8.Bölüm : Bu sana yazdığım ilk mektup
Selim Bey'in üzerimde bıraktığı etkinin nedenini anlamaya çalışırken olduğum yerde öylece kalmışım. Onunla her göz göze gelişimizde bulunduğum yere daha da çok çivileniyorum sanki. Gerçekten bana ne yapıyor böyle?
Oysaki bana hissettirdiği şeylerden sonra çoktan buradan gitmem lazımdı ama bu etkinin gün be gün arttığını görmeme rağmen neden ondan gidemiyorum? Neden beni sarıp sarmalayarak kaçacak bir yer bırakmamasına izin veriyorum? Sanırım hikayemin sonunda ne yazacağını şimdi görebiliyorum. Görebiliyorum ama gördüğüm şey hiç de mutlu bir sona benzemiyor.
Yanımdan gidişini izlerken o kadar dalmışım ki tam asansörün kapısı kapanmak üzereyken bunu son anda fark ederek kendimi dışarıya attım. Aslında gelişme de var. Asansörle yukarıya çıktığım yetmiyormuş gibi bir de tek başıma bir süre içinde bekledim. Kendimi bu konuda gerçekten mükâfatlandırmam gerek.
Şaka bir yana ben odama doğru giderken Rana Hanım da Selim Bey'e ağabeyinin geldiğini ve şu an Derya Hanım'ın odasında kendisini beklediğini söylüyordu. Selim Bey'in çatık kaşlı bakışları da duyduğundan pek mutlu olmuş gibi değildi. Neden acaba? Yanlarına geldiğimde beni görür görmez çantasını uzatarak "Meral çantamı masama bırakır mısın?" dedi. "Tabii ki Selim Bey" diyerek elinden çantasını alırken göz göze geldik ve ben de bu sayede ağabeyinin ziyaretinden hiç de hoşlanmadığını çok daha net anladım. Keyfi kaçmış görünüyordu çünkü.
O yanımızdan gittikten sonra konu üzerine bir şey söyler mi diye Rana Hanım'a döndüm. Sorar gözlerle bakıyorum ama ağzından tek bir söz bile çıkmayacak gibi. Ben de üstelemedim tabii. Ne kadar merak etsem de bu merakımı baskılamak zorundayım. Sonuçta kendi sınırlarıma saygı beklerken bir başkasına karşı sınır ihlali yapmam pek de hoş olmazdı.
Odama girdikten sonra önce kendi çantamı bırakıp sonra da aramızdaki cam kapıdan Selim Bey'in odasına geçtim. Çantasını masasının üstüne bırakırken de nedense gözüm şu kırık antika vazoya takıldı. Orada olmasına gerçekten bir mana veremiyorum. Onu bu hale getirirken nasıl bir ruh halindeydi onu da bilmiyorum ama o kırık eşyayı hâlâ orada tutmak eminim ki ona hiç de iyi şeyler hissettirmiyordur.
Bu hiç benlik bir şey değil biliyor musun? Açık konuşmam gerekirse etrafımda bana olumsuz duygular yaşatan ya da baktığımda nedensizce beni geren bir eşya gördüğümde onu hemen yok ederim. Hele ki kırık bir eşyaya asla tahammülüm yoktur. Tabii Selim Bey benim gibi değil. Onun için o vazonun derin bir anlamı olmalı. Belki de o da rahatsız olduğu için üstüne gittiği bir şeydir.
Hay aksi! Gözüm vazoda olarak elimi çekerken bir an dikkatsizlik yaparak çantayı kaydırdım ve masasındaki kalemliği devirdim. Of! Bütün kalemler de ortaya saçıldı. Elim işte gözüm vazoda olunca haliyle sakarlıkta başımdan eksik olmadı. Selim Bey aniden gelir diye kalemleri alelacele yerine koyarken bir tanesinin üstündeki yazı dikkatimi çekti. O kalemin cıvıl cıvıl rengi de üzerindeki yazı gibi diğerlerinden farklıydı. Onun dışındaki tüm siyah kalemlerde Selim Bey'in adı yazarken o kalemin üzerinde diğerlerinin aksine "Kaan Atahan" yazıyordu.
Dedesinin adı aynı onun olduğu gibi Selim'di. Babasının adının Haluk olduğunu da eski dosyaları incelerken öğrendim ama Kaan ismi kime aitti orası muammaydı. Ağabeyi olabilir mi diyeceğim ama onunla da araları limoniyken ismi yazan bir kalemi masasında tutacağını pek sanmıyorum. Ortalarda gözükmeyen başka bir kardeş daha mı var acaba? Neyse belli ki daha tanışılacak bir sürü Atahan var.
Odasından çıkıp aramızdaki cam kapıyı sıkıca kapattım. Masama geçip oturduktan sonra da hiçbir şey yapmadan öylece durup sürekli aklım Selim Bey'e takılarak düşünmeye başladım. Şu an zihnimi tamamen ele geçirmiş vaziyette. Ne yapsam dikkatimi başka bir şeye veremiyorum. Keşke yanımda konuşabileceğim biri olsa da düşündüğüm şeyleri dile getirip içimden atabilsem. Aslında bunu yapabilirim. Dün akşam yaptım öyle değil mi?
Kalem ve kağıt çıkarıp daha önceki mektubumda yazdıklarımı şu an hissettiğim şeylerle birlikte harmanlayıp içimden geldiği gibi o bomboş sayfaya döktüm. Sanki ona bu mektubu gönderecekmişim gibi o da bu yazdıklarımı okuyacakmış gibi beni tanımasın diye düşündüklerimi dış bir gözle yazmaya başladım. Bunu yapmasam sanki hepsi beynimin içinde dönüp durmaya devam edecek gibiydi.
İşin garibi yazarken bir yandan da Selim Bey ile karşılıklı konuşuyormuşum gibi hissettim. Bu yazılanları okumuş olsa vereceği tepkileri bile gözümde canlandırabiliyorum. Tek kaşını nasıl kaldıracağını nerede gülümser gibi olup nerede okuduğu şeye bir mana veremediği için kaşlarını çatar gibi yapacağını çok iyi biliyorum. Onu yavaş yavaş tanımaya çalışmak o kadar keyifli ki.
Evime geldiği gün mücevher tasarımlarım hakkında konuşurken benden gizemli asistanı olarak bahsetmişti ama onun da benden aşağı kalır yanı yok gibi. Bir yanım o gizemi çözmek için attığı her adımı dikkatle inceliyor diğer yanım ise uğraşma çözemezsin bırak o gizemin içinde kaybol diyor sanki. Aslında gözlerine bakmasam iyi idare ediyorum ama üzerime değdikleri anda beni esir alan o yeşilin en güzel tonu olan gözler navigasyon cihazımın sinyalini saniyeler içinde bertaraf edip yolumu bir anda kaybetmeme neden oluyor.
Sonunda bitirdim ve kalemimi bırakıp yazdıklarıma bakmaya başladım. İşe bak resmen günlük tutar gibi mektup tutuyorum ama bu bana iyi geldi. Parmaklarımı seri bir şekilde masama vururken aniden durdum çünkü bir an Selim Bey'in aynı Figen Hanım'ı beklerken yaptığı gibi "Sakin ol" demesi eşliğinde beni durduran elini elimin üzerinde hissettim. Tabii bu sefer bedenen yanımda değildi. Bu sadece bir histi. Kendime gelirken de gözüm dışarıya takıldı. Bir hareketlilik var sanki.
Evet yanılmadım bir şey olmuş. Selim Bey gergin bir halde Derya Hanım'ın odasından çıkıp kimse ile göz teması kurmadan Rana Hanım'a bir şeyler söyleyip sonra da hızlı adımlarla oradan ayrıldı.
Hemen arkasından Derya Hanım odasının kapısında belirdi. Onun ifadesi de pek güllük gülistanlık değil. Selim Bey'in ardından endişeli gözlerle bakıp bir şey yapamayacağını anlayınca da odasına geri döndü. İçeride bir gerginlik mi yaşandı acaba? Elimde tuttuğum kağıdı çekmecemden aldığım zarfa yerleştirdikten sonra bir çırpıda çantama koyup odamdan çıktım.
O an kendi işleriyle uğraşan Rana Hanım'a yaklaşıp ne olduğunu sorduğumda bana bir şey bilmediğini ama Selim Bey'in bugün geri dönmeyeceğini söyledi. Bunu duyunca şaşırdım. Halbuki bugün yoğun bir gün olacağını söylemişti. Hem çantası da burada kaldı. Herhalde ortada aile içi yaşanan tatsız bir durum var. Odama doğru gidip kapımı kapatırken arkadan gördüğüm bir adam da Derya Hanım'ın eşliğinde oradan ayrılıyordu. Selim Bey'in ağabeyi o olmalı.
Selim Bey bu görüşme sırasında şirketten böyle gergin bir halde çıkınca aklımdan acaba şu kırık vazo ile ilgisi olan kişi de ağabeyi miydi diye geçirmeden edemedim. Selim Bey'in o kızgınlık anı diye bahsettiği olay ikisinin arasında mı geçmişti acaba? Ne olduysa olmuş korkarım ki ben bunu öğrenemeyeceğim. En azından şimdi öğrenemeyeceğim.
•●●·٠•●●•٠·˙
Yerime oturduktan sonra zaman bir türlü geçmek bilmedi. Akşamı nasıl ettim bilmiyorum. Gözüm de sürekli Selim Bey'in boş masasına doğru kayıp durdu. Sanırım o odaya her baktığımda onu masasında çalışırken görmeye alışmışım. Her seferinde ona yakalanıyor olmam da ekstra şanssızlık tabii. Neyse ki bunu negatif algılamıyor da bu kaçamak bakışlar yüzündeki belli belirsiz olan yaramaz gülüşle taçlanıyor.
Aa! Az kalsın unutuyordum. Bir ara yemeğe çıkarken Derya Hanım'la karşılaştım. Telefonla konuştuğu için sadece bakışlarımızla birbirimize selam verebildik ama yine de bana olan mesafesinin azalmadığını o kısacık anda bile hissedebildim. Bu durumdan gerçekten çok huzursuzum. Umarım yakın zamanda bu manasız gerilim sona erer.
Çıkış saatine yakın kapımın tıklatılması ile başımı kaldırdım. Gözüm gelenin kim olduğundan ziyade elinde tuttuğu büyük zarfa gitti. İçeri girebileceğini söylediğim genç çekingen bir tavırla yanıma yaklaşıp elindeki zarfı bana uzattı. Ona bunun ne olduğunu sorduğumda da bana zarfın içinde Selim Bey'in bakması için yeni şişe tasarımlarının olduğunu söyledi. Selim Bey yerinde olmayınca Rana Hanım onları bana bırakmasını istemiş. Elim ayağım birbirine girse de yine de çocuğa teşekkür edip zarfı teslim aldım.
Şans işte... Tasarımım döndü dolaştı yine benim elime geldi. Sahi böyle eminmişim gibi söylüyorum ama acaba gerçekten içinde mi? Kapalı olduğu için kontrol de edemem ki.
Her neyse! Artık eve dönme vaktimde geldi. Rana Hanım da toparlanmış ve neredeyse o da çıkmak üzere. Ona bakarak dalgın bir halde telefonumu ve gözlüğümü çantama koymaya çalışırken yazdığım ama sahibine vermeyi hiç de düşünmediğim mektubu gayriihtiyari bir şekilde çıkarıp masamın üstüne bıraktım çünkü ondan diğerlerine yer kalmamış gibiydi.
Ah! İşin kötüsü ben çantamda bir düzen sağlamaya çalışırken allığım içinden düşüp un ufak olarak eteğime dökülmesin mi? Ne kadar refleksle kalkmak istesem de ondan daha hızlı olamadım ve maalesef üstümü başımı berbat ettim. Yerlere de dökülmeden önce peçete ile tozların bir kısmını alıp mecburen lavaboya gitmek için yerimden kalktım. Tabii kendime de ne kadar sakar olduğum konusunda söylenmeden duramıyorum.
Odamdan eteğimi silkeleyerek çıktıktan sonra hızla lavaboya doğru yürürken önünden geçtiğim Rana Hanım da beni o halde görüp bir an duraksadı. Ee! Tek durmak olmaz o yüzden beni de durdurdu tabii.
"Meral ne oldu?"
"Görünmez kaza diyelim. Siz çıkıyor musunuz?"
"Evet ama çıkmadan önce sana bu dosyaları bırakmaya geliyordum"
"Ne dosyası?"
"Derya Hanım Selim Bey geri gelirse diye bıraktı"
"Anladım. İsterseniz masama bırakın ben dönünce ilgilenirim ama önce üstümü başımı temizlemeliyim"
"Tamam canım sen işine bak"
"Rana Hanım..."
"Efendim?"
"Ben Selim Bey'in çantasını masasının üzerine bırakmıştım ama çıkarken almayı unuttu. Sabaha kadar bir sorun yaşanmaz öyle değil mi?"
"Hayır bir şey olmaz merak etme. Tüm odalarda kamera var ve Selim Bey olmadığı anlarda onun da odasındaki kamera aktive oluyor zaten herkes gittikten sonra da şirkete sadece Selim Bey ve Derya Hanım giriş yapabiliyor. Giren çıkan belli yani herhangi bir sorun olmaz"
"Bu çok iyi! Bu arada Derya Hanım hâlâ şirkette mi?"
"Evet gitmeden önce üretim katına inmişti birazdan gelir"
"Anladım. O zaman size iyi akşamlar yarın görüşmek üzere"
"İyi akşamlar Meral"
Lavaboya gittikten sonra üzerime dökülen allığı zor da olsa biraz çıkarmayı başardım. En azından artık o kadar da dikkat çekmiyor. Lavabodan çıkıp ağır adımlarla odama doğru yürümeye başladım. Üstüme de tuhaf bir rehavet çöktü. Şu an eve gidip yatağıma uzanmak için sabırsızlanıyorum.
Hmm... Rana Hanım da gitmiş ve birkaç kişi daha çıkış yapmak üzere hareketlenmiş. Aslında gitmeden önce Derya Hanım'ın yanına uğrayıp bir nabız yoklaması yapmak istiyordum ama şu an bunu yapmak hiç içimden gelmedi. Odama girip ceketimi giydim ve masamın önüne geldim. Hem tasarımların olduğu büyük zarfı hem de üstündeki Rana Hanım'ın bıraktığı dosyaları aynı anda elime alıp Selim Bey'in odasına geçtim ve elimdekileri çantasının üstüne bırakıp tekrardan odama geçerek kapısını kapattım. Artık eve dönmeye hazırım sanırım. Eşyalarımı alıp ışıkları ve kapımı kapattıktan sonra şirketten ayrıldım.
Eve vardığımda da rutin bir şekilde önce üstümü değiştirdim sonra da kendime yemek hazırlayıp dinlenmek üzere odama geçtim. Uyuyana kadar da biraz çizim yaptım. Bu bana terapi gibi geliyor. Sanki tüm yorgunluğum o birkaç karalama ile birlikte uçup gidiyor gibi hissediyorum. Saat geç olunca da daha fazla direnmeyip kendimi uykunun şefkatli kollarına bırakarak mışıl mışıl uyudum. Sabah başıma geleceklerden habersizim tabii.
•●●ERTESİ GÜN●•٠·˙
Bu sabah Harry Belafonte'nin Jump In The Line şarkısı eşliğinde daha gözlerimi bile açamadan yüzümde oluşan gülümseme ile uyandım. Şu an anladım ki alarmımın sesini değiştirmek gerçekten çok iyi bir fikirmiş. Uyanışım bile daha enerjik bir hâl aldı. Şarkıya eşlik ederek kalktıktan sonra giyinip ayaküstü de olsa güzel bir kahvaltı yaptım. Sanırım uykumu da iyi aldım çünkü bugün kendimi çok zinde hissediyorum.
Enerjik olmaya da ihtiyacım var gibi görünüyor. Acaba asansörle buluştuğumuzda da böyle keyifli bir şekilde Jump In The Line diyebilecek miyim? Umarım cesaret edip o düğmeye basabilirim yoksa bu kabus bir daha yakamı bırakmaz onca merdiveni de beraber sırt sırta çıkmak zorunda kalırız.
Önünden geçtiğim aynaya şöyle bir baktım da aslında çıkmadan önce çanta değişimi yapsam hiç fena olmaz çünkü şu an ki çantam kıyafetimle çok tezat bir görüntü oluşturacak gibi görünüyor. Odama gidip dolabımdan uygun bir çanta seçtikten sonra diğer çantadaki eşyalarımı ona geçirmeye başladım. Geçirmeye başladım ama burada bir terslik var. Neden çantamın içinde sadece bir tane mektup var? Diğeri nerede ki?
"Aman Allah'ım! Lütfen düşündüğüm şey olmasın"
Çantayı yatağıma doğru ters çevirerek paldır küldür içini boşalttım. Ellerimle seri bir şekilde içinden dökülenlere bakıp diğer zarfı arayıp durdum ama ortada gözükmüyor. Tam yere eğilip yatağın altına düşüp düşmediğini kontrol ederken de aklıma dün üstüme dökülen allığım ve dolayısıyla da ondan hemen önce elimde tuttuğum zarfı masamın üstüne koyduğum an geldi. Hem de şu genç çocuğun getirdiği büyük zarfın üstüne! Geri almadım mı? Böyle bir aptallık yapmış olamam değil mi? Lütfen bana yapmadın de!
Biraz daha düşününce de beynimden vurulmuşa döndüm çünkü bu sefer de aklıma Rana Hanım'ın odama bıraktığı dosya geldi. Büyük ihtimalle tasarımların olduğu zarfın üzerine koyduğu için sandviç haline gelmiş olan mektubumu fark etmemiş ve üçünü birlikte Selim Bey'in masasına bırakıp elimi kolumu sallaya sallaya çıkmıştım. Evet böyle bir aptallık yapmışım! Nasıl böyle saçma sapan bir hata yaparım anlamıyorum.
Bir dakika bir dakika! Daha büyük bir sorun var. Kahretsin! Rana Hanım'ın söyledikleri kulağımda çınlarken yerden nasıl kalkıp apar topar evden çıktım bilmiyorum.
"Tüm odalarda kamera var ve Selim Bey olmadığı anlarda onun da odasındaki kamera aktive oluyor zaten herkes gittikten sonra da şirkete sadece Selim Bey ve Derya Hanım giriş yapabiliyor. Giren çıkan belli yani herhangi bir sorun olmaz"
Selim Bey o mektubu görmeden önce onu masasından almak zorundayım. Onu okumasına izin veremem. Hele ki onu oraya benim koyduğumu anlarsa kii bunu anlamakta da hiç zorlanacağını sanmıyorum. Ben... Ben onun yüzüne bir daha asla bakamam. Acele etmeli ve o zarfı Selim Bey'den önce oradan almalıyım.
Bu sefer çabuk olabilmek adına yoldan bir taksi çevirdim. İçimden Selim Bey'in benden önce gelmemiş olması için nasıl dualar ettiğimi bilemezsin. Ne çok da dua biliyormuşum hiç farkında değilim. Can havliyle derler ya... İşte o bu olsa gerek.
Laf aramızda o kadar da panikledim ki neredeyse ağlayacağım. Nasıl bu kadar dikkatsiz olabildim aklım almıyor. Of! Mektuba acayip bir şeyler yazmamıştım değil mi? Umarım kimliğimi belli edip aynı zamanda da ona olan beğenimi kaleme almamışımdır. Telaştan ne yazdığımı da unuttum resmen.
Binanın önüne gelir gelmez taksiciye parasını uzatıp üstünü bile almadan hızla içeriye koşturdum. Önünden her geçişimde hiç aksatmadan selam verdiğim güvenlik görevlisi bile yanından nasıl bir hızla geçtiğime şaşırdı. Bu da rüzgar gibi geçti olsa gerek. Şu an o korktuğum ve binerken bile on kere düşündüğüm asansörün bir an önce gelmesi için nasıl sabırsızlandığımı bilemezsin. İşte geldi. Biner binmez kata basıp beklemeye başladım. İnan aklıma fobiymiş korkuymuş hiçbir şey gelmedi. Tek düşünebildiğim şey bir an önce o zarfı oradan almaktı.
Kata geldikten sonra hızlı adımlarla yürürken bir yandan da yanından geçtiğim Rana Hanım'a Selim Bey'in gelip gelmediğini sordum ama inan bana ne cevap verdi telaştan onu bile duyamadım. Uzaktan odasına bakıyorum ama gözler bile iptal o derece... Odama girip elimdeki çantayı masamın üstüne attıktan sonra Selim Bey'in odasına geçiş yapmamı sağlayan cam kapının önüne geldim.
Tabii o anda da başımdan aşağıya kaynar sular boşalmaya başladı. Selim Bey benden önce gelmiş ve erken gelmesi yetmiyormuş gibi bir de elinde almayı başaramadığım mektubumla masasında oturuyordu. Yetişemedim. Onu gördü. Artık yapabileceğim de hiçbir şey yok çünkü zarftan çıkarıp okumaya başladı bile.
O an sanki dünya durdu. Kulağım tüm seslere kayıtsız kalırken gözlerimde tek bir noktaya sabitlendi. Ben donuk bir bakışla Selim Bey'e bakarken o da şaşırmış bir halde önce kağıdın arkasını çevirdi sonra da zarfta herhangi bir şey yazıp yazmadığını kontrol ederek içine baktı. Aman Allah'ım! Bunu bu sırayla yapacağını tahmin etmiştim ve yanılmamışım. Sadece onda da yanılmadım. Hangi bölümde hangi mimiğini kullanacağını bile çoğunlukla doğru bilmişim.
Onu endişeli gözlerle izlerken yüzüyle verdiği her tepkiye de istemsizce gülümsedim ve orada yazılanları düşünüp onunla beraber yazdıklarımı bir kez daha gözden geçirdim. Hatırlamaya başladığıma göre çok da garip şeyler yazmamışım.
Tuhaf olan ne biliyor musun? Mektubumu okudu... Ama tekrar tekrar okudu. En son onu elinde sıkı sıkı tutarak sırtını koltuğuna yasladı ve bir süre öylece bakıp başını da geriye yaslayarak gözlerini kapattı. Ben ne olduğunu düşünürken o dudağının kenarındaki yaramaz gülüş yüzünde yeniden belirdi ve uzun sürede olduğu yerden silinmedi. Bu gülüş gerçekten bulaşıcı olmalı çünkü onu ne zaman fark etsem aynından bir tane de benim yüzümde beliriyor.
Az önce bu kağıt parçası sayesinde onunla aramıza bir köprü kuruldu. Benim onu çok net görebildiğim ama onun sadece benim sesimi uzaktan duyabildiği upuzun bir köprü. Kim bilir belki de değişmez sandığım kaderim içimde yeşeren güzel duyguların hatırına insafa gelip onun da beni görebilmesi için bana son bir şans daha vermeye karar verir.
Ne dersin? Bana böyle bir lütuf gösterir mi sence? Eğer bu olur da işler yolunda gidip başımdaki beladan kurtulursam belki de o köprünün üstünde birbirimize adım adım yaklaşıp ortada buluştuğumuzda da ona söyleyeceklerimi mektup aracılığıyla yapmaktan vazgeçer ve bana hissettirdiklerini açık bir şekilde yüzüne karşı söylerim. İnan bana bunu yaparım.
Ah! Şu an Selim Bey'e bakarken hayat sürprizler ile doludur sözüne gerçekten inanmak istiyorum. Sanırım ben de bir sürpriz istiyorum. Daha doğrusu bir mucize istiyorum. Evet... Bana ellerimden kayıp gitmek üzere olan hayatımı geri verebilecek büyüklükte bir mucize bekliyorum.
•●●BU SANA YAZDIĞIM İLK MEKTUP●•٠·˙
Selim'e...
Şaşırdın öyle değil mi? Eminim ismini ilk gördüğün an da önce elindeki kağıdı sonra da zarfı kontrol ederek bu mektubu sana gönderen kişiye ait bir emare aramışsındır. Hatta hemen ardından zarfın içini tekrardan kontrol etme gereği bile duymuş olabilirsin. Boşuna bir işaret arama çünkü orada değilim. Beni tanımıyorsun. Hem de hiç tanımıyorsun. Açık konuşmam gerekirse ben de seni tamamen tanıdığımı söyleyemem. Bunu okur okumaz da kaşlarını çatıp "O halde neden bana mektup yazdın?" diye düşünüyor olmalısın. Hem de bu devir de...
Aslında bu mektubu sana göndermek için yazmadım. Deli olduğumu düşünebilirsin ama neden yazdım inan ben de bilmiyorum. Bir süredir nedensizce seni izliyorum ve seni tanıyan insanların hakkında yaptıkları konuşmalara ister istemez tanıklık ediyorum. İçini rahatlatacaksa söyleyeyim. İnsanlar sana çok saygı duyuyor ama öyle korktukları ya da çekindikleri için değil. Aksine seni sevdikleri için... İyi biri olduğun için.
Düşünsene bana bile sorsalar senin için o çok iyi yürekli bir adam derim. Bu kanıya nasıl vardığımı merak ettin değil mi? Hiç zor olmadı çünkü seni gördüm. Nerede mi? Şirketinde yaşanan o kriz anında ben de oradaydım. Çalışanının asansörde yaşadığı korkuya hiç düşünmeden nasıl müdahale ettiğini gözlerimle gördüm. Sakın benim yerimde kim olsa aynı şeyi yapardı diye düşünme çünkü inan bana bunu öyle kolay kolay herkes yapmaz. Yapmadığını da gördük öyle değil mi? Orada o ana şahitlik eden bir sürü insan vardı ama hepsi seyirci kaldı. Sen hariç...
İnan bana bu yaptığın şey çok kıymetliydi. Asansör korkusunun ne demek olduğunu bilirim. Bu yüzden çalışanının neler hissedebileceğini çok iyi anlayabiliyorum. Eminim seni karşısında görmesi bile büyük ölçüde rahatlamasına yol açmıştır çünkü onu orada korkusuyla bir başına bırakmadın. Destek oldun. Güç oldun. Varlığınla bile olsa onu oradan sağ salim çıkacağınıza inandırdın. Sana söyledi mi ya da içinde mi tuttu orasını bilemem ama sen o gün bunun farkında olmasan da aslında o kızın kahramanı olmuştun. İnan bana hem onun hem de diğer çalışanlarının gönlünde sırf bu yüzden bile her zaman iyi yürekli biri olarak anılacaksın.
O gün ara sıra o kızı düşündüm biliyor musun? Acaba ertesi sabah geldiğinde ne yapacak? O asansörü tekrardan kullanmaya cesaret edebilecek mi? Korkacak mı yoksa her şeyi unutup o asansörün düğmesine korkusuzca basabilecek mi? Aklımdan bir sürü şey geçti. İtiraf edeyim bu şayet bir asansör değil de taşınabilir bir eşya olsaydı ona hemen onu gözünün önünden yok etmesini ya da hemen üstünde birtakım değişiklikler yapmasını isterdim. Tamam tamam! Söylediğime katılmıyormuşsun gibi hemen kaşlarını çatma. Korkularından kaçması gerektiğini tabii ki söylemek istemiyorum. Sadece ona negatif enerji yayan bir şeyi pozitife çevirmesi gerektiğini söylüyorum.
Şey gibi düşün. Çok sevdiğin birini kaybedersin ve sana ne kadar acı veriyor olsa da sana onu hatırlatacak her eşyayı gözünün önünde tutmak istersin. Sırf onu hatırlamak unutmamak için. Ben böyle durumlarda ne yaparım söylememi ister misin? Başını evet anlamında salladın mı yoksa ben mi yanılıyorum? Neyse gülümseyerek söyle tabii ki dediğini farz ediyorum. Şaka bir yana ben olsam aynen şunu yaparım. Sevdiğim kişiyi acı bir şekilde hatırlatan o eşyayı hemen oradan kaldırıp yerine onu hatırlarken yüzümü güldürecek bir şey koyarım. Sevdiği bir eşyasını ya da sadece bir fotoğraf. Evet evet bence en güzeli beraber mutlu olduğumuz bir anın ölümsüzleştiği fotoğraf...
•●●·٠•●●•٠·˙
Merhaba yabancı
Hâlâ orada olduğunu var sayıyorum. Oradasın değil mi? Tam da mektubu okurken araya girmiş gibi oldum biliyorum. Bunun için senden özür dilerim. Bilmem fark ettin mi ama yine bir pot kırmışım.
O mektubu yazarken henüz Rana Hanım'la konuşmadığım için o antika vazonun Selim Bey'e kaybettiği annesini hatırlattığından bihaberdim. Ben o an kendi durumumu düşünerek böyle bir benzetme yapma gereği duymuştum çünkü evden ayrılmadan önce tüm odamı tekrardan düzenlemiştim. Kardeşim benim ardımdan odama girdiğinde yüzünü asmasını sağlayacak hiçbir şeyi orada tutmadım.
Tasarımlarımı tutturduğum panoma beraber geçirdiğimiz güzel anların ölümsüzleştiği fotoğraflar astım. Bana ilk defa kendi parasıyla aldığı oyuncak tavşanı da yatağımın üstüne koydum. Tabii üstüne de "Seni seviyorum Yağız" yazısı ile birlikte ama Selim Bey'e örnek vermek isterken böyle büyük bir çam devireceğim hiç aklıma gelmemişti.
Ama ne oldu biliyor musun? Bunları söylemiş olmam bazı şeyleri değiştirdi. Hem de çok iyi anlamda değiştirdi. Artık ne ben o asansöre binerken tedirgin oluyorum ne de Selim Bey o antika vazonun olduğu yere bakarken yüzünü asarak dalıp gidiyor. Aksine artık oraya bakınca yüzünde çok hoş bir gülümseme oluyor. Bu nasıl mı oldu? Bunu da bir sonraki görüşmemizde sana daha detaylı anlatırım. Şimdi gitmem gerek. Umarım en kısa zamanda yeniden bir araya geliriz. Kendine iyi bak olur mu?
8.Bölümün Sonu
Son Mektup 7 sezondan oluşuyor (Sezon sezon yazıp tek seferde ekliyordum okurlar ilk zamanlar öyle sevmişti) ve 8.bölüm de ilk sezon finalimize denk geliyor. Buraya kadar Meral ile Selim'i tanıma üzerine yoğunlaştık şimdi 2.sezonda işler değişecek ve Meral'in ailesinden uzaklaşma sebebini yani derdini öğrenme aşamasına geçeceğiz. 3 tane favori karakterlerimde bu sezonla birlikte hikayeye dahil olacak umarım sizlerde onları seversiniz ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder