4.Bölüm : Fiko (Fikret ile Kaynaşma Oryantasyonu)
Kerem'in ailesi tarafından en iyi şekilde ağırlanıp uğurlanan Şebnem harika bir gece geçirmiş gülen gözlerle mutlu bir halde eve çıkmıştı. Kendisini gerçekten çok şanslı hissediyordu. Hiç tahmin etmediği kadar hızlı bir şekilde hem kalacak bir yer hem de kendisine güvenilir insanların yanında iş bulmuştu. Gerçi kalacak yer konusundaki sıkıntısı pek çözülmüşe benzemiyordu. Büyük ihtimalle Kerem yarın onu evinden postalayacaktı. Bu yüzden de kendisi için kalıcı bir çare düşünmeliydi.
Aslında Şebnem kara kara düşünürken Nurten Hanım ve Aslı onun sorununa çoktan çözüm bulmuştu bile. Önce Kerem'i dairesini bir süre Şebnem'e bırakması konusunda ikna etmeye çalışmışlar ama Kerem'in buna hiçbir şekilde yanaşmaması yüzünden B planına geçmek zorunda kalmışlardı. Yani Şebnem'e bir süre kendileriyle kalmasında bir sakınca olmayacağını söyleyeceklerdi. Aslı da bu durumdan memnundu çünkü hem Şebnem yaşıtıydı hem de onu çok sevmişti. Sadece Kerem biraz tedirgindi. Bir anda hiç tanımadıkları bir kız resmen hayatlarının merkezine çöreklenmişti. Ona göre bahsi geçen teyze bir an önce bulunmalıydı.
Kerem hem morali bozuk olduğu için hem de erkenden uyanması gerektiği için fazla geçe kalmadan yatarken Şebnem'i bir türlü uyku tutmamıştı. Bir süre salonda oturduktan sonra da eli belinde bir halde Kerem'in sinir bozucu tavrına söylenerek evi turlamaya başladı. Fotoğrafların yanından geçerken Aslı ile olan resmine uzun uzun bakıp gözlerini kısarak "Ukala deve ne olacak! Sen beni daha tanımadın tabii ondan böyle rahat horozlanıyorsun ama bu burun büktüğün Şebnem vakitsiz öten horoza vakti gelince ne yapması gerektiğini de bilir merak etme sen" dedikten sonra Kerem'in resimdeki ifadesine sinir olup "Gül gül! Yakında asıl ben sana güleceğim" dedi.
Oradan geçip giderken gözüne müzik CD'leri çarpmıştı. Eğilip sırayla bakarken içlerinden bir tanesinin üzerinde herhangi bir yazı olmadığını görünce merak edip müzik setine taktı. Çalan enstrümantal şarkılar çok hoşuna gitmiş yüzünde de tebessüm oluşmuştu. Vay vay vay! Kerem Bey'in müzik zevki hiç de fena değilmiş doğrusu.
Saat 01:00'e geliyordu. Kerem'in yatağında yatmak istemediği için salondaki geniş kanepeye uzanan Şebnem elindeki telefonuyla arkadaşı Melis ile yazışıyordu. Fazla bir bilgi vermeden kendisinin iyi olduğunu ve ailesinin ne durumda olduğunu sorduğunda Melis ona pek de iç açıcı bir yanıt verememişti.
Annesi Zuhal Hanım tam da tahmin ettiği gibi yatağının üzerine bıraktığı notu görünce sinir krizi geçirmiş ve o haliyle de herkesin canına okumuştu. Babası da çok sinirlenmişti. Hatta sinirlenmek ile de kalmamış adamlarına ortalığı velveleye vermeden kızını bulmaları için emir vermişti. Okan ise tamamen sessizliğini koruyordu ki bu Şebnem'i daha fazla endişelendirmişti. Onlar uzun uzun konuşurken saat epey geç olmuş sonunda Şebnem de elinde telefonuyla koltukta uyuyakalmıştı.
●●ERTESİ GÜN·٠●●٠·˙
Sabah olduğunda Kerem her zamanki dakikliğiyle uyanmış çıkmadan önce de ailesiyle birlikte kahvaltı yapıyordu. Şebnem ise geç yattığı için hâlâ fosur fosur uyuyordu. Herhalde işe gitmek için erken kalkılması gerektiğinden haberdar değildi. Nereden olsun ki?
Kerem çıkmak için herkese afiyet olsun dedikten sonra ceketini giymiş ve ayakkabılarının bağcıklarını bağlamaya başlamıştı. Nurten Hanım oğlunu geçirmek için yanına gelip "Oğlum Şebnem'e restoranın yerini söylemeyi unuttuk. Sen giderken onu da yanına al ilk gün beraber gidin yeri öğrensin tamam mı çocuğum?" derken başını tamam dercesine sallayan Kerem de "Tamam anne akşam görüşürüz. İstediğin bir şey olursa ara gelirken getiririm" diyerek annesini öptükten sonra telefonunu kurcalaya kurcalaya yukarıya çıktı.
Kapının önüne gelip hafifçe tıklattıktan sonra beklemeye başlamıştı. Ses seda çıkmıyordu. Zile bastığında ise Şebnem gözlerini açmıştı ama gelenin kapıcı olduğunu sanarak yüksek bir ses tonuyla "Çöp yok bir şey de istemiyorum. Gidebilirsiniz!" demişti. Ne çöpü be! Kerem duyduğunu anlamlandırmaya çalışıp kızarak parmağını zile dayamış ve Şebnem açana kadar da basılı tutmaya devam etmişti.
Bu susmak bilmeyen cırtlak zil sesi Şebnem'i deli etmişti. Yastığıyla başını ve kulaklarını kapatıp sesi duymamaya çalışırken de bir anda Kerem'in "Beşe kadar sayıyorum eğer açmazsan sakın bugün işe gelme. Hatta bir daha hiç gelme!" dediğini duydu. Şebnem dediklerini duyunca gözlerini kocaman açıp yastığı ve yorganı üstünden atarak hemen kapıya doğru fırlamıştı tabii.
Bir gözü duvardaki saatte olarak alelacele kapıyı açıp "Günaydın patron!" deyiverdi. Kerem onun saçı başı dağınık halini görünce önce bir kalmış sonra da "Ooo! Annenin güzellik anlayışı gerçekten içler acısıymış" deyip bakışlarını başka yöne çevirmişti. İyi de Şebnem ben sabahları çok güzel olurum derken saat 11-12 civarını kastetmişti. Ne bilsin Kerem'in onu sabahın kör vaktinde ayağa dikeceğini. Hem bu saatte kim güzel olur ki canım!
Şebnem utanıp ellerini tarak gibi kullanarak saçlarını tararken bir yandan da "Sen neden gelmiştin ki evden bir şey mi alacaksın?" diye sorunca Kerem ona boş boş bakıp "Normal insanlar bu saatte işe giderler. Bunu biliyorsun değil mi? İlk günün olduğu için giderken seni de almaya geldim" dedi. Bu ince davranış Şebnem'in çok hoşuna gitmişti. Sempatik bir ifadeyle gülümseyip "Ne kadar düşüncelisin. Çok teşekkür ederim" dediği sırada telefonuna bakan Kerem de gayet rahat bir şekilde "Boşuna teşekkür etme bana kalsa çoktan gitmiştim. Bu annemin fikriydi beni o gönderdi" dedi. Şebnem yüzündeki gülüşü silip sessizce "Of! Bu dangalakla işimiz var he!" dediğinde aniden bakışlarını ona doğru çeviren Kerem gözlerini kısarak "Ne dedin sen?" diye çıkıştı. Valla pek de hoş bir şey dememişti o yüzden tekrarlamaması hayrınaydı.
Şebnem durumu kurtaracak bir şeyler söylemeye çalışsa da ağzından bu yönde tek bir kelime dahi çıkmıyordu. Ancak bir şey de söylemesi lazımdı. Şirin bir ifadeyle sırıtıp "Çok işimiz var "dakiklik" önemli diyorum. Hadi sen biraz geç otur ben de birkaç dakikaya hazır olurum" dedi. Aslında Kerem dediği şeyi duymuştu ama sabah sabah laf dalaşına girmek istemediği için bozuntuya vermemişti.
Şebnem kapıyı açık bırakıp koşturarak odaya gitmiş onun arkasından da Kerem eve girip salona geçmişti. Üstünü değiştirmeye giden Şebnem'e çabuk olmasını söylerken de içerideki dağınıklığı görüp şok olmuş gözleri de istemsizce kocaman açılmıştı. Aman Allah'ım! Eve meteor düşmüş gibiydi. Burası onun evi olamazdı. Şebnem hızlı kalkınca yastığı yorganı yere düşmüş akşam her ne zıkkımlandıysa da tabaklar sehpanın üzerinde bırakılmıştı. Biraz daha bakınca etrafa saçılan bir sürü kadın eşyasının yanı sıra... Ooo! En faciası da televizyonunun aldığı yeni hâl olmalıydı.
Şebnem kıyafet seçme derdiyle bavulunu karıştırırken televizyonun üstündeki pembe otrişi sanki kurbağa tutuyormuş gibi iğrenerek eline alan Kerem de sakin olmaya çalışarak "Bu tüylü zımbırtının televizyonumun üstünde ne işi var? Sana bir günlüğüne evimi bıraktım ama sen onu bir gecede tavernaya çevirmişsin!" diye bağırdı.
Şebnem onu duyup hafiften korkarak dudağını ısırırken sadece "Akşam toplamaya fırsatım olmadı. Bugün hallederim merak etme" diyebildi. Kerem sinirlenmemek adına etrafa bakmaktan vazgeçmiş sandalyeyi çekip oturarak Şebnem'in çıkmasını beklemeye başlamıştı. Şebnem'de sağ olsun iki dakikaya hazırım demişti ama onun iki dakikasıyla Kerem'in iki dakikası pek uyuşmamıştı. Şebnem rahat rahat hazırlanmaya devam ediyor bir yandan da ona akşam tanıştığı ailesini çok sevdiğini ve bu yönden şanslı biri olduğunu söylüyordu. Söylüyordu da Kerem'in beklemekten içi geçmişti. Onu duymuyordu bile...
Şebnem'in "Hazırım... Çıktım... Çıkıyorum... Az bekle..." derken yarım saati bulması Kerem'in kafasını iyice attırmıştı. Bu ne canım! Sanırsın bayi toplantısında sahneye çıkıp şarkı söyleyecek. Restorana gittiğinde zaten önlük giymesi gerekecek neyin süslenmesiydi bu Allah aşkına?
Şebnem kıyafetine uygun ruj seçmeye çalışırken beklemeye daha fazla dayanamayan Kerem'in "Ben gidiyorum seni de 15 dakika sonra işinin başında görmek istiyorum. Duydun mu beni?" diye bağırmasıyla odadan fırlayarak çıktı ve iki ayağı bir pabuca girmiş bir halde de "Nereye gideceğimi bilmiyorum ki!" dedi. Bir yandan da elindekileri makyaj çantasına tıkıştırmayı ihmal etmiyordu. Onun ciddiyetsizliğine çok kızan Kerem ters ters bakarak "Sora sora bulursun. O kadar da zor olmasa gerek!" deyip kapıyı çarparak evden çıktı.
Şebnem arkasından bakakalırken kendi kendisine de "Ne asabi adam ya iki dakika bekleyemedi. İpek böceği bunu boşuna bırakmamış belli ki canını zor kurtarmış kız" diye söylenip aynanın önüne geçti. Pembe rujunu eline alıp aynaya bakarak aheste aheste sürdükten sonra da içeriden çantasını almaya gitti. Eh! Sonunda hazırlanmış ve alt kata inerek restoranın yerini Aslı'ya sormaya gitmişti.
O esnaya kadar çok rahattı çünkü yerini öğrenecek ve orayı eliyle koymuş gibi bulacaktı. Tabii hesaba katmadığı bir şey vardı. Evde ne Aslı ne de Nurten Hanım yoktu. Zile basıp basıp açılmaması karşısında tutuşan Şebnem "Kahretsin!" deyip hızla merdivenlerden aşağıya indi ve apar topar apartmandan çıkıp Kerem'e söylene söylene sokakta koşar adım yürümeye başladı.
İleride bir tuhafiye dükkanı vardı. Büyük ihtimalle orada Şebnem'e yardım edecek birileri çıkardı. Yani inşallah! Etrafa bakınarak koştur koştur giderken tuhafiye dükkanın kapısından başını içeriye uzatarak "Affedersiniz ben bir restoran arıyorum. Hasan Bey'in yeri ama şimdi oğlu Kerem işletiyormuş. Nerede bulurum ben orayı?" diye sordu.
"Ne yapacaksınız ki orayı?"
"Temeline bomba koyacağım!"
"Ne?"
"Affedersiniz. Ben orada çalışmaya başladım ama..."
"Aaa! Sonunda buldular mı bir kız?"
"Buldular da beni az daha oyalarsanız kapıdan girdiğim gibi kovacaklar adam da zaten beni topun ağzına yerleştirdi fırlatmak için hazırolda bekliyor. Yalvarıyorum uzatmayın da söyleyin nerede bulurum ben bu restoranı?"
Kadın dükkandan çıkıp Şebnem'e yolu tarif etmeye başlamıştı ama oradan gir buradan çık yok bakkalı geç köşede manav var derken Şebnem'in kafası iyice gitmişti. Saatine bakıp sadece dört dakikası kaldığını görünce kadına teşekkür ederek tabana kuvvet diye diye hızlı adımlarla tarife göre gitmeye başladı. Fıttırmak üzereydi. En son manavı bulduğunda hızlanmış ama tam karşısında bir restoran olduğunu görünce adama sormaktan vazgeçip hızla içeriye dalmıştı.
İçeriye girdiği gibi gözü saate gidince kırk beş saniyesi kaldığını görmüş ve lütfen aradığım yer burası olsun diye dua etmeye başlamıştı. Şebnem eğilip dizlerini tutarak derin derin nefes alırken odasından çıkan Kerem saate bakıp "İyi kurtardın! Hemen toparlan arka tarafa geç Fiko sana ne yapman gerektiğini söyleyecek" diyerek masaların düzenine göz atmaya başladı. Şebnem'in koşuşturmaktan kalbi o kadar hızlı atıyordu ki neredeyse yerinden çıkacaktı. Nefesini ayarlamaya çalışarak arka tarafa geçtiğinde etrafa göz gezdirip bir yandan da "Fiko Bey!" diye seslenmeye başladı.
İsim de garibine gitmişti ama yine de çantasını boynundan çıkarırken "Fiko ne ya Fino gibi" diye söylenip seslenmeye devam etti. Birkaç saniye sonra arkasından yaklaşan komik görünümlü bir adam büyük bir ciddiyetle "Bana sadece arkadaşlarım Fiko diyebilir küçük hanım! Sen bana ancak..." deyip lafını kesen Şebnem'in "Fikret Bey mi diyebilirim?" diye sorması karşısında da gergince yutkunarak "Hayır konuşmak için izin isteme inceliği bile göstermeyip sözümü kesen çokbilmiş! Sen bana Kayhan Bey diyeceksin!" dedi. Ne diyecekmiş?
Şebnem şaşırıp kalmıştı. Bu adamın kafası iyi miydi acaba? Karşısındaki ufak tefek tombul adama boş boş bakıp "Kayhan mı? İyi de Fiko Fikret'in kısaltması değil mi?" deyince adamın yüzü gözü saniyeler içinde kıpkırmızı olmuştu. Kızdı mı o?
Adam sakin durmaya çalışarak papyonunu gergin bir halde düzeltip "O kadar da basit değil!" dedikten sonra Şebnem'e doğru gözlerini kocaman açmış ve sözüne devam edip "Fiko bizim aramızda bir çeşit kodlama. Açılımı da sadece bizi bağlar... Seni değil!" demişti. Amaan! Ne tuhaf bir adamdı bu böyle evlerden ırak. Şebnem'in bununla işi var gibi gözüküyordu. Valla o kadar laf etmişti ama bu adamı görünce Kerem'i öpüp başına koyası gelmişti.
"Ama Kerem dedi ki..."
"Kerem Bey diyeceksin o senin kreş arkadaşın değil!"
"Tamam kızmayın. Kerem Bey bana yapmam gerekenleri sizden öğreneceğimi söyledi"
"Ah! Seni başıma saracağını bilmeliydim. Peşimden gel çaylak!"
Şebnem adamın arkasından giderken gözlerini devirerek sessizce "Çattık ya! Manyak mı ne!" demiş ama adam onu bile duyarak parmağı havada bir şekilde "Duydum seni dili bozuk aptal sarışın! O koca devasa ağzını kapat ve önüne dön. Maaaarş!" demişti. Korkulu gözlerle Fiko'nun arkasına takılan Şebnem ağzını bile açamadan adamın söylediklerini dinliyordu. Dinlemesin de ne yapsın? Adam bildiğin deliydi deli!
"Senden üst rütbelilere adıyla birlikte bey ya da hanım müşterilerimize de sadece hanımefendi veyahut beyefendi diye hitap edeceksin. Her zaman kibar güler yüzlü ve nazik olacaksın. Çok fazla laf kalabalığı yapma az ve öz konuş insanları bayma"
"Anladım Kayhan Bey"
"Patron restorana geldiği gibi bir büyük fincan rezene çayı içer. Ona çayını her zaman sen hazırlayıp sen servis edeceksin. Peçetesini de unutma. Bu konuda hiçbir aksaklık istemiyorum yoksa külahları değişiriz"
"Rezene çayı mı?"
"Evet sarışın neyini anlamadın?"
"Kerem... Yani Kerem Bey'in onu içmesi bana biraz garip geldi de"
"Sorgulama sadece dediğimi yap!"
"Peki efendim"
●●·٠●●٠·˙
Şebnem adamla cebelleşirken zaman hızla akıp gidiyordu. Kerem ise ön tarafta restoranın müdavimi olan müşterileriyle sohbet halindeydi. Bir ara odasına giderken sesi soluğu çıkmayan Şebnem'i merak edip ne yaptığını kontrol etmek için arka tarafa geçmişti. Ses çıkmıyordu. Bu garipti fakat Kerem elindeki notları inceleye inceleye mutfağa doğru giderken Şebnem korku dolu bir çığlık atmış hemen arkasından da Fiko'nun "Bağırma sarışın herkesi başımıza toplayacaksın! Tut şunu dedim bir şey olmaz" diyen sesi duyulmuştu. Ne oluyor orada ya!
Adımlarını hızlandıran Kerem içeriye nasıl girdiğini bilememişti. Karşısında böyle bir manzara görmeyi de beklemiyordu doğrusu. Sandalyeye çıkan Şebnem üstünde önlüğü elinde eldiveniyle önündeki bir dolu kase karidese çığlık ata ata bakıyor Fiko'da ona aşağıya inmesini söyleyerek nasıl temizleneceğini gösteriyordu.
Kerem şaşkınlıkla "Ne oluyor burada?" diye sorunca onu karşısında gören Şebnem apar topar aşağıya inip arkasına geçerek "Kerem yalvarırım kulun kölen olayım kurtar beni! Bu adam bana böcek kafası koparttırıyor. Hani ben sadece servis yapacaktım? Seninle hiç böyle konuşmamıştık" dedi. Ah Fiko ah!
Kerem ona susmasını söyleyip kendisinden gözlerini kaçıran Fiko'ya doğru bakarak "Fiko!" dedi. Adam bir anda tavır değiştirmiş yaramaz bir çocuk gibi "Ne oldu Keremciğim?" diyerek yumuşamıştı. Böyle olunca da Şebnem'in ağzı bir karış açık kalmıştı ve hiç beklemeden araya girip "Keremciğim mi! Kerem Bey'e ne oldu?" dedi. Şebnem sinirle öne çıkarken Kerem onu eliyle durdurup "Sana sus demedim mi ben?" diye uyarmak zorunda kalmıştı.
Şebnem ise boğazına kadar dolmuştu ve bir avazda "Ama deminden beri bana karşı Karanlıklar Lordu gibi konuşuyor Kerem! Bir ara o kadar korktum ki yemin ederim karşısında olmayan düğmemi iliklemeye çalıştığımı fark ettim" deyiverdi. Fiko duyduğu şey ile heyecanlanıp "Sahiden mi? Lord gibi miydim gerçekten? Duydun mu Kerem resmen burada harcanıyorum" dediğinde daha fazla onlara katlanamayan Kerem de "Siz burada ne yaptığınızı sanıyorsunuz Allah aşkına?" diye sordu.
"Bu aptal sarışına karides ayıklatıyorum"
"Aptal sensin kel kafa!"
"Edep yoksunu!"
"Mutfak faresi!"
"Dip boyası akmış sahte sarışın!"
"Ben gerçek sarışınım dört göz!"
"Hıı! Doğuştan aptalım diyorsun yani"
"Bana bak pamuk prensesin firari cücesi kafamı attırma seni davlumbazdan sokar fırından çıkarırım"
"Tabii önce ben seni bu karidesler ile birlikte derin dondurucuya sokmazsam..."
"Şişşşt! Susun artık! Fiko neden Şebnem'e karides ayıklatıyorsun?"
"İşi öğrensin diye"
Şebnem bu dediğini duyunca Kerem'in arkasından başını çıkarıp "Sadece karides ayıklatsa iyi bana önce bütün bulaşıkları yıkatıp mutfağı dip köşe temizletti sonra da bu böcekleri önüme yığdı. Iyyyk!" dedi. Fiko ona sırıtarak bakarken Kerem arkasını dönüp Şebnem'i de çevirerek üstünden önlüğünü ve ellerinden de eldivenlerini çıkardı. Böyle olunca Şebnem havaya girmiş Fiko'ya da gözdağı verir gibi bakmaya başlamıştı.
Kerem elindekileri kenara koyup dolaptan aldığı temiz önlüğü Şebnem'e uzattıktan sonra "Servis elemanısın ama şu an deneme aşamasında olduğun için birçok testten geçeceksin. Senden de Fiko sorumlu olacak. Ne derse yap ama gıda maddelerine dokunma" dediğinde Şebnem yüzünü ekşiterek "Kerem benden sen sorumlu olsan olmaz mı? Bizim Kayhan Bey ile enerjimiz pek tutmadı da" dedi. Kiminle?
Sırıtan Fiko ile göz göze gelen Kerem "Kayhan Bey de kim?" diye sordu. Şebnem ne diyeceğini bilemeden eliyle Fiko'yu gösterip "O!" derken derin bir nefes alıp oflayan Kerem de adama dönüp "Ona kendini Kayhan diye mi tanıttın?" diye sordu. Şebnem bunu duyar duymaz kaşlarını havaya kaldırıp şaşkınca bakarak "Bu kel kafanın bir de sahne adımı var yani?" dediğinde Fiko da hemen öne atılıp "Hey! O daha yeni ve ben öyle ilk andan herkese güvenip özelimi açamam tamam mı?" dedi. Ne özeli be!
"Nasıl yani? Bana adının Kayhan olduğunu ve Fiko'nun da sadece sizin bildiğiniz özel bir açılımı olduğunu söyledi"
"Yok mu Keremciğim?"
"Çıldıracağım... İkiniz de beni çıldırtacaksınız! Neden bahsediyorsunuz siz?"
"Açılım da mı yalandı?"
"Tabii ki hayır sarışın"
"Neymiş o zaman?"
"Fikret ile Kaynaşma Oryantasyonu! Ama sen kaynaşmayı bırak yanına bile yaklaşamadın. Açıkçası Fiko senden nefret etti"
Bunu duyunca Şebnem'in gözleri kocaman açılmış ve "Kendisinden başka biriymiş gibi bahsediyor. Bu adam zırdeli!" deyip artık onunla muhatap oluyormuş gibi de kenara çekilmişti. Kerem de bunalmıştı. Şu an onlarla uğraşacak hali de sabrı da yoktu. Resmen bir iken iki olmuşlardı! Bu yüzden de ikisine de bir an önce toparlanmalarını ve anlaşmanın bir yolunu bulmalarını isteyip müşterilere bakmak için oradan çıktı. Şebnem ile Fiko da gözleri kısık bir halde birbirlerini süzdükten sonra mecburen işlerinin başına dönmüşlerdi. Bu ikilinin anlaşmanın bir yolunu bulmaları neredeyse imkansızdı.
●●·٠●●٠·˙
Akşam olup çıkma vakti geldiğinde Şebnem'in de pestili çıkmıştı. Hayatında hiç bu kadar yorulduğunu hatırlamıyordu. Eve gidip bir an önce uyumak istiyordu ama orada mı kalacak yoksa kapının önüne mi konacak henüz bilemiyordu. Bunu düşünecek fırsatı bile olmamıştı. Oturduğu yerde çantasını sallandıra sallandıra düşünürken odasından çıkan Kerem onu görüp "Sen hâlâ burada mısın?" diye sordu. Nerede olacaktı ki?
"Evet seni bekliyordum"
"Neden?"
"Eve beraber döneriz diye"
"İyi de ben buradan çıkınca eve gitmeyeceğim ki"
"Nereye gideceksin?"
"Ne zamandan beri sana hesap veriyorum?"
"Tamam patron kızma. İyi ben gideyim o zaman"
"Tamam. Aa! Şebnem..."
"Efendim?"
"Annemler kendi aralarında konuşmuşlar..."
"Hangi konuda?"
"Teyzeni bulana kadar senin onlarla kalman konusunda bir sakınca görmüyorlarmış. Bu akşamdan itibaren onlarla kalmaya başlayabilirsin. Ben de gelince direkt evime geçerim"
"Gerçekten mi?"
Kerem evet der gibi başını sallayınca bir anda sevinçten ona sarılan Şebnem de "Çok teşekkür ederim Kerem! Hepiniz çok iyi insanlarsınız" demeye başladı. Haydaa! Yine mi yapıştı bu ya! Bu kız da sarılmayı iyice âdet haline getirmeye başladı sanki.
Kerem onu kendisinden uzaklaştırırken yanlarına gelen Fiko da ikisine garip garip bakarak "Kural 8! Çalışanların işvereni ile samimi olması işletme kurallarına aykırıdır. Eğer bu kuralda bir esneme varsa bilmek isterim doğrusu" deyip onlardan da herhangi bir karşılık gelmemesi üzerine iyi geceler diledikten sonra restorandan çıktı.
"Bu adamı çok mu aradınız Allah aşkına?"
"Fiko bizim jokerimizdir. Yeri geldi mi mutfağa girer ülkelerin adını bile ilk kez duyduğum birbirinden farklı lezzetlerini hazırlayıp günü kurtarır ama diğer gün bir bakarsın ya yer paspaslıyordur ya da tesisattaki bir sorunu hallediyordur"
"Enteresan adammış ama henüz onunla yıldızımız barışmadı. Birbirimizden nefret ettik gibi görünüyor"
"Seni gözü tutmasaydı bu kadar çok uğraşmaz kovuldun der işine bakardı"
"Nasıl yani? Beni kovma yetkisi var mı?"
"Tabii ki var"
"O halde yarın gelirken ona gümüş tabakta şık bir çikolata yaptırsam iyi olur"
"Bunu rüşvet vermek olarak algılayıp sana daha da çok bilenebilir"
"Peki bu adamla normal bir iletişim nasıl kurulur Kerem? Hayır yani pek normal birine benzemiyor da"
"Bence üzerine düşme ve sadece zamana bırak. Neyse hadi çıkalım sen de geç olmadan eve git"
"Tamam"
"Bu arada sendeki anahtarı bana verir misin? Annem yedek anahtarı senin için paspasın altına bırakacak. Eşyalarını alır öyle inersin aşağıya"
"Elimdeydi zaten"
"İyi akşamlar"
"Sana da iyi akşamlar patron"
●●·٠●●٠·˙
Şebnem eve döndükten sonra o yorgunlukla bir de etrafı toparlayıp kendince silip süpürmeye çalışmıştı. Ne olursa olsun Kerem'in kendisine çok yardımı olduğu için ekstra da özen gösteriyordu. Evi Kerem'den aldığı gibi teslim etmek için iyi niyetlerle uğraşıyordu ama keşke bunu yaparken Kerem'in diş fırçasıyla sevdiği tişörtlerinden birini temizlik malzemesi olarak kullanmamış olsaydı. Biriyle ince tozları ve ocak yağlarını temizlemiş diğerini de yer bezi yapmıştı çünkü. Halbuki malikanelerindeki çalışanları gözünün önüne getirip neyi nasıl yaptıklarını hatırlamaya çalışırken ellerinde hiç de böyle şeyler olduğunu hatırlamıyordu. Annesi Zuhal Hanım her yeri ayrı ayrı bezlerle sildirir temizlik konusunda da ihtimam gösterilmesini şart koşardı. Neyse artık o kadar da olur diyelim öyle değil mi? Sonuçta buna da şükürdü.
Onca uğraşın ardından gözü yatağa gidince biraz dinlenmek için ucuna oturdu. Oturmak nasıl da iyi gelmişti. Ayakları ve beli o kadar çok ağrıyordu ki ne kadar vahim bir durumda olduklarını anca oturunca anlamıştı. Yan yan baktığı yastığa başını koyarak "Azıcık sessiz bir ortamda şekerleme yapıp kendime gelsem fena olmaz. Nasılsa Kerem'in de erkenden geleceği yok. O gelmeden çoktan uyanır giderim" diye düşünüp pikeyi üstüne çekti. Oooo! Azıcık mı? Yine fosur fosur uyumaya başlamış top atsanız duyamayacak hale gelmişti.
Kerem ise geç saatte gelince ailesinin yanına uğramadan yukarıya çıkmıştı. Anahtarıyla kapıyı açtıktan sonra da tedirgin bir şekilde içeriye bakıp Şebnem'e seslendi. Ses gelmiyordu. Sonunda gitmiş olmalıydı. Salonun ışığını açıp etrafa bakarken Şebnem'in bütün eşyalarının yok olduğunu görünce epey rahatlamıştı. Ayrıca her yer bal dök yala olmuştu. Ne yalan söylesin bu detay Kerem'in hoşuna gitmişti.
Uykusu fena halde bastırdığı için ışıkları kapatıp esneyerek odasına gitti. Karanlık olduğundan dolayı yatağında uyuyan Şebnem'i fark edememişti. Üstünü değiştirip yatağın diğer tarafına uzandıktan sonra da gözlerini kapatıp mışıl mışıl uyumaya başladı.
Oouuuvvv!
Sabah ne durumda olduklarını fark edince büyük çıngar çıkacağa benziyordu.
4.Bölümün Sonu
Yorum yazma kısmına bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yazarsanız beni çok memnun edersiniz ;)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder