7 Haziran 2025 Cumartesi

Son Mektup / 18.Bölüm (Yazan :NK )

"Tanışmak kaderdir, arkadaşlık seçim, 

aşık olmak ise tamamen tesadüf."

 18.Bölüm : O mektupları yazan sen ol istedim

Ahmet Bey gerekli açıklamaları yaptıktan sonra Ela Hanım ile beni tanıştırdı ve ona Tolga Bey'in durumuna bakmaya gidip odasına alındığında da kendisine haber vereceğini söyledi. Umarım bir an önce güzel haberlerle tekrardan yanımıza gelir.

Ela Hanım ile yan yana oturduktan sonra doğal olarak ikimiz de kısa bir süre sessizliğimizi koruduk. Bu sessizliğin sebebi benim ne diyeceğimi bilememem onun da aklının büyük ihtimalle sevdiği adamda olmasıydı. Ama bunun böyle olmayacağını bir yerden konuşmaya başlamam gerektiğini düşündüm çünkü buraya Ela Hanım'a destek olmak için geldim yanında çanta gibi durmak için değil.

Aklından geçen olumsuz şeylerin onu an be an yıprattığını gözlerimle de görünce titreyen elini tutup "Ahmet Bey'i duydunuz her şey kontrol altındaymış. Eminim birazdan Tolga Bey'i görünce tüm bu endişeniz kaybolup gidecek" dedim. Ne kadar dik durmaya çalışsa da gözleri her an dolmaya hazır gibiydi.

Bana o halde bile gülümsemeye çalışıp "Teşekkür ederim umarım dediğiniz gibi olur. Aslına bakarsanız ben o yaradan bile yeni haberdar olmuştum. Bugün de Tolga'yı ateşler içinde görüp uyandıramayınca o kadar çok korktum ki bir an onu kaybediyorum sandım. Sevdiğiniz birini kaybetme korkusuyla yaşamanın ne demek olduğunu bilemezsiniz. Bir şey olacak ve ben onu bir daha göremeyeceğim korkusuyla her an diken üstünde gibiyim" dedi. Bilmiyorum ama tahmin edebiliyorum. Ela Hanım'ın bu sözleri sonrası kendi hayatımla ilgili ne kadar doğru bir karar verdiğimi de anlamış oldum. Sevdiklerimi böyle bir korkuyla yüzleştirmemem yaptığım en doğru şeydi sanırım.

"Onu çok seviyorsunuz değil mi?"

"Tahmin bile edemeyeceğiniz kadar... Biz bir araya gelebilmek için birçok sınavdan geçtik. Aslında hâlâ daha geçiyoruz"

"Önünüze çıkan her engeli aşabilecek gibi görünüyorsunuz"

Bunu söylediğimde bir an kızına baktı ve miniğin yanağına yumuşak bir dokunuş yaparak "Çünkü bunun için çok güzel bir nedenimiz var" dedi. Kızlarını kastediyor. Ne yalan söyleyeyim şu an bu anne kızı imrenerek izliyorum. Umarım Tolga Bey de kısa zamanda toparlanıp ailesinin yanında olur.

Sessizce onları izlemeye dalmışken Ela Hanım bana doğru dönerek "Siz evli misiniz? Çocuğunuz var mı?" diye sordu. Tam başımı iki yana sallayarak "Evli değilim. Çocuğumda yok ama kızınıza bakıyorum da keşke olsaymış diyorum" derken bu lafımın üstüne sanki "Biz varız" der gibi Selim Bey ile tekerlekli sandalyede oturan Kaan yanımıza geldi. Onlara bakarken tebessümüme engel olamadım. Selim Bey oğlunu yanıma bırakıp Ela Hanım'a geçmiş olsun dileklerini iletirken ben de merakla Kaan'a ayağının nasıl olduğunu sordum. Şöyle bir bakıyorum da az öncekinden daha iyi görünüyordu.

"Şimdi daha iyiyim Meral abla"

"Merak etme yarın kendini daha da iyi hissedeceksin çünkü günden güne iyileşmeye başlayacaksın"

"Umarım öyle olur. Sizi tekrardan gördüğüm için çok mutlu oldum"

"Ben de öyle ama bana artık siz deme bence"

"Peki demem zaten bir yandan Meral abla deyip bir yandan da siz demek bana da garip gelmeye başlamıştı ama nasıl düzelteceğimi bilememiştim"

"Şimdi düzeltmiş olduk. Bu arada çikolata için teşekkür ederim. Çok beğendim ve bana böylesine değerli bir hediye verdiğin için de kendimi çok özel hissettim"

Kaan bana tatlı tatlı gülümserken "Rica ederim. Peki resmimi beğenmedin mi?" deyince haklı olarak Selim Bey'in de dikkati bize doğru kaydı. Şu üzerinde çikolata lekesi bulunan kağıt konusunda küçük çaplı bir kriz yaşadığımızı hatırlıyor olmalısın. Onun ciddi bakışları altında Kaan'a dönüp resmin içeriğini belli etmeden "Beğenmez olur muyum? Hem de çok beğendim" dediğimde Selim Bey oğluna doğru yaklaşıp "Ne resmiymiş bu bakalım?" diye sordu. Hay aksi! Öğrenince yeni bir kriz daha yaşamamız kaçınılmaz olacak sanki.

Ben iki büklüm olurken Kaan babasına muzur bir bakış atıp "Bu Meral ablamla benim aramda kalabilir mi baba?" dedi. Ah! Bu küçük çocuğun alnına kocaman bir öpücük kondurmak istiyorum! Hiç abartmıyorum beni böylesine kritik durumlardan kurtaran insanların önüne eğilip paspasları olasım geliyor.

Selim Bey o kağıtta ne olduğunu öğrenemeyince biraz bozulur gibi oldu ama yine de oğluyla aramda böyle özel paylaşımlar kurulduğunu anlayınca bakışı değişip ifadesi daha olumlu bir havaya büründü. Bunu da kuşkulu gözlerini aramızda gezdirip ardından tebessüm eder gibi olmasından anladım. Bu gizli saklılık iyi mi yoksa kötü mü oldu onu da ileride öğreniriz elbet. 

Sessizlik olunca Selim Bey "Peki söylemeyin der" gibi bakıp sonra da "Meral sen Kaan'ın yanında kalır mısın? Ben de hemen dönerim" dedi. Sanırım çıkmadan önce Tolga Bey'in durumuna bakmak istiyordu. Şöyle bir bakıyorum da babası da görünmüyor büyük ihtimalle o da Ahmet Bey ile beraber oradaydı.

Başımı olumlu anlamda sallayıp "Tabii ki kalırım siz rahat olun lütfen" dedim. Bakışlarıyla teşekkür edip Ela Hanım ile vedalaşarak giderken küçük kız da mızıldanıp ağlamaya başladı. Ağlıyor ama o nasıl güzel nasıl tatlı bir ses duysan bayılırsın. Ağlaması bile kibar. Ela Hanım kızıyla ilgilenmeye çalışırken Kaan merakla onlara doğru bakıp "Bebeğinizin adı ne?" diye sordu. Ela Hanım küçük kızın isminin Rüya olduğunu söyleyince Kaan'ın yüzünde çok hoş bir tebessüm oluştu.

"Demek adı Rüya... Ne kadar güzel bir ismi var. Çok sevdim"

"Teşekkür ederiz"

"Rüya'nın yanına gelebilir miyim?"

"Tabii ki gelebilirsin"

Kaan'ı sol tarafıma aldıktan sonra Ela Hanım ile beraber iki küçüğün birbirleriyle olan iletişimlerini izlemeye başladık. Kaan pusete yaklaşınca Rüya da mızıldanmayı bırakarak sakince ona doğru bakmaya başladı. Nasıl kadın kadının dilinden anlıyorsa çocukta çocuğun dilinden anlıyor olmalı. O kadar da tatlılar ki anlatamam. Kaan kısık bir ses tonuyla "Merhaba Rüya ben de Kaan" diyerek küçük kızın iki tutamlık saçına dokunurken aynı anlarda Rüya da pamuk gibi olan ellerini uzatıp Kaan'ı tutmaya çalışıyordu.

Sonunda parmağını tutmayı başarıp şirin bir ses eşliğinde gülücük atınca Kaan da ona gülümseyip heyecanla Ela Hanım'a doğru dönerek "Bana gülümsedi!" dedi. Evet çok güzel bir şekilde gülümsedi ama Kaan'ın sözleri bu kadarla kalmadı.

"Biliyor musunuz daha önce hiç Rüya kadar güzel bir bebek görmemiştim. O aynı porselen bebeklere benziyor. Onlar kadar güzel onlar kadar kusursuz"

Ne dedi o? Hmm... Demek porselen bebekler kadar güzel ve kusursuz bir kız. Bu yaşıma kadar hiç böyle bir iltifat duymamıştım. Şimdi daha da emin oldum ki Atahan erkeklerinde yediden yetmişe hatta seksenlere dayanan herkesten farklı bir zarafet söz konusu. Belli ki Kaan da ileride gerçekten zarif ve kadın ruhundan da çok iyi anlayan bir beyefendi olacak. Ee! Sonuçta kimin oğlu öyle değil mi?

Ela Hanım o stresin içinde ilk defa içten bir şekilde gülümseyerek Kaan'ın saçını okşadı ve "Çok incesin Kaan ne kadar güzel bir benzetme bu böyle. Ama Rüya da seni çok sevdi bak artık hiç huysuzluk yapmıyor" dediğinde birbirlerine tebessüm ederek minik kıza döndüler.

O sırada da kapıda ağabeyi ile beraber Selim Bey belirdi. Oradan nasıl görünüyoruz bilmiyorum ama karşısında hoş bir manzara olduğuna eminim. Az önce can acısından gözleri kıpkırmızı olan oğlunun şu an yüzünün gülüyor olması onu da rahatlatmış olmalı.

Ela Hanım onları fark eder etmez Ahmet Bey söze girip "Endişelenecek bir şey yok Tolga şu an gayet iyi. Odasına da yerleşti istersen sana yanına kadar eşlik edeyim. O da sizi merak ediyor görsün de içi rahatlasın" dedi. Ela Hanım teşekkür ederek ayaklanırken Ahmet Bey de Rüya'ya "Hoşça kal Rüya! Belki seninle yeniden karşılaşırız" diyen Kaan'ın saçına bir öpücük kondurup "Kendine dikkat et tamam mı amcacığım?" dedikten sonra onun "Peki amca ederim" demesiyle de yardım için Rüya'nın pusetini eline aldı.

"Geçmiş olsun Ela Hanım"

"Teşekkür ederim ama bana Ela de lütfen"

"Peki"

"Yanımda kalıp bana destek olduğun için teşekkür ederim Meral"

"Rica ederim ne demek. Görüşmek üzere tanıştığımıza çok sevindim"

"Ben de öyle. Kaan'ın da dediği gibi umarım yeniden karşılaşırız"

"Umarım. Çok memnun olurum"

Selim Bey de geçmiş olsun dileklerini ilettikten sonra Ela kızı ve Ahmet Bey ile beraber bekleme bölümünden ayrıldı ve böylelikle bizim de artık gitme vaktimiz geldi. Ben çantamı alırken Selim Bey de tekerlekli sandalyesinde oturan Kaan'ın arkasına geçti. Beraber bekleme bölümünden çıkıp Haluk Bey'in yanına gittikten sonra asansörle aşağıya indik.

Aslında biraz da tuhaf bir durum oldu. Tatil gününde benim oğlunun yani Selim Bey'in yanında ne işim vardı öyle değil mi? İş ile ilgili bir araya geldik desek pek de öyle gözükmüyoruz gibi. Arabaların yanına geldikten sonra Selim Bey oğlunu rahat bir pozisyonda oturtmak için öndeki koltuğu ileri itip içeride bir düzen sağlamaya başladı. O sırada benden yardım isteyene dek Haluk Bey'in yanında bekledim.

"Meral..."

"Buyurun Haluk Bey"

"Soyadın Tekin'di değil mi?"

Oops! Ne oluyor Allah aşkına? Soyadım Tekin ama bu konuşma pek tekin değil sanki. Huzursuzluğumu gizlemeye çalışarak bedenen Haluk Bey'e döndükten sonra "Evet Haluk Bey soyadım Tekin" dediğimde beni bir hayli şaşırtarak "Rıfat Tekin ile ailesel bir yakınlığın var mı?" diye sordu. Nasıl yani? Babamı nereden tanıyor olabilir ki? Stop etmenin zamanı değil Meral kendine gel!

Ne diyeceğime karar vermeye çalışırken Haluk Bey'in yüzüne baka baka yalan söylemek istemediğimi fark ettim ve dürüst davranmak zorunda kalıp "Evet var" dedim. Tabii bunun ardından Haluk Bey hemen yakınlık derecemi sorar gibi bakmaya başladı. Bu öyle bir bakıştı ki kendimi yalan makinesine bağlanmışım gibi hissettim. Sanki boşluğuma gelip kelalaka bir şey söylesem bir anda "Dıııt!" diye bir ses duyulup rezil kepaze olacakmışım gibiydi.

Bu yüzden de tedirgin bir ses tonuyla gerçeği söyleyip "Rıfat Tekin benim babam Haluk Bey" demek durumunda kaldım. Belli etmemeye çalışıyor ama bu denli bir yakınlık onu şaşırtmış olmalı. Sonuçta o kadar varlıklı bir adamın kızı neden gelip de yanlarında asistanlık yapsın ki? Selim Bey de bu duyduğu ile bize doğru şaşkınca bakıp tekrardan önüne döndü. Başından beri kulağının bizde olduğunu fark etmiştim zaten.

"Şaşırtıcı! Demek bir mücevher devi olan Rıfat Tekin'in kızısın"

"Şey... Babamı nereden tanıdığınızı bilmiyorum ama umarım şirketinizde çalışıyor olmam sizin için sorun teşkil etmiyordur"

"Bilakis bu kadar değerli bir zanaatkârın kızının kendi ayaklarının üzerinde durmak istemesi ve Atahanların bünyesinde yer alması beni ziyadesiyle memnun etti"

"Böyle düşünmenize sevindim. Teşekkür ederim"

"Sana özel bir soru sorabilir miyim Meral?"

"Tabii ki buyurun"

"Kendi alanına adını altın harflerle yazdırmış bir adamın kızı olarak neden babanın izinden gitmedin? Mücevherler ilgi alanına girmiyor mu yoksa?"

"Aslında ben de mücevher tasarımcısıyım Haluk Bey. Tüm eğitimlerim bu yönde"

"Fevkalade"

"Uzun yıllardır perde arkasında babamla beraber kreasyonlar hazırlıyordum ama artık kendi başıma neler yapabileceğimi de görmek istedim"

"Sanırım bunu da babanın ismini kullanmadan yapmak istemişsin. Rıfat Tekin'in kızı olup olmadığını ilk önce Selim'e sordum. Oğlumun bu konuda bir bilgisi yoktu"

"Bunu söylemeye gerek duymadım ama sormuş olsaydı gizlemezdim"

"Baban senin gibi bir kızı olduğu için gurur duyuyor olmalı"

Haluk Bey ile birbirimize bakarken kendimi ağlamamak için o kadar zor tuttum ki anlatamam. Umarım bu yüz ifademden de anlaşılmamıştır. Şu an sanki karşımda babam duruyormuş gibi hissediyorum. Benim babam sinirli biri değildir. Kızmaz bağırmaz ama bir bakar keşke bağırsaydı ya da dövseydi bu kadar içime oturmazdı dersiniz. Sanırım bu yüzden onunla vedalaşamadım. Gitmeden önce bana yine öyle baksaydı gidebilir miydim bilmiyorum. Şu anda da Haluk Bey'in yerine karşımda yine aynı o bakışıyla bana bakarak duruyor sanki. Onu ansızın yarı yolda bıraktığım ve de en önemlisi gidiyorum bile demediğim için hayal kırıklığıyla bana bakıyor gibi.

"Gurur mu duyuyor yoksa hayal kırıklığı mı yaşıyor bilmiyorum ama bir gün beni anlayacak"

Bunu söyler söylemez Haluk Bey sıcacık bir tebessümle koluma dokunup "Bir baba olarak benim sözüme önem verir misin?" diye sordu. Gülümsedim ve "Elbette" dedim. O sırada Selim Bey bize doğru döndü ama konuya müdahil olmak yerine sessizce izlemeyi tercih etti. Cevabım üzerine Haluk Bey de gayet samimi olduğunu düşündüğüm duygularıyla söze başladı.

Önce "Her baba çocuklarına kusursuz bir gelecek bırakmak ister. Ömrünü de buna adar. Tüm çabası kendi yaşadığı zorlukları canından bile çok sevdiği çocuklarının yaşamamasıdır" dedi sonra da yanında duran Selim Bey'in omzunu tutup oğluna gururla bakarak "Ama bazen her şey istediği doğrultuda gitmez. Çocukları da aynı o güç yollardan geçmek zorunda kalır. Ve bazen bunu tek başlarına yapmak durumunda kalırlar. Burada bizi çok daha gururlandıran şey nedir biliyor musun?" diye sordu. Gözlerimin nemlenmesini engellemek ile uğraşırken kendimde konuşacak gücü bulamadığım için sadece başımı iki yana doğru sallamakla yetindim. Haluk Bey ise gülümseyip sözüne kaldığı yerden devam etti.

"Daha da önemlisi çocuklarımızın da o yollardan aynı başarıyla geçtiğini görüp sonunda da karşımıza gelerek "Ben de başardım baba... Aynı senin gibi düşe kalka yürüdüm ama sonunda başardım" demesidir"

Bana bunu yapmayacaktı çünkü ne kadar çabalasam da bu sefer gözlerimde beliren yaşı gizleyecek kadar ustaca bir manevrada bulunamadım. Sessizdim bir tepki veremiyordum ama gözlerim feryat figan bir şekilde içten içe ağlıyordu. O anlarda Selim Bey de bana doğru bakamadı ve başını diğer yana çevirerek boşluğa bakmaya başladı. 

Haluk Bey ise beni bir süre izledikten sonra ellerimi tutup dolu dolu olan gözlerimin içine bakarak "Sakın inandığın doğrular için çabalamaktan vazgeçme Meral. Başar ve babanın karşısına geçip onu onurlandır" deyince ona sadece sessizce "Teşekkür ederim" diyebildim.

Ben perişan bir halde kendimi toparlamaya çalışırken Haluk Bey geri çekilerek arabada oturan Kaan'a baktı ve "Hadi küçük Atahan'ımızı evine götürün de dinlensin" dedi. Gözyaşlarımı akmamaları için kontrol altında tutmaya çalıştığım bir anda Selim Bey ile göz göze geldik. Üzgün olmamın onu da üzdüğü belliydi ve beni bu ruh halinden çıkarabilmek için olsa gerek hafifçe tebessüm etti.

O anla birlikte içimde büyümeye başlayan alevin üzerine su serpilmiş gibi hissettim. Bu hoş tebessüm bana sanki "Üzülme ben yanındayım" der gibi gelmişti. Tuhaf olan şey onca toparlanma çabamın nafile gelip onun tek bir gülüşünün üzerimde hemen etkisini göstermesiydi. Bunu da hissettiğim onca yoğun duyguya rağmen ona aynı şekilde karşılık vererek gülümsememle anladım. Bu bana kendimi iyi hissettirmeyi başardığı anlardan biriydi.

Haluk Bey şoförünün kapısını açmasıyla hastaneden ayrılırken Selim Bey de yanıma yaklaşıp yüz ifademi inceleyerek "Gidelim mi?" diye sordu. Kendimi hemen toparlayıp "Gidelim Selim Bey" dediğimde tam arabanın ön kapısını açıyordu ki Kaan "Meral abla sen benim yanıma gelir misin?" diye sordu. İkimiz de birbirimize baktıktan sonra Kaan'a dönüp tebessüm ederek "Tabii gelirim" dedim ve arka koltuğa geçip yanına oturdum.

Selim Bey kapımızı kapatıp yüzündeki hoş ifadeyle kendi tarafına geçerken benim de gözüm yine ondaydı. Sadece bu sefer tek bir fark vardı çünkü onun da bakışları yerine geçene kadar benim üzerimdeydi. Bakışlarımızın artık çekinmeden birbiriyle buluşması ve bunu da istemlerimiz dışında yapıyor olması ne enteresan.

Selim Bey kemerini bağlarken aynı anlarda Kaan da yerinde kıpırdanıp sonra da yüzünü buruşturdu. Ağrısı devam ediyor olmalı. Başımı ona doğru eğip iyi olup olmadığını sorduğumda "Biraz acıyor" dedikten sonra bir anda başını koluma yasladı. İnanmayacaksın ama o saniyede gözümün önünden Kaan'ın küçükken Selim Bey'in koluna yaslanışı ve şu an benim koluma yaslanışı peş peşe kareler haline akıp gitmeye başladı. Ne yapacağımı bilemedim.

Ben tepkisiz kalınca Kaan da bakışlarını bana doğru kaldırıp gülümsedi. Işıl ışıl bir gülüştü bu. Ona içimde oluşan garip duygularla baktıktan sonra Selim Bey'in şu içgüdüsel olarak yaptım dediği şeyden bir tane de ben yapıp Kaan'ı kolumun altına aldım ve ona sıkıca sarılarak başına bir öpücük kondurdum.

"Baba..."

"Efendim oğlum?"

"Meral abla da bizimle geliyor değil mi? Yani bizim evimize..."

Yok artık daha neler! Doğrusunu söylemek gerekirse eğer hiç böyle bir niyetim yok. Ancak tam artık eve dönmem gerektiğini açıklamaya çalışırken Selim Bey'in aynadan bana doğru bakıp oğluna da "Senin de daha önceden söylediğin gibi o kadar kibar bir kadın ki bence daveti yapan sen olursan bizi kırmak istemeyecektir" demesiyle iki arada bir derede kaldım. Ah! Bana nasıl da kibarca emrivaki yaptı görüyor musun? İşte ondan uzak kalmayı başaramazsam böyle nereye çekerse oraya doğru büyük bir hızla gider dururum.

Kaan'ın bana doğrulttuğu o ışıl ışıl bakan gözleriyle "Lütfen beni kırmayıp evimize gel Meral abla" demesine bir gram bile direnemeyip "Peki gelirim" demek durumunda kaldım. Kaan sevinip kolumun altına iyice sokulurken Selim Bey de hem yola bakıp hem de aynadan bizi izleyerek tebessüm ediyordu. Aferin sana Meral! İnsanları kendinden uzaklaştırma yolların gerçekten de takdire şayan!

•●●·٠•●●•٠·˙

Evin önüne geldikten sonra Selim Bey kemerini çözüp arabadan indi. O sırada ben de Kaan'a bakıp "Geldik" dedim ama nafileydi çünkü küçük bey uyuyakalmıştı. İşin kötüsü bana yaslandığı için kıpırdayamıyorum da iyi mi? Neyse birazdan Selim Bey bizi bu durumdan kurtarır herhalde. Arkaya doğru baktım da o da bagajdan çantaları alıyordu.

Kaan'ın simsiyah ve üzeri Star Wars karakterlerinden oluşan çantasını tek omzuna asıp lisedeki cool öğrenciler gibi görünerek yanımıza geldi. Tabii kapımızı açtıktan sonra oğlunun uyuduğunu görünce birkaç saniyelik bir "Eyvah!" bakışı atmadı değil ama sonra hemen toparlanıp cebindeki anahtarı çıkararak bana uzattı.

"Tamam şöyle yapalım. Sen bize kapıları aç ben de Kaan'ı alayım olur mu?"

"Peki olur"

Selim Bey arabanın içine doğru eğilip "Tabii öncesinde seni kurtarmamız gerek" dedikten sonra Kaan'ı tuttu. Azad olunca hemen kapımı açıp dışarıya çıktım. Hızlıca diğer tarafa gittikten sonra da "Selim Bey çantayı bana verin isterseniz Kaan'ı daha rahat alırsınız" dediğimde ağır ağır araçtan çıkıp önce omzundaki çantayı sonra da "Merak etme antibakteriyel" diyerek Kaan'ın su matarasını bana doğru uzattı. Bunu söyledikten sonra ona doğru bakıp kalınca da gülümsedi. O da bu titizlik hastalığıma sonunda alışmaya başladı galiba. Baksana artık şakasını bile yapıyor.

Gülmemek için dudağımı ısırırken bir yandan da elinden Kaan'ın su matarasını aldım. Selim Bey şu an ki halimize bakıp "Bugün kahvaltı ederken gördüğümüz o evli çiftlere benzedik" dedi. Şöyle bir bakıyorum da gerçekten onlardan hiçbir farkımız yok. Aa! Evli olmamamız dışında tabii. Benim utangaç bakışlarıma karşılık o da o bahsettiği evli çiftlerin havasına bürünerek bana muzurca göz süzdü ve hemen ardından da "Çok acıktım umarım yine peynirli makarna yapmamışsındır hayatım" dedikten sonra Kaan'ı almak için aracın içine eğildi. Ne dedi o? Makarna mı yapmamışım? Araya bir de hayatım mı sıkıştırdı?

Onun gibi ben de bu söylediği şeye gülüp çantayı omzuma asarak arabadan çıkmalarını izledim. Selim Bey Kaan'ı kucaklayıp geri geri çıktığında bir yandan kapıyı kapatıp bir yandan da ona ayak uydurarak "Makarna mı? Bu evde bir çocuk olduğunu unutuyorsun. Kaan'ı sadece karbonhidratla besleyeceğimi düşünmedin herhalde" dediğimde Selim Bey de hem yürüyüp hem de gözlerini kocaman açarak "Aa haklısın! Bizim annemiz Sağlık Bakanlığından onaylıydı nasıl unuturum" dedi. 

Sağlık Bakanlığından onaylı anne de ne demek? Dalga geçiyor. Koskoca Selim Atahan geçmiş karşıma benim pimpirikli oluşumu alay konusu yapıyor. İşin kötüsü ben de buna pimpiriklenme diyerek hâlâ ona çanak tutuyorum.

Normal hallerimize geri döndükten sonra önden giderek anahtarla kapıyı açtım ama o anda da aklıma Müberra Hanım geldi. Bu yüzden de merakla "Müberra Hanım yok mu Selim Bey?" diye sordum. Kapı açılıp içeriye girerken "Kaan dedesinde kalınca hafta sonunu kardeşinin yanında geçirmek istedi. Dün gitmişti ama ne yazık ki ziyareti kısa sürecek gibi görünüyor" dedi. Onların merdivene yönelişlerini izlerken bir yandan da kapıyı kapatıp elimdeki anahtarlığı konsolun üzerine bıraktım.

Bu eve yeniden gelmek bana biraz tuhaf hissettirdi sanki. Ama kötü anlamda değil. Buraya son gelişimde duyup duyabileceğim en güzel sözleri işitmiştim ondan. Ama keşke ona hak ettiği karşılığı verebilecek durumda olsaydım. Onu üzerek bu evden gittiğim için o gün içimde hep bir yara olarak kalacak galiba.

Çantamı ve ceketimi astıktan sonra Selim Bey'in yardıma ihtiyacı olabilir diye hiç oyalanmadan Kaan'ın eşyalarını alarak arkalarından gittim. İkisine hayran hayran bakarak merdivenleri çıkarken hâlâ burada ne aradığımı düşünüp duruyorum. Artık içimdeki bütün Meraller bile bana "Pes! Bu kadarına da pes ki ne pes!" deyip kenara geçtiler. Onları bile yıldırdım gördüğün üzere. Resmen yan yana geçmişler bana bakarak "Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu!" deyip sırayla gözlerini deviriyorlar.

Odaya girdiğimizde Selim Bey ufaklığı dikkatli bir şekilde yatağına yatırırken gözlerimi üzerlerinden ayırmadan elimdekileri bir köşeye koydum. Yalnız Kaan'ın odası da çok güzelmiş. Sanırım Selim Bey onu odası konusunda rahat bırakmış çünkü çocuk eli değdiği çok belli oluyor. Her yer cıvıl cıvıl bir kere. Gardolabının da açık olan bölmesinde baştan aşağıya birbirinden değişik film karakterleri var. Batman'den tut Darth Vader'a Ninja Kaplumbağa'dan tut Örümcek Adam'a kadar aklına gelebilecek birçok farklı figür var. Demek küçük koleksiyonerimiz bu tarz şeyler biriktirmeyi seviyor.

Bunun dışında sence Kaan'ın odasında ilk dikkat çeken şey ne olabilir? Tamam seni uğraştırmayacağım. Pencereye yakın olan duvara boydan boya bir resim kağıdı ve önüne de çeşit çeşit rengarenk kalemlerle fırçalar konmuş. Pastellisi keçelisi jel mumlusu kurusu sulusu her türlü boya var yani. Küçük bey büyüdüğünde ressam mı olacak acaba?

Çizdiklerine keyifle bakarken gözüm odaya geri dönen Selim Bey'e takıldı. Çıktığını bile fark etmemiştim. Gayet ciddi bir ifadeyle Kaan'ın yatağının başındaki komodinin üzerine elindeki küçük telsizlerden birini koyup diğerini de arkadan kendi kemerine taktı ve bana doğru bakarak "Aşağıya inelim mi?" diye sordu. Ona bakıp kaldım. Yataktan kalkamayacağı için Kaan'ın bize bir şekilde sesini duyurabilmesini sağlaması hoşuma gitti. Ne kadar profesyonel bir baba olmuş inanılır gibi değil. Profesyonel baba demek biraz garip oldu ama demek istediğim şeyi anlamışsındır diye ümit ediyorum. Başımı olumlu anlamda sallayarak yanına gittikten sonra bana önden yol açmasıyla beraber odadan çıkıp aşağıya indik.

"Ben kendime su alacağım sen de bir şey içmek ister misin? Sıcak ya da soğuk herhangi bir içecek..."

"Zahmet olmazsa ben de su alabilirim"

"Hemen geliyor. Sen de içeriye geç ve lütfen evin gibi rahat ol"

Tek başıma salona girdikten sonra daha fazla ilerleyemeden kapının önünde kaldım. Gözüm köşedeki piyanoya takılınca zihnim play tuşuna basarak bana o özel anı tekrardan yaşatmaya başladı. Sanki o gün yeniden yaşanıyor ve ben de bedenimden ayrılan ruhumun sayesinde olanları dış bir gözle izliyormuşum gibi hissediyorum.

Kulağımda çaldığım eserin yanı sıra o gün bana usulca söylediği sözler çın çın çınlarken o kadar dalmışım ki Selim Bey'in salona geldiğini fark edemedim. Elinde su bardağıyla bana doğru bakıp kalmış. Sanırım neden öylece durup piyanoya doğru baktığımı o da anladı. Keşke anlamasaydı ama o gün benim hayatımda yaşadığım en özel andı ve sanırım o hayalin içinde kaybolunca geri dönüş yolunu aramak yerine hep orada kalmak istedim. 

"Suyunu getirdim"

Selim Bey'in sesiyle o güzel anın büyüsünden kopup ona doğru baktım. Bir şey söylemeden o da aynı şekilde bana baktı. Sanırım o gün sadece benim değil ikimizin de içinde hatırladıkça acıyan bir yaraya dönüştü. Halbuki çok daha iyi izler bırakabilirdi. Tabii ben mahvetmek zorunda kalmasaydım.

Kısa bir toparlanışın ardından su için teşekkür ederek bardağı elinden aldım. Aldım ama düşürmemek için diğer elimle de bardağa destek yapmak zorunda kaldım çünkü görünen o ki elim yine "Güç kaybım var bana pek güvenme" mesajı veriyordu. Durup dururken niye böyle bir şey oldu ki şimdi?

Aklım elime takılmış bir halde tekli koltuğa otururken Selim Bey de sessizliği örtsün diye düşünmüş olacak ki sesi hafif hale getirip bir müzik açtı. O da diğer koltuğa geçip otururken yüzüne bakacak cesareti kendimde bulamayıp elimdeki bardakla ilgilenmeye başladım. Tabii o sırada da aklımdan bir sürü şey geçip gitti. İçimdeki en asabi Meral ile burada olmamın doğru olup olmadığı konusunda küçük bir münakaşaya girmişken Selim Bey dikkatimi kendisine doğru çekip "Pazartesi günü seni yine işinin başındayken görebilecek miyim Meral?" diye sordu.

Bu soruyla birlikte bakışlarımı ona doğru çevirip bir süre durgun bir halde bana bakan gözlerini izledim. İfadelerimizden onun beni şirkette görmek istediği benim de işimin başında olmak istediğim o kadar belliydi ki...

 Aslında istifa ettiğim anda da büyük bir pişmanlık yaşamıştım. Ne olursa olsun Selim Bey'i bir daha görememe ihtimalini düşünmek bile istemiyorum. Uzun uzun bakıştıktan sonra başımı olumlu anlamda sallayarak işimin başında olacağımı ona da belli ettim. Hiçbir şey söylemedi. Sadece gülümsedi. Bu da beni eritmeye yetti zaten. Acaba istesem de ondan uzaklaşamadığımı bilse ne yapardı?

Bakışlarımı kaçırıp boşluğa bakarken onunla alakalı düşüncelere daldım. Hâl ve tavırları ailesi genel yaşantısı her şey kafamın içinde karman çorman bir şekilde geçerken onu biraz daha yakından tanımak istediğimi fark ettim. Bakışlarımı yeniden Selim Bey'e çevirdikten sonra eskiden odasında olan ama yakın bir zamanda kaldırdığı kırık vazonun onu neden bu kadar etkilediğini sormak istedim. Sorabilecek miyim bilmiyorum ama ani bir şekilde konuya giriş yapıp kendimi "Sizinle ilk karşılaştığımız gün bana bir soru sormuştunuz" derken buldum.

Haliyle acaba hangi soru diye derin düşüncelere daldı. O düşünürken oturduğum yerden kalkıp kollarımı kavuşturarak pencereye doğru yürüdüm. O sırada ona yönelteceğim doğru kelimeleri de bulmaya çalışıyordum. Hangi soru olduğunu bilmesi biraz zordu bu yüzden daha fazla düşünmesine mahal vermeden "Odanızdaki kırık vazo ile ilgili konuşurken irkilmiştim ve siz de bana seni korkuttum mu diye sormuştunuz" dedim. Açık konuşmak gerekirse ondan ziyade aramızdaki bugüne de sirayet eden etkileşim beni daha çok korkutmuştu. Kendimi ona kaptırırsam kolay kolay kopamayacağımın farkına varmış olmalıyım. Önce herhangi bir şey söylemedi ama birkaç saniye içinde o da yerinden kalkıp benim yanıma doğru geldi. 

"Sen de her zamanki gibi soruma soruyla karşılık verip bana korkmalı mıyım diye sormuştun"

"Doğru öyle yapmıştım. Ama siz de korkmamalısın dersem bana inanır mısın diye sorarak üçüncü bir soru işareti yaratmıştınız"

"İnanırım demiştin"

Bunu söyledikten sonra bir süre sessiz kaldık ama bu sessizlik fazla uzun sürmedi çünkü kulağıma doğru yaklaşıp kısık bir tonlamayla "Etkilenmiştim" dedi. Aman Allah'ım şimdi de ben etkileniyorum galiba. Kahretsin ne diyeceğimi de unuttum! Bu konuya ne amaçla girmiştim ki ben? 

Ah! Nefesimi tutarken kalbim de yine o garip atışlarından oluşan ritimlerle bir dizi konser vermeye başladı. Önünde durduğum pencerenin camında bana doğru bakan yansımasını kalbim çarpa çapra izlerken ne oldu bilmiyorum ama bir an gözüm kararır gibi olunca refleksle önünde durduğum pencerenin camına tutundum. Önce elim şimdi de bu... Bir terslik var ama çözemedim.

Başımın döndüğünü anlamamasını umarak gözlerimi tek bir noktaya sabitlerken Selim Bey'in hoş bir tonlamayla "İnanmaya da devam et olur mu?" dediğini duydum. İnanırım da keşke şu an dönüyor olmasam. Sanırım o da bakışlarımdan bir terslik olduğunu anladı çünkü tek eliyle belimden tutup kaşlarını çatarak "Meral..." diye seslendi. Ona "Efendim?" bile diyemedim çünkü bilincim açık olsa da bedenen şalterleri indirmiş gibiydim. Lütfen şu an bayılmayayım. Bir kez daha olmaz. Şu an olmaz lütfen...

Arkamı dönsem bir şekilde koltuğa oturmayı başarabilir miyim acaba? Ayakta durmam her geçen saniye zorlaşıyor çünkü. Düşünmeyi bırakıp düşmeden önce bunu yapmayı denemem lazım. Nefesimi düzenledikten sonra yavaşça Selim Bey'e doğru dönüp destek almak için halen belimde olan kolunu tuttum. Hemen ardından da bedenimde her şey yolunda mı diye kontrol edip gözlerine baktım ve sorun olduğunu düşünmesin diye az önceki konuya geri dönerek "İnanacağım. Her zaman inanacağım" dedim. Ancak o kadar yanlış yorumlanmaya açık bir pozisyonda duruyorum ki anlatamam. Ama kolunu tutmayı bırakırsam da dengemi kaybedip sendeleyecekmişim gibi hissediyorum. Keşke yerimden hiç kalkmasaydım ama kendimi pencerenin önüne attığıma göre bedenen bir sıkıntı hissetmiş olmalıyım.

Benim için oldukça zorlu geçen bu birkaç saniyenin ardından şükürler olsun ki başım etrafımda dönüşünü tamamlayıp ortadan kayboldu. Anlık bir şey olmasına sevindim çünkü ikinci kez kollarına yığılmayı hiç istemem. Böyle bir şey olursa bu defa nedeni hakkında merak edip sağlığımın yerinde olup olmadığını araştırmaya başlayabilir. İşte o zaman öğreneceği şeyler hiç de yenilir yutulur cinsten olmaz. İşin garibi birbirimize bu kadar yakın durunca da önlenemez bir şekilde hareketsiz kaldık. Ne o geri çekildi ne de ben. Hay aksi! Ona karşı da bir adım atmışım gibi oldu ama niyetim asla bu değildi. 

Fonda çalan müzikte ortama epey uyum sağlar nitelikteydi ve bana hiç yardımcı olmuyordu. Sanırım kaybolmak üzereyim. İşin kötüsü kendimi çıkmaz bir sokağa girmiş ve geldiğim yol da adım atmamla beraber geri çıkışa kapanmış gibi hissediyorum. Hapsoldum. Ona bakarken olduğum yere çivilenip gözlerinde resmen hapsoldum. Şu an içimdeki en dominant Meral ayağını sertçe yere vurup "Hemen ondan uzaklaş!" diyerek emirler yağdırırken Selim Bey'in gözleri de sanki onunla çata çat savaşırmış gibi bana bakmayı sürdürerek "Hayır kalıyor!" diyor gibiydi. Ve sanırım bu çatışmanın kazananı da kendisini açık ara belli ediyor. 

Belimi daha net bir şekilde kavrayınca tedirgin olup ellerimi yavaşça bir tık aşağıya indirdim. Niyetim ondan uzaklaşmaktı ama pek başarılı olamadım gibi görünüyor. Kendi kendime çok yakın duruyor sakın tekrar gözlerine bakma bu sefer kurtulma şansın hiç kalmaz derken sanki bunu diyen ben değilmişim gibi bir anda kendimi bakışlarının etkisine kapılmış bir halde buldum.

Kalbimin ritim üstüne ritim kaçırmasına sebep olacak ölçüde yaklaşıp aniden durduktan sonra bir süre beni izledi sonra da çok hoş bir tonlamayla "Senin olmanı istedim" dedi. Şaşırdım. Neden bahsediyordu anlayamadım doğrusu ama anlayınca şu sağlam zeminin ayağımın altından nasıl kaydığına birazdan bizzat şahitlik edeceksin.

Gözlerimi kısıp "Kim olmamı?" diye sorduğumda bana şu an hiç de beklemediğim bir şey söyleyerek "O mektupları yazan sen ol istedim" dedi. Bunu söylemesinin şaşkınlığını yaşarken ona ne diyeceğimi de bilemedim. Anlamış olabilir mi? O notları ve mektupları yazanın ben olduğunu biliyor ve şu an ağzımı arıyor olabilir mi?

18.Bölümün Sonu 

Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Öne Çıkan Yayın

Geçmisin Gölgesinde / 10.Bölüm (Yazan : NK)

10. Bölüm : Yağmur... Nevin Hanım sabah saatlerinde gelen telefonun ardından endişeyle ablasının yanına gitmişti. Nergis Hanım'ın doktor...