10 Nisan 2025 Perşembe

Son Mektup / 3.Sezon Açılışı (Yazan : NK)

Merhaba arkadaşım!

Bu kısa ayrılık öncesi neler yaşamıştık hatırlıyor musun?

Ben hatırlıyorum. Unutmam ne mümkün..

Senin de bildiğin üzere "İki Hayal Tek Bir Şişede" tasarımım benim aptallığım yüzünden el değiştirip resmen Derya Hanım'ın kucağına düştü. Ah! Her ne kadar bunun pişmanlığını yaşasam da yine de onun benim hayalim olduğunu ve bir şekilde hayata geçirileceğini bilmek bir nebze olsun içime su serpiyor. İnsanlar bilmese de benim hayalim öyle ya da böyle bir şekilde yaşayacak yani.

Selim Bey ile aramızdaki ne olduğu bir türlü netleşemeyen ilişki de bir anda boyut değiştirdi. Korkarım ki değiştirmeye de devam edecek gibi görünüyor. Olacak muhtemel gelişmeleri düşününce inan tedirginliğim had safhalara çıkıyor çünkü benim açımdan ondan uzak kalabilmek her geçen gün daha da zorlaşıyor. Birini severken aynı zamanda iyiliği için ondan uzak kalman gerektiğini bilmek ne acı ne zor bir şeymiş.

Ahmet Bey ile nereye varacağını ancak gidince görebileceğimiz çetin savaşlarla geçecek bir yola girdik. Selim Bey ile desen bambaşka bir yoldayız. Bir gün aynı noktada karşı karşıya gelip ona bir açıklama yapamamaktan o kadar korkuyorum ki. Gerçi istifa da etmiştim değil mi? Geri dönüp dönmeyeceğim hâlâ belirsizliğini koruyor. Aslında en akıllıca olanı hazır istifamı da vermişken kenara çekilmek ama kalbim bu konuda söz dinler mi bilemiyorum.

Anlayacağın ne gidebiliyorum ne de kalabiliyorum.

Sıkışıp kaldım sadece olacakları izliyorum.

(Yeni Sezon Yakında ;) )

Güzel Kaçak / 16.Bölüm (Yazan : NK)

 16.Bölüm : Kurtar beni Kerem!

Fikret Bey hükmünü çoktan verdiği için gözlerini kızının üzerine dikip sessizliğini korumaya devam ediyordu. Bu saatten sonra Şebnem'in kendisini anlatmaya yönelik çırpınmaları da asla bir sonuç vermeyecek gibiydi çünkü anne ve babasına göre o ailesine uygun hareket etmeyip konumlarını ve saygınlıklarını zedeleyici tavırlar içerisine girmişti. Bu Çetinerler için mazur görülemeyecek bir şeydi. Bunu ailesini çok iyi tanıyan Şebnem'de biliyordu ama yine de her şeyi göze alıp burnunun dikine gitmekte bir an bile olsun tereddüt etmiyordu.

Fikret Bey'in tepkisiz halinin aksine kızına oldukça kızgın olan Zuhal Hanım maalesef ki şu anlarda eşi kadar sakin kalmayı başaramıyordu. Günlerdir Şebnem'in ortadan kaybolmasıyla alakalı o sosyetik çevrelerine makul bir açıklama yapmaya çalışmaktan resmen binbir zahmetle gerdirdiği yüzü tekrardan kırışmıştı. Nişanlarının ilan edildiği gece evden kaçan kızının ve iki ailenin haysiyetini korumak kolay mıydı hiç? Hem o hem de Okan'ın annesi günlerdir karşılaştıkları her imalı sözle gerim gerim gerilmiş ama bir şekilde insanları her şeyin yolunda olduğuna inandırmayı başarmışlardı.

Sükunetini korumakta zorlanan Zuhal Hanım eşinin yanından kalkıp Şebnem'e yaklaştıktan sonra öfke dolu gözlerle kızına bir tokat çarpıp "Ailemize böyle bir utanç yaşatmaya nasıl cüret edersin!" diye bağırdı. Şebnem bu kadar da sert bir tepki alabileceğini düşünmemiş gibi görünüyordu.

Gözlerini üçünün üstünde gezdirip ağlamaklı bir ifadeyle de yanağını tutarak "Bu kaba saba adamla evlenmeyeceğim! Beni zorlamaya devam ederseniz de size bu utancı bir daha yaşatmaya cüret edip yeniden kaçacağım ve bu defa beni asla bulamayacağınız bir yere gideceğim!" dediğinde Okan yan gözle ona bakıp ardından da Fikret Bey'e dönmüştü.

Karşılarında aile büyükleri olmasaydı herhalde Okan'ın da bu cevaba ağır bir tepkisi olurdu. Şebnem de bunu bir cesaretle söylemişti ama babasının hâlâ konuya katılım göstermemesi yüzünden dizleri de korkudan tir tir titriyordu. Okan ağır adımlarla Fikret Bey'in yanına yaklaşıp onun kendisine söylediklerini dinlerken Zuhal Hanım da kızının kolunu sıkıca tutup kenara çekmişti.

"Bir daha sakın babanın önünde böyle saygısızca konuşmaya kalkma!"

"Anne yalvarıyorum beni anlamaya çalış. Ben bu derin dondurucudan hallice olan adamla bir ömür değil bir dakika bile geçiremem"

"Terbiyesizleşme! O adam dediğin kişi senin nişanlın ve yakında da eşin olacak"

"Olmayacak!"

"Olacak!"

"Ölürüm daha iyi!"

"Şebnem!"

O sırada Okan gitmek için yanlarına yaklaşıp "İzninizle Zuhal Hanım" dedikten sonra Şebnem'e dönüp zorla elini tuttu. Şebnem elini geri almaya çalışırken Okan'ın da inatla tutmaya devam ederek "Umarım akşam ailemle birlikte geldiğimde karşıma sakinleşmiş bir Şebnem olarak çıkarsın" demesiyle birlikte bir anda yükselip "Geldiğinde beni bulabileceğini düşünüyorsun demek... Ne kadar iyi niyetli bir düşünce!" diye bağırdı.

Okan çok kızsa da Şebnem'in anne ve babasının yanında sesini çıkaramamıştı ama o sırada onun yerine "Şebnem!" diyen Fikret Bey'in sesi salonun içinde yankılanmıştı. Şebnem babasına bakamıyordu bile. Korkudan titreyerek olduğu yerde dururken Fikret Bey "Hemen odana çık ve yemek vaktine kadar ortalarda gözükme!" dedi. Okan son kez Şebnem ile göz göze gelip evden çıkarken Zuhal Hanım'da Şebnem'i kolundan tuttuğu gibi "Yürü hadi! Babanı daha fazla kızdırma" diyerek odasına çıkardı.

"Otur şuraya konuşacağız!"

"Anne!"

"Şebnem sakin olmak istiyorum o yüzden beni sinirlendirmemek için kelimelerini seçe seçe konuş"

"O zorba adamla evlenmeyeceğim!"

"Az önce ne dedim ben!"

Şebnem kollarını annesine doğru uzatıp Okan'ın kendisini çekelerken kıpkırmızı yaptığı bileklerini göstererek "Evlenmemi istediğiniz adamı görüyor musun anne? Bak daha şimdiden kollarımı ne hale getirdi!" deyince Zuhal Hanım tavrını hiç değiştirmeden "Peki sen evlenmek üzere olduğun genç bir adamı toplum içinde ne kadar aşağılayıcı bir duruma düşürdüğünün farkında mısın küçük hanım!" diyerek karşılık verdi.

Şaka gibi değil mi? Bir anne olarak kızını koruması gerekirken Zuhal Hanım resmen Okan'a kol kanat geriyordu. Bu saatten sonra Şebnem ne söylese boş gibiydi. Kimse dinlemeyecek o da boşu boşuna kendisini paralayıp duracaktı. Bunlar kafasına dank edince sakinleşerek yatağının ucuna oturdu ve hemen ardından gözleri dolu dolu bir halde Zuhal Hanım'a bakıp "Beni hiçbir zaman sevmedin değil mi anne? Mutlu olup olmamam zerre kadar umurunda değil" dedi.

"Seni sevmediğimi nasıl söyleyebilirsin? Ablan ve sen benim için ne kadar değerlisiniz biliyor musun? Ömrümü size adadım ben!"

"O zaman neden beni diri diri mezara sokmaya çalışıyorsun?"

"Şimdi farkında değilsin ama ileride bunun ne kadar doğru bir seçim olduğunu anlayacaksın"

"Okan mı iyi seçim? Onunla evleneceğime kelaynak kuşuyla evlenirim daha iyi!"

"Kelaynak kuşu mu?"

Şebnem bir an söylediği şeyi ve hep o şekilde hitap ettiği Fiko'yu düşünüp irkilmişti. Tövbe yarabbi! Fiko ile evlenmek mi? Ağzından yeller alsın. Iıııııyyyy!

Şebnem ses çıkarmayıp yüzünü gözünü ekşitirken Zuhal Hanım da derin bir nefes alarak "Üstünü değiştir ve biraz uyu. Akşam yemeğine de tam saatinde ve terbiyeni takınmış o çenene de hakim olmuş bir şekilde gel!" dedikten sonra odadan çıktı. Çarpma sesiyle birlikte Şebnem önce kapıya doğru bakıp biraz düşünmüş sonra da "Haah! Buradan bir kere kaçtım yine kaçarım. Beni kimse burada zorla tutamaz!" diyerek ayaklanmıştı. Anlayacağınız kaçak kız sahalara geri dönüyordu.

Seri şekilde yatağını bozup çarşafları birbirine bağlayarak sıkı sıkı düğümledikten sonra pencereye yaklaşıp perdeyi kenara çekti. Bu sefer ki kaçış biraz daha meşakkatli olacak gibi görünüyordu.

Derin derin nefes alıp "Başının belası geri dönüyor Kerem hazır ol" dedikten sonra pencereyi açıp bir anda elindeki çarşafı aşağıya sarkıttı ama beklemediği bir sorunla karşılaştı. Şebnem çarşafın ucunu kaloriferine bağlayıp tam aşağıya inecekti ki camının altında bekleyen ve kafasına az önce sarkıttığı çarşafın indiği korumayla göz göze geldi. Kim koydu bu adamı orada ya!

Şebnem zoraki bir şekilde gülümseyip bir yandan "Şey... Pardon kafanıza da şey etti galiba ben yeni geldim de yatmadan önce tozunu alayım demiştim. Çok çok pardon çekiyorum şimdi" deyip bir yandan da çarşafı geri alarak "Başının belası gelemiyor Kerem rahata geçebilirsin. Of! Şu an ne yapıyorsunuz acaba? İnşallah Fiko Bey ardımdan sarışına veda partisi düzenleyip konfeti patlatmıyordur" diye söylenmeye devam ediyordu. Belli ki pencereden kaçış yoktu. Ee! Kapıdan da öyle elini kolunu sallayarak çıkamazdı. Ne yapacaktı bu kız canım!

●●·٠●●٠·˙

Şebnem elinde düğümlenmiş çarşaflarla suratı beş karış pencerenin dibinde otururken Fiko da Şebnem'in telefonunu alarak Samet'in stüdyosuna gelmişti. Kerem ortalarda gözükmüyordu. Fiko içeriye bir hışımla girip "Kerem nerede? Bana hemen Kerem'i bul!" demeye başlayınca Samet ona yalnız kalmak istediği için bir süredir odada tek başına oturduğunu söyledi. Bu Fiko'yu şaşırtmıştı ve bu yüzden de başka hiçbir şey sormadan direkt odaya doğru gidip kapıyı açarak içeriye girdi.

Kerem yatağa oturmuş başını ellerinin arasına alarak sessizce kıpırdamadan duruyordu. Bu çocukta değişik haller vardı ya anlaşılırdı elbet. Fiko'nun içeriye girdiğini fark eder etmez ellerini indirip ayağa kalkan Kerem hiç konuşmadan elindeki telefonu alarak Melis'in numarasını rehberden aramaya başladı. O sırada Fiko'nun sorduğu soruları bile duymayacak kadar kendisini kaybetmişti. Bir an önce Melis'e ulaşıp Şebnem'in nereye götürüldüğünü öğrenmeliydi.

Hızlıca rehbere göz gezdirirken Şebnem'in kendisini "Patron Kerem" olarak Fiko'yu da "Papyonlu Penguen" olarak peş peşe kaydettiğini görmüştü. Dudağının kenarında da tatlı bir tebessüm oluşur gibi olmuş ama Melis'in ismini görür görmez ifadesini ciddileştirmişti. Kısa sürede açılan telefondan Melis'in arayanı Şebnem sanarak seslenmesi duyulunca da Kerem derin bir nefes alıp "Merhaba Melis! Şebnem benden bahsetti mi bilmiyorum ama ben Kerem" dedi. Melis hemen tanımıştı çünkü sağ olsun Şebnem zamanında panikleyip Kerem'den ve yedi göbek sülalesinden ona açık açık bahsetmişti.

"Seni tanıyorum Kerem ama neden Şebnem'in telefonu sende? O nerede?"

"Ben de bunu bana sen söylersin diye düşünmüştüm"

"Ne demek bu?"

"Okan buraya gelip Şebnem'i alarak eve geri götürmüş"

"Ne! Nasıl götürmüş?"

"Haberin yok muydu?"

"Şebnem'i bu konuda uyarmıştım ama Okan'ın onu geri götürdüğünü bilmiyordum"

"Bana adres lazım Melis... Şebnem'in ailesinin evine ulaşmam lazım"

"Tamam bak şöyle yapalım mı? Ben şimdi sana adresi göndereyim sonra da hemen Şebnem'in ailesinin evine gidip neler oluyor öğreneyim"

"Çok sağ ol Melis bunu yaparsan sana minnettar kalırım"

"Sen benden haber bekle olur mu? Şebnem'in yanına gidince tekrar arayıp konuşmanızı sağlarım. Sonra da ne yapacağımıza karar veririz"

"Harika olur. Melis..."

"Efendim?"

"Şebnem'e..."

"Evet"

"Merak etmemesini ve onu oradan çıkaracak bir yol bulacağımı söyler misin?"

"Tabii ki söylerim"

"Bir de Kerem sözünü tutamadığı için özür diliyor de olur mu?"

"Peki"

"Teşekkür ederim"

Kerem telefonu kapatıp tekrardan yatağa oturarak sus pus kalmıştı. Aklından şu an Şebnem'in ne durumda olabileceği olasılıklar halinde geçerken hiç olmadığı kadar da huzursuz oluyordu. Acaba ailesinin yanında mıydı yoksa hâlâ o adamla birlikte miydi? Kendisini savunabiliyor muydu yoksa korkudan eli ayağı birbirine mi giriyordu? Çok kızmışlar mıydı acaba? Hırpalanmış mıydı? Stüdyoya geldiğinde her yer dağılmıştı. O adam canını yakmış kötü davranmış olabilir miydi? Bunun olmuş olabileceğini düşünmek bile öfkesini körüklemeye yetiyordu.

Melis'in aramasını beklerken tekrardan başını ellerinin arasına alıp oturunca Fiko'da yanına geçip daha fazla sessiz kalamayarak "Kerem iyi misin?" diye sordu. Değildi... Hem de hiç iyi değildi. Tarifi çok zor olan şeyler hissediyordu sanki. Ağzını açsa bırakın bununla ilgili cümle kurmayı seçeceği kelimeler konusunda bile büyük ihtimalle sıkıntı yaşardı. Gerçek şu ki şu an Kerem'in içinde çok farklı duygular vardı ve bu da onun Şebnem için herkesten daha farklı bir şekilde endişelenmesine yol açıyordu.

"Cevap vermedin Kerem"

"Onu koruyamadım Fiko! O adamın buraya gelip Şebnem'i götürmesine seyirci kaldım"

"Buna seyirci kalmak denemez Kerem. Eğer burada olsaydın buna müsade etmeyeceğini benim kadar o sarı çıyan... Oops! Ağız alışkanlığı... Ben Şebnem'de biliyor demek istedim"

"Evet eğer burada olsaydım... Yani burada olmalıydım!"

"Babana ne olduğunu öğrenmek için gitmek zorundaydın. Bu konuda kendini suçlama çünkü senin yerinde kim olsa aynı şeyi yapardı"

"Giderken Şebnem'i burada bırakmama ne diyeceksin peki? Ona da verecek bir cevabın var mı? Benim yok çünkü..."

"Kerem..."

"Aptallık ettim Fiko aptallık! Ne olursa olsun şu durumdayken Şebnem'i yanımdan ayırmamalıydım. Nereye gidiyorsam onu götürmeliydim"

"Kerem..."

"Aklımı oynatacağım! O adamın Şebnem'i nasıl korkutmuş olabileceğini ve buradan nasıl zorla çıkarmış olabileceğini düşünürken gerçekten aklımı oynatacağım!"

"Kereeem!"

"Onu geri getirene kadar huzurlu olamayacağım. Hemen şimdi iyi olup olmadığını öğrenmeliyim. Sesini duymam lazım. Çok konuşmasına gerek yok bana sadece Kerem desin yeter. Ben anlarım... Sesindeki tondan iyi olup olmadığını anlarım"

"Ciddi olamazsın!"

"Ne?"

"Sakın bana o aptal sarışına aşık oldum deme Kerem"

"Olmadım"

"O bakış da neyin nesiydi öyle?"


"Hangi bakış?"

"Şu an ağzımdan çıkanlarla kalbimden geçenler aynı şeyi söylemiyor bakışı!"

"Fiko!"

"Şimdi de kızıyorsun. Aman Allah'ım! Sen kendime bile itiraf edemiyorum aşkı yaşıyorsun Kerem!"

"Yok öyle bir şey!"

"Ben senin dostunum benden de mi saklayacaksın?"

"Dostumsan böyle bir şey olmadığını anlaman gerek"

"Dostluğumuz bana kül yutturamayacağın ölçüde Kerem!"

"Fiko!"

●●·٠●●٠·˙

Fiko kıskaca aldığı Kerem'i sıkıştırırken Şebnem de odasının içinde dört dönüyordu. Aşağıya da inemiyordu çünkü merdivenden iner inmez babasının görüş alanına girme tehlikesi yaşayıp geri dönmek zorunda kalıyordu. Odasının katındaki telefonlarda ortadan kaybolmuştu. Ailesi belli ki Şebnem'in dışarısıyla irtibatını da koparmak istemişlerdi. Kız kendi evinde hapis olmuştu iyi mi? Bir şeyler düşünmeliydi ve bunu yaparken de elini çabuk tutmalıydı.

Pencereye yaslanıp düşünceler içinde kaybolurken sonunda iyi bir şey olmuş Melis'in arabası malikanenin önünde belirmişti. Samet Şebnem'in arkadaşı Melis'i aramalarına dair bıraktığı mesajı Kerem'e iletmiş miydi acaba? Melis o yüzden mi gelmişti ki?

Arkadaşının arabadan çıkıp eve doğru yaklaştığını görür görmez pencereyi açan Şebnem bir yandan da "Ne olur Kerem ile konuşmuş ol Melis ne olur!" diye söyleyip bir yandan da "Melis!" diyerek arkadaşına seslendi. Tabii pencere önünde halihazırda bekleyen koruması Melis daha ağzını bile açamadan araya girmişti. Zuhal Hanım'ın kesin talimatı vardı ve Şebnem annesinin izni olmadan kimseyle görüşüp konuşamazdı.

Şebnem ikisinin konuşmalarını duymaya çalışarak camdan aşağıya sarkarken bir anda kapısının kilitlendiğini hissedip geri çekilmişti. Ne oluyor Allah aşkına? Koşarak kapıya gidip açmaya çalışırken kapının zili de duyulmuştu. Ne yani Melis'i göremeyecek miydi şimdi? Peki nasıl haber alıp haber gönderecekti? Melis içeriye davet edildiğinde Zuhal Hanım onu gayet güler bir yüzle karşılamıştı. Hiçbir sorun yok izlenimi vermeye çalışıyor olmalıydı. Melis gözleri ışıldayarak Zuhal Hanım'ı öpüp "Şebnem geri dönmüş nasıl mutlu oldum bilemezsiniz. Onu o kadar özledim ki hemen yanına çıkıp ona sarılmak istiyorum" derken Zuhal Hanım hafifçe geri çekilerek "Şebnem'in döndüğünü nasıl öğrendin Melisciğim?" diye sordu. Güzel soru!


Melis'in cevabı hazırdı tabii. Şebnem ile ilgili bir haber olup olmadığını sormaya geldiğini ama az önce Şebnem'i penceresinde görünce çok mutlu olduğunu söylediğinde Zuhal Hanım da hafif bir öksürüğün ardından "Evet kaçak kızımız evine geri döndü ama biraz yalnız kalıp hatasının farkına varması gerekiyor" dedi. Melis kaşlarını çatarak bunu ne manada söylediğini algılamaya çalışırken "İsterseniz ben Şebnem'e hatasını anlamasında yardımcı olabilirim" deyince Zuhal Hanım buna izin vermeyip "Hiç gerek yok hayatım. Hem Şebnem cezalı ve sadece Okan ile görüşmesine müsaade var. Bir süre böyle olacak yani nikah olana kadar" dedi. Melis yüzüyle renk vermese de içinden "Nikah olana kadar mı? Kahretsin!" diye geçirerek bir yandan da Şebnem'e nasıl ulaşabileceğini düşünüyordu.

"Siz daha iyi bilirsiniz tabii ama yine de ihtiyacınız olursa seve seve gelirim"

"Biliyorum Melisciğim çok teşekkür ederiz. Ben seni geçireyim"

"Şey... Banyonuzu kullanabilir miyim?"

"Tabii ki..."

Melis banyoya girdikten sonra kapıyı kapatıp etrafa şöyle bir bakarak çantasından bir kağıt ve kalem çıkarıp Şebnem'e not yazmaya başladı. Bir yandan da nereye saklayabilir diye etrafa göz atıyordu. Onu Şebnem'den başkasının bulmaması gerekiyordu. Kağıdı hızlıca katlayıp biraz düşündükten sonra kokulu şık sabunlarla dolu ahşap kutunun başına gidip sabunları çıkarmaya başladı.

O an aklına düşen bir fikirle de yüzü gülmüştü çünkü bunu yaptığında Şebnem ile birebir görüşme imkanı bulacaklardı. Bunu daha önce nasıl düşünememişti ki! Sabunları bırakıp çantasından telefonunu çıkardıktan sonra sesini kapatıp havlu dolabının en üstüne koydu. Kağıda da telefonla ilgili küçük bir not düşüp sabun kutusunun en altına koyarak üstünü sabunlarla doldurmaya başladı. Onları orada kimse bulamazdı değil mi? Tabii Şebnem'in bulması gerekiyordu ve bu yüzden de içlerinden bir tanesini işaret vermek için yanına alıp dışarıya çıktı.

Zuhal Hanım çıktığını fark edip yanına doğru gelirken Melis gayet sıcak bir tavırla "Hiç zahmet etmeyin lütfen ben yolu biliyorum. Hoşça kalın" dedikten sonra evden ayrıldı. Kapının önünde yakalanmamanın verdiği rahatlıkla derin bir nefes alırken kulağına da bazı sesler geliyordu. Şebnem miydi o? Korumayla konuşuyordu herhalde....

"Hey pencere gülü! Sıkılmadın mı orada beklemekten? Bence biraz yürü kan dolaşımın hızlansın olmaz böyle varis olursun inim inim inlersen valla! Aslında 20 dakikada bir şöyle bahçeyi tam tur geçsen bacakların hemen açılıverir. Hem ben uyuyacağım şimdi rahat olabilirsin. Yanlış anlama boşluğu değerlendir diye söylüyorum. Gitmiyor musun? Peki tamam sen bilirsin. Aaaa! Madem burada boş boş duracağız ben de sana neden rapunzel gibi bu kuleye hapsedildiğimi anlatayım da canımız sıkılmasın bari. Konumuz epeyce uzun kendine bir kahve almak ister misin? Onu da istemiyorsun... Konuşmuyorsun da... Nefes alıyor musun sen? Of! Ne keyifsiz insansın sen ya! Tamam başlıyorum ben dinle bari. Şimdi bu kazulet Okan var ya hani benim nişanlı bozuntusu ama sakın böyle dediğimi patronuna söyleme tamam mı? Bak sana güvendim anlatıyorum sakın başımı yakma sonra fena bozuşuruz! Valla bu sefer peçete değil bir oda dolusu sivri topuklu ayakkabıyla dolu yağdırırım başına! Neyse nerede kaldım? Heeh! Tamam kazulet Okan'da kaldım..."

Koruma fenalıklar geçirse de doğal olarak sesini çıkaramıyordu. Şebnem'de maşallah daha Melis içeriye girdiğinden beri durmak bilmeden konuşmuş adamı yıldırmak için elinden geleni yapmıştı. Belki adam dayanamayıp görev yerini terk eder de Şebnem'de bu sefer çarşafla olan yumuşak inişini tamamlardı. Tabii henüz bunu başaramamıştı. Yine de onun lügatında durmak yoktu. Denemeye devam edecekti çare yoktu.

Melis onlara doğru yürürken Şebnem'i hem durmaksızın konuşup hem de cama tünemiş adamın kafasına elinde tırtıkladığı peçeteleri kar gibi yağdırırken bulmuştu. Adamın sınırlarını zorlayıp görev başından kaçırmayı planladığını hemen anlamıştı. Adamcağızın kayan gözlerine bakacak olursak es vermeden devam ederse başarılı olması da kaçınılmazdı sanki.

Şebnem kapısındaki kilidin açıldığını duyunca Melis'in evden ayrıldığını anlayıp dikkatini hemen evin girişine yönlendirmişti. O sırada Melis ona doğru gülümseyerek sessizce "Ben gidiyorum Şebnem" dedikten sonra korumaya belli etmeden elindeki sabunu ona doğru tutarak kutunun içine bakmasına yönelik işaretler yapmaya başladı. Şebnem anlamıyordu ve bunu da yüz ifadesinden alenen belli ediyordu.

Melis bir şekilde ona bunu anlatması gerektiğini düşünüp Kerem'i taklit ederek yanağındaki gamzeyi gösterdi ama yok olmuyordu. Eliyle iki kelime ve ikincisini anlattığını belli ettikten sonra bu sefer de kaslarını gösterince Şebnem başını kaşımaya başlamıştı. Of! Anlasana be kızım kaslı gamze işte!

Melis tamam unut bunu dercesine elini sallayıp başka bir anlatıma geçmişti. Bu sefer de boynuna papyon yapıp bacaklarını bitişik tutarak komik komik yürümeye başladı. O anla beraber Şebnem bir kahkaha patlatıp "Papyonlu Penguen!" deyince koruma yukarıya doğru bakıp Şebnem'in ona demediğini söylemesiyle tekrardan önüne döndü. Yavvaş be kızım!

Melis bildiğini belli edip tekrardan sabunu ona doğru tutarak yazı yazdığını ve içine koyduğunu işaret edince bu sefer Şebnem mesajı dosdoğru almıştı. Büyük bir heyecenla Melis'e öpücük attıktan sonra koşturarak odadan çıkıp merdivenleri indi. Çıkardığı gürültü yüzünden Zuhal Hanım'da hemen ayaklanıp yanına gelmişti.

"Ne oluyor Şebnem?"

"Şey... Tuvalete gidecektim de"

"Lavaboya demek istedin herhalde"

"Ne fark eder canım? Sonuçta ikisi de aynı kapıya çıkıyor"

"Tamam daha ilk günden sinirlenmeyeceğim. Neden aşağıya indin? Üst kattakini de kullanabilirdin"

"Doğru onu da kullanabilirdim ama şey oldu"

"Ne oldu?"

"Sifonu bozulmuş herhalde çalışmıyor"

Zuhal Hanım çalışanlara seslenirken Şebnem fırsattan istifade ederek annesinin yanından süzülüp içeriye giriverdi. Hiç oyalanmadan sabunların olduğu yere gidip etrafını ve altını yokladıktan sonra son çare olarak içini boşaltmaya başladı. Sonunda birine ulaşabilediği için o kadar seviniyordu ki bu da gözlerine ışıldayarak yansıyordu. Sabunların içinde Melis'in bahsettiği kağıdı görür görmez eline alıp hızlıca açtıktan sonra "Aman Allah'ım! Kerem'den haber getirmiş" dedi. O kadar sevinmişti ki yerinde zıplamadan duramamıştı.

"Kerem ile konuştum. Bana seni kurtarmanın bir yolunu bulacağını ve merak etmemen gerektiğini söyledi. Bir de sözünü tutamadığı için çok üzgünmüş bu yüzden de senden özür diliyor"


Bunu okuyunca Şebnem'in omuzları düşmüş yüzü de üzgün bir hâl almıştı. Kerem'in bu özrü ne halde söylediğini o kadar iyi biliyordu ki bu da gözlerinin dolmasına yol açmıştı. Şu an kesinlikle kendisini suçluyor ve bu yüzden de öfkesine hakim olma konusunda zorlanıyor olmalıydı. Elinin tersiyle gözündeki yaşı silerken alttaki notta yazılan şey ile bir anda gözleri kocaman açılmıştı. Melis'i alnından öpmek istiyordu. Evet istediği tam olarak da buydu çünkü notta dolabın üzerine kendi telefonunu bıraktığını ve Kerem'in numarasının da içinde kayıtlı olduğunu söylüyordu.

Şebnem notu alelacele katlayıp cebine koyduktan sonra hemen dolabın önüne gelmişti. Köşesinde duran telefonu "Seni seviyorum Melis! Seni çok seviyorum" diyerek eline alıp öpmeye başladı. Tabii oradan bir an önce çıkıp Kerem'i aramak için odasına gitmesi gerekiyordu. Telefonu annesinin fark etmemesi için beline sokuşturup tişörtünü de dışarı saldıktan sonra kapıya yaklaşıp banyodan çıktı.

Şükürler olsun ki annesi ortalarda gözükmüyordu. Salona şöyle bir bakıp içindeki Şebnemsel dürtüklenmeyle dış kapıya doğru giderek kapı kolunu kavradı. İşin garibi kapının kilitli olabileceğini düşünürken kapı kolunu tutar tutmaz açılmasıydı. Şaka gibi! Şebnem sevinç içinde "Bu kadar kolay mıydı yani? Demek basit düşünmek gerekiyormuş" diyerek kapıyı açıp çıktıktan sonra aynı hızla çıktığı gibi içeriye geri dönüp kapıyı kapattı. Yüzü de beş karış olmuştu.

Olur tabii! Kapının önüne iki tane izbandut gibi adam dikilmiş sanki uçan kaçan ne kelime nefes alan ne var ne yoksa soluğunu kes emri almış gibiydiler. Odasına çıkmaktan başka yapacağı bir şey yoktu yani. Bir an önce Kerem'i arayıp sesini duymak ve kendisini buradan nasıl çıkaracaklarına dair yaptıkları planı duymak istiyordu. Tabii ortada bir plan varsa...

Şebnem merdivenleri koşar adım çıkıp odasına girmişti ama elini belindeki telefona götürmesiyle yatağının önündeki pufa oturmuş kendisini bekleyen annesiyle göz göze gelmesi de bir olmuştu. Ah! Az kalsın annesi telefonu fark edecekti. Birkaç saniye birbirlerine içeriği bomboş olan bakışlar savurduktan sonra Zuhal Hanım söze girip "Az önce modaevinden aradılar. Yarın prova için buraya gelmek istiyorlar" dedi. Şebnem'in bakışlarındaki içerik arayıcı tavır hâlâ sürüyordu.

"Okan'ın ailesiyle yine gövde gösterisi yapacaksınız ve kızınızın da görsel olarak size katkıda bulunması gerekiyor öyle değil mi?"

"Aslında bu hiç de fena bir fikir değilmiş Şebnem"

"Ne?"

"Ben Rezzan'ı arayıp bu gece dönüşün şerefine verdiğimiz yemeği şık bir restoranda taçlandıracağımızı haber vereyim. Bunu düşünmen çok iyi oldu. Ailece ortalarda gözükürsek insanlarında ağızları kapanır"

Zuhal Hanım ayağa kalkarken Şebnem'de göz göre göre kendisi zora soktuğu için yüzünü buruşturmuştu. Gerçi yemeğin dışarıda olacak olması canını sıkmıştı ama belki de bu şansını iyi yönde de kullanabilirdi. Sonuçta kızların "Makyajımı tazeleyeceğim hemen dönerim" diye çok güzel bir bahaneleri vardı değil mi? Okan peşine takılacak olsa da Şebnem onu atlatmanın bir yolunu bulabilirdi belki.

Annesi kapıyı açıp tam çıkacakken aniden geri dönüp "Bu arada..." dedikten sonra Şebnem'in kendisine dönmesiyle birlikte de lafını "Yarın buraya seni sıradan bir davet için hazırlamaya gelmeyecekler Şebnem. Buraya hafta sonuna kadar yetişmesi gereken gelinliğinin son provası için gelecekler" diyerek tamamladı. Hafta sonu ne? Ohaaaa!

Zuhal Hanım sözünü bitirirken Şebnem şok dolu gözlerle annesine doğru bakıp "O nikah olmayacak!" dedi ama her ne olduysa bir anda kıkırdayarak gülmeye başladı. Bu gülüş doğal olarak annesini de şaşırtmıştı. Kız güler tabii belindeki tenine değen telefon Melis'in titreşimde unutmasıyla Şebnem'i titrete titrete gıdıklıyordu.

Zuhal Hanım kızının haline bakarak "Bunu gülerek söylediğine göre evlilik fikrine yavaş yavaş alışıyor olmalısın" deyince Şebnem'de gülmemek için kendisini tutmaya çalışıp bir yandan da "Bu fikre asla alışmayacağım anne sana Okan ile evlenmeyeceğimi tekrar tekrar söyledim. Kararım kesin!" dedi ama gülmemek üzerine verdiği çaba nafile gibiydi. Dayanamıyor ve sırıtmasıyla annesinin dikkatini de üzerine çekiyordu. Zuhal Hanım tabii ki durumu anlayamıyordu ama kızının bu ciddiyetsiz hali onu git gide daha da çok kızdırıyordu.

"Sen çizmeyi o kadar aştın ki bu saatten sonra vereceğin hiçbir kararın bir önemi olmayacak Şebnem"

"Anne!"

"Bu gece hem Okan'dan hem de ailesinden yaptığın tüm bu saçmalıklar için özür dileyeceksin"

"Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim ve ilk fırsatını bulduğum anda yine yapacağım. Beni artık burada zorla tutamazsınız"

"Hayal kurma! Buradan ancak Okan'ın eşi olduğunda çıkabilirsin Şebnem"

"Okan'ı sevmiyorum neden anlamak istemiyorsun?"

"Önceleri seviyordun"

"Artık sevmiyorum demek ki!"

"O kadar gelgitlisin ki ileride tekrar seversin kızım!"

"Sevemem çünkü ben zaten başkasını seviyorum!"

Şebnem ağzından kaçırdığı şeyin şaşkınlığını yaşarken öfkeden gözlerini kısarak bakmaya başlayan Zuhal Hanım'da hiçbir şey söylemeden kapıyı sertçe çarpıp dışarıya çıktı. Bunu annesine söylemesi iyi mi olmuştu yoksa kötü mü olmuştu acaba? Aklı olan her insan iyi olmadığını anlardı herhalde değil mi? Hay çenesi kopsaydı da söyleyemeseydi. İyi ki telefonda Melis'e yaptığı gibi Kerem'in yedi sülalesini önüne sermeye kalkmamıştı bu deli kız.

Odasının ortasında öylece dururken aklı titremeye son veren telefonuna gitmişti. Tişörtünü sıyırıp hızlıca telefonu eline aldıktan sonra arayanlara bakıp Kerem yazdığını görünce de hemen geri aramaya başladı. Odanın içinde dört dönerken bir yandan da "Aç Kerem! Ne olur hadi çabuk aç!" diyerek söyleniyordu. Birkaç saniye içinde telefon açılmış ve nihayet Kerem'in "Melis merak içindeyim neden telefonunu açmıyorsun?" diyen sesi duyulmuştu. Bilmiyordu. Telefonun Şebnem'in eline geçtiğinden habersizdi.

Şebnem onun sesini duyup bir anda ağlamaya başlayarak "Kerem benim Şebnem!" deyince telefonun diğer ucunda olan Kerem'de oturduğu yerden fırlayarak kalkıp "Şebnem! Aman Allah'ım gerçekten sensin. Neden ağlıyorsun? Sana kötü bir şey yapmadılar değil mi? Lütfen konuş benimle o adam sana zarar vermedi değil mi?" diyerek peş peşe sorular sormaya başladı.

"Hayır hiçbir şeyim yok iyiyim. Asıl Hasan amca nasıl Kerem sizi çok merak ettim. O iyi mi?"

"Şimdi daha iyi sen bizi düşünme"

"Kerem ne olur çıkarın beni buradan fena halde kapana kısıldım"

"Tamam merak etme bir şekilde seni oradan çıkarmanın bir yolunu bulacağız"

"Acele edin Kerem yarın gelinlik provası için geliyorlar. Annem hafta sonuna hazır olmalı diyor bu sefer beni bu kazuletle gerçekten evlendirecekler galiba! Artık o Papyonlu Penguen'e de kınamdan yollarım sürer bir tarafına!"

"Öyle düşünme Şebnem inan ki Fiko'da çok üzgün"

"Haah! Duy da hayra yorma!"

"Gerçekten öyle. Seni kendisinden başkasının böyle bir hale sokmasından hiç hoşlanmadı"

"Bak buna inanırım işte. Kerem..."

"Efendim?"

"Melis mesajını iletti. Bu olanlar yüzünden sakın kendini suçlama olur mu?"

Kerem'in sesi çıkmıyordu çünkü ne söylenilirse söylensin o bu konuda kendisini affedebileceğe pek benzemiyordu. Ona göre hem ailesinin yanında olmalı hem de Şebnem'i güvende tutmayı başarabilmeliydi. Ama olmamıştı işte. Yapamamıştı. Şebnem ondan bir ses gelmemesi üzerine seslenerek dikkatini çekip "Sen zaten yapman gerekeni yaptın Kerem. Ailenin sana senin de ailene ne kadar düşkün olduğunu biliyorum. Eğer babanın iyi olmadığını bilmene rağmen benim yanımda kalsaydın seni hiç de tanıyamadığımı düşünürdüm. Beni gerçekten yanıltırdın ama sen bunu yapmadın. Hakkında yanılmadım" dedi. Şebnem güzel şeyler söylemişti ama Kerem'in bu konuda kendisini iyi hissetmesini sağlayamıyordu.

Kerem stüdyonun dışına çıkıp derin derin nefes almaya çalışırken "Sen de ailemden biri olmuştun ve ben seni yalnız bırakmayacağımı söylememe rağmen bu sözümü yerine getiremedim" dedikten sonra tam Şebnem araya girip bir şeyler söyleyecekken de aklına gelen bir düşünceyle birlikte "Şebnem..." dedi. Ağzını açamadan susmak zorunda kalan Şebnem ne olduğunu sorunca Kerem onu bir hayli şaşırtarak "Ailenin istediği gibi davran ve onlara karşı çıkma olur mu?" dedi. Nasıl yani? Ne demek oluyordu bu şimdi?


Şebnem epeyce afallamıştı. Duydukları yüzünden kendisini hayal kırıklığıyla yatağına bırakarak "Sen neler söylüyorsun Kerem? Onların istediğini yapmam ne demek farkında mısın?" diye sordu. Farkındaydı tabii olmaz mıydı hiç? Kerem bir yandan kafasında kurguladığı planı düşünüp bir yandan da "Bana hâlâ güveniyor musun Şebnem?" diye sorunca aslında kendisinden hiç olmayacak bir şey istemesine rağmen Şebnem yine de bir an olsun tereddüt etmeden "Ben sana hep güvendim şimdi de güvenirim Kerem. Bunu sen de biliyorsun" dedi.

"O halde dediğimi yapıp ve uyumlu davran. Ailenin yaptığın şeylerden dolayı pişman olduğunu hissetmelerini sağla"

"Bunu yapmamı neden istiyorsun Kerem?"

"Çünkü yarın seni almaya geldiğimde üstündeki gözlerin biraz olsun azalmış olmasını istiyorum"

Seni almaya geldiğimde mi? Bunu ne hoş bir tonlamayla söylemişti öyle. Kerem'in söylediklerini duyunca Şebnem'in içine de ciddi anlamda su serpilmiş gibi olmuştu. Buradan kurtulacağına artık kesin gözüyle bakıyordu. O Okan denilen kaba adama en az bir gün daha sabretmesi gerekiyordu ve sonrası yine tek derdi Fiko ve onun çenesi olan hayatına geri dönmek olacaktı.

Kerem'in sözü biter bitmez gülümsemeye başlayan Şebnem tatlı bir ses tonuyla "Bir an önce yarın olması için sabırsızlanıyorum Kerem. Yanınıza geri dönmek için saniyeleri sayacağımdan emin olabilirsin" dediğinde Kerem'in de yüzünde bir tebessüm oluşmuştu ve bunu yanına gelen Fiko bile fark etmişti.

İkisi göz göze gelince Şebnem'e geri dönen Kerem minik bir öksürüğün ardından "Sen şimdi biraz dinlen çünkü yarın epeyce haraketli bir gün olacak" dedikten sonra Fiko'ya bakarak "Fiko da yanımda ve sana selamlarını iletmemi istiyor" dedi. Yok artık! Fiko gözlerini kocaman açarak telefonu çekeleyip "Hayır sana selam melam göndermiyorum aptal sarışın! Hatta gittiğin için o kadar mutluyum ki bugünü "Şebnem Çıyan'ından Kurtulma Günü" ilan ettim onu kutluyorum. Havai fişekler patlasın şenlik başlasıııın!" diye bağırdı.

Tabii tabii eminiz öyledir. Madem Şebnem'den kurtulmaya bu kadar meraklıydı o zaman neden kaçmasına yardım etti ki? Çok isteseydi Şebnem'i kendi elleriyle Okan'ın koluna takıp tekmeyi basabilirdi. Ama yapmadı değil mi? Bunu yapamadıysa kimseye de Şebnem'i umursamadığını ispatlayamazdı.

Kerem telefonu kurtarıp "Sen Fiko'ya bakma aslında o da üzgün ama belli edemiyor" derken tekrar bağıran Fiko'nun "Sen bana bak sarışın içim neyse dışımda o benim! Tarihin tozlu sayfalarında bizsiz mutlu olman dileğiyle!" demeleri eşliğinde "Şebnem kapatmam gerek çünkü Fiko susacak gibi değil" diyerek mecburen karşılıklı olarak telefonu kapattılar.

Kerem elindeki telefona bakıp kalırken Fiko'da söylenmelerini bitirip "Ne düşünüyorsun Kerem?" diye sordu. Kerem'in aklına bir şeyler geliyordu ama henüz nasıl yapacaklarını tam olarak kafasında oturtamıyordu. Kaşlarını çatarak derin derin düşünürken bir anda gözlerini Fiko'ya doğru döndürüp "Peruğunu ve fularını hazırla Fiko" dedi. Fiko boş boş bakarak kalmıştı. Allah aşkına ne yapacaklardı yine peruğu fuları falan...

"Neden?"

"Yarın Şebnem'i almak için Çetiner ailesinin malikanesine gidiyoruz da ondan"

"Şebnem'i mi alacağız? Ama oraya nasıl gireceğiz Kerem bizi evin bahçesine bile yaklaştırmazlar"

"Elimizi kolumuzu sallaya sallaya gireceğiz desem"

"Bunu Kerem ile Fiko olarak nasıl yapacağımızı sorarım"

"Oraya Kerem ile Fiko olarak gideceğiz demedim ki"

"Kim olarak gideceğiz peki?"

"Gelinlik provasına gelmiş Terzi Şuayip ve ekibi olarak gideceğiz"

"Ne!"

"Aslı'ya Ümit'e hatta Şirin'e de haber ver Fiko çünkü yarın saraydan kız kaçırma operasyonu yapacağız"

16.Bölümün Sonu 

Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)

Güzel Kaçak / 15.Bölüm (Yazan : NK)

 15.Bölüm : İşte şimdi başın belada Şebnem!

Şebnem yaptığı telefon görüşmesinin ardından bir müddet daha merdivenlerde oturup düşüncelere dalmıştı. Aslı'ya yaptığı itiraf neydi öyle Allah aşkına? Kerem'e aşık olduğunu sesli olarak söyleyebilmiş olmasına hâlâ inanamıyordu ama yine de bu duygusunu biriyle paylaştığı için mutluydu.

Tabii keşke bunu Aslı'ya değil de Kerem'e söyleyebilme cesaretini gösterebilseydi. O kadarını da yapamazdı herhalde. Sonuçta Kerem'in bu konuda ne tepki vereceği ona göre biraz muammaydı. Ya kızarsa? Ya da daha da kötüsü bende senin aşkının karşılığı yok derse ne olacaktı? Şebnem böyle bir şey duymayı kaldırabileceğini hiç sanmıyordu.

Şebnem sakin sakin yıldızlara bakarak iç çekerken o sessizlik içinde kulağına da birtakım tıkırtılar çalınmıştı. Ayak sesi miydi o? Ortada da kimse görünmüyordu. Tövbe estağfurullah gaipten sesler mi duyuyordu ne!

Kaşlarını çatıp tedirgince sesleri dinlerken iyice huzursuz olup aniden ayaklanarak içeriye girdi. Samet ortalarda yoktu ve Kerem de tek başına yerdeki yastıkları birleştirip yataklarını yapmaya çalışıyordu. Şebnem onun haline gülüp"Bir yastık daha koyup beş kare yap Kerem ayakların dışarda kalacak. Malum senin boy zorlarsan buradan iki mahalle öteye kadar ulaşır" deyince Kerem'de başını ona doğru çevirerek "Dalga geçeceğine daha faydalı olacak işlerle uğraşsan olmuyor değil mi? Mesela bana yardım etmek gibi" dedi. Olmuyordu tabii ki.

Şebnem muzur bir ifadeyle harfleri uzata uzata "Affedeeersin Kereeem!" diyerek salına salına yanına giderken Kerem'de kendisini ne kadar tutmak istese de bunu başaramamış ve sinirden gülmeye başlamıştı. Ha şöyle! Biraz yüzü gülsün değil mi ama? Şebnem telefonu bıraktıktan sonra ceketini de çıkarıp diğer yastıkları kenardan köşeden toparlamaya başlamıştı. Üç tane yeter gibi görünüyordu. O sırada Samet elinde yastıklar ve pikelerle gelip "Şe-Şebnem senin o-odan hazır" diyerek elindekileri bir kenara bıraktı. Hâlâ mı kekeliyor yahu! Hiç düzelmiyor mu acaba?

Şebnem çocuğun halini garipseyip Kerem'e doğru "Ne diye kekeliyor ki?" diye sormadan edememişti. Kerem ikisine de bir bakış atıp "Onun sınırlarını zorlayan bir karakter olduğun için olabilir mi?" diye sorunca Şebnem de gözlerini kısıp "Onu korkutuyorum değil mi? Resmen benden korkuyor" dedi. Valla öyle görünüyordu. Şebnem'in karakteri Samet gibi dış dünyaya kapalı bir insanı saniyeler içinde panik atak krizine sokup sokup çıkaracak güce sahipti.

"Samet?"

"Ef-efendim?"

"Sen yerinden olma ben buraya kıvrılır yatarım"

"Oo-olur mu hiç? Hem ra-ra-rahat edemezsin ki. Değil mi Kerem?"

"Samet haklı Şebnem odada daha rahat kalırsın"

"Gerçekten hiç sorun olmaz. Şey... Hem ben başkasının yatağında pek uyamıyorum da"

Yapma ya! Bunu Kerem'in evindeki yatakta fosur fosur uyuyan kız mı söylüyordu? Gerçi doğruyu söylemek gerekirse ilk gün Kerem'in yatağında da uyuyamayıp salonda yatmıştı ama sonraki günler ooo kafayı vurdu mu iki dakikada devrilmişti.

Samet yan gözle baktığı Kerem'in başıyla onay vermesiyle içeriden bir tane daha pike getirip yanlarına bırakmıştı. İkisi de birbirlerine bakarken Kerem yedek pikeyi eline alıp Şebnem'in yatacağı yere serdikten sonra kendi köşesine geçip oturdu. Şebnem de onun hemen ardından kendi yatağına oturup ayakkabılarını çıkararak pikenin altına girdi. O anla birlikte uzun süren can sıkıcı bir sessizlik olmuştu.


Farkında değillerdi ama ikisi de aynı şeyleri düşünüyordu. Yarından sonra her şey değişecek gibiydi ve bu da ne Kerem'in ne de Şebnem'in lehine bir durum değildi. Halbuki kaç zamandır huzurları ne kadar da yerindeymiş ama onlar bunun farkına varamamış. Keşke bunu anlamak için bunları yaşamak zorunda kalmasalardı.

Şebnem düşünürken bir süre sonra ister istemez uyuyakalmıştı. Onun aksine Kerem'in gözüne uyku girmiyordu. Yattığı yerden Şebnem'i izlemeye dalmışken içindeki sıkıntı yüzünden aniden yerinden kalkıp su şişesini alarak kapıya doğru gitti. Bir yandan suyunu içip bir yandan da dışarıyı izliyordu.

O sırada üşüdüğü için bacaklarını karnına doğru çekip pikesine iyice sarılan Şebnem'de gözünü aralayıp Kerem'in yatağını boş görünce korkuya kapılmıştı. Az önce de karışık ve gergin rüyalar görmüş gerçek mi değil mi diye ayırt edememişti. O korkuyla yerinden "Kerem!" diyerek fırlayınca ayakta duran Kerem'de ona doğru dönüp "Buradayım Şebnem korkma" diyerek yanına gelip ona doğru eğildi. Şebnem kötü bir rüya gördüğünü anlatırken Kerem de hem onu dinleyip hem de kayan pikesini yukarıya çekerek omuzlarını örtüyordu.

"Gerçek gibiydi. Restoranda tek başımaydım ve Okan müşteri gibi gelmişti. Onu tanımıyormuşum o yüzden gayet sıradan bir şekilde menüyü saydım ve ona bir güzel servis yaptım. Hesabı getirdiğimde hiçbir şey söylemeden ayağa kalkıp beni kolumdan tutarak "Hadi gidiyoruz" dedi. Arkama dönüp odana doğru baktım ama bomboştu. Eşyaların hatta mobilyaların bile yoktu. Tam Okan beni kapıdan çıkarırken de korkup uyandım"

"Stresli bir gün geçirdin kabus görmene şaşırmamak gerekir"

Kerem su verirken Şebnem'de teşekkür ederek içip "Ben üşüdüm sanki sen nasıl böyle rahat gezebiliyorsun?" diye sordu. Adam gerilmekten ateş gibi olmuştu ne üşümesi? Kerem uyuyabileceğini düşünmediği için kendi pikesini alıp Şebnem'in üstüne sererek "Ben alışığım kolay kolay üşümem" dediğinde Şebnem de pikesini verdiği için ona tebessüm ederek "Teşekkür ederim" dedi. Üç tane pikeyle de ısınsın artık değil mi?

Kerem büyük yastıklardan birini yanına çektikten sonra bağdaş kurarak Şebnem'in önüne oturmuştu. Gergin gergin gömleğinin manşet kısmından sarkan ipi koparmaya çalışırken de Şebnem dayanamayarak elini uzatıp "Amma uğraştın ver ben yapayım" dedikten sonra yattığı yerden doğruldu. Ooo! Kızın elleri de buz gibi olmuş gerçekten.

Şebnem uğraşıp ipi eliyle koparamayınca kolunu kendisine doğru çekip dişiyle koparmaya yeltenmişti ama Kerem ne yaptığını anlamayıp refleksle kolunu çekince bunu yapamıştı. Kerem'in tuhaf bakışlarına maruz kalan Şebnem "Ver ya ısırmayacağım korkma" dedikten sonra kendisini tutamayıp gülerek "Yani ısıracağım ama kolunu değil" deyiverdi. O ne demek Allah aşkına!

İkisi de gülerken Kerem kolunu kaçırıyor Şebnem de onu kızdıra kızdıra "İnsana vampir muamelesi yapma Kerem ver şu kolunu!" deyip yakalamaya çalışıyordu. Sonunda pes eden Kerem tedirgince kolunu uzatırken Şebnem kıkırdayarak ipi dişiyle koparıp "İşte oldu bak korktuğuna değdi mi?" diye sordu. Şaşkın ya! İp ağzından sarkmış bir de Kerem'e dalga geçer gibi korktuğuna değdi mi diyordu.

Kerem elini uzatırken Şebnem'in refleksle geri çekilmesine karşılık dalga geçme sırası bende dercesine "Yaklaş yaklaş! Bir şey yapmayacağım korkma" dedi. Bunu söyleyen başkası olsa kanmazdı ama mevzu Kerem ise kayıtsız şartsız o güveni sağlayıveriyordu.

Kerem dudağındaki ipi alırken Şebnem'in ipi hissedip "Tü tüü!" yapmasıyla geri kaçmış "Tükürmesene insana lama gibi!" derken de elini üzerine silerek gülmeye başlamıştı. Onu görünce haliyle Şebnem'de gülmüştü. Bu Kerem çok da eğlencesiz biri değilmiş aslında. Bahane ile bu yönünü de görmüş oluyordu.

"Kerem benim uykum geldi"

"Uyu o zaman"

"Tamam ama bir yere gitme tamam mı?"

"Küçücük yerde nereye gidebilirim?"

"Bilmiyorum ama gitme işte"

"Tamam gitmem bütün gece bekçi gibi başında beklerim"

"Teşekkür ederim. İyi geceler Kerem"

"İyi geceler Şebnem"

Kerem bir yastık daha çekip hafifçe uzanarak dururken Şebnem'de kendi üzerindeki pikenin yarısını onun üzerine doğru verip "Sakın çekme tamam mı? Üşürsün de anlamazsın" dedi. Heeeh! Hoş geldin Nurten Sultan! Kerem bu uyarının ardından dayanamayıp güler gibi yaparak "Peki anne" deyince başını kaldıran Şebnem'de ona doğru uzanıp "Ne annesi be!" diyerek koluna bir tane patlattı. Öhh! Bir de utanmadan anne diyor çıtırlar çıtırı Şebnem Çetiner'e!

Kerem acıyan kolunu tutarak ne kadar ağır eli olduğundan bahsederken Şebnem kıyamayıp kolunu tutarak "Çok mu acıdı? Affedersin Kerem kızınca elimin ayarı biraz kaçıyor herhalde" dedi. Kerem sorun olmadığını söyleyince Şebnem tekrardan yerine uzanıp Kerem'e doğru dönerek içi rahat bir şekilde gözlerini kapatmıştı. Kapatmasıyla da uyuması bir olmuştu sanki.


Bir iki saat sonra Kerem elindeki dergiyi kenara koyup Şebnem'e doğru dönmüştü. Uyurken ne kadar sakin ve tehlikesiz görünüyordu öyle inanılır gibi değil. Ayrıca Kerem'e demişti ama pikeyi ilk fırsatta üzerinden çeken de kendisi olmuştu. Kerem pikeyi Şebnem'in omuzlarına kadar çektikten sonra bir an durup elini anlık bir şekilde kızın sapsarı saçlarına götürdü. İki parmağının tersini yumuşak dokunuşlarla saçlarında süzdürürken bir yandan da karşısında masumca uyuyan Şebnem'e bakıp dalmıştı. Kabul etmesi gerekirdi ki ona bakarken artık daha farklı şeyler hissetmeye başlamıştı.

Sanki Kerem kendisini bildi bileli Şebnem hep etrafında dolanıp duruyor gibiydi. O kadar alışmış ve benimsemişti ki bu deli kızı şimdi onsuz nasıl olacaktı emin değildi. Onun eksikliği içinde koskocaman bir boşluk yaratacak ve Kerem bu boşluğa öyle kolay kolay alışamayacaktı sanki. İçinde şimdiden bunun sıkıntısı baş göstermişti bile.

En nihayetinde Şebnem hayatlarındaki en ışıltılı en parlak en cıvıl cıvıl renk olmuş ama şimdi üstüne onu söndürmeye çalışan bir karabulut çökmüştü. Şebnem'in gitmesini hiç istemediği aşikardı ama ailesi ve Okan ona ulaşmadan önce gitmesi gerektiği de gün gibi açıktı. Onu iyi bir şekilde saklarlarsa bir çıkar yol bulmak için zamanda kazanmış olacaklardı.

Tabii bu kabus elbet bir gün bitecekti. Bitmeliydi de. Herkesin kendi istediği hayatı yaşama özgürlüğü vardı. Gerçek şu ki Şebnem o adamla ancak hapis hayatı yaşardı. Ama Kerem'in buna izin vermeye pek niyeti yok gibiydi. İşler ne kadar karışırsa karışsın elinden gelenin en iyisini yapacak ve Şebnem'i de o istemediği hayattan kurtaracaktı. Nokta!

●●·٠●●٠·˙

Sabah olduğunda zor bela gözlerini açan Şebnem yanında Kerem'i göremeyince etrafa şöyle bir bakıp "Kerem..." diye seslenerek doğruldu. Kaşlarını çatarak ses gelmesini beklerken Kerem'in ortalarda gözükmemesi yüzünden biraz telaşlanmıştı doğrusu. Boynunu ovalayıp hızlıca ayakkabılarını giyerken Samet içeriye girip "Gü-günaydın" dedikten sonra elindeki kahvaltı tepsisini masanın üstüne bıraktı.

"Günaydın Samet. Şey... Kerem içeride mi?"

"Yok değil. O erkenden çıktı"

"Nereye çıktı?"

"Aslı arayıp Ha-Hasan amcanın rahatsızlandığını söyleyince apar topar çıktı"

Bu şimdi mi söylenir ya bir de geniş geniş kahvaltı falan getiriyor insana! Şebnem korku dolu gözlerle "Ne! Hasan amcanın neyi varmış?" diye sorunca Samet henüz bilmediğini ama Kerem'in öğrenir öğrenmez kendilerini arayacağını söyledi. Şebnem merak içinde Samet'in telefonunu isterken Kerem de ailesinin yanına varmıştı ama öğrendiklerinden sonra resmen çılgına dönmüştü.

Okan'ın adamları gelip ailesine Şebnem'in nerede olduğunu sormuş ve bunu da pek iyi bir üslupla yapmamışlardı. Haliyle gördüğü tavra sinirlenen Hasan Bey'in de tansiyonu bu strese dayanamayıp tavan yapmıştı. Gerçi şu an her şey yolundaydı ve korkulacak bir şey yoktu ama bu Okan denilen adam bunun hesabını çok fena verecekti.

Fiko sakinleşmesi için Kerem'i hasta odasından çıkarırken tam telefon çalmaya başlamıştı ki Kerem kendisine hakim olamayıp yumruğunu duvara geçiriverdi. Bunu yapsa da siniri geçecek gibi değildi. Resmen barut olmuştu. Babasına bir şey olsaydı o Okan'ı elinden kimse kurtaramazdı.

"Kerem sakin ol!"

"Babam bu haldeyken nasıl sakin olabilirim Fiko! Adamın nelere sebep olduğunu görmüyor musun?"

"Görüyorum ama böyle bağırarak hiçbir şey elde edemezsin!"

"O adamı bulalım Fiko! Bulalım ve ona babamı bu hale getirmesinin hesabını soralım yoksa ben aklımı oynatacağım!"

"Buluruz tamam bağırma artık"

O sırada Kerem'in telefonu susmuş ama bu seferde Fiko'nun telefonu çalmaya başlamıştı. Onlar hastaneden çıkıp kapının önüne gelene kadar da Şebnem resmen dokuz doğurmuştu. Yahu acil bir durum varken insan böyle habersiz bırakılır mı hiç! Madem arayamıyorsunuz bari arandığınızda bir ses verin değil mi? İlla arabaya atlayıp olay mahalline mi gelsin bu kız!

Kerem hastane bahçesindeki banka oturur oturmaz Fiko telefonunu çıkarıp Samet'e geri dönüş yapmaya başlamıştı. Tabii karşısında Samet yerine telefonu neden açmadıklarıyla ilgili çan çan konuşan Şebnem'i bulmuştu. Kaşlarını çatan Kerem kiminle konuştuğunu sorarken Fiko telefonu eliyle kapatıp "Şebnem çıyanı! Ama bu sefer umutluyum konuşmasının arasına girmezsem birazdan bu hızla nefessiz kalıp hakkın rahmetine kavuşacak gibi görünüyor" dedi. O sırada Şebnem de sözünü çoktan bitirmiş "Fiko Bey! Fikooooo Beeeey!" diye bağırmaya başlamıştı. Sesi kısılasıca!

"Şu yüksek desibelli çığırtkanlığını bırak artık sarışın! Sen benim kulağımdaki zarı patlatma mertebesine erecek değerde biri değilsin bunu o kıt aklına yaz!"

"Bana bakın Fiko Bey eğer bana hemen neler olduğunu anlatmazsanız buradan bir bağırırım o güzide bedeniniz iki saniyede tuzla buz olur!"

"Yellooooz! Senin o sarı saçlarını peruk yapımında değil tek kullanımlık çalı süpürgesi yapımında kullanır onunla da ne kadar avam kenar köşe mahalle varsa onların tozlarını süpürüp sonra da bu dünyadaki varlığına ilelebet son veririm. Beni sakın zorlama!"

Sözü biterken arkasını dönen Fiko az önce bankta oturan Kerem'in artık orada olmadığını görünce Şebnem'e geri dönüp "Tartışmaya zorunlu mola veriyorum çünkü Kerem yok! Ben seni aklıma gelirsen sonra ararım" dedi ve küt diye telefonu kapatıp Kerem'e seslenerek hastaneye girdi.

Gerçi hastanenin içinde de bulamayacak gibiydi çünkü Kerem aklına gelen bir düşüncenin içini kemirmesiyle oradan apar topar ayrılıp Samet'in stüdyosuna geri dönüyordu. Şebnem ise hiçbir şey öğrenemeyince fena halde çıldırmıştı ve olduğu yerde söylenerek tepiniyordu. Yahu neler oluyordu durduk yere? Kerem nasıl yok olur bir anda gerçekten keçileri kaçıracaktı ama!

Telaşla Aslı'yı arayarak içeride dört dönerken az önce çöpü atmak için kapının önüne çıkan Samet'in de hâlâ geri dönmediğini fark etmişti. Gerçekten neler olduğunu aklı almıyordu artık. Herkes tek tek kayboluyordu şaka gibi ya! Elini alnına vurarak "Üçüncü sınıf korku filmlerine döndük. Önce Kerem kayboldu şimdi de Samet! Yahu ilk önce şişman ve gözlüklülerden başlanmaz mı? Mesela Fiko Bey bu konsepte çok uygundu onu neden es geçtik anlayamadım. Torpilli penguen!" dediği anda bir gıcırtı eşliğinde kapı açılmıştı.

Aslı'nın numarasına bastıktan sonra "Nihayet geldin Samet!" diyerek dönünce tam karşısında Okan'ı görüp yaşadığı o şokla beraber de telefonu aşağıya indirdi. Ne olur şu an uyuyor olsun ve rüyasında da kabus görüyor olsun! Lütfen öyle olsun da birazdan gözlerini açıp yine Kerem'i karşısında bulsun.

Şebnem tedirgin bir halde geri çekilirken "Umarım nişanlının tatilini kısa kesmesine bozulmazsın" diyen Okan'da ona doğru birkaç adım yaklaşıp tam önünde durdu. Belli etmemeye çalışsa da Şebnem'in korkusu gözlerine çok net bir şekilde yansımıştı. Okan ile bu kadar çabuk karşı karşıya gelebileceğini gerçekten de düşünmemişti.


"Burayı nasıl buldun?"

"Bu kadar yaklaşmışken beni atlatabileceğini düşündün mü gerçekten?"

"Okan! Burayı nasıl buldun dedim?"

"Peşinize takılan arabayı fark etmemeniz sizin açınızdan ne büyük talihsizlik olmuş değil mi?"

"Niye bütün gece bekledin o zaman? Neden dün gelmedin? Gündüz gözüyle daha rahat olacağını mı düşündün?"

"Yapmam gereken bazı şeyler vardı"

"Neymiş onlar?"

"Karşı karşıya geldiğimizde etrafımızda lafa karışacak insanlar olmasını istemedim diyelim"

"Ne demek bu?"

"Kimdi şu seni sarıp sarmalayarak restoranda yanımdan kaçıran adam? Aa! Hatırladım. Adı Kerem Günsür sanırım. Açık konuşmak gerekirse ondan hiç hoşlanmadım"

"Hislerinizin karşılıklı olduğuna emin olabilirsin. O da sana bayılmadı sonuçta!"

"O halde o yokken gelmeyi tercih ettiğim için memnun olmalısın"

"Onun burada olmadığını nereden biliyorsun ki? Kahvaltı için ekmek almaya gitmişti neredeyse gelir. Bence Kerem geldiğinde burada olmasan senin için çok iyi olur"

"Ah Şebnem ah! Biliyor musun bu dediğinin olacağını hiç sanmıyorum. Onun şu an ekmek almaktan çok daha önemli işleri olmalı"

"Ne gibi işler?"

"Orasını bilmem. Ben sadece olasılığı yüksek tahminlerde bulunmaya çalışıyorum"

Şebnem korku içinde "Kerem'e ne yaptın? Söyle ne yaptın ona!" diye bağırarak peş peşe omuzlarına vururken nişanlısı olan bir kızın başka bir adam için bu kadar endişelenmesi de Okan'ın sinirini bozmuş gibiydi. Kendisine bütün hıncını çıkararak vurmaya devam eden Şebnem'in bileklerini sertçe tutup "Ona ne olduğu artık seni ilgilendirmiyor. Gerçek dünyana geri dönme vaktin geldi Şebnem!" diyerek çekelemeye başladı.

Okan çekiyor Şebnem direnerek bağıra çağıra kendisini geri çekiyordu. Tabii Okan'ın gücüne karşılık onun gücü de oldukça yetersiz kalmıştı. Kapıya yaklaştıklarında Şebnem başka şansı olmadığını düşünerek eğilip dişlerini Okan'ın eline geçiriverdi. Var gücüyle ısırınca Okan o acıyla elini çekmiş Şebnem'de ondan kurtularak arka tarafa doğru koşmuştu. Ancak orada da kaçabileceği bir yer yoktu ki.

"Şebnem!"

Okan sinirle bağırırken Şebnem'de etrafa bakınıp gözüne kestirdiği gitarla birlikte kapının önündeki yerini almıştı. Amacı Okan gelince onu kafasına indirmek ve o kaykılırken de dışarıya kaçmaktı. Fakat işler beklediği gibi gelişmemişti. Okan içeriye tetikte girince Şebnem'in atılım bile yapmasına fırsat vermeden gitarı tutup kenara atmıştı. Epey de kızmışa benziyordu. Okan kendisinden kenar köşe kaçan Şebnem'e ağır adımlarla yaklaşıp kolundan tuttuğu gibi oradan çıkararak çekiştire çekiştire stüdyonun dışına çıkardı. O anlarda Samet'in de neden ortalarda gözükmediği belli olmuştu. İki adam kollarından tutmuş içeriye girmesine de Şebnem'i uyarmasına da engel olmuştu. Eyvah! Bu sefer Şebnem'in kurtuluşu kalmamıştı galiba.

"Kerem'e söyle telefonuma baksın Samet! Duydun mu beni?"

Okan arabanın kapısını açıp Şebnem'i içeriye sokmaya çalışırken Şebnem'de ayaklarıyla onu ittirip dışarıya çıkmaya çalışıyordu ama nafileydi. Okan kapıyı kapattıktan sonra çıkmasın diye üzerinden kilitleyip şoför tarafına geçmiş adamlarına da Samet'i bırakıp arkalarından gelmelerini emretmişti.

Trafiğe takılan Kerem ise eğer saniyeler içinde oraya ulaşamazsa Şebnem'in izini kaybedeceğe benziyordu. Kerem direksiyonun başında çıldırmış bir halde Samet'i ararken telefonun sürekli meşgul olmasının stresini yaşıyordu. Bu kadar zaman kiminle konuşuyorlardı belli değildi. Telefonunu yan koltuğa bırakıp peş peşe kornaya basarak öndeki araçlardan yol isterken bu seferde Aslı onu aramıştı.

"Kerem!"

"Ne oldu Aslı yoksa babam mı?"

"Babam iyi sorun yok. Kerem az önce Samet aradı ama..."

"Ama ne!"

"Bilmiyorum telefonu açtığımda kulağıma sadece Şebnem'in ve bir adamın bağırış çağırışları geliyordu. Sanırım yanındaki nişanlısıydı"

Kerem bunu duyar duymaz telefonu kapatıp aracını da o bir türlü ilerlemeyen trafiğin orta yerinde bırakarak dışarıya çıkmıştı. Diğer araç sahipleri arkasından bağırırken o hiçbirini duymayıp var gücüyle koşturarak birkaç sokak ilerideki Samet'in stüdyosuna doğru gidiyordu. İçine düşen kurdun sebebi de bu vesileyle belli olmuştu. Ailesinin evine gidiliş amacı kesinlikle Kerem'in oradan uzaklaşmasını sağlamak içindi ve kahretsin ki bunu da başarmışlardı.

Kerem kan ter içinde sokağa girdiğinde kapının açık olduğunu görüp önce "Şebnem!" sonra da "Samet!" diye seslenerek içeriye dalmıştı. Tabii korktuğu da başına gelmişti çünkü ortalarda kimse olmadığı gibi bir de üstüne üstlük her yer darmadağın olmuştu. Açık kalan telefonu eline alıp dışarıya çıkarken Şebnem'in arkasından koşturup maalesef yetişemediği için geri dönen Samet sokağın başında görülmüştü. Kerem hızla yanına gidip neler olduğunu sorarken çocuk elleriyle dizlerini tutup dinlenmeye çalışıyordu. Nefes nefese kalmıştı.

"Samet hemen kendine gelmen lazım. Hadi!"

"Ke-Ke-Kerem!"

"Şimdi derin bir nefes al ve sakin ol! Şebnem nerede?"

"Götürdüler Kerem! Kalabalıklardı engel olamadım"

Kerem'in başından aşağıya kaynar sular dökülseydi herhalde canı daha az yanardı. Şebnem ona güvenmişti ama Kerem onu koruyamamıştı. Kahretsin! Her nereye gidiyorsa onu da yanında götürmeliydi. Yanında olsaydı onu almalarına müsaade etmez Şebnem'i koruyabilirdi. Kendisini o kadar kötü hissediyordu ki bunu tarif edecek ne kelimeleri ne de gücü vardı.

Telefonunu eline alıp Çetiner ailesine ait bir numara adres ya da işe yarar bir şey bulmasını istemek için Fiko'yu ararken Samet bir anda Şebnem'in söylediği şeyi hatırlayıp ona dönerek "Şebnem gitmeden az önce onun telefonuna bakmanı söyledi Kerem" dedi. Kaşlarını çatarak düşünen Kerem aniden ifadesini değiştirip "Melis! Arkadaşı Melis'e ulaşmamızı istiyor" dedi. Onlar Fiko'yu arayıp telefona bakmasını isterken Şebnem'de ağlayarak Okan'dan kendisini bırakmasını istiyordu. Ancak Okan'ın buna hiç niyeti olmadığı gibi bir de sert bakışlarıyla yola bakmayı sürdürüp adeta Şebnem'i duymuyor gibi davranıyordu.


●●·٠●●٠·˙

Şebnem yol boyunca bir an bile susmadan ağlayıp Okan'a kendisini bırakması için bas bas bağırmıştı. Artık yavaş yavaş Okan'ın da tepesi atmaya başlamıştı tabii. Malikanenin önüne geldiklerini görünce Şebnem'de an itibariyle iptal olmuştu. Oraya geri dönmek istemiyor ailesiyle özellikle de babasıyla karşılaşmaktan ödü patlıyordu.

Okan arabayı park ettikten sonra "Hayır hayır! Bırak beni eve gidemem!" diyen Şebnem'in kolunu sertçe tutarak kendisine yaklaştırıp "Şu arabadan çıktıktan sonra tek bir yanlışını görürsem bunu yaptığına yapacağına seni pişman ederim Şebnem! Ona göre hâl ve hareketlerine çok dikkat et benim canımı da sıkma!" dedi. Öhh! Yavvaş gel!

Dik bakışlarla birbirlerine bakarken kolunu hızla çeken Şebnem çenesine hakim olamayıp "İstediğini yap tamam mı? Ben yine aynı bildiğin Şebnem olacağım! Seni sevmeyen asla da sevmeyecek olan ve hayatı boyunca da sana karşı sadece nefret hissi duyacak olan Şebnem olacağım!" dedi. Okan çenesini sıkar gibi tutup kızı kendisine yaklaştırarak "Hayır küçük hanım! Sen artık kendine bir çekidüzen verecek ailene ve bana layık biri olacaksın. Beni de bu konuda sakın zorlama Şebnem!" derken o dik duruşuna rağmen gözlerinden yaşlar akan Şebnem de dayanamayıp "Kerem beni burada bırakmaz! Beni almaya gelecek ve ben de gözümü bile kırpmadan onunla beraber nereye isterse orada gideceğim anlıyor musun? Nereye isterse!" deyiverdi.

Okan'ın gözlerinden alevler çıkıyordu. Çenesini sertçe bırakıp aracından çıktıktan sonra Şebnem'in kapısını açtı ve onu yine bileğinden sıkıca tutarak eve doğru yürütmeye başladı. Şebnem direniyor Okan çekeliyor ite kaka merdivenleri çıkıyorlardı.

Okan zile bastıktan sonra evin çalışanlarından birinin kapıyı açmasıyla paldır küldür içeriye girip salonda gergin bir halde gelişlerini bekleyen Fikret Bey ve Zuhal Hanım'ın yanına doğru geldi. Şebnem hâlâ direnirken bir anda Okan'ın kendisini ailesinin önüne savurmasıyla ne olduğunu şaşırıp anne ve babasıyla göz göze gelmişti. Kendisine dönen bakışları görünce de tir tir titreyip içinden de "İşte şimdi başın ciddi anlamda belada Şebnem!" diye geçirmeden edememişti. Gerçekten de öyleydi galiba.

15.Bölümün Sonu 

Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)

Öne Çıkan Yayın

Geçmisin Gölgesinde / 10.Bölüm (Yazan : NK)

10. Bölüm : Yağmur... Nevin Hanım sabah saatlerinde gelen telefonun ardından endişeyle ablasının yanına gitmişti. Nergis Hanım'ın doktor...