elif hiç öyle değil. O capcanlı ve cıvıl cıvıl bir çocuk.

Gözüm bir an Selim Bey'e gitti. İkimize de uzun uzun bakıp gülümsedikten sonra mutlu bir yüz ifadesiyle arabasına binerek evin önünden uzaklaştı. Ben de dalmış bir halde arabası gözden kaybolana dek onun gidişini izledim. Bu da Elif'in dikkatini çekmiş olacak ki beni yine şaşkına çevirerek "Sen de mi ona aşık oldun? Bence bu çok normal çünkü patronun aynı çizgi filmlerdeki kayıp ülkelerden gelen prenslere benziyor" deyiverdi.

Sakın güleyim deme Meral! Gülmemeye çalışıp bir yandan da ciddi bir ifade takınmak ne kadar zormuş. Elimi dudaklarıma götürüp hafifçe öksürdükten sonra "Hayır Elifciğim ben ona aşık olmadım. Sana daha önce de söylediğim gibi o benim patronum yani aramızda sadece iş ilişkisi var çünkü bizler profesyonel insanlarız öyle değil mi?" dedim. Küçücük bir çocuğa göre biraz ağır bir açıklama oldu sanırım çünkü Elif düşünceli bir halde yüzüme bakarak "Porfösyenel ne demek?" diye sordu. Bunu ona söylerken ne bekliyordum acaba?

Şu an Selim Bey'in burada olup duruma el atarak beni kurtarmasını çok isterdim çünkü o çocuklar konusunda benden daha tecrübeli gözüküyor. Gözlerimi tam tur çevirdikten sonra tam anlayabileceği şekilde bir açıklama yapmaya başlayacakken içeriden Ceyda Hanım'ın sesi duyulmaya başladı.

"Elif yemeğin hazır yine nereye kayboldun kızım?"

Elif sanki gizli saklı bir şey yaparken yakalanmış gibi gözlerini kocaman açarak bakarken bana da telaşla "Annem çağırıyor Meral ben gidiyorum" dedi. Gitsin bakalım. Ben ona hoşça kal derken de başını tekrardan uzatıp "Az önce ne dediğini tam olarak anlayamadım ama umarım onun prensesi ben değilsem de sensindir çünkü hem yaşınız birbirinize benziyor hem de ben ikinizi de çok ama çok sevdim" dedikten sonra bir anda içeriye girdi ve beni de bu söylediği şey ile baş başa bıraktı.

Doğruyu söylemem gerekirse ne düşüneceğimi bilemedim. Yüzümdeki buruk tebessümle pencereyi kapatıp perdeyi de çektikten sonra gözlerim ister istemez salonumun içinde küçük bir tura çıktı. O anla birlikte de gözlerimin önüne Selim Bey'in kitaplığıma doğru giderken ki yürüyüşü ve bana kahve servisi sırasında yaptığı yardımları geldi tabii. Unutmam ne mümkün zaten.

Açık konuşmamı ister misin? Sanırım istersin. Elif'e aksini söyledim ama aşık olmasam da Selim Bey'den etkilendiğimi inkar edemem. Hem de onu ilk gördüğüm andan beri. Keşke onunla bambaşka şartlar altında ve bambaşka bir zaman diliminde karşılaşmış olsaydık. Belki o zaman her şey daha farklı olurdu. Başımı eğip derin bir nefes alarak mutfağıma geçtim. Öyle olsaydı böyle olsaydı demenin bir faydası yok sonuçta. 

Ceyda Hanım'dan aldığım fincanları yıkadıktan sonra onları sahibine teslim edip evime geri döndüm. Hiçbir şey yapmak istemediğim için de doğrudan odama gidip yapıp yapılabilecek en iyi şeyi yaparak kendimi yatağıma bıraktım. İçinde bulunduğum durumu ve Elif'in söylediklerini düşündükçe gözlerimin dolmasına engel olmam da zorlaşıyor. Keşke gerçek hayat izlediği o çizgi filmlerdeki gibi olsaydı. Keşke her ne yaşarsan yaşa ne kadar zorlukla karşılaşırsan karşılaş hikayenin sonunda hep "Mutlu Son" yazsaydı.

İnan bana kendi hikayemin finalinde ne yazacağını şimdiden çok merak ediyorum. Ben de mutlu olabilir miyim acaba? Bu da Meral'in mutlu sonu yazar mı sence? Sanırım bunun olabilmesi için bir an önce bana yardım edebilecek birini bulmalıyım. Tabii bir de onu yapması gereken şey ile alakalı ikna etmem lazım yoksa alacağım cevap bana göre zaten belli. Belki de beni bu kötü durumdan çekip kurtarabilecek biri hâlâ dışarıdadır ve benim onu bulmamı bekliyordur. Bir kitap okumuştum. Yanılmıyorsam eğer orada şöyle bir söz geçiyordu.

"Beklemek; seni bulacak olan kişiden saklanmaktır. Aramaksa ona seni bulma şansı tanımaktır"

Kahraman Tazeoğlu

Bıçak kemiğe dayanmadan önce o kişiye ulaşmanın bir yolunu öyle ya da böyle bulmalıyım. Evet bunu yapmalıyım. Yapmak zorundayım çünkü oturup bekleyecek lüksüm yok gibi görünüyor. Yattığım yerden doğrulup başucumda duran boş kağıtlarımı ve kalemimi elime aldım. Bir süre aynı o sayfalar gibi ben de boş gözlerle onlara baktım.

Kalemimi parmaklarımın arasında gezdirirken de öyle dalmışım ki sanki bir an üzerinde Selim Atahan imzası belirmiş gibi geldi. Aklım benimle oyun oynuyor olmalı. Kendimi toparlamak için başımı minik minik iki yana sallayıp kaleme tekrardan baktım. Tabii ki de yazı falan yoktu. En azından Selim Bey'in adı yoktu ama ben az önce onu gördüğüme yemin edebilirim.

İşte yine kulaklarımda bana dikkat etmemi hatırlatan tehlike çanlarının sesi çınlamaya başladı. Zamanlamaları gerçekten de takdire şayan. Bir süre elimdeki kaleme bakarak durdum. Gözümün önünden Selim Bey'in bana karşı olan nedenini de bir türlü anlayamadığım o derin bakışları geçiyor. Keşke ona bunun nedenini sorabilseydim. O anlarda aklından geçenleri okuyabilmeyi o kadar çok isterdim ki...

Bu arada elimdeki kalemde boş sayfanın üstünde hâlâ ne yapacağını bilemeden benden bir talimat gelmesini bekliyordu. Aslında bir şeyler çizmekten çok yazmaya ve içimi dökmeye ihtiyacım var gibi görünüyor. Günlük yazmak gibi bir alışkanlığım da hiçbir zaman olmadı. Keşke olsaydı. Belki bu sayede içimdekileri oraya yazıp biraz olsun rahatlardım.

Geçmiş zamanda günlük değil ama mektup yazmışlığım vardır. Küçükken Yağız'a yani kardeşime kızgınlığımı da sevgimi de ona mektup yazarak anlatırdım çünkü söylediklerim o an oyun oynamaya daldığı için bir kulağından girip diğer kulağından çıkardı. Tabii o an beni dinliyorsa. Onu o kadar çok özledim ki anlatamam. Bazı geceler uyumadan önce resmine bakıp onunla konuşuyorum. Ona veda etmeden gittiğim için bana kızmış mıdır acaba? Aslında annemle olan o gergin konuşmamızdan önce Yağız'a da veda etmiştim ama o bunu fark etmedi. Anlasaydı gitmeme asla izin vermezdi.

O gün okuluna gitmek için evden ayrılırken ardından seslenip onu durdurdum. O yüzünü asıp geç kaldığını söylerken de koşarak merdivenleri indim. Yanına gelip saçlarını karıştırdıktan sonra tam bana bu yaptığım şey için kızarken de aniden boynuna sarılıp onu çok sevdiğimi söyledim. Önce bir şaşırdı ama sonra o da bana sıkıca sarıldı. Hemen ardından da tuhaf bir bakışla kendisini geri çekip ateşim olup olmadığını kontrol etti. Bu hareket sonrası ikimiz de güldük.

•●●YAĞIZ&MERAL·٠•●●•٠·˙

"Bu ne içindi abla?"

"Bir tanecik kardeşime onu çok sevdiğimi söylemem için illa bir sebebe mi ihtiyacım var?"

"Tabii ki yok. Sadece sen... Bilmiyorum iyi gözükmüyorsun. Endişelenmem gereken bir şey yok öyle değil mi?"

"Hayır yok merak etme"

"Emin misin?"

"Eminim. Hadi sen git artık okuluna geç kalacaksın"

"Abla..."

"Merak etme dedim. Hadi!"

"Onu söylemeyecektim ki"

"Ne söyleyecektin?"

"Ben de seni çok seviyorum ama lütfen bir daha okula giderken saçımı karıştırma olur mu?"

"Ben senin ablanım ve ne zaman istersem o zaman saçlarını karıştırırım küçük bey"

"Ah! Böyle anlarda küçük kardeş olmaktan nefret ediyorum"

"Aşk olsun!"

"Hemen yüzünü asma. Küçük kardeş olmamın tek çekilebilir yanı her ne kadar saçlarımı bozmaktan zevk alsan da yine de senin kadar iyi bir ablaya sahip olmamdır herhalde"

"Yağıııız!"

"Sulu gözlülük yapma lütfen şimdi annem görecek yine bana kızacak"

"Gel buraya!"

"Of! Yine mi sarılıyoruz?"

"Sus ve sadece sarıl Yağız!"

•●●·٠•●●•٠·˙

Ailemi özellikle de Yağız'ı düşünürken boğazım düğüm düğüm oluyor. Selim Bey onların nerede olduğunu sorduğunda da kalbime bir ağrı saplanmıştı zaten. Benim kardeşim çok duygusal bir çocuktur. Küçükken hatırlıyorum da en ufak bir sorun olduğunda bile hemen gözleri nemlenirdi. Ben de ablası olarak ona hayata karşı daha güçlü olması gerektiğini ve her önüne çıkan olumsuzlukta da kendisini salmamasını söylerdim.

Tabii onun da yaradılışı böyleydi ve onca zaman geçmesine rağmen de hiç değişmedi. Hâl böyleyken ona birbirimizi belki de bir daha hiç göremeyebileceğimizi nasıl söylerdim? Ben bile bunu kabullenmekte zorlanırken o bunu nasıl kaldırabilir ki? Yani ona neden gitmek zorunda olduğumu söylemek ihtimal dahilinde bile değildi.

Çantama uzanıp içinden gözlüğümü alırken elime onunla birlikte çağrı cihazım da geldi. Onu görünce de bir an asansördeki halim gözlerimin önüne geldi. Kabus gibiydi. Şu an düşüncesiyle bile nefesimin daraldığını hissedebiliyorum. Hayatım boyunca hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyorum. Gerçekten oradan hiç çıkamayacağımı düşündüm. Ta ki Selim Bey'in sesini duyana dek...

Onu orada görünce o kadar rahatladım ki anlatamam. Beni yalnız bırakmamak için yanıma geldiğinde tüm o yaşadığım panik yok olmaya başlamıştı. Tamam dedim Selim Bey yanımdaysa kesin kurtuldum. O ne yapar eder bizi buradan sağ salim çıkarır diye düşündüm. Onu yeni tanısam da içten içe güvendim. O güven hissini verdi bana.

Bu arada yanıma gelip nasıl olduğumu sorduğunda ona öleceğimi ve her şeyin bittiğini sandığımı söylemiştim ya... İşte o an bana öyle acı bir şekilde baktı ki o bakışı istesem de tarif etmem mümkün değil. Bunu söyleyerek belli ki onu çok üzdüm. Orada çok net bir tavırla bana ölmeyeceğimi çünkü buna izin vermeyeceğini söylediğinde bunu ne düşünerek söyledi bilmiyorum ama gerçekten orada bunu çok içten bir şekilde söylediğini hissettim.

Bana bakarken acaba beni birine benzetiyor da o yüzden mi gözlerime bu kadar derin bir şekilde bakıyor demiştim hatırladın mı? Sanki bu iki detay birbiriyle biraz bağlantılı gibi. Sanırım onun da hayatında kimseye anlatamadığı ama bir yandan da onu içten içe eritmeye devam eden bir şeyler var. Aynı benim gibi. Keşke tüm bunları onunla da konuşabilseydik.

Tuhaf... Tam bunu söylerken kalemim benden bağımsız hareket etmeye başladı. Sanırım benim gibi onun da Selim Bey'e söyleyecek bir şeyleri var.

Aklımdan geçenlere dış bir gözle bakarak kağıda dökmek bana o kadar iyi geldi ki anlatamam. Yavaş yavaş yazıp sonra da bitince kağıdı yatağımın üstüne koyarak yanına uzandım. Gözlerimi ondan ayıramıyorum. Nasıl oldu bilmiyorum ama Selim Bey'e söylemek isteyip de söyleyemediğim şeyleri o kağıda bir bir döktüm. Bu yazdıklarımı tabii ki de ona okutmayı düşünmüyorum çünkü buna cesaretim olamayacağını biliyorum. Ama olsun en azından içimden çıkmış oldular.

Bugün hem bedenen hem de ruhen o kadar yorucu bir gündü ki elimi kolumu kaldırmaya bile üşenir haldeydim. Biraz uyuyup gücümü yeniden toparlasam iyi olacak galiba. Selim Bey yarın yoğun bir gün olacağını söylemişti değil mi? İyice dinlenip dediği gibi yarın dinç bir şekilde karşısında olmalıyım.


•●●ERTESİ GÜN·٠•●●•٠·˙

İşte yine alarmımın kalk borusu ötmeye başladı. Onca zamandan sonra bu sesten hiç hoşlanmadığımı fark ettim. Yeni bir melodi bulmalı ve beni daha keyifli bir şekilde uyandırmasını sağlamalıyım.

Yatağımdan kalkıp her gün olduğu gibi yine önce banyoya girdim sonra da giyinip saçımı ve makyajımı yaptım. Erkekler bu konuda ne kadar rahatlar hiç bizim gibi dertleri yok. Sabah kalkıp saçlarını bir tarasalar bir gömlek bir kravat bitti gitti. Ama bizim öyle mi? Bırakın giysilerimizi saçımızın ve makyajımızın bile bir günü bir gününü tutmamalı. Zor işler...

Evi son kez dolanırken gözüme dün akşam yazdığım mektup ilişti. Kendimi biraz garip hissetmedim diyemem. Bir insan sahibine ulaştırmayacağı bir mektubu neden yazar ki? İçinde bir yerlerde aslında okumasını istediği için mi? Kahretsin! Kendi kendimi ele verdim. Evet okusun istiyorum. Bana karşı bir cevap veremese de birine ulaşmaya o kadar çok ihtiyacım var ki... Ama öylesine biri değil beni gerçekten anlayabileceğini bildiğim biri.

Bence o kişi de Selim Bey'den başkası olamaz. Hele ki şu kısacık zamanda bana tek konuşabileceğim kişinin kendisi olabileceğini hissettirdiyse evet bu kişi ondan başkası olamazdı. Ancak hâlâ mektubu ona gönderecek cesareti kendimde bulduğum söylenemez. Bunu istesem de yapamam gibi geliyor.

Ooo! Saate baktım da ne kadar çok oyalanmışım. Evden çıkma vaktim gelmiş bile. Yazdığım mektubu da nedense bir güzel katlayıp çantama koyduktan sonra evden çıktım. Apartman da bugün çok sessizdi. Elif ve Ceyda Hanım benden evvel davranıp çoktan çıkmış olmalılar. Merdivenlerden hızla inip apartmandan çıktıktan sonra durağa doğru yürümeye başladım. Kısa bir bekleyişin ardından otobüsüm de hemen geldi zaten.

Her zamanki gibi bir süre yürüdükten sonra binanın önünde duran güvenlik görevlisine başımla selam verip içeriye girdim. Kartımı okutup mümkün olduğunca yavaş adımlar atarak asansörlerin ve merdivenlerin kesiştiği yere geldiğimde ise nabzım yavaş yavaş yükselmeye başladı. Resmen olduğum yerde kalıp tek adım bile atamadım. Açıkçası asansör korkum bir hayli körüklenmiş olsa da yine de merdivenlerden o kadar katı çıkmayı da tabiri caizse gözüm pek yemedi.

Dudaklarımı birbirine bastırarak bir merdivenlere bir de asansöre bakarken aklıma Selim Bey'in söylediği şey geldi. Tek kaşımı kaldırıp düşünceli bir bakışla "Aynı Selim Bey gibi ben de içten içe beni rahatsız eden şeyin üzerine gitmeli miyim acaba?" dedim. Tam gerginliğimi azaltmak için derin bir nefes alırken arkamdan yaklaşan biri "Eğer bunu kendine sormaya cesaret edebildiysen bence kesinlikle gitmelisin" dedi. Bu sesin kime ait olduğunu anlamam da pek uzun sürmedi.

Başımı çevirmemle birlikte Selim Bey ile burun buruna geldik. Tam arkamda duruyormuş bunu nasıl hissetmedim anlayamıyorum. Son zamanlarda dikkatim de algılarım da ne kadar kapalı öyle. Ben ben olmaktan çıkıyor gibiyim sanki. Bana "Günaydın" dedikten sonra elini uzatıp asansörün düğmesine bastı. Haliyle "Günaydın" deyip onunla birlikte asansörün gelmesini beklemeye başladım. Asansöre ayak basıp basamayacağımı bile bilmiyorum ama yine de gelmesini bekliyorum. Garipsin Meral...

Cengaverlik yapmaya çalışıp korkmuyorum dersem gerçekten yalan söylemiş olurum. Tekrardan aynı şeyi yaşamak beni çok ama çok korkutuyor. Tabii bir de yıldırım iki kere aynı yere düşmez diye bir söz vardır öyle değil mi? Aynı şeyin bir daha olması ve bunun da benim başıma gelmesi çok zor. Yani umarım öyledir.

Asansör de ne çabuk geldi. Ben hâlâ ürkek bir ifadeyle bir gözüm merdivenlerde bir gözüm asansörde beklerken Selim Bey bir iki adım atıp sonra da ardından gelmiyor oluşum sebebiyle olmalı ki bana doğru döndü. Kesin kafamı karıştırıp beni muallakta bırakacak bir şey söyleyecek.

Of! Niye bu konuda yanılmıyorum? Bana bir eliyle asansörü işaret edip "Cesur davranıp benimle birlikte mi gelmek istiyorsun..." dedi ve hemen ardından diğer eliyle de merdivenleri işaret ederek "Yoksa hayatın boyunca dün yaşadığın kötü tecrübeyi sırtında mı taşımak istiyorsun?" diye sordu. Bilmiyorum ki.

Birkaç saniye ona doğru bakıp düşündüm sonra da ne yapacağımı bilemez bir halde gözlerimi tekrardan merdivenlere çevirdim. Sanırım hiç istemesem de yine de o yükü sırtlanacağımı anladı ve bu yüzden de tek kaşını kaldırarak "Korkularına yenilen bir insan hiçbir zaman özgür olamaz Meral. Hayat zaten kısa bir de önümüze can sıkıcı engeller koyarak o süreyi çekilmez bir hale getirmemeliyiz öyle değil mi?" diyerek eğer gerçekten düşündüğüm o ise beni engellemeye çalıştı. Bakışlarımı "Hayat zaten kısa..." dediği anda ona çevirmiştim bile. Haklıydı çünkü...

Birbirimize gözlerimizi ayırmadan bakarken derin bir nefes alıp asansöre geçti. Başımı dikleştirerek bir kez daha merdivenlere doğru baktıktan sonra bakışlarımı beni izleyen Selim Bey'e çevirip emin olduğunu düşündüğüm adımlarımla ona doğru yürümeye başladım.

Ben "Umarım yeniden ödleklik edip son dakika da geri çekilmem" diye düşünürken onun da dudağının kenarındaki o meşhur gülüş çaktırmamaya çalışsa da şu an "Ben buradayım" demeye başladı. Belli ki yaptığım seçimden hoşnut olmuş. Artık konuşmasa bile onu anlayabiliyorum. Kabartma yazı parmak alfabesi derken bir de Selim Bey'in mimik dilini öğrendim görüyor musun?

Asansöre zar zor adımımı attıktan sonra hiçbir şey söylemeden on üçüncü kata basıp Selim Bey'in yanına geçerek beklemeye başladım. Açık konuşmam gerekirse göründüğüm kadar sakin değilim. İçimden bildiğim tüm duaları etmeye başladım ama o kadar olur bence. Sence de öyle değil mi? Yani bir anda süper kahraman giysimi giyip tüm korkularımdan sıyrılmamı kimse bekleyemez. Ben sadece korkularıma onlar hakkında tek söz sahibinin ben olduğumu belli eden bir adım attım. Bence bu ilk gün için hiç de fena sayılmaz.

Aslında benim açımdan gerginliğin had safhada olduğu bir andı ama sonra ne oldu bilmiyorum ikimiz de sessizce karşımıza bakarken bir anda bir şey söyleyecekmişiz gibi birbirimize doğru döndük. Ancak göz göze gelir gelmez ne hikmetse tek kelime bile edemeden sadece aynı anda gülümsedik ve yeniden önümüze dönerek bu yaptığımıza gülmeye devam ettik.

Bana bunu nasıl yaptırdı bilmiyorum. Beni nasıl bu kadar çabuk ikna edebiliyor onu da anlamış değilim. Ayrıca biri beni aydınlatabilir mi acaba? Nasıl oluyor da şu an aklım çıkmasına rağmen ona bakıp gülümseyebiliyorum? İşte bu gerçekten inanılır gibi değil.

Katlar bir bir önümüzden geçerken nihayet on üçüncü kata da geldik. O ana kadar da hiç konuşmadık. Sanırım kafamı bulandırmadan korkumu kendi kendime kontrol altında tutmamı istedi. Sonuçta her zaman yanımda olamaz değil mi? Başımın çaresine bakmayı öğrenmeliyim.

Asansör durup kapı açıldığında ise gurur dolu bakışlarını benim meraklı gözlerle bakan bakışlarımla buluşturdu. Ağzından çıkacak iki çift lafı beklediğim sırada da hafifçe bana doğru eğilerek "Sakinliğini korudun ve başardın. Artık bu konuda özgürsün Meral. Hem ne derler bilirsin... Önündeki hayatın uzun olup olmaması hiç önemli değil yeter ki onu dilediğin gibi özgürce yaşa. Zaten diğer türlüsüne de pek yaşamak denmez" dedikten sonra koluma minik bir dokunuş yaptığı elini yavaşça üzerimden çekti ve asansörden çıkarak Rana Hanım'ın yanına doğru yürümeye başladı. Bu süre içinde bir yandan yürüyüp bir yandan da bana doğru dönerek gözlerime uzun uzun baktı. Ben de ondan farklı değildim elbet.

Ardından bakarken neden kalbim çarpıyor anlamıyorum. Hâlâ bir şapşal gibi asansörün içinde durduğumdan mı yoksa karşımdaki adamın içimde yarattığı artçı sarsıntıdan mı? Aman Allah'ım bana ne yapıyor böyle?

7.Bölümün Sonu

Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Geçmisin Gölgesinde / 10.Bölüm (Yazan : NK)

10. Bölüm : Yağmur... Nevin Hanım sabah saatlerinde gelen telefonun ardından endişeyle ablasının yanına gitmişti. Nergis Hanım'ın doktor...