16.Bölüm : Kurtar beni Kerem!
Fikret Bey hükmünü çoktan verdiği için gözlerini kızının üzerine dikip
sessizliğini korumaya devam ediyordu. Bu saatten sonra Şebnem'in
kendisini anlatmaya yönelik çırpınmaları da asla bir sonuç vermeyecek
gibiydi çünkü anne ve babasına göre o ailesine uygun hareket etmeyip
konumlarını ve saygınlıklarını zedeleyici tavırlar içerisine girmişti.
Bu Çetinerler için mazur görülemeyecek bir şeydi. Bunu ailesini çok iyi
tanıyan Şebnem'de biliyordu ama yine de her şeyi göze alıp burnunun
dikine gitmekte bir an bile olsun tereddüt etmiyordu.
Fikret Bey'in tepkisiz halinin aksine kızına oldukça kızgın olan Zuhal
Hanım maalesef ki şu anlarda eşi kadar sakin kalmayı başaramıyordu.
Günlerdir Şebnem'in ortadan kaybolmasıyla alakalı o sosyetik çevrelerine
makul bir açıklama yapmaya çalışmaktan resmen binbir zahmetle
gerdirdiği yüzü tekrardan kırışmıştı. Nişanlarının ilan edildiği gece
evden kaçan kızının ve iki ailenin haysiyetini korumak kolay mıydı hiç?
Hem o hem de Okan'ın annesi günlerdir karşılaştıkları her imalı sözle
gerim gerim gerilmiş ama bir şekilde insanları her şeyin yolunda
olduğuna inandırmayı başarmışlardı.
Sükunetini korumakta zorlanan Zuhal Hanım eşinin yanından kalkıp
Şebnem'e yaklaştıktan sonra öfke dolu gözlerle kızına bir tokat çarpıp
"Ailemize böyle bir utanç yaşatmaya nasıl cüret edersin!" diye bağırdı.
Şebnem bu kadar da sert bir tepki alabileceğini düşünmemiş gibi
görünüyordu.
Gözlerini üçünün üstünde gezdirip ağlamaklı bir ifadeyle de yanağını
tutarak "Bu kaba saba adamla evlenmeyeceğim! Beni zorlamaya devam
ederseniz de size bu utancı bir daha yaşatmaya cüret edip yeniden
kaçacağım ve bu defa beni asla bulamayacağınız bir yere gideceğim!"
dediğinde Okan yan gözle ona bakıp ardından da Fikret Bey'e dönmüştü.
Karşılarında aile büyükleri olmasaydı herhalde Okan'ın da bu cevaba ağır
bir tepkisi olurdu. Şebnem de bunu bir cesaretle söylemişti ama
babasının hâlâ konuya katılım göstermemesi yüzünden dizleri de korkudan
tir tir titriyordu. Okan ağır adımlarla Fikret Bey'in yanına yaklaşıp
onun kendisine söylediklerini dinlerken Zuhal Hanım da kızının kolunu
sıkıca tutup kenara çekmişti.
"Bir daha sakın babanın önünde böyle saygısızca konuşmaya kalkma!"
"Anne yalvarıyorum beni anlamaya çalış. Ben bu derin dondurucudan hallice olan adamla bir ömür değil bir dakika bile geçiremem"
"Terbiyesizleşme! O adam dediğin kişi senin nişanlın ve yakında da eşin olacak"
"Olmayacak!"
"Olacak!"
"Ölürüm daha iyi!"
"Şebnem!"
O sırada Okan gitmek için yanlarına yaklaşıp "İzninizle Zuhal Hanım"
dedikten sonra Şebnem'e dönüp zorla elini tuttu. Şebnem elini geri
almaya çalışırken Okan'ın da inatla tutmaya devam ederek "Umarım akşam
ailemle birlikte geldiğimde karşıma sakinleşmiş bir Şebnem olarak
çıkarsın" demesiyle birlikte bir anda yükselip "Geldiğinde beni
bulabileceğini düşünüyorsun demek... Ne kadar iyi niyetli bir düşünce!"
diye bağırdı.
Okan çok kızsa da Şebnem'in anne ve babasının yanında sesini
çıkaramamıştı ama o sırada onun yerine "Şebnem!" diyen Fikret Bey'in
sesi salonun içinde yankılanmıştı. Şebnem babasına bakamıyordu bile.
Korkudan titreyerek olduğu yerde dururken Fikret Bey "Hemen odana çık ve
yemek vaktine kadar ortalarda gözükme!" dedi. Okan son kez Şebnem ile
göz göze gelip evden çıkarken Zuhal Hanım'da Şebnem'i kolundan tuttuğu
gibi "Yürü hadi! Babanı daha fazla kızdırma" diyerek odasına çıkardı.
"Otur şuraya konuşacağız!"
"Anne!"
"Şebnem sakin olmak istiyorum o yüzden beni sinirlendirmemek için kelimelerini seçe seçe konuş"
"O zorba adamla evlenmeyeceğim!"
"Az önce ne dedim ben!"
Şebnem kollarını annesine doğru uzatıp Okan'ın kendisini çekelerken
kıpkırmızı yaptığı bileklerini göstererek "Evlenmemi istediğiniz adamı
görüyor musun anne? Bak daha şimdiden kollarımı ne hale getirdi!"
deyince Zuhal Hanım tavrını hiç değiştirmeden "Peki sen evlenmek üzere
olduğun genç bir adamı toplum içinde ne kadar aşağılayıcı bir duruma
düşürdüğünün farkında mısın küçük hanım!" diyerek karşılık verdi.
Şaka gibi değil mi? Bir anne olarak kızını koruması gerekirken Zuhal
Hanım resmen Okan'a kol kanat geriyordu. Bu saatten sonra Şebnem ne
söylese boş gibiydi. Kimse dinlemeyecek o da boşu boşuna kendisini
paralayıp duracaktı. Bunlar kafasına dank edince sakinleşerek yatağının
ucuna oturdu ve hemen ardından gözleri dolu dolu bir halde Zuhal Hanım'a
bakıp "Beni hiçbir zaman sevmedin değil mi anne? Mutlu olup olmamam
zerre kadar umurunda değil" dedi.
"Seni sevmediğimi nasıl söyleyebilirsin? Ablan ve sen benim için ne kadar değerlisiniz biliyor musun? Ömrümü size adadım ben!"
"O zaman neden beni diri diri mezara sokmaya çalışıyorsun?"
"Şimdi farkında değilsin ama ileride bunun ne kadar doğru bir seçim olduğunu anlayacaksın"
"Okan mı iyi seçim? Onunla evleneceğime kelaynak kuşuyla evlenirim daha iyi!"
"Kelaynak kuşu mu?"
Şebnem bir an söylediği şeyi ve hep o şekilde hitap ettiği Fiko'yu
düşünüp irkilmişti. Tövbe yarabbi! Fiko ile evlenmek mi? Ağzından yeller
alsın. Iıııııyyyy!
Şebnem ses çıkarmayıp yüzünü gözünü ekşitirken Zuhal Hanım da derin bir
nefes alarak "Üstünü değiştir ve biraz uyu. Akşam yemeğine de tam
saatinde ve terbiyeni takınmış o çenene de hakim olmuş bir şekilde gel!"
dedikten sonra odadan çıktı. Çarpma sesiyle birlikte Şebnem önce kapıya
doğru bakıp biraz düşünmüş sonra da "Haah! Buradan bir kere kaçtım yine
kaçarım. Beni kimse burada zorla tutamaz!" diyerek ayaklanmıştı.
Anlayacağınız kaçak kız sahalara geri dönüyordu.
Seri şekilde yatağını bozup çarşafları birbirine bağlayarak sıkı sıkı
düğümledikten sonra pencereye yaklaşıp perdeyi kenara çekti. Bu sefer ki
kaçış biraz daha meşakkatli olacak gibi görünüyordu.
Derin derin nefes alıp "Başının belası geri dönüyor Kerem hazır ol"
dedikten sonra pencereyi açıp bir anda elindeki çarşafı aşağıya sarkıttı
ama beklemediği bir sorunla karşılaştı. Şebnem çarşafın ucunu
kaloriferine bağlayıp tam aşağıya inecekti ki camının altında bekleyen
ve kafasına az önce sarkıttığı çarşafın indiği korumayla göz göze geldi.
Kim koydu bu adamı orada ya!
Şebnem zoraki bir şekilde gülümseyip bir yandan "Şey... Pardon kafanıza
da şey etti galiba ben yeni geldim de yatmadan önce tozunu alayım
demiştim. Çok çok pardon çekiyorum şimdi" deyip bir yandan da çarşafı
geri alarak "Başının belası gelemiyor Kerem rahata geçebilirsin. Of! Şu
an ne yapıyorsunuz acaba? İnşallah Fiko Bey ardımdan sarışına veda
partisi düzenleyip konfeti patlatmıyordur" diye söylenmeye devam
ediyordu. Belli ki pencereden kaçış yoktu. Ee! Kapıdan da öyle elini
kolunu sallayarak çıkamazdı. Ne yapacaktı bu kız canım!
●●·٠●●٠·˙
Şebnem elinde düğümlenmiş çarşaflarla suratı beş karış pencerenin
dibinde otururken Fiko da Şebnem'in telefonunu alarak Samet'in
stüdyosuna gelmişti. Kerem ortalarda gözükmüyordu. Fiko içeriye bir
hışımla girip "Kerem nerede? Bana hemen Kerem'i bul!" demeye başlayınca
Samet ona yalnız kalmak istediği için bir süredir odada tek başına
oturduğunu söyledi. Bu Fiko'yu şaşırtmıştı ve bu yüzden de başka hiçbir
şey sormadan direkt odaya doğru gidip kapıyı açarak içeriye girdi.
Kerem yatağa oturmuş başını ellerinin arasına alarak sessizce
kıpırdamadan duruyordu. Bu çocukta değişik haller vardı ya anlaşılırdı
elbet. Fiko'nun içeriye girdiğini fark eder etmez ellerini indirip ayağa
kalkan Kerem hiç konuşmadan elindeki telefonu alarak Melis'in
numarasını rehberden aramaya başladı. O sırada Fiko'nun sorduğu soruları
bile duymayacak kadar kendisini kaybetmişti. Bir an önce Melis'e ulaşıp
Şebnem'in nereye götürüldüğünü öğrenmeliydi.
Hızlıca rehbere göz gezdirirken Şebnem'in kendisini "Patron Kerem"
olarak Fiko'yu da "Papyonlu Penguen" olarak peş peşe kaydettiğini
görmüştü. Dudağının kenarında da tatlı bir tebessüm oluşur gibi olmuş
ama Melis'in ismini görür görmez ifadesini ciddileştirmişti. Kısa sürede
açılan telefondan Melis'in arayanı Şebnem sanarak seslenmesi duyulunca
da Kerem derin bir nefes alıp "Merhaba Melis! Şebnem benden bahsetti mi
bilmiyorum ama ben Kerem" dedi. Melis hemen tanımıştı çünkü sağ olsun
Şebnem zamanında panikleyip Kerem'den ve yedi göbek sülalesinden ona
açık açık bahsetmişti.
"Seni tanıyorum Kerem ama neden Şebnem'in telefonu sende? O nerede?"
"Ben de bunu bana sen söylersin diye düşünmüştüm"
"Ne demek bu?"
"Okan buraya gelip Şebnem'i alarak eve geri götürmüş"
"Ne! Nasıl götürmüş?"
"Haberin yok muydu?"
"Şebnem'i bu konuda uyarmıştım ama Okan'ın onu geri götürdüğünü bilmiyordum"
"Bana adres lazım Melis... Şebnem'in ailesinin evine ulaşmam lazım"
"Tamam bak şöyle yapalım mı? Ben şimdi sana adresi göndereyim sonra da
hemen Şebnem'in ailesinin evine gidip neler oluyor öğreneyim"
"Çok sağ ol Melis bunu yaparsan sana minnettar kalırım"
"Sen benden haber bekle olur mu? Şebnem'in yanına gidince tekrar arayıp
konuşmanızı sağlarım. Sonra da ne yapacağımıza karar veririz"
"Harika olur. Melis..."
"Efendim?"
"Şebnem'e..."
"Evet"
"Merak etmemesini ve onu oradan çıkaracak bir yol bulacağımı söyler misin?"
"Tabii ki söylerim"
"Bir de Kerem sözünü tutamadığı için özür diliyor de olur mu?"
"Peki"
"Teşekkür ederim"
Kerem telefonu kapatıp tekrardan yatağa oturarak sus pus kalmıştı.
Aklından şu an Şebnem'in ne durumda olabileceği olasılıklar halinde
geçerken hiç olmadığı kadar da huzursuz oluyordu. Acaba ailesinin
yanında mıydı yoksa hâlâ o adamla birlikte miydi? Kendisini
savunabiliyor muydu yoksa korkudan eli ayağı birbirine mi giriyordu? Çok
kızmışlar mıydı acaba? Hırpalanmış mıydı? Stüdyoya geldiğinde her yer
dağılmıştı. O adam canını yakmış kötü davranmış olabilir miydi? Bunun
olmuş olabileceğini düşünmek bile öfkesini körüklemeye yetiyordu.
Melis'in aramasını beklerken tekrardan başını ellerinin arasına alıp
oturunca Fiko'da yanına geçip daha fazla sessiz kalamayarak "Kerem iyi
misin?" diye sordu. Değildi... Hem de hiç iyi değildi. Tarifi çok zor
olan şeyler hissediyordu sanki. Ağzını açsa bırakın bununla ilgili cümle
kurmayı seçeceği kelimeler konusunda bile büyük ihtimalle sıkıntı
yaşardı. Gerçek şu ki şu an Kerem'in içinde çok farklı duygular vardı ve
bu da onun Şebnem için herkesten daha farklı bir şekilde
endişelenmesine yol açıyordu.
"Cevap vermedin Kerem"
"Onu koruyamadım Fiko! O adamın buraya gelip Şebnem'i götürmesine seyirci kaldım"
"Buna seyirci kalmak denemez Kerem. Eğer burada olsaydın buna müsade
etmeyeceğini benim kadar o sarı çıyan... Oops! Ağız alışkanlığı... Ben
Şebnem'de biliyor demek istedim"
"Evet eğer burada olsaydım... Yani burada olmalıydım!"
"Babana ne olduğunu öğrenmek için gitmek zorundaydın. Bu konuda kendini suçlama çünkü senin yerinde kim olsa aynı şeyi yapardı"
"Giderken Şebnem'i burada bırakmama ne diyeceksin peki? Ona da verecek bir cevabın var mı? Benim yok çünkü..."
"Kerem..."
"Aptallık ettim Fiko aptallık! Ne olursa olsun şu durumdayken Şebnem'i
yanımdan ayırmamalıydım. Nereye gidiyorsam onu götürmeliydim"
"Kerem..."
"Aklımı oynatacağım! O adamın Şebnem'i nasıl korkutmuş olabileceğini ve
buradan nasıl zorla çıkarmış olabileceğini düşünürken gerçekten aklımı
oynatacağım!"
"Kereeem!"
"Onu geri getirene kadar huzurlu olamayacağım. Hemen şimdi iyi olup
olmadığını öğrenmeliyim. Sesini duymam lazım. Çok konuşmasına gerek yok
bana sadece Kerem desin yeter. Ben anlarım... Sesindeki tondan iyi olup
olmadığını anlarım"
"Ciddi olamazsın!"
"Ne?"
"Sakın bana o aptal sarışına aşık oldum deme Kerem"
"Olmadım"
"O bakış da neyin nesiydi öyle?"
"Hangi bakış?"
"Şu an ağzımdan çıkanlarla kalbimden geçenler aynı şeyi söylemiyor bakışı!"
"Fiko!"
"Şimdi de kızıyorsun. Aman Allah'ım! Sen kendime bile itiraf edemiyorum aşkı yaşıyorsun Kerem!"
"Yok öyle bir şey!"
"Ben senin dostunum benden de mi saklayacaksın?"
"Dostumsan böyle bir şey olmadığını anlaman gerek"
"Dostluğumuz bana kül yutturamayacağın ölçüde Kerem!"
"Fiko!"
●●·٠●●٠·˙
Fiko kıskaca aldığı Kerem'i sıkıştırırken Şebnem de odasının içinde dört
dönüyordu. Aşağıya da inemiyordu çünkü merdivenden iner inmez babasının
görüş alanına girme tehlikesi yaşayıp geri dönmek zorunda kalıyordu.
Odasının katındaki telefonlarda ortadan kaybolmuştu. Ailesi belli ki
Şebnem'in dışarısıyla irtibatını da koparmak istemişlerdi. Kız kendi
evinde hapis olmuştu iyi mi? Bir şeyler düşünmeliydi ve bunu yaparken de
elini çabuk tutmalıydı.
Pencereye yaslanıp düşünceler içinde kaybolurken sonunda iyi bir şey
olmuş Melis'in arabası malikanenin önünde belirmişti. Samet Şebnem'in
arkadaşı Melis'i aramalarına dair bıraktığı mesajı Kerem'e iletmiş miydi
acaba? Melis o yüzden mi gelmişti ki?
Arkadaşının arabadan çıkıp eve doğru yaklaştığını görür görmez pencereyi
açan Şebnem bir yandan da "Ne olur Kerem ile konuşmuş ol Melis ne
olur!" diye söyleyip bir yandan da "Melis!" diyerek arkadaşına seslendi.
Tabii pencere önünde halihazırda bekleyen koruması Melis daha ağzını
bile açamadan araya girmişti. Zuhal Hanım'ın kesin talimatı vardı ve
Şebnem annesinin izni olmadan kimseyle görüşüp konuşamazdı.
Şebnem ikisinin konuşmalarını duymaya çalışarak camdan aşağıya sarkarken
bir anda kapısının kilitlendiğini hissedip geri çekilmişti. Ne oluyor
Allah aşkına? Koşarak kapıya gidip açmaya çalışırken kapının zili de
duyulmuştu. Ne yani Melis'i göremeyecek miydi şimdi? Peki nasıl haber
alıp haber gönderecekti? Melis içeriye davet edildiğinde Zuhal Hanım onu
gayet güler bir yüzle karşılamıştı. Hiçbir sorun yok izlenimi vermeye
çalışıyor olmalıydı. Melis gözleri ışıldayarak Zuhal Hanım'ı öpüp
"Şebnem geri dönmüş nasıl mutlu oldum bilemezsiniz. Onu o kadar özledim
ki hemen yanına çıkıp ona sarılmak istiyorum" derken Zuhal Hanım hafifçe
geri çekilerek "Şebnem'in döndüğünü nasıl öğrendin Melisciğim?" diye
sordu. Güzel soru!
Melis'in cevabı hazırdı tabii. Şebnem ile ilgili bir haber olup
olmadığını sormaya geldiğini ama az önce Şebnem'i penceresinde görünce
çok mutlu olduğunu söylediğinde Zuhal Hanım da hafif bir öksürüğün
ardından "Evet kaçak kızımız evine geri döndü ama biraz yalnız kalıp
hatasının farkına varması gerekiyor" dedi. Melis kaşlarını çatarak bunu
ne manada söylediğini algılamaya çalışırken "İsterseniz ben Şebnem'e
hatasını anlamasında yardımcı olabilirim" deyince Zuhal Hanım buna izin
vermeyip "Hiç gerek yok hayatım. Hem Şebnem cezalı ve sadece Okan ile
görüşmesine müsaade var. Bir süre böyle olacak yani nikah olana kadar"
dedi. Melis yüzüyle renk vermese de içinden "Nikah olana kadar mı?
Kahretsin!" diye geçirerek bir yandan da Şebnem'e nasıl ulaşabileceğini
düşünüyordu.
"Siz daha iyi bilirsiniz tabii ama yine de ihtiyacınız olursa seve seve gelirim"
"Biliyorum Melisciğim çok teşekkür ederiz. Ben seni geçireyim"
"Şey... Banyonuzu kullanabilir miyim?"
"Tabii ki..."
Melis banyoya girdikten sonra kapıyı kapatıp etrafa şöyle bir bakarak
çantasından bir kağıt ve kalem çıkarıp Şebnem'e not yazmaya başladı. Bir
yandan da nereye saklayabilir diye etrafa göz atıyordu. Onu Şebnem'den
başkasının bulmaması gerekiyordu. Kağıdı hızlıca katlayıp biraz
düşündükten sonra kokulu şık sabunlarla dolu ahşap kutunun başına gidip
sabunları çıkarmaya başladı.
O an aklına düşen bir fikirle de yüzü gülmüştü çünkü bunu yaptığında
Şebnem ile birebir görüşme imkanı bulacaklardı. Bunu daha önce nasıl
düşünememişti ki! Sabunları bırakıp çantasından telefonunu çıkardıktan
sonra sesini kapatıp havlu dolabının en üstüne koydu. Kağıda da
telefonla ilgili küçük bir not düşüp sabun kutusunun en altına koyarak
üstünü sabunlarla doldurmaya başladı. Onları orada kimse bulamazdı değil
mi? Tabii Şebnem'in bulması gerekiyordu ve bu yüzden de içlerinden bir
tanesini işaret vermek için yanına alıp dışarıya çıktı.
Zuhal Hanım çıktığını fark edip yanına doğru gelirken Melis gayet sıcak
bir tavırla "Hiç zahmet etmeyin lütfen ben yolu biliyorum. Hoşça kalın"
dedikten sonra evden ayrıldı. Kapının önünde yakalanmamanın verdiği
rahatlıkla derin bir nefes alırken kulağına da bazı sesler geliyordu.
Şebnem miydi o? Korumayla konuşuyordu herhalde....
"Hey pencere gülü! Sıkılmadın mı orada beklemekten? Bence biraz yürü kan
dolaşımın hızlansın olmaz böyle varis olursun inim inim inlersen valla!
Aslında 20 dakikada bir şöyle bahçeyi tam tur geçsen bacakların hemen
açılıverir. Hem ben uyuyacağım şimdi rahat olabilirsin. Yanlış anlama
boşluğu değerlendir diye söylüyorum. Gitmiyor musun? Peki tamam sen
bilirsin. Aaaa! Madem burada boş boş duracağız ben de sana neden
rapunzel gibi bu kuleye hapsedildiğimi anlatayım da canımız sıkılmasın
bari. Konumuz epeyce uzun kendine bir kahve almak ister misin? Onu da
istemiyorsun... Konuşmuyorsun da... Nefes alıyor musun sen? Of! Ne
keyifsiz insansın sen ya! Tamam başlıyorum ben dinle bari. Şimdi bu
kazulet Okan var ya hani benim nişanlı bozuntusu ama sakın böyle
dediğimi patronuna söyleme tamam mı? Bak sana güvendim anlatıyorum sakın
başımı yakma sonra fena bozuşuruz! Valla bu sefer peçete değil bir oda
dolusu sivri topuklu ayakkabıyla dolu yağdırırım başına! Neyse nerede
kaldım? Heeh! Tamam kazulet Okan'da kaldım..."
Koruma fenalıklar geçirse de doğal olarak sesini çıkaramıyordu.
Şebnem'de maşallah daha Melis içeriye girdiğinden beri durmak bilmeden
konuşmuş adamı yıldırmak için elinden geleni yapmıştı. Belki adam
dayanamayıp görev yerini terk eder de Şebnem'de bu sefer çarşafla olan
yumuşak inişini tamamlardı. Tabii henüz bunu başaramamıştı. Yine de onun
lügatında durmak yoktu. Denemeye devam edecekti çare yoktu.
Melis onlara doğru yürürken Şebnem'i hem durmaksızın konuşup hem de cama
tünemiş adamın kafasına elinde tırtıkladığı peçeteleri kar gibi
yağdırırken bulmuştu. Adamın sınırlarını zorlayıp görev başından
kaçırmayı planladığını hemen anlamıştı. Adamcağızın kayan gözlerine
bakacak olursak es vermeden devam ederse başarılı olması da kaçınılmazdı
sanki.
Şebnem kapısındaki kilidin açıldığını duyunca Melis'in evden ayrıldığını
anlayıp dikkatini hemen evin girişine yönlendirmişti. O sırada Melis
ona doğru gülümseyerek sessizce "Ben gidiyorum Şebnem" dedikten sonra
korumaya belli etmeden elindeki sabunu ona doğru tutarak kutunun içine
bakmasına yönelik işaretler yapmaya başladı. Şebnem anlamıyordu ve bunu
da yüz ifadesinden alenen belli ediyordu.
Melis bir şekilde ona bunu anlatması gerektiğini düşünüp Kerem'i taklit
ederek yanağındaki gamzeyi gösterdi ama yok olmuyordu. Eliyle iki kelime
ve ikincisini anlattığını belli ettikten sonra bu sefer de kaslarını
gösterince Şebnem başını kaşımaya başlamıştı. Of! Anlasana be kızım
kaslı gamze işte!
Melis tamam unut bunu dercesine elini sallayıp başka bir anlatıma
geçmişti. Bu sefer de boynuna papyon yapıp bacaklarını bitişik tutarak
komik komik yürümeye başladı. O anla beraber Şebnem bir kahkaha patlatıp
"Papyonlu Penguen!" deyince koruma yukarıya doğru bakıp Şebnem'in ona
demediğini söylemesiyle tekrardan önüne döndü. Yavvaş be kızım!
Melis bildiğini belli edip tekrardan sabunu ona doğru tutarak yazı
yazdığını ve içine koyduğunu işaret edince bu sefer Şebnem mesajı
dosdoğru almıştı. Büyük bir heyecenla Melis'e öpücük attıktan sonra
koşturarak odadan çıkıp merdivenleri indi. Çıkardığı gürültü yüzünden
Zuhal Hanım'da hemen ayaklanıp yanına gelmişti.
"Ne oluyor Şebnem?"
"Şey... Tuvalete gidecektim de"
"Lavaboya demek istedin herhalde"
"Ne fark eder canım? Sonuçta ikisi de aynı kapıya çıkıyor"
"Tamam daha ilk günden sinirlenmeyeceğim. Neden aşağıya indin? Üst kattakini de kullanabilirdin"
"Doğru onu da kullanabilirdim ama şey oldu"
"Ne oldu?"
"Sifonu bozulmuş herhalde çalışmıyor"
Zuhal Hanım çalışanlara seslenirken Şebnem fırsattan istifade ederek
annesinin yanından süzülüp içeriye giriverdi. Hiç oyalanmadan sabunların
olduğu yere gidip etrafını ve altını yokladıktan sonra son çare olarak
içini boşaltmaya başladı. Sonunda birine ulaşabilediği için o kadar
seviniyordu ki bu da gözlerine ışıldayarak yansıyordu. Sabunların içinde
Melis'in bahsettiği kağıdı görür görmez eline alıp hızlıca açtıktan
sonra "Aman Allah'ım! Kerem'den haber getirmiş" dedi. O kadar sevinmişti
ki yerinde zıplamadan duramamıştı.
"Kerem ile konuştum. Bana seni kurtarmanın bir yolunu bulacağını ve
merak etmemen gerektiğini söyledi. Bir de sözünü tutamadığı için çok
üzgünmüş bu yüzden de senden özür diliyor"
Bunu okuyunca Şebnem'in omuzları düşmüş yüzü de üzgün bir hâl almıştı.
Kerem'in bu özrü ne halde söylediğini o kadar iyi biliyordu ki bu da
gözlerinin dolmasına yol açmıştı. Şu an kesinlikle kendisini suçluyor ve
bu yüzden de öfkesine hakim olma konusunda zorlanıyor olmalıydı. Elinin
tersiyle gözündeki yaşı silerken alttaki notta yazılan şey ile bir anda
gözleri kocaman açılmıştı. Melis'i alnından öpmek istiyordu. Evet
istediği tam olarak da buydu çünkü notta dolabın üzerine kendi
telefonunu bıraktığını ve Kerem'in numarasının da içinde kayıtlı
olduğunu söylüyordu.
Şebnem notu alelacele katlayıp cebine koyduktan sonra hemen dolabın
önüne gelmişti. Köşesinde duran telefonu "Seni seviyorum Melis! Seni çok
seviyorum" diyerek eline alıp öpmeye başladı. Tabii oradan bir an önce
çıkıp Kerem'i aramak için odasına gitmesi gerekiyordu. Telefonu
annesinin fark etmemesi için beline sokuşturup tişörtünü de dışarı
saldıktan sonra kapıya yaklaşıp banyodan çıktı.
Şükürler olsun ki annesi ortalarda gözükmüyordu. Salona şöyle bir bakıp
içindeki Şebnemsel dürtüklenmeyle dış kapıya doğru giderek kapı kolunu
kavradı. İşin garibi kapının kilitli olabileceğini düşünürken kapı
kolunu tutar tutmaz açılmasıydı. Şaka gibi! Şebnem sevinç içinde "Bu
kadar kolay mıydı yani? Demek basit düşünmek gerekiyormuş" diyerek
kapıyı açıp çıktıktan sonra aynı hızla çıktığı gibi içeriye geri dönüp
kapıyı kapattı. Yüzü de beş karış olmuştu.
Olur tabii! Kapının önüne iki tane izbandut gibi adam dikilmiş sanki
uçan kaçan ne kelime nefes alan ne var ne yoksa soluğunu kes emri almış
gibiydiler. Odasına çıkmaktan başka yapacağı bir şey yoktu yani. Bir an
önce Kerem'i arayıp sesini duymak ve kendisini buradan nasıl
çıkaracaklarına dair yaptıkları planı duymak istiyordu. Tabii ortada bir
plan varsa...
Şebnem merdivenleri koşar adım çıkıp odasına girmişti ama elini
belindeki telefona götürmesiyle yatağının önündeki pufa oturmuş
kendisini bekleyen annesiyle göz göze gelmesi de bir olmuştu. Ah! Az
kalsın annesi telefonu fark edecekti. Birkaç saniye birbirlerine içeriği
bomboş olan bakışlar savurduktan sonra Zuhal Hanım söze girip "Az önce
modaevinden aradılar. Yarın prova için buraya gelmek istiyorlar" dedi.
Şebnem'in bakışlarındaki içerik arayıcı tavır hâlâ sürüyordu.
"Okan'ın ailesiyle yine gövde gösterisi yapacaksınız ve kızınızın da
görsel olarak size katkıda bulunması gerekiyor öyle değil mi?"
"Aslında bu hiç de fena bir fikir değilmiş Şebnem"
"Ne?"
"Ben Rezzan'ı arayıp bu gece dönüşün şerefine verdiğimiz yemeği şık bir
restoranda taçlandıracağımızı haber vereyim. Bunu düşünmen çok iyi oldu.
Ailece ortalarda gözükürsek insanlarında ağızları kapanır"
Zuhal Hanım ayağa kalkarken Şebnem'de göz göre göre kendisi zora soktuğu
için yüzünü buruşturmuştu. Gerçi yemeğin dışarıda olacak olması canını
sıkmıştı ama belki de bu şansını iyi yönde de kullanabilirdi. Sonuçta
kızların "Makyajımı tazeleyeceğim hemen dönerim" diye çok güzel bir
bahaneleri vardı değil mi? Okan peşine takılacak olsa da Şebnem onu
atlatmanın bir yolunu bulabilirdi belki.
Annesi kapıyı açıp tam çıkacakken aniden geri dönüp "Bu arada..."
dedikten sonra Şebnem'in kendisine dönmesiyle birlikte de lafını "Yarın
buraya seni sıradan bir davet için hazırlamaya gelmeyecekler Şebnem.
Buraya hafta sonuna kadar yetişmesi gereken gelinliğinin son provası
için gelecekler" diyerek tamamladı. Hafta sonu ne? Ohaaaa!
Zuhal Hanım sözünü bitirirken Şebnem şok dolu gözlerle annesine doğru
bakıp "O nikah olmayacak!" dedi ama her ne olduysa bir anda kıkırdayarak
gülmeye başladı. Bu gülüş doğal olarak annesini de şaşırtmıştı. Kız
güler tabii belindeki tenine değen telefon Melis'in titreşimde
unutmasıyla Şebnem'i titrete titrete gıdıklıyordu.
Zuhal Hanım kızının haline bakarak "Bunu gülerek söylediğine göre
evlilik fikrine yavaş yavaş alışıyor olmalısın" deyince Şebnem'de
gülmemek için kendisini tutmaya çalışıp bir yandan da "Bu fikre asla
alışmayacağım anne sana Okan ile evlenmeyeceğimi tekrar tekrar söyledim.
Kararım kesin!" dedi ama gülmemek üzerine verdiği çaba nafile gibiydi.
Dayanamıyor ve sırıtmasıyla annesinin dikkatini de üzerine çekiyordu.
Zuhal Hanım tabii ki durumu anlayamıyordu ama kızının bu ciddiyetsiz
hali onu git gide daha da çok kızdırıyordu.
"Sen çizmeyi o kadar aştın ki bu saatten sonra vereceğin hiçbir kararın bir önemi olmayacak Şebnem"
"Anne!"
"Bu gece hem Okan'dan hem de ailesinden yaptığın tüm bu saçmalıklar için özür dileyeceksin"
"Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim ve ilk fırsatını bulduğum anda yine yapacağım. Beni artık burada zorla tutamazsınız"
"Hayal kurma! Buradan ancak Okan'ın eşi olduğunda çıkabilirsin Şebnem"
"Okan'ı sevmiyorum neden anlamak istemiyorsun?"
"Önceleri seviyordun"
"Artık sevmiyorum demek ki!"
"O kadar gelgitlisin ki ileride tekrar seversin kızım!"
"Sevemem çünkü ben zaten başkasını seviyorum!"
Şebnem ağzından kaçırdığı şeyin şaşkınlığını yaşarken öfkeden gözlerini
kısarak bakmaya başlayan Zuhal Hanım'da hiçbir şey söylemeden kapıyı
sertçe çarpıp dışarıya çıktı. Bunu annesine söylemesi iyi mi olmuştu
yoksa kötü mü olmuştu acaba? Aklı olan her insan iyi olmadığını anlardı
herhalde değil mi? Hay çenesi kopsaydı da söyleyemeseydi. İyi ki
telefonda Melis'e yaptığı gibi Kerem'in yedi sülalesini önüne sermeye
kalkmamıştı bu deli kız.
Odasının ortasında öylece dururken aklı titremeye son veren telefonuna
gitmişti. Tişörtünü sıyırıp hızlıca telefonu eline aldıktan sonra
arayanlara bakıp Kerem yazdığını görünce de hemen geri aramaya başladı.
Odanın içinde dört dönerken bir yandan da "Aç Kerem! Ne olur hadi çabuk
aç!" diyerek söyleniyordu. Birkaç saniye içinde telefon açılmış ve
nihayet Kerem'in "Melis merak içindeyim neden telefonunu açmıyorsun?"
diyen sesi duyulmuştu. Bilmiyordu. Telefonun Şebnem'in eline geçtiğinden
habersizdi.
Şebnem onun sesini duyup bir anda ağlamaya başlayarak "Kerem benim
Şebnem!" deyince telefonun diğer ucunda olan Kerem'de oturduğu yerden
fırlayarak kalkıp "Şebnem! Aman Allah'ım gerçekten sensin. Neden
ağlıyorsun? Sana kötü bir şey yapmadılar değil mi? Lütfen konuş benimle o
adam sana zarar vermedi değil mi?" diyerek peş peşe sorular sormaya
başladı.
"Hayır hiçbir şeyim yok iyiyim. Asıl Hasan amca nasıl Kerem sizi çok merak ettim. O iyi mi?"
"Şimdi daha iyi sen bizi düşünme"
"Kerem ne olur çıkarın beni buradan fena halde kapana kısıldım"
"Tamam merak etme bir şekilde seni oradan çıkarmanın bir yolunu bulacağız"
"Acele edin Kerem yarın gelinlik provası için geliyorlar. Annem hafta
sonuna hazır olmalı diyor bu sefer beni bu kazuletle gerçekten
evlendirecekler galiba! Artık o Papyonlu Penguen'e de kınamdan yollarım
sürer bir tarafına!"
"Öyle düşünme Şebnem inan ki Fiko'da çok üzgün"
"Haah! Duy da hayra yorma!"
"Gerçekten öyle. Seni kendisinden başkasının böyle bir hale sokmasından hiç hoşlanmadı"
"Bak buna inanırım işte. Kerem..."
"Efendim?"
"Melis mesajını iletti. Bu olanlar yüzünden sakın kendini suçlama olur mu?"
Kerem'in sesi çıkmıyordu çünkü ne söylenilirse söylensin o bu konuda
kendisini affedebileceğe pek benzemiyordu. Ona göre hem ailesinin
yanında olmalı hem de Şebnem'i güvende tutmayı başarabilmeliydi. Ama
olmamıştı işte. Yapamamıştı. Şebnem ondan bir ses gelmemesi üzerine
seslenerek dikkatini çekip "Sen zaten yapman gerekeni yaptın Kerem.
Ailenin sana senin de ailene ne kadar düşkün olduğunu biliyorum. Eğer
babanın iyi olmadığını bilmene rağmen benim yanımda kalsaydın seni hiç
de tanıyamadığımı düşünürdüm. Beni gerçekten yanıltırdın ama sen bunu
yapmadın. Hakkında yanılmadım" dedi. Şebnem güzel şeyler söylemişti ama
Kerem'in bu konuda kendisini iyi hissetmesini sağlayamıyordu.
Kerem stüdyonun dışına çıkıp derin derin nefes almaya çalışırken "Sen de
ailemden biri olmuştun ve ben seni yalnız bırakmayacağımı söylememe
rağmen bu sözümü yerine getiremedim" dedikten sonra tam Şebnem araya
girip bir şeyler söyleyecekken de aklına gelen bir düşünceyle birlikte
"Şebnem..." dedi. Ağzını açamadan susmak zorunda kalan Şebnem ne
olduğunu sorunca Kerem onu bir hayli şaşırtarak "Ailenin istediği gibi
davran ve onlara karşı çıkma olur mu?" dedi. Nasıl yani? Ne demek
oluyordu bu şimdi?
Şebnem epeyce afallamıştı. Duydukları yüzünden kendisini hayal
kırıklığıyla yatağına bırakarak "Sen neler söylüyorsun Kerem? Onların
istediğini yapmam ne demek farkında mısın?" diye sordu. Farkındaydı
tabii olmaz mıydı hiç? Kerem bir yandan kafasında kurguladığı planı
düşünüp bir yandan da "Bana hâlâ güveniyor musun Şebnem?" diye sorunca
aslında kendisinden hiç olmayacak bir şey istemesine rağmen Şebnem yine
de bir an olsun tereddüt etmeden "Ben sana hep güvendim şimdi de
güvenirim Kerem. Bunu sen de biliyorsun" dedi.
"O halde dediğimi yapıp ve uyumlu davran. Ailenin yaptığın şeylerden dolayı pişman olduğunu hissetmelerini sağla"
"Bunu yapmamı neden istiyorsun Kerem?"
"Çünkü yarın seni almaya geldiğimde üstündeki gözlerin biraz olsun azalmış olmasını istiyorum"
Seni almaya geldiğimde mi? Bunu ne hoş bir tonlamayla söylemişti öyle.
Kerem'in söylediklerini duyunca Şebnem'in içine de ciddi anlamda su
serpilmiş gibi olmuştu. Buradan kurtulacağına artık kesin gözüyle
bakıyordu. O Okan denilen kaba adama en az bir gün daha sabretmesi
gerekiyordu ve sonrası yine tek derdi Fiko ve onun çenesi olan hayatına
geri dönmek olacaktı.
Kerem'in sözü biter bitmez gülümsemeye başlayan Şebnem tatlı bir ses
tonuyla "Bir an önce yarın olması için sabırsızlanıyorum Kerem. Yanınıza
geri dönmek için saniyeleri sayacağımdan emin olabilirsin" dediğinde
Kerem'in de yüzünde bir tebessüm oluşmuştu ve bunu yanına gelen Fiko
bile fark etmişti.
İkisi göz göze gelince Şebnem'e geri dönen Kerem minik bir öksürüğün
ardından "Sen şimdi biraz dinlen çünkü yarın epeyce haraketli bir gün
olacak" dedikten sonra Fiko'ya bakarak "Fiko da yanımda ve sana
selamlarını iletmemi istiyor" dedi. Yok artık! Fiko gözlerini kocaman
açarak telefonu çekeleyip "Hayır sana selam melam göndermiyorum aptal
sarışın! Hatta gittiğin için o kadar mutluyum ki bugünü "Şebnem
Çıyan'ından Kurtulma Günü" ilan ettim onu kutluyorum. Havai fişekler
patlasın şenlik başlasıııın!" diye bağırdı.
Tabii tabii eminiz öyledir. Madem Şebnem'den kurtulmaya bu kadar
meraklıydı o zaman neden kaçmasına yardım etti ki? Çok isteseydi
Şebnem'i kendi elleriyle Okan'ın koluna takıp tekmeyi basabilirdi. Ama
yapmadı değil mi? Bunu yapamadıysa kimseye de Şebnem'i umursamadığını
ispatlayamazdı.
Kerem telefonu kurtarıp "Sen Fiko'ya bakma aslında o da üzgün ama belli
edemiyor" derken tekrar bağıran Fiko'nun "Sen bana bak sarışın içim
neyse dışımda o benim! Tarihin tozlu sayfalarında bizsiz mutlu olman
dileğiyle!" demeleri eşliğinde "Şebnem kapatmam gerek çünkü Fiko susacak
gibi değil" diyerek mecburen karşılıklı olarak telefonu kapattılar.
Kerem elindeki telefona bakıp kalırken Fiko'da söylenmelerini bitirip
"Ne düşünüyorsun Kerem?" diye sordu. Kerem'in aklına bir şeyler
geliyordu ama henüz nasıl yapacaklarını tam olarak kafasında
oturtamıyordu. Kaşlarını çatarak derin derin düşünürken bir anda
gözlerini Fiko'ya doğru döndürüp "Peruğunu ve fularını hazırla Fiko"
dedi. Fiko boş boş bakarak kalmıştı. Allah aşkına ne yapacaklardı yine
peruğu fuları falan...
"Neden?"
"Yarın Şebnem'i almak için Çetiner ailesinin malikanesine gidiyoruz da ondan"
"Şebnem'i mi alacağız? Ama oraya nasıl gireceğiz Kerem bizi evin bahçesine bile yaklaştırmazlar"
"Elimizi kolumuzu sallaya sallaya gireceğiz desem"
"Bunu Kerem ile Fiko olarak nasıl yapacağımızı sorarım"
"Oraya Kerem ile Fiko olarak gideceğiz demedim ki"
"Kim olarak gideceğiz peki?"
"Gelinlik provasına gelmiş Terzi Şuayip ve ekibi olarak gideceğiz"
"Ne!"
"Aslı'ya Ümit'e hatta Şirin'e de haber ver Fiko çünkü yarın saraydan kız kaçırma operasyonu yapacağız"
16.Bölümün Sonu
Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder